UZUNHASANLAR KÖYÜ’NDE AİOL İZLERİ
16 Mart 2016
İbrahim Fidanoğlu
“Hep merak ettim.
Sen mi adını kıyındaki çaydan aldın
çay mı senden?
Yoksun ki sorayım.
Şimdi senden geriye kalan
köylü kazmalarının ucunda
ya bir köşe taşı evinin duvarını taşıyan
ya da içindeki tavşanlarla
tilkilerin saklambaç oynadıkları
kırık toprak bir kazan”(1)
Giriş
Kuzey Ege’nin arka dünyasında saklı İlkçağ kentleri vardır. Çoğundan
haber alınmaz bugün; defineciler dışında… Bugünkü rotamızın hedefi işte onlardan
birine yöneliktir. İ.Ö.11.yy.dan itibaren Batı Anadolu’ya yönelen Yunanistan
anakarası çıkışlı göçlerin ulaştığı onlarca noktadan birisi de Aliağa
yakınlarındaki Uzunhasanlar köyüdür. Bugün bir endüstri kenti kimliğine
bürünmüş eski balıkçı köyü Aliağa’nın arkalarında, volkanik püskürtülerle kaplı
yaklaşık 340 metre yüksekliğinde bir tepenin üstüne konumlanmış olan bu Aiol
yerleşimi, bugün dahi kendisinden pek haber alınamayan sessiz kent Tisna’dır.
Tisna, melengeçler ve Güzelhisar Barajı
Aliağa yolunda
Sabah erkenden Aliağa
yönünde yola koyulduk. Dağdaki yemeğimiz için son Neonteikhos yürüyüşünde tadına vardığımız tatlı maya ekmekten
almalıydık. Aslında Kuzey Ege’nin kendine has ekşi maya ekmekleri de pek
meşhurdur, ama bir iki defadır bu tatlı maya ekmeğe takmış durumdayız. Yine öyle
yaptık ve Menemen’de yol üstündeki fırından tatlı maya ekmeğimizi aldık. Sabah
vakti tazecik ekmeğin kokusu arabada hemen varlığını hissettirdi yine. Gediz,
son yağmurlarla nispeten biraz beslenmişti, üstünden geçip Buruncuk üzerindeki
bir başka Aiol yerleşimi Larissa’ya
bir selam göndererek Aliağa’ya doğru yola devam ettik.
Gezginler, Tisna yolunda...
Gün boyu hava açık olsa
da kuzeyli rüzgârlar pek peşimizi bırakmadı. Özellikle Tisna’nın akropolünde dolaşırken arka yüzdeki Güzelhisar Barajı’nın
da bulunduğu kuzeye açık düzlemlerde hem üşüdük, hem de zaman zaman yürümekte
zorlandık.
Tisna'dan Karadağ'a ve Çandarlı Körfezi'ne bakış; arada Aliağa Organize Sanayi Bölgesi ve başka şeyler var.
Aliağa’ya ulaştığımızda
eskiden beri Tepe diye anılan
kavşaktan Yunt Dağı ve Güzelhisar köyü yönüne döndük.
Aliağa’nın son on yılda aldığı göçlerle giderek kabına sığamaz hale geldiğinin
delili olan bu yakadaki yapılaşmalar, o günleri bilenler için; kendi halinde
eski bir balıkçı köyünün hatıralarını bir silindir misali ezip geçmiş gibidir.
Aliağa İskelesi
Rafineri inşaatı
nedeniyle hafriyat kamyonlarının ve Uzunhasanlar
köyünün güney yönündeki andezit kayalıklardan taş ve mıcır elde etmek için
faaliyete geçen ocaklardan malzeme taşıyan kamyonların yarattığı trafik
yoğunluğu, Manisa’ya kadar ulaşan yolun bu bölümünü oldukça tahrip etmiş
durumda. İzmir Büyük Şehir Belediyesi’nin birkaç kez yenilediği bu yolda, halen
bir tamirat ve asfaltlama çalışması sürdürülüyor. Uzunhasanlar köyüne kadar yaklaşmış olan bu çalışmanın Karakuzu’ya kadar devam edip etmeyeceği
konusunda ise bir fikrimiz yok.
