emir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
emir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Mart 2014 Cuma

ÖZBEKİSTAN NOTLARI-3


“ÇÖLÜN ÇİÇEĞİ”
SESSİZ, SICAK VE MUHTEŞEM
KUTSAL ŞEHİR BUHARA

(BÖLÜM-1)

29 Ağustos-7 Eylül 2013
İbrahim Fidanoğlu

Buhara’yı Anlamak

Bir kent düşünün; çölün tam ortasında, yüzlerce yıl su ihtiyacını karşılamak için kumların altındaki damarlara vurulmuş; ancak şimdi çoğu battal, yüzü aşkın dev kuyusu; kentin kadim tarihinin kimi tanıkları, yüzlerce yıllık eşsiz mimari yapıları ve sıcağı kadar eski o mütedeyyin atmosferiyle Buhara... Orta Asya’nın kalbinde ve tarihi İpek Yolu üzerinde, ticaret erbabı Yahudilerin tanıklığında; can çekişse de az sayıdaki üyesiyle küçücük cemaati ve hala ibadete açık olmakla birlikte zamana zorlukla direnen sinagoguyla Yahudi Mahallesi ve eskilerde kalmış kozmopolit ve egzotik bir yaşamın şifrelerini taşıyan kent; Buhara... Faal birkaç eski kuyudan biri ve kentin en prestijli mekânlarından olan Leb-i Havuz’un çevresinden başlayarak her yana saçılmış Orta Asya’nın kutsalı dut ağaçları ve İslam’ın; isimleri birer hale ile çevrili erenleri ve sufi önderleriyle adeta sımsıkı korunan bir tılsımlı şehir; çölün ortasında toprak rengi binaları ve kadim merkezi Registan Meydanı’yla bir şehirden fazlası; orası Buhara işte.

 Buhara'nın dini merkezi Poyi Kalon Meydanı'nda yer alan Cuma Mescidi'nin mihrabı önünden Miri Arab Medresesi'nin kubbelerine bakış

Buhara, eski zamanlarda ateşe tapan Zerdüştlerin kurban törenlerini düzenledikleri kutsal bir tepenin çevresinde gelişen bir çıkış noktasına sahip. Kimi kaynaklara göre ismi Sanskritçe’de Budist Manastırı anlamına gelen “vihara”dan, kimi kaynaklara göre de Farsça’da bilginin kaynağı anlamına gelen ve Zerdüşt günlere dayalı bir isim “bukhar”dan geliyormuş. Ben de diyorum ki; yazları 50 dereceyi aşkın kavurucu çöl sıcağıyla sakın kentin ismi “buhar”dan gelmesin. Yani rivayetler muhtelif olsa da; yüzyıllarca Batıyla Doğu arasındaki akıp giden ticaret kervanlarının seyir güzergâhı üzerinde bulunan Buhara, bu özelliği ile giderek zenginleşen, onlarca hanedana başkentlik yaparak bu özelliğiyle de her zaman tarihte bölgenin önemli bir ekonomik, siyasal ve kültürel merkezi rolünü üstlenmiş. 20.yy.da Kızılordu tarafından Buhara’nın ele geçirilmesiyle, Seyyitler soyuna Arap hanedanları üzerinden bağlanarak hanlık değil, Buhara Emirliği diye anılan Buhara’nın son egemenlerinin saltanatı da bu şekilde sona ermiş. Son Buhara Emiri Muhammed Âlim Han’ın; gösterişli giysiler içinde ve vücut ölçülerinin izin verdiği ölçüde sığabildiği tahtı üstündeki fotoğrafları, bugün ve her zaman Buhara’nın kalbi Registan Meydanı’ndaki Kışlık Saray’da yer alan müzede sergileniyor.

Registan Meydanı ve Buhara Emirliği'nin Kışlık Sarayı

Şehrin simgesi dev minaresi Poyi Kalon’u, ihtişamlı turkuaz ve lacivert rengi taç kapıların ardındaki yüzlerce yıllık medreseleri, meslek gruplarına göre organize olmuş bir mimari içinde gelişen esnaf ve zanaatkâr çarşıları, Zerdüşt dönemi mimarisinin etkisi altında İslam’ın yorumlandığı geçiş dönemi cami ve türbeleri, yeşille mavinin buluştuğu çölde vaha misali havuzları ve yoksul ama can dostu konuksever insanlarıyla Buhara’yı dolaşma zamanıdır şimdi.

 Buhara'nın en prestijli alanı; Lyabi (yada Leb-i) Havuz Kompleksi; arkada Divan Beyi Nadir Bey Medresesi; Hoca Nasreddin'in heykeli önündeyiz.

Buhara’nın Surları ve Kuyuları

Buhara’nın çevresini saran surların Şeybaniler zamanında 11 kapısı varmış; ama Buharalılar, soranlara; surların 12 kapısı var derlermiş. Gerçek 11 kapıya zihinlerde eklenen 12. kapı ise, Buharalıların gönül kapısı imiş. 11 Kapı varken, bu on ikinci gönül kapısı hep açık olurmuş Buhara’ya gelenlere. İşte böyle konuksever bir kentin kapılarının birinden giriyoruz içeri.

