20 Nisan 2016
İbrahim Fidanoğlu
Giriş
Bugün İzmir’in kuzeyinde; Kütahya’daki tertemiz pınarlardan doğup bin bir pislikle bulanarak türlü
ovalardan ve vadilerden Ege Denizi’ne doğru akan ve en son Menemen ovasını sulayarak Foça
Bağarası-Maltepe-Gerenköy arasındaki
bir noktadan maviliklere kavuşan Gediz Irmağı’nın
deltasındaydık. Amacımız; iki yıl önce yine bir Nisan günü dolaştığımız(1) Gediz Deltası’nda farklı bir rota yapmak ve bu kez Maltepe önlerinden geçerek denize doğru
akan Gediz’in ana kolu üzerinden
denize ulaşmaktı. Öyle de yaptık.
Gediz'in deltasında; flamingolar ve diğerleri...
Günümüzde Gediz Deltası’nda yöre
halkı arasında Eski Gediz ve Yeni Gediz diye bilinen birbirinden
bağımsız iki ana kol bulunuyor. Bunlardan Eski
Gediz, aslında ırmağın iptal edilen eski yatağı ile ilgili olsa gerek. Çünkü
Eski Gediz, bugün Menemen Ovası’nı sulamak için kullanılan
kanal sisteminin su dönüşünün boşaltıldığı bir drenaj kanalı işlevi görüyor.
Kanallarda su olmadığı zamanlarda ise Eski
Gediz, yatağında bir azmak gibi davranıyor. Nehrin ana akımını ise bugün Maltepe önlerinden geçerek Ege Denizi’ne
ulaşan Yeni Gediz oluşturuyor. Gediz’in ana akımını oluşturan bu kolun
denize döküldüğü yer, iki yıl önce ulaştığımız Eski Gediz’in ucundan yaklaşık birkaç kilometre daha güney
batısında yer alıyor.
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)
Oldukça rüzgârlı ve yağmura gebe; bulutlu bir havada gerçekleştirdik
yürüyüşümüzü. Geren toprağı diye adlandırılan ve suyun çekilmesiyle birlikte
gerilme yüzeylerinden kırılarak doğal bir desen oluşturan yumuşacık zemin
üzerinde yürüdük çoğunlukla. Ilgınların bayramı vardı sanki deltanın her
yerinde. Kimisi çiçeklerini döküp yemyeşil iğne yapraklarıyla yaz örtüsüne
bürünmüşlerdi bile. Kimisi ise bitkinin çiçeklenme zamanına koşut olarak;
pembeden açık kahverengiye uzanan geniş bir renk yelpazesinde yerlerini almış
gibiydiler. Gediz’in denize döküldüğü
yere doğru ilerlediğimiz patikanın her iki yanında bu bitki örtüsünün yoğunluğu
vardı. Tabii ki bir de yeni yeni coşan ve ılgınlar gibi tuzlu suya dayanıklı deniz
börülcesi kolonileri… Uzaklarda otlayan bir sürünün çıngırak sesleri, rüzgârla
birlikte salınan ekinlerin uğultuları, Gediz’in
kıyısında bir ormanı andıran sazlıklar içinde kendine yer bulmuş binlerce kuşun
baharı karşılayan coşkulu şakımaları; hepsi birbirine karışıyordu. Doğada
sesleriyle kendini hissettiren bu müthiş kaos, ne kadar güzeldi.
Gediz Deltası'nda geren toprağı
Gediz’in Kısa
Hikâyesi(2)
Gediz; İç Ege’de biri Murat
Dağı, diğeri de Şaphane Dağı’ndan doğan iki kolun birleşiminden
oluşan, 17 500 km2lik bir havzayı sulayarak Kütahya’dan İzmir’e kadar
bütün Ege topraklarını kat eden; yaklaşık 400 km.lik bir uzunluğa
sahip, Ege Bölgesi’nin Büyük Menderes’ten sonra ikinci büyük akarsuyudur. Son
yıllarda özellikle Uşak (Deri sanayicileri), Manisa Organize ve İzmir-Kemalpaşa
yöresindeki sanayi tesislerinden gelen zehirli atıkları ve bazı iç Ege
kasabalarının sistematik organik atıkları nedeniyle açık lağım olarak
kullanılmakta olan nehir, Foça yakınlarında yer alan Maltepe ile Gerenköy
arasındaki geniş deltayı oluşturarak Ege Denizi’ne dökülür.