Uzunhasanlar Köyü
Uzunhasanlar köyünün içinden geçip giden Sirçe Deresi
Rafineri hafriyatı nedeniyle
topografyası değişen Uzunhasanlar
köyünün girişindeki yeni oluşan yapay tepelerin yanından geçerek, köyün içine
ulaştık. Köyün arkasından geçen dere yatağının (Sirçe Deresi) hemen kuzeyinde yükselen oldukça sarp Antik Tisna Kenti’nin akropolüne en yakın
konumdaki sokaklardan birine arabayı bıraktık. Saat 10.30 gibi köyün arkasından
geçen bir toprak yolu takip ederek, bizi Tisna’nın
akropolüne ulaştıracak en makul sırta doğru yürümeye başladık. İlk gördüğümüz,
dere yatağına paralel; zaman zaman bir beliren, bir kaybolan eskiden kalma bir
döşeme yolun kopuk parçalarıydı. Arnavut kaldırımına benzer düzensiz bir zemin
örgüsüne sahip döşeme parçalarının, köyler arası ulaşımı sağlamak amacıyla
kullanılan eski bir yola ait olabileceğini düşündük.
Uzunhasanlar yakınlarında; Sirçe Deresi'ne paralel, bir görünüp bir kaybolan döşeme yolun bir parçası
Uzunhasanlar Kalesi yada Tisna Antik Kenti
Dağın güney sırtı
gevenler, çiriş otları, pırnar meşeleri, melengeçler, ahlat ve zeytin
ağaçlarıyla kaplıydı. Ana geçim kaynağı hayvancılık olan köyün sürüleri, sırta
doğru otlamaya çıkmıştı bile. Sırta doğru tırmandıkça Yunt Dağı çevresinin kayalıklarla kaplı hırçın topografyası iyice
belirginleşti. Karşımızdaki yamaçta Karakuzu;
Dumanlı Dağ’ın eteğinde ise Çıtak köyleri görüş alanımız içindeydi.
Andezit taş ocaklarını şimdi daha iyi görebiliyorduk. Dağın bir yamacı, tamamen
oyulmuş ve mıcırdan bir tepeye dönüştürülen malzeme, biraz ötedeki bir düzlüğe
yığılmıştı.
Tisna'dan Karakuzu'ya doğru bakış
Tisna Akropolü ve gevenlerle kaplı güneybatı yüzü
Tisna hakkında
ne biliyoruz? Adından başlayalım; üzerine konumlandığı tepenin eteklerini
yalayarak akıp giden; günümüzde önüne konulan bir setle sularına gem vurulmuş Güzelhisar Çayı ile çok ilgili bir
yerleşim Tisna… Adı bile bu çayın
ismi olan Titnaios ile birlikte
anılıyor. Güzelhisar Çayı, Dumanlı
Dağ’dan; Çukurköy yakınlarından
doğan İbrim Deresi ile Yunt Dağı’nın kuzey tepeliklerinden (Pelitalan köyü yakınları) doğan ve yine
dağdaki bir diğer Aiol yerleşimi Aigai’nın çevresini dolanarak derin
bir vadiden Uzunhasanlar’ın kuzeyine
ulaşan Kocaçay’ın birleşmesinden
oluşuyor. Uzunhasanlar önlerinde
birbirine karışan iki derenin önü, PETKİM’in kuruluşu sırasında tesisin su
ihtiyacını karşılamak amacıyla yapılan Güzelhisar Barajı ile kesilmiş durumda.
Son yağmurlarla oldukça beslenen barajın savakları üzerinden belli miktarda su,
bugünlerde Karaköy önlerindeki Güzelhisar’ın yatağına doğru bırakılıyor.
Buradan usul usul Batı’ya doğru ilerleyen Güzelhisar
Çayı kıyıdaki bir diğer Aiol yerleşimi olan Myrina önlerinde (Karadut sahili) Ege Denizi’ne kavuşuyor.
Güzelhisar Barajı
Çiriş otları ve gevenlerle kaplı Tisna sırtları
Foçalı gezginler, Tisna yolunda; arkada Büyük Kale...
(Fotoğraf: Ahmet Bayraktar; Mayıs-2018)
Foçalı gezginler, Tisna yolunda; arkada Büyük Kale...