Buhara Şehir Surları önündeki havuzlardan biri

Anlatılanlara göre; Buhara’nın çevresindeki surların toprağı Semerkant’tan getirilmiş. Burçlara çamuru tutan ahşaptan hatıllar atılarak surlar güçlendirilmiş. Nineler, torunlarının isiliğini gidermek için höllük olarak surların bünyesine katılmış bu topraktan yararlanırlarmış. Bugün, bu sur parçalarından bir kısmını büyük ölçüde harap olmasına rağmen, kentin bazı yerlerinde halen görebilmek mümkün… Biz de bunlardan bir kısmını, zamanında kentin su ihtiyacını karşılamak amacıyla açılmış olan büyük kuyuların mirası sayılabilecek iki büyük havuzun neredeyse ortasında yer alan Orta Asya İslam’ının ilk türbesi İsmail Samani Türbesi’nin civarında gördük.

 İsmail Samani Türbesi önündeki havuz

Leb-i Havuz; temsili deve kervanı ve lokantalar; arkada Kükeldaş (sütkardeş) Medresesi

Ortaçağ’da kentin su ihtiyacını sağlamak amacıyla bu havuzlardan 100 civarında varmış. Ancak, çoğunun Buhara’da yaşayanlar için birer salgın hastalık kaynağı haline gelmesiyle kuyulardan çoğu zaman içinde boşaltılarak devre dışı bırakılmış. Şimdi Buhara’da o günlerden günümüze ulaşabilen 10 civarı kuyu yada havuz kalmış. Biz; bunlardan ikisi Bolo (Bala; Özbekçede a seslisi o olarak yazılıyor; a diye telaffuz ediliyor) Havuz (Çocuk Havuzu) ile Lebi Havuz (Havuz kıyısında anlamında) diye bilinen ikisini ve çevresindeki mimari yapıları ziyaret etme fırsatını yakaladık.

 Bolo Havuz ve camisi 

İsmail Samani Türbesi

Samaniler, Ortaçağda İslam öncesi İran ve Maveraünnehir coğrafyasında muktedir olmuş Farsi hanedanlardan biri aslında. Bugün Tacikler, kendi kökenlerini bu hanedana bağlıyorlar. Özbekistan’ın her yanında yeni ulusun yeni kahramanlarını yaratmak adına Timurlenk ve Timur İmparatorluğu nasıl yüceltiyorsa, Tacikistan’ın başkenti Duşanbe ve diğer şehirlerinde Samani hanedanının önderlerinin heykellerinden geçilmiyor. Bu da bugün için 1989 sonrasında eski Sovyet Cumhuriyetlerinde öne çıkan bir eğilimi temsil ediyor.

 İsmail Samani Türbesi ve eskiden (20.yy.a kadar) mezarlık olan şimdiki park alanı

İsmail Samani Türbesi; yakın plan

Sasaniler’in Arap akınları sonrasında yıkılması, Abbasilere verdikleri destek sayesinde öne çıkan Samaniler’in İran, Horasan ve Maveraünnehir coğrafyasında bir güç olarak ortaya çıkması, Farsi kültürün Orta Asya’da yayılmasında büyük rol oynadı. Bu dönem, bu coğrafyanın Zerdüşlükten İslamlığa evrildiği bir zaman dilimidir aslında. İsmail Samani de başkent Buhara’yla simgeleşen egemenliğini, kültür ve sanatta Fars etkisini bölgede pekiştirerek sürdürür. Sanatta Fars izlerinin etkisi, bugün Buhara Surları’nın kıyısındaki İsmail Samani Türbesi’nde kendini hissettirmektedir.

 Orta Asya'daki pişmiş tuğladan yapılmış ilk mimari yapı; İsmail Samani Türbesi

 İsmail Samani Türbesi'nin ön cephesinden ayrıntı; desenler sadece pişmiş tuğla kullanılarak yapılmış.

Başlangıçta Hz. Muhammed’in “en iyi mezar kaybolan mezardır” anlamındaki sözü gereği İslam’da türbe geleneğinin olmamasına rağmen, iktidarın nimetleriyle donanan yönetici sınıflar, özellikle Abbasiler döneminde ilk türbeleri yapmaya başlarlar. İslam dünyasında ilk türbe kabul edilen Kubbetüs Süleybiye’yi, Hz. Muhammed’den 200 yıl sonra; 850 yıllarında Abbasi halifesi El Memun, Hıristiyan annesi için bugünkü Irak’da Samarra şehrinde yaptırır. İsmail Samani Türbesi de bundan yaklaşık 100 yıl sonra 950 yıllarında, Orta Asya’daki İslam’ın ikinci türbesi olarak Buhara’da yaptırılır. İslam tarihindeki üçüncü türbe ise İran’daki Gurgan şehrindeki Büyük Selçuklu yapısı olan Gumbeti Kâbus’tur. (1006 yılları). Bundan sonra İslam Dünyası’nda türbe yapmak, İslam’ın ruhuna rağmen parası olan; önce hükümdarlar ve daha sonra da giderek yaygınlaşarak zengin kesimde bir moda haline gelir ve bu durum o kadar abartılı bir hale dönüşür ki; mezarlıklar neredeyse bir türbe mezarlıkları haline dönüşür.

