11 Haziran 2013
İbrahim Fidanoğlu
Tire,
Türkmenlerin Batıya yönelen büyük göçünün neredeyse son bulduğu Ege Denizi’ne
yakın noktada; bu göçün şifrelerini saklayan önemli merkezlerden birisidir.
Burası geçmişten günümüze uzanan bu ruhani hayatın ağırlığı altında ezilmiş,
şekil değiştirmiş; belki de bugün için biraz da şehirli hayatın ve tüketim
ekonomisinin etkisi altında bozunarak ülkeye egemen hale gelen toplumsal
yönlendirmelerin bir aracı haline de dönüşmüş denilebilir. Ama aslında bu mudur
Tire’deki ruhani hayatın özgünlüğü ve insanları bir zamanlar huzur dolu ama
çileli yolculuklara sürükleyen ve kökleri belki de çok derinlerde ve o büyük
göçün genetiğinde saklı inançlar sistematiği…
Arappınarı'nın çağlara tanık kara servileri
Tire’nin
sırtını dayadığı Aydın Dağları’nın bir parçası olan Güme Dağı’nın Tire’ye bakan
yamaçlarında; asırlık kara servilerin arasına gizlenmiş bir konumdaki Arappınarı
Tekkesi de bu mekânlardan biridir aslında. Kaynaklarda, günümüze yıkık
dökük de olsa ulaşabilmiş bu önemli ruhani mekânın, Evliya Çelebi’nin Tire’ye
uğradığı zamanlara dek uzanan bir geçmişe sahip olduğundan söz ediliyor.
Arappınarı'nda Seha Hoca ile birlikte Küçük Menderes Ovası'na karşı bir dinlenme anındayız.
Bugün
bizim için ayrıca anlamlıydı; çünkü Arappınarı’na çıkarken bizimle
birlikte Tire’nin yaşayan bilge adamlarından Seha Gidel Hoca da yanımızdaydı.
Onun için; Arappınarı’nın anlamı bambaşkaydı. İstanbul’da Güzel Sanatlar
Akademisi’nden mezun olduktan sonra nihayetinde Tire gibi bir taşra kasabasında
resim öğretmenliğini sürdürürken, kasaba hayatlarının o anlatılmaz dinginliği
ve bir anlamda “bitmeyen” tekrarları içinde bir münevver olmanın dayanılmaz
sıkıntısını da yaşadı. Ancak; Tire’nin kadim uygarlıkları zamanından günümüze
aktarılan birikim ve o günlerin bugünlere üflediği tılsım; belki de Seha
Hoca’nın Tire’nin her santimetrekaresine basarken, yeniden keşfettiği bir
hayata dönüştü. Balkanlar’da
Vardar Yenicesi’ne dayanan kökleri nedeniyle her zaman insan merkezli bir
düşünce sistematiğine açık bir coğrafyada ve aile ortamında şekillenen bir
hayatın; bugün bile hala varlığını o coğrafyada yoğunlukla sürdürebilen
Bektaşilik felsefesinden de uzakta değildi. İşte bir Bektaşi makamı olarak bilinen Arappınarı da onun sevgili
dostlarıyla sıkça uğrayıp derin felsefi ve sanata dair sohbetler yaparak
yerelden evrensele ulaşmak adına giriştikleri düşsel yolculukların mekânlarından
en önemlisiydi belki de.
Tire Belediye Başkanı Tayfur Çiçek, Seha Hoca ve diğerleri Arappınarı'nda
Güme aslında, Roma’nın kırsaldaki en küçük
idari yapılanması olan “kome”nin
günümüz diline evrilmiş şekli. Bu sözcüğün halkın hafızasında yer etmiş yer
adlarının içine nasıl gömüldüğünü; Adagüme,
Bezdegüme, Mendegüme gibi Ödemiş civarındaki yerleşimlerin yüzlerce yıllık
adlarına bakıldığında da anlamak mümkün. Ancak ne yazık ki, halkın unutmadığı
ve tarihin süzgecinden süzülerek günümüze ulaşan bu isimleri, yakın tarihimizin
“işbilir” yönetimleri, tuhaf
kaygıları hatırlatan çocukça isimlerle değiştirmişler. Ama nafile; hiçbir çaba
o eski isimleri yok edemiyor; halk hala inatla eskisini kullanmaya devam ediyor
ve olur olmaz nedenlerle yerleşim adlarını değiştiren bu iradeyi de aslında
tanımıyor.
Seha Hoca, çeşmenin detayı hakkında Başkan'a anlatıyor
Toptepe’yi arkamızda bıraktıktan sonra Güme’ye
doğru tırmanışımızı sürdürdük. Arappınarı Mevkii’ne geldiğimizde Tire
Belediyesi’nin yeni asfaltladığı tekkeye yönelen yola saptık. Tekkenin
bulunduğu alanda Tire Belediyesi’nin yürüttüğü hummalı bir faaliyet vardı.
Tesadüf o ya; Belediye Başkanı Tayfur Çiçek de ekibiyle oradaydı.
Tire’de herkesin öğretmeni Seha Gidel’i karşısında görünce önce
şaşırdı; daha sonra da büyük sevinç duydu. Bu karşılaşma, bizler için de
birinci ağızdan yürütülen faaliyetleri ve amacını dinlemek açısından yararlı
oldu. Başkanın anlattığına göre, Derekahve’nin arka planında yer alan Arappınarı
ve içinde bulunduğu vadi, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün arazileri içindeymiş.
Vakıflar’dan alınan vadinin her iki yamacındaki arazilere karadut, ceviz ve
kestane dikmişler. Arappınarı Tekkesi’nin restorasyonu da kendisi için bir
ideali temsil ediyormuş. Kendisi burasını bir huzur yuvası olarak tanımlıyor.
Aynı düşünce Seha Hoca’da da mevcut.
Seha Hoca, tekkenin önündeki çeşmeyi incelerken...