(Fotoğraf: Ahmet Bayraktar; Mayıs-2018)
Tisna'dan Karakuzu köyüne ve İbrim Deresi vadisine doğru bakış
Tisna, konum olarak
Güzelhisar Barajı’nın yer aldığı vadi ile doğudaki Düzlen köyü yönünden gelerek Uzunhasanlar
köyünün içinden geçip biraz ileride Güzelhisar Çayı’na karışan Sirçe Deresi vadisi arasında yükselen,
yaklaşık 340 metre yüksekliğindeki oldukça kayalık bir tepenin üstünde yer
alıyor. İlkçağ kayıtlarında adına pek rastlanmayan; örneğin Herodot ve
Strabon’un adını dahi anmadığı kent, kendi adına bastırılan sikkelerle günümüze
ismini taşıyabilmiş. İ.Ö.4.yy.dan kalma bu sikkelerin bir örneğinin ön yüzünde
Tanrı Apollon(2) başı, diğer yüzünde ise tek kulplu bir kase ve TISNAION yazısı yer alıyor. Yine İ.Ö.
4.yy.dan kalma bir başka Tisna
sikkesinde ise; ön yüzünde yine Apollon
başı, arka yüzünde ise kılıfı içinde bir kılıç ve TISNAION yazısı mevcut. Buradan hareketle de kentte Apollon kültünün hâkim olduğu
söylenebilir.
İ.Ö. 4.yy.dan kalma Apollon başlı ve kılıçlı Tisna sikkesi (4)
İ.Ö.4.yy.dan kalma Apollon başlı ve kulplu kaseli Tisna sikkesi (4)
Halk arasında Sarı
Kale veya Eski Kale olarak da anılan Tisna Antik
Kenti’nin akropolü yaklaşık 340 metrelik bir yüksekliğe sahip, daha doğudaki
bir tepe üzerinde yer alıyor. Bu sarp topografya, batıya doğru Tisna Akropolü’nün sonlandığı noktayı
temsil eden keskin bir kaya kütlesinden itibaren alçalarak 30-40 metre
yüksekliğindeki alçak bir tepe ile sonlanıyor. Uzunhasanlar köyünün girişinde bulunan bu tepenin üstünde de halk
arasında Yeni Kale olarak
adlandırılan daha küçük bir yerleşime ait izler bulunuyor. Bunlardan en
önemlisi, tepenin baraja bakan yüzünde yer alan iki kaya mezarı… Ama bizim
bugünkü esas dolaşma alanımız, Tisna’nın
akropolü oldu; orada görebildiğimiz onlarca sarnıç, sur parçaları ve güneydoğu
yönünde bir kayalığın hemen ucunda bulunan sunak alanı kentin yüzeyde
hissedilen önemli unsurlarıydı.
Tisna Akropolü'nden Yeni Kale'ye bakış
Karşımızda Karakuzu...
Tisna'dan Yunt Dağı dünyasına bakış
Prof. Dr. Ersin Döğer, köylülerin Yeni
Kale diye adlandırdıkları kentin bu bölümü ile ilgili olarak Bilmece Antik Kentler-1–Aiolis Şiirleri ve
Meraklısına Notlar isimli kitabında şu bilgileri aktarıyor:
“Güzelhisar Çayı (Titnaios) kenarında,
Uzunhasanlar köyünün kuzeybatısında koyun ağıllarının çevirdiği alçak bir tepe
üzerinde definecilerin darmadağın ettiği alçak ve yayvan bir tepe üzerinde bir
yerleşme varmış bir zamanlar. Kaçak kazıcılar, o kadar derin kazmışlar ki tüm
iç organları dışarıya dağılmış. Kıyıdaki Myrina’nın arkasını kolluyor belli ki.
Biz oraya ulaştığımızda çoktan can vermişti definecilerin kazmaları altında.
Ortalığa saçılmış çanak çömleğe bakınca İ.Ö. 6.yüzyıla kadar gidiyor, ama
yoğunluk İ.Ö. 4.yüzyıla ait. Herhangi bir yayında adını görmek pek mümkün değil
bu küçük yerleşmenin. Sadece yaşlı Plinius, (Naturalis Historia, 5.32) hem
çaydan, hem de aynı adlı bir kentten “Titanus” olarak söz ediyor.”(3)
Tisna sarnıçlarından biri
Tepede sarnıçlarla kaplı alanlardan biri; melengeçler filizde...
Bir sarnıcın girişi daha; sanki karanlıklar dünyasına gider gibi...