İsmail Samani Türbesi'nin içi; kubbeden kare plana geçişler; tromp'lar

İsmail Samani Türbesi, pişirilmiş tuğla kullanılarak yapılan ilk bina olarak biliniyor. 19.yy.a kadar etrafı da mezarlarla kaplı bu alanın belki de ilk mezarı olan türbe, kare planlı ve kubbenin yükünün duvarlar tarafından taşındığı bir yapı. Bu nedenle duvarlar oldukça kalın; yaklaşık 2 metre kalınlığında. Zeminde su çok olduğundan, binanın sağa sola çökmemesi için kubbenin dört yanına da ağırlık kuleleri yerleştirilmiş ve bina yukardan aşağıya doğru genişleyerek iniyor. Bütün bunlar yapının çökmemesi için, çağın yaklaşımlarına göre alınmış önlemler olarak dikkat çekiyor. 

İsmail Samani Türbesi; pencere ayrıntısı

Binanın dört girişi var; bunun da Zerdüştlük inancından kalma 4 temel unsur; su, hava, ateş ve topraktan kaynaklandığı söyleniyor. Yapı eski bir Zerdüşt tapınağını andırıyor. 9-10.yy.lar; bu topraklarda Zerdüştlükten İslam’a geçişin temsil edildiği bir uyanış sürecini tarif ediyor. Sırlı tuğla, o zamanlar daha yapılarda kullanılmaya başlanmamış durumda. Bu nedenle türbe, tuğlalar kullanılarak yapılmış 18 farklı desenle süslenmiş. Kubbeden kare tabanlı yapıya geçişler Sasaniler’den beri bilinen tromp adı verilen ve karenin dört köşesinde yer alan iç bükey kavisler şeklindeki tuğlayla örülmüş tonozlarla sağlanmış. Mezar; türbenin içindeki zeminden yaklaşık 2 metre derinde; kripta adı verilen hücrede yer alıyor. Bu mimari gelenek, Orta Asya’dan Anadolu’ya Selçuklular aracılığıyla taşınmış. Osmanlı türbelerinde ise gömüt; yüzeyin hemen altında yer almasıyla bu geleneksel davranıştan ayrılık gösteriyor.

 İsmail Samani'nin kabri; kripta yaklaşık zeminden 2 metre derinde...

Kripta’nın içinde yer alan cenaze, eski ölü gömme geleneklerine uygun olarak mumyalanmış. Türklerde mumyalama geleneği, İslam’a kadar devam eder. İslam inanışında insanın canını Allah verir ve Allah alır. İnsanı yaşatmak dolayısıyla insanın işi değildir. Cenazelerin mumyalanması, bu anlamda İslamiyet’te günahtır. Bu yaklaşıma uygun olarak; türbelerde gömülü cenazelerin mumyalanması geleneği, Anadolu’da yaklaşık 14.yy.a kadar süren bir geçiş süreci boyunca varlığını devam ettirir. Ancak; Osmanlı Devleti’nde bu tarihten sonra İslam’ın genel yaklaşımları doğrultusunda mumyalanma geleneği ortadan kalkar. 

İsmail Samani Türbesi'nin içinde pişmiş tuğlalarla yapılmış desenlerin görünüşü

Selçuklu Türbesi’nde mumyanın çürüyüp bozulmaması için bırakılmış “kripta”ya inen havalandırma kanalları vardır. Bu anlamda Selçuklu türbeleri, dış görünüş açısından da Osmanlı türbelerinden farklılık gösterir. Yer altında ise, kriptanın küçük bir giriş kapısı bulunur.

 İsmail Samani Türbesi ve önündeki havuz-kuyu

Orta Asya’da İslam Dünyası’nın ikinci türbesi olan İsmail Samani Türbesi, Hem süsleme hem de mimari açısından Orta Asya Türk Mimarisi’ne örneklik eden ilk türbedir. Bumdan sonrasındaki tarihi süreçte bütün türbeler, hep bu şekilde; tek kubbeli ve kare planlı olarak yapılmıştır. Bu geleneği başlatan türbe, Buhara’daki işte bu İsmail Samani Türbesi’dir.

(Gezi esnasında Sanat Tarihi Prof. Bekir Deniz Hoca’nın anlatımlarından yararlanılarak aktarılmıştır.)

Buhara'nın bakır tabakları