Dağa Kaçtım gezginleri, bu kez düz ovada; Gediz Deltası'nda sazlar arasında...
Gediz’in isminin eski bir Frig
yerleşimi olan Kadoi’den geldiği; Anadolu’ya gelen Türklerin, ilk olarak
Ege Denizi’ne doğru ilerleme yönleri dikkate alınarak Gediz’in mitolojideki
ismi Hermos yerine Kadoi ile karşılaştıkları ve bu adın zaman
içinde Gediz’e dönüştüğü ileri
sürülmektedir. Gediz’in önemli kolları arasında Selendi Çayı, Demirci ya da
Borlu Çayı, Alaşehir Çayı (Kogomos), Kum Çayı (Hillos) ve Nif (Kemalpaşa) Çayı sayılabilir.
Maltepe önlerinden denize doğru ilerleyen Gediz
Gediz
Nehri, Manisa Ovası’nı kat ettikten sonra
denize doğru yaklaşırken, Dumanlı Dağ
ile Yamanlar Dağı arasındaki vadide
akışını sürdürerek Menemen Ovası’na
ulaşır. Son yıllarda sulardaki kimyasal kirliliğin en fazla hissedildiği bölge
burasıdır. Menemen (Mainomenos; kaynayan
köpüren ova anlamında) Ovası, tarih boyunca Gediz’den
kaynaklanan sel baskınlarına maruz kalmış; bu baskınları önlemek ve Gediz’in akışını ıslah etmek adına tüm
zamanlarda ciddi uğraş verilmiştir. Gediz,
19.yy’a kadar; bugünkü Bostanlı civarından Ege Denizi’ne dökülmekteydi. Bugün
Çiğli – Kipa mağazasına giderken üzerinden köprü ile geçilen geniş dereyi eski Gediz Deltası’nın kollarından biri
olarak düşünebiliriz. 1868 – 1872 yılları arasında Osmanlı Yönetimi, Gediz’in denize taşıdığı alüvyonların
İzmir Körfezi’nin ağzını kapatarak şehrin ekonomik öneminin kaybolmasını
önlemek amacıyla Gediz’in yatağını
değiştirmiş; akışı bugünkü deltasının bulunduğu yer olan Maltepe ile Gerenköy arasına yönlendirmiştir.
Gediz Deltası'nda ılgınlar
Gediz
Nehri
üzerine; suların ıslahı ve tarımsal sulamanın geliştirilmesi adına Cumhuriyet
döneminde ideolojik bir yaklaşımı da yansıtacak tarzda önemli su yapıları
oluşturulmuştur. Bunlar arasında; 1955’de yapılan Demirköprü Barajı,
1932’de yapımına başlanan Adala Regülâtörü ve Adala – Marmara Gölü besleme hattı; 1939–1944 yılları arasında bir
Alman firmasına yaptırılan Emiralem Regülatörü ve daha sonraları 1960’lı
yıllarda Demirel döneminde yaptırılan Ahmetli Regülatörü sayılabilir.
Serçeler ve bataklık çinteleri bir arada...
Gediz'e doğru yürüdüğümüz yol
Uşak üzerinden yaklaşık %20 sınaî; %80
evsel atıklarla yüklü olarak Demirköprü
havzasına ulaşan Gediz, bu geniş
çökelme havzasında kısmen yükünden kurtulur; Adala Regülâtörü’nde aşağıdan Gediz’den gelen su yükseltilerek
içindeki katı parçacıklar bir miktar daha çökeltilir ve daha sonra Marmara Gölü’ne doğru Adala besleme hattı ile beslenir. Marmara Gölü; Gediz suyuna göre daha
temiz, balık ve larvaların yaşadığı bir tatlı su gölüdür. Burada rejenere
edilen Gediz suyu; bu gölden Ahmetli Regülâtörü’ne ulaşan ve daha
sonra Gediz’e bağlanan bir
diğer besleme hattı ile tekrar Gediz’e
aşılanır. Bu mekanizma ile sulama amaçları dışında Gediz’in kirlenen suyunun bir nebze olsun temizlenmesi
amaçlanmıştır. Ancak ne yazık ki, Ahmetli’de temizlenen Gediz, Kemalpaşa önlerinde Nif
çayının Gediz’e karışması ile
tekrar ve bu kez tamamen kimyasal olarak kirlenir. Bu şekilde Emirâlem üzerinden Menemen Ovası’na ulaşan Gediz; tüm ovayı ve canlıları tehdit
eder bir boyuta ulaşan kirliliği ile ülke akarsuları içinde en ciddi kirlilik problemini
yaşayan bir tanesi olarak göze çarpar.