Aigai’yi gezenler bilirler, dağın tepesinde buradaki gibi bir
sürü sarnıç vardır. Yağmur sularının toplanması prensibine dayanan bu sistemde
tüm şehirde drene edilen yağmur suları, şehrin altını bir ağ gibi saran bir
kanal sistemi ile sarnıçlara taşınırmış. Bu, halkın tüketmesi için stoklanan
temiz su sistemi imiş. Bunun dışında hayvanların ihtiyacı olan su ise atmosfere
açık göletler vasıtasıyla temin edilirmiş. Bu göletle sulama usulü, Yunt
Dağı’nda hala yaygın olarak sürdürülüyor. Suyun bu denli hayatiyet kazandığı Yunt Dağı’nın çorak ve taşlık arazisinde
bir damla su bile ziyan edilmezmiş Aigai’de.
Büyük olasılıkla, benzer bir topografya ve bitki örtüsüne sahip Tisna’da da benzer bir yaklaşım
geliştirilmiş olmalıdır. Yüzeyde defineciler dışında bir kazı izine rastlanmasa
da, tepedeki su toplamaya yönelik onlarca sarnıcın varlığı bunu
düşündürtmektedir. Ancak, yağmur sularını toplamaya yönelik Aigai’deki kadar gelişmiş bir kanal
sisteminin varlığına dair herhangi bir ize rastlayamadık. Bunun yanında zaman
zaman çatı kiremit örtüleri, çömlek kapları ve testilerin kırık parçalarına
dair döküntülerle karşılaştık. Bulabildiğimiz tek kanıt; defineciler tarafından
girişi açılan büyük bir sarnıcın bir başka sarnıçla olan bağlantısı… İnsafsız
adamlar, o kadar organize çalışmışlar ki, orijinalinde ana kayaya kazınmış
basamaklarla inilen girişi açtıktan sonra, sarnıcın içindeki toprağı dışarı
boşaltmak için onlarca kum torbasını kullanmışlar. Tepede; bunun gibi
defineciler tarafından açılmış onlarca çukur daha var.
Ana kayaya oyulmuş bir sarnıç daha
bu da bir diğeri...
Kalenin kuzey yönündeki bir geçişi
Akropolis diye
tanımladığımız kayalık tepede, güneydoğu yönünde ana kayaya oyulmuş bir sunak
alanı var. Burası büyük olasılıkla bir kurban kesim alanı olabilir. Ana kayaya
oyulmuş kanallar ve basamaklar dikkat çekiyor. Bütün bunların hepsini
anlamlandırabilmek zor da olsa, gördüklerimiz bir sunak alanını işaret ediyor.
Tisna Akropolü'nün güneydoğu yönündeki sunak alanı
Ana kayaya oyulmuş basamaklar
Tisna'dan Sirçe Deresi Vadisi'ne bakış
Tepede aşağı yukarı her
noktayı dolaştık. Dolaştıkça yukarıdaki yerleşimin ne kadar büyük bir alana
yayıldığını fark ettik. Yukarıya ilk çıktığımız sırttan batıya doğru ilerlerken,
kocaman andezit kayalar önümüzü kesti. Aralarında bulduğumuz dar bir geçide
doğru ilerledik. Bu geçitte harçla örülmüş bir duvar parçası ile karşılaştık. Bu
duvar parçası, bu tepede kuzey ve güney yönünde kentin savunma duvarları
olduğunu düşündüğümüz İlkçağ surlarından farklıydı ve Ortaçağ’ı işaret
ediyordu.
İki kaya arasındaki harçlı duvar örneği; kapalı bir alan oluşturulmak istenmiş.
Bir yapının temel izleri
Kaba da olsa andezit kesme taş bloklar
Kuzey yüzünde ana kayayla bütünleşik duvar parçaları
Büyük kapıyı aştıktan
sonra, yoğun olarak melengeçlerin bulunduğu güneyden kuzeye doğru hafif eğimli bir
sırta geldik. Burada umarsız bir şekilde karalı beyazlı sekiz on koyun
otluyordu. Bizi görünce hayvancıkların lokmaları ağızlarında kaldı sanki. Donup
kaldılar hepsi; başları bize dönük durumda uzun süre bizi izlediler.
Yanlarından uzaklaşınca yeniden eski hallerine döndüler.
Tepede karşılaştığımız koyun sürüsü
Tepede bize Şükrü Hoca'yı hatırlatan; bir sarnıçta filiz bulmuş "babaçe"ler
Tisna'dan güneybatı yönünde bakış; önde Uzunhasanlar, arkada ise Çıtak köyleri
Koyunların bulunduğu
düzlükte de dört beş tane sarnıç daha vardı. Bazılarında suyun üstü “babaçe”lerle kaplanmıştı. Bahara özgü bu
hoş manzara, bize Şükrü Bey’i hatırlattı yine. O, çok severdi sular içinde
biten bu beyaz renkli çiçek kolonilerini. Bu geniş alandan yine dev kayalar
nedeniyle daha ileriye gidemedik ve dağın güney yönündeki gevenlerle kaplı
sırtlarına doğru alçalarak batı yönünde ilerledik. Tepenin en üstündeki geçit
vermez kayaları aşınca bir başka geçide doğru ilerleyerek yeniden dağın üst
düzlemine doğru tırmandık.
Tisna'nın güney sırtını kollayan duvar izleri ve sekiler
Defineciler tarafından açılmış bir çukur örneği
Bir kesme taş örneği daha...
Tepede dolaşırken zaman
zaman basit yapı temelleri diyebileceğimiz izlere, düzgün kesilmiş ve üzerinde
yontu izleri bulunan andezit kesme taşlara rastladık. Yine andezit taştan imal
edilmiş bir dairesel dibek taşının bir parçası olarak nitelendirdiğimiz kırık
bir taş parçası da yukarıda dolaşırken dikkatimizi çeken önemli objelerden biri
idi.
Bir dibek yada değirmen taşına benzettiğimiz dairesel taşın bir parçası
Orta alanda bir duvar parçası örneği
Tepedeki bazı kayaların üzerinde sanki numune alınmışcasına; anlam veremediğimiz bu tür delikler vardı.
Tepede bir melengeçin dibinde soluklanma anı
Tepedeki melengeçler,
filizde idiler. Salatasını yapmak üzere; en körpe filizlerinden özenle
topladık. Bunlar, Tisna’dan İzmir’e
götüreceğimiz en değerli hediyelerdi. Bir melengeç ağacının altındaki bir taşın
üstüne oturduk ve Karakuzu’ya doğru
bakarak azıcık soluklandık. Karşımızda Dumanlı
Dağ, İbrim Deresi’nin Çukurköy’den bu yana akıp geldiği ve Güzelhisar Çayı’na karışmaya
sabırsızlandığı vadi, dağlardaki köylerin siluetleri, budama artıklarının
uzaklarda göz kırpan dumanları ve kuytularda dahi bizi arayıp bulan Aliağa
Körfezi’nin o meşhur Aiolos rüzgârı;
tepede hepsi vardı yani…
Tepede bir tür çiğdem; akyıldız çiçekleri
Tisna laleleri
Andezit kayalarla boğuşmak, gezgini yormuş gibi...
Tepeden Güzelhisar Vadisi'ne bakış; en sağda üstü siyah gölgeli tepede Aigai...
Foça gezginleri, Tisna'da...
(Fotoğraf: Ahmet Bayraktar; Mayıs-2018)
Foça gezginleri, Tisna'da...
(Fotoğraf: Ahmet Bayraktar; Mayıs-2018)
Dinlenme anından sonra
kayalıkları aşa aşa batı yönündeki yürüyüşümüz devam etti. Sonunda takip
ettiğimiz patika, bizi dik kayalıklarla kaplı bir yarın başına getirdi. Artık
daha ileriye gitme imkânımız kalmamış ve akropolis olarak adlandırdığımız
tepedeki yerleşimin de batı yönündeki sınırlarına gelmiştik. Bu durumda
eğiminin daha az olduğunu düşündüğümüz kuzey yönünden inmeye karar verdik ve
kendimizi sık pırnar meşeleriyle kaplı bir sırttan aşağıya doğru bıraktık.
Kuzey sırtlarına doğru...
Defineciler tarafından içinden çuvallarla toprak çıkarılmış büyük bir sarnıcın kayaya oyulmuş merdivenli girişi
Sarnıcın girişinin karşıdan görünüşü; soldaki örgü duvar izlerine dikkat...
Tisna'nın batısına doğru yürürken...
Tisna'da kaya mezarlarından biri
(Fotoğraf: Ahmet Bayraktar; Mayıs-2018)
Foça gezginleri, kaya mezarlarından diğerinin önünde...
(Fotoğraf: Ahmet Bayraktar; Mayıs-2018)
Tisna'da kaya mezarlarından biri
(Fotoğraf: Ahmet Bayraktar; Mayıs-2018)
Foça gezginleri, kaya mezarlarından diğerinin önünde...
(Fotoğraf: Ahmet Bayraktar; Mayıs-2018)
Bu bölümde gördüğümüz son sarnıçlardan biri
Güzelhisar Barajı’na
doğru dağın kuzey yönünden inişimiz tam bir maceraydı. Sırt, yukarıdan
göründüğünden daha zorlu çıktı. Pırnar meşeleri o kadar sık idilerdi ki; zaman
zaman aralarından geçebileceğimiz bir koridor dahi bulamadık. Kendimize sık
çalılar arasından bir geçiş yolu ararken çizilmedik yerimiz kalmadı. Neyse ki,
bir ara çalılarla bu boğuşma sırasında, altımızdaki toprak yola bir hayli
yaklaştığımızı fark ettik ve o yana doğru yürümeye çalıştık. Biraz ilerde
pırnar meşeleri bitiyor; bu kez de gevenler başlıyordu. Ancak; pırnarlardan
çektiğimiz çileden sonra o güzelim dikenli gevenler, bin kez evla idiler.
Nitekim öyle de oldu ve gevenlerin üstünden aşarak kısa sürede altımızdaki taş
ocaklarına doğru açılmış yola ulaştık. Aslında böyle bir
İlkçağ yerleşiminin hemen eteklerinde açılan bu ocaklara da ne demeli diye
düşündük, ama kelimeler kifayetsiz kaldı; biz de sustuk en sonunda…
Tisna'nın batı yönündeki büyük kaya kütlesi
Tisna Akropolü; kuzey yüzü
Uzunhasanlar'a inerken etkileyici Tisna'ya son bakış; batıdan...
Yeni Kale’nin bulunduğu alçak tepeye bakmaya zamanımız
kalmamıştı. Bu nedenle köye doğru dönüşe geçtik. Dağın 30-40 metrelere kadar
alçalan batıdaki gevenlerle kaplı bölümünü kolaylıkla aşarak, kısa sürede
Uzunhasanlar köyünün en dışındaki hayvan ağıllarına ulaştık. Ağılın içi
oğlakların sesleriyle iniyordu. Anneleri henüz dağdan gelmemişti ve onların
karnı çok acıkmıştı. Hepsi, dört gözle annelerini bekliyorlardı. Bu iç
parçalayan manzaraya daha fazla dayanamadık ve ağılın kapısının önünden
ayrılarak arabanın bulunduğu sokağa doğru indik. Köyde büyük bir sessizlik
hâkimdi. Herkes hayvanlarının peşinde, süt sağımında ya da akşam telaşında bir
işin derdindeydi.
Gezginler, dönüş yolunda; Uzunhasanlar köyüne akşam çökerken...
Uzunhasanlar'da akşama doğru bir keçi ağılında oğlaklar annelerini bekler.
Oğlakların feryadı; çok acıkmışlar çünkü...
Gün akşama ermiş, bizler
yine bir bilinmez tepede günümüzü eylemiştik. Bir yandan baharın, kayalıklarla
kaplı dağın üstündeki kupkuru örtüye can verişine tanıklık ettik, bir yandan da
en azından zamanımızdan 2600 yıl önce bu topraklarda iz bırakan insanların farkındalığını
hissettik. Bu da bir şeydi; üstelik iyi bir şeydi.
Tisna'dan Titnaios Vadisi'ne elveda...
Dipnotlar
(1) Prof. Dr. Ersin DÖĞER; Bilmece Antik Kentler-1; Aiolis Şiirleri ve
Meraklısına Notlar; Ege Yayınları, İzmir-2010; sayfa: 27
(2) Arkeolog Şükrü TÜL aktarımı; Ebruli Turizm AİOLİS Seminerleri-2011
(3) Prof. Dr. Ersin DÖĞER; a.g.e; sayfa:69
(5) Fotoğraflar, belirtilenler
dışında gezi sırasında İF tarafından çekilmiştir.
Yazan : İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
Düzenleyen: MYC