islam hoca etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
islam hoca etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Aralık 2013 Pazartesi

ÖZBEKİSTAN NOTLARI-2




“MÜCEVHER” ŞEHİR HİVA

29 Ağustos-7 Eylül 2013
İbrahim Fidanoğlu

“Kumdan Kaleler Yapmak”

Taşkent’ten sabahleyin havalanan uçağımız, yaklaşık 2 saatlik bir uçuş sonrası öğle üzeri Harezm vilayetinin başkenti diyebileceğimiz Ürgenç Havaalanı’na indi. Kırsaldaki kumdan kale kalıntılarıyla Harezm, Ortaçağın kadim gücü şaman Harezmiler’in (bizim ilkokulda öğrendiğimiz şekliyle Harzemşahlar) bugüne uzanan eli gibiydi. Mantı ve yoğurttan oluşan öğle yemeğimizi Ürgenç’te yol üstünde bir restoranda yedik. Ürgenç, Taşkent’e göre taşrada kalan ve yeni yeni gelişmekte olan bir şehir izlenimi verdi bize. Şehir, havaalanından başlayarak tüm önemli caddeleri boyunca bir şantiye görünümündeydi. 

 Amu Derya'yı geçerken (araçtan çekilen)

Bir de şunu söyleyelim; bu Ürgenç’lerden bir tane de Türkmenistan’da var. Onun tam ismi Kunya-Ürgenç (yani eski Ürgenç anlamında) ve Harzemşahlar’ın kadim başkenti olarak biliniyor. Harzemşahlar’a Maveraünnehir coğrafyasında, egemenlikleri boyunca Türkmenistan’daki Kunya Ürgenç, Özbekistan’daki Ürgenç yakınlarındaki bizim de ziyaret ettiğimiz Toprakkale ve Hiva kentleri başkentlik yapmışlar. 

 Amu Derya yada Ceyhun Irmağı geniş yatağında akarken

Yemek sonrası Özbekistan’ın içinde özerk bir cumhuriyet olarak tanımlanmış, Kazaklara daha yakın olduğu söylenen ve çölün ortasındaki bitmek bilmeyen kumullar üzerinde yaşayan Karakalpakların yurdu Karakalpakistan’daki Harezm Kaleleri’nden bazılarını görmeye gittik.

Karakalpaklar, aslında 1 milyon civarında, Özbekçe’den farklı bir lehçe ile konuşan ve yukarıda da belirttiğimiz gibi Kazaklarla akraba kabul edilen bir halk. Topraklarının çoğunu doğuda Kızılkum ve güneyde Karakum Çölleri oluşturuyor. Zaten ziyaret ettiğimiz kaleler de çöldeki tek malzeme olan kumdan ve onun bağlayıcısı olarak da susuzluğa son derece dayanıklı, kökleri kumulların çok derinlerine nüfuz edebilen saksavul isimli, bizim ılgın ağacına benzeyen bir çöl bitkisinden yararlanılarak inşa edilmişler.

 Ayaskale yolunda çöl bitkisi saksavullar

Ürgenç kırsalına ulaştığımızda yolumuzu Amu Derya (yada Ceyhun) kesti bir an; geniş yatağında ama eski muhteşemliğinden uzakta; aheste aheste akıyordu. Nehrin üzerindeki köprüden geçerek kumullar dünyasına daldık. Geçiş noktasındaki küçük bir kulübe, açık halde bir tantan ve iki yeşil üniformalı Karakalpak görevli Karakalpakistan’a girdiğimizin işaretiydi.

 Toprakkale'ye tırmanırken

Amu Derya’dan beslenen kanallarla hayat bulmuş küçük köylerin arasından geçerek tarihi İpek Yolu’nun kadim zamanlarda güvenliğini sağlamak üzere kurulmuş kumdan Harezm kalelerinin yer aldığı Kızılkum Çölü’nün ıssız kumullarına yöneldik. Güneş tepede, hava Eylül olmasına rağmen çok sıcak ve ortada saksavullar dışında tek yeşillik dahi yoktu.

 Toprakkale; kumdan kale

Harezm Kaleleri, tarihi İpek Yolu rotasında sürekli gidip gelen kervanların güvenliğini sağlayan garnizonlar durumunda planlanmış. Ipıssız ve karanlık çölde; geceleri yolculuk eden kervanlara ışık veren ve rotalarını kaybetmemelerini sağlayan kaleler, tarih boyunca bu işlevi sürdürmüşler. Kumdan kaleler, M.S. 3-4.yy.dan kalma, kerpiç örgülü kaleler. 20.yy.da 1940’lı yıllarda; 2. Dünya Savaşı sırasında Rus arkeolog Tolstov tarafından yürütülen yüzey araştırmaları ve kazılar sayesinde gün yüzüne çıkarılmış. Kazılardan elde edilen buluntular, saray duvarlarındaki o günkü saray yaşamına dair sahneleri içeren duvarlardaki freskler Petersburg’a götürülmüş. İşte bizim de ziyaret ettiğimiz Toprakkale ve Ayaskale de bu kumdan kalelerden sadece ikisi. Mihmandarımızdan, çöl topraklarında bu kalelerden İpek Yolu rotasını belirleyen onlarcasının bulunduğunu öğrendik.

 Toprakkale; Rus Arkeolog Tolstov'un "açma"ları, duvarlardan sökülen fresklerin yerleri fark ediliyor.

Toprakkale'nin içinden surlara bakış

Bunlardan Toprakkale, Harezm Ülkesi’nin amiral gemisi gibi bir yermiş zamanında; belki de başkent demek daha doğru olabilir. Ancak şu andaki görünümü itibariyle; Toprakkale, Ayaskale’ye göre daha kötü durumda denilebilir. İçinde bir saray yapısını da barındıran Toprakkale, çevreye hâkim yüksekçe bir tepenin üzerinde yer alıyor. Etrafı kerpiç surlarla çevrili kaleyi, Rus arkeolog Tolstov, bir köstebek gibi kazmış ve değerli olarak ne bulduysa, onları Rusya’ya götürmüş. Ne yazık ki, tonozlu bazı geçişler, onlarca odaya benzer hücre duvarları, sarnıçlar, duvarlarda Rusya’ya götürülen fresklerin söküldükten sonraki kalan izleri ve doğanın devam eden tahribatı sonucunda gün yüzüne çıkmış kalenin giderek artan yıpranmışlığı… Görebildiğimiz kadarıyla Toprakkale’den bugüne kalanlar bunlardı. Bu fresklerin benzerlerini Taşkent’teki Tarih Müzesi’ni gezerken görmüştük. Örneğin Harezm Sarayı’nda hükümdar tarafından karşılanan yabancı elçilerin kendilerini hükümdara takdim edişleri, kervanların yürüyüşü ve hükümdarın av sahneleri gibi…