Ege'ye doğru akıyordu Gediz.
Yürüyüşün Öyküsü
Foça Bağarası’nda bir yol üstü kahvehanesinde içtiğimiz sabah kahveleriyle başladı
gün. İki yıl önceki deneyimden de yararlanarak Foça Mandırası’nı geçince hemen solumuzdaki bozuk asfalt yola
giriverdik. Yol iki yıl önceki halinden daha kötüydü; deltaya doğru biraz
ilerleyince, batımızda yer alan alçak tepelerin eteklerinde çok geniş bir alanı
kaplayan ve iş makineleriyle yapılan hafriyat çalışmalarının buna neden
olduğunu anladık. Yoldaki bozulma bir şey değildi; esas hasar bağrına bir
hançer gibi saplanan topraktaydı. Birçok yerde gördüğümüz tahribata benzer bir
durum da buradaydı; belki de yüzlerce yıllık bir makilik bitki örtüsü sökülüp
atılmış ve elbisesi üzerinden sıyrılmış çırılçıplak toprak, atmosferin bütün
olumsuz etkilerine karşı savunmasız bırakılmıştı yazık.
Gediz Deltası'ndaki buğday tarlaları
Arpalar içinde kendine yer açan papatyalar
Delta düzlemine indiğimizde Eski
Gediz’in yatağına ulaşmıştık bile. İnsanın bütün hoyratlığına rağmen,
baharla birlikte Gediz deltasında
hayat yeniden uyanmaya ve kendini yeniden üretmeye başlamıştı neyse ki.
Amacımız Gediz’in ana akış yoluna ve
onu takip ederek denize döküldüğü noktaya ulaşmak olduğu için, Eski Gediz’in üzerindeki bir yol
geçişini kullanarak iki yıl önceki rotamızdan doğuya doğru ayrıldık. Her iki
yanımızda göz alabildiğine uzanan buğday ve arpa ekili tarlalarda irileşmiş
başaklar, rüzgâra teslim olmuş vaziyette iki yana doğru sallanmaktaydılar.
Üzerimizden o sıra iki ördek bağırarak geçti. Maltepe yönünde önümüzde beliren söğütler, Gediz’in yatağına yaklaşmakta olduğumuzun habercisiydiler. Yolumuzu
kısaltmak için sağa doğru yönelen bir toprak yola saptık. Gediz’in kıyısını iki
yakasından sarmış sazlıklar tam karşımızdaydı. Binlerce canlıya ev sahipliği
yapan bu sazdan orman, rüzgârla birlikte türlü ezgileri kulağımıza
mırıldanmaktaydı o an. Sarı kafalı kuyruk kaldıranlar, balıkçıllar, pelikanlar,
kafasını suyun içinden hiç çıkarmayan ve durmaksızın suyun dibindeki kumdan
kurtçuk çıkarma uğraşısında olan turuncu-beyaz kanatlı zarif flamingolar,
serçelerle birlikte toprağa düşmüş tohumların peşindeki siyah başlı sarı renkli
bataklık çinteleri, seri hareketleriyle dikkat çeken deniz kırlangıçları,
siyah-beyaz tüyleriyle irice mahmuzlu kız kuşları ve çığır çığır çığıran gri
martılar bu benzersiz hayatın içinde kendilerine yer açmışlardı bir şekilde.
Gediz Deltası'nda buğday başaklarının ve papatya kolonilerinin rüzgarla dansı
Gediz Deltası'nda flamingolar
(Fotoğraf: İF; Nisan-2015)
Gediz Deltası'nda doğudan batıya; Foça'ya doğru bakış
Tam o sırada gezginlerden birinin gözüne, hemen Gediz’in kıyısındaki sazlıkların içine atılmış; bir kimyasal tarım
ilacının kutusu ilişti. Arkadaşlarını çağırdı yanına gezgin ve kutunun üzerindeki
ironik yazıyı okudu:
“Son final”
Gediz Deltası'nda "son final"
Hoyrat ve kıymet bilmez zavallı insanlığın tükenişini ve o acımasız
“final”e doğru aptalca ilerleyişini ne güzel de anlatıyordu bu plastik kutu;
ama tabii ki anlayana…
Ve o an döküldü gezginin dilinden; güzelim bir çocukluk hatırası…
Kır Deniz’de bir
çocukluk hatırası
“İzmir
şehrinin kanalizasyon şebekesinin 40’lı, 50’li yıllarda denize bağlanması,
anlaşılmaz bir şekilde atıkların körfeze atılma kararı, o an için en kolay ve
günü kurtaran bir kararla atıkların denize deşarj edilmesi sonrasında hepimizin
çok daha ağır bedeller ödemesi; geriye dönülemez bir sonun başlangıcı!
Sonrasında yapılan büyük kanal projesi, kısmi bir çözüm getirse de; ne körfez
eski körfez, ne de o muhteşem deniz bir daha asla o görkemli günlerine
dönemedi.
Gediz'e paralel, denize doğru yürüyen gezginler
İşte o
körfezin hızla kirlenmeye başladığı, deniz banyolarının artık yapılamadığı
günlerdi. Bu elverişsiz ortamda balık tutamayan olta balıkçıları daha da
uzaklara gitmeye başladılar. Biz de hobimiz olan amatör balıkçılığımızı
İzmir’in hemen dışında Çamaltı Tuzlası’nda sürdürmeye başladık. Hiç unutmam;
1973’ün kışında, bir Şubat günü; o Zemheri soğuğunda Tuzla’dan yola çıktık.
Denizde yarım saat yol aldıktan sonra, kıyıya yakın; kısmen bulanık bir yerde
demir attık. Sonrasında buranın Gediz’in denizle buluştuğu Kır Deniz diye
anılan bir mevkii olduğunu öğrendim. O bulanıklık, bereketli Gediz Nehri’nin
deltasında; beraberinde getirdiği tortuların, denize karışmasından oluşuyormuş.
Belki de onun için burası Kır Deniz diye anılıyor.
Denize doğru yürüdüğümüz yol
Neyse; rastgele
deyip oltalarımız salladık. Şimdi rahmetle andığım; amcam, babam ve ben o kadar
çok lidaki tutmuştuk ki; sandalın küpeştesi silme balıkla dolmuştu. Ne soğuktan
titremek, ne de ıslanıp buruş buruş olmuş ellerimiz, bu ana olumsuz bir gölge
düşüremedi.
Gün sonunda;
sandalımız bereketli yüküyle kıyıya yanaşırken, merakla bizi izleyen gözler,
sandaldaki balıkçıların gururlu gerinmelerini imrenen gözlerle sanki izliyor
gibiydiler.”(3)
Gezginler, Gediz'in kıyısında...
Rengarenk ılgın çiçekleri
Ilgın çiçekleri; yakından...
Denize doğru ılgınların arasından geçtik.
Rengarenk ılgın çiçekleri
Ilgın çiçekleri; yakından...
Denize doğru ılgınların arasından geçtik.
Gediz’le beraber;
denize doğru
Ilgınların en çok yoğunlaştığı bir bölgedeydik. Pembenin tüm tonları,
ılgın çiçeklerinde hayat bulmuştu bugün. Hatta beyazdan kahverengiye kadar
türlü renklerin resmi geçidi gibiydi ılgın çiçekleri. Tuza son derece dayanıklı
olması nedeniyle bu tür geren toprağında ve denizin kıyısında filizlenip
yetişen bu çalılıklar hayatın savunucusu gibiydiler. Midilli kıyısında rüzgârın ve dalganın hoyratlığına karşı direnip
burulan kalın gövdeleriyle bunların asırlık olanlarını da görmüştük. Ne
görkemliydiler. Gediz deltasındakiler
ise, herhalde geren toprağının özelliğinden olsa gerek; fazla büyüyememiş ve
çalı boyunda bitkilerdi. Denize doğru ilerleyen bir patikadan yürürken
ılgınların arasından geçtik.
Bir balıkçı kulübesinden Gediz'e bakış
Geren toprağı
Gediz Deltası; denize doğru...
Denize yaklaşırken Gediz’in
kıyısında yer yer sazlıkların aralanıp açılmasıyla kazanılan küçük alanlarda
derme çatma, salaş balıkçı kulübeleriyle karşılaştık. Rüzgârın ve suyun
tahribatıyla zor ayaktaydılar. Ama bunlardan bir tanesi, bize öğle yemeğimizde
hoş bir mekân oldu. Midyeden dönen balıkçı teknelerinin motor sesleri ve el
sallamalar eşliğinde yemeğimizi kulübenin kuytu ve konforlu bir köşesinde
afiyetle yedik. Doğayla birlikte olmanın ve paylaşmanın tadını hissettiğimiz;
benzersiz bir andı o an.
Gezginler, Gediz'in kıyısında yemek molasında...
Gediz'in denize döküldüğü yere yürüdüğümüz geren toprağıyla örülmüş son patika
Denizin kıyısında; Gediz'in tam ucunda...
Gediz, denize kavuşmak için sabırsızlanıyordu. Karşıdan gelen bir başka
balıkçı motoru suyu yara yara yanımızdan geçip gitti. Zeminde, su yeni çekilmiş
gibiydi. Geren toprağının kururken kırılan parçaları, ayağımızın altından kayar
gibi hareketliydi buralarda. Çünkü kurumuş tabakanın altı hala balçık çamurdu.
Toprak, içindeki tuzu; yüzeye doğru kusmuştu sanki. Kıyı çizgisi artık hiç de
uzak değildi bizden. Biraz daha yürüyünce kıyıya ulaştık. Yüzlerce kilometre
uzaklardan bin bir serüvenle Ege’ye kavuşan Gediz’in
yolculuğunun son noktasındaydık. Deniz, Gediz’in
taşıdığı alüvyonlarla boz bulanık bir renkteydi. Kıyıya yakın bir konumda
flamingolar her zamanki faaliyetlerini sürdürmekteydiler.
Gediz Deltası'nın ucundayız.
Midyeden dönen teknelerden biri
Bir diğeri
Bir mahmuzlu kız kuşu önümüzden kalktı.
Gediz Deltası'nda kıyı çizgisi
Önümüzden geçen teknelerle selamlaşıyoruz.
Kıyıda durduk ve düşündük; zamanımızdan 3-4 bin yıl önce denizin içinde
birer ada konumunda olan Panaztepe ve
çevredeki diğer yükseltilerin bugün Gediz’in
binlerce yıllık serüveninde ana karayla birleşmesi ve kıyı çizgisinin denize
doğru ötelenmesi süreci ne kadar dramatikti. Tarih boyunca kentlerin ve
toplumların kaderini etkileyen bu süreç bugün de sürmekteydi.
Maltepe yakınlarındaki Panaztepe Akropolü
(Fotoğraf: İF; Nisan-2015)
Gezginler, dönüş yolunda...
Deltanın kanallarından biri
Gediz papatyaları
Dönüş yolunda Bağarası'nda bir kırlangıç yuvası
Su akıp gitmekteydi denize doğru. Derin vadilerde ve düz ovalarda kendi
yolunu bulup Ege’ye doğru akarken Gediz,
nice hayatlar filizlendi kıyılarında. Binlerce yıllık serüveninde bereketiyle
can verdi nice uygarlıklara. Ama kadir kıymet bilmedi ne yazık ki insanoğlu.
Kirletti onu acımasızca ve söndürdü kendi hayatını. Gediz ise, her şeye rağmen akmaya ve suyunu Ege’ye taşımaya devam
etti. Her zaman hatırlattı bize şu darbımeseli:
“Su akar, yolunu bulur.”
Dipnotlar
(1) Gediz
Deltası yürüyüşü
hakkında bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2015/06/gediz-deltasinda-bahar.html
(2) Gediz Deltası’nda Bahar isimli yazımızdan alınmıştır. bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2015/06/gediz-deltasinda-bahar.html
(3) Dağa Kaçtım gezgini Aybey Çini’den bir çocukluk hatırası
(4) Fotoğraflar yazıda
belirtilenler dışında MYC tarafından çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC