İbrahim Fidanoğlu
Patras’a
doğru
Korint kanalı kıyısında
yediğimiz öğle yemeği sonrası Patras’a doğru hareket ettik. Zaman
zaman Korint Körfezi’nin güney kıyısı
boyunca sıralanmış turistik kıyı kasabalarından geçtik. Yolda Kalavrita
kasabasının sapak levhasına rastladık. Güneye, Peloponnes yarımadasının
içlerine doğru inen yol, dağlar arasında yer alan bu kasabaya uzanıyordu. Kalavrita,
Yunanistan’ın bağımsızlık savaşının başlangıcı kabul edilen 21 Mart 1821’de bu
süreci tetikleyen olaylardan birisi olan Aya Lavra Manastırı’na Yunan
bayrağının çekildiği gün ile ün salmıştı. İkinci Dünya Savaşı’nda ise Nazilerin
gerçekleştirdiği büyük bir katliam ve bu manastırın yakılışı, bu kasabanın
hafızasındaki en dramatik olaylardan biri olarak biliniyordu.
Panachaiko Dağı’nın eteklerinde kurulu
Yunanistan’ın üçüncü büyük kenti Patras’a akşamüstü girdik.
Yunanistan’ın Batı’ya açılan kapısı olarak da adlandırılan Patras, kendi adıyla
anılan Ortaçağ’dan kalma kalenin eteklerinden limana doğru uzanan ızgara
planlı; birbirine dik ve paralel caddelerden oluşan bir yeni şehir görünümünde.
Aziz
Nikola ve bağımsızlık savaşının liderlerinden Kolokotroni caddeleri
limana dik olarak uzanıyor. Bu caddeleri dik olarak kesen ve limana paralel
uzanan Mezonos Caddesi üzerinde ise, büyük bir Katolik Kilisesi bulunuyor.
Bu caddeler ve onların kavuştuğu Liman’daki caddenin üstünde capcanlı bir hayat
göze çarpıyor. Şehrin önemli buluşma mekânları da bu caddeler üzerinde yer
alıyor.
Kolokotroni Caddesi’nin sonunda Ortaçağdan
kalma Patras Kalesi’ne çıkan merdivenlere ulaşılır. Merdivenleri
kullanmak istemeyenler, kaleye yönelen sokakları tırmanarak hedefe arabayla da
ulaşabilirler. Depremde yıkılan kale, M.S. 6.yy.da Bizans İmparatoru Justinyanus tarafından yeniden yapılmış.
Kale surlarının dibinden kentin limana doğru uzanan mahallelerine ve Patras
Körfezi’ne doğru bakmak, hele gün batımı da varsa oldukça keyiflidir.
Limandan kaleye doğru
çıkarken, kentin yukarı bölümünde M.S. 2.yy.dan kalma kırmızı tuğlalarıyla
hemen dikkat çeken Roma dönemi Odeon yapısı yer alır. Restorasyon
sonrası açık hava tiyatrosu şeklinde düzenlenen yapıda kentin önemli kültürel
etkinlikleri gerçekleştiriliyormuş.
Kentin merkezi
sayılabilecek, Apollon Tiyatrosu ve ortasında
bir çeşmenin de yer aldığı Kral Yorgo (Georgiou) Meydanı, kentin en hareketli mekânlarından
birisi olarak dikkat çekmektedir. Kentin koruyucusu kabul edilen Aziz
Yorgo (St. George), her Şubat
ayında bir yortuyla anılır.
Kentin en önemli
kilisesi kendine ait (X) şeklinde bir haçın da
bulunduğu Hz. İsa’nın on iki havarisinden biri olan Aziz Andreas’a adanmış 16
kubbeli Agios. Andreas Katedralidir. Kentin doğu yakasında, deniz
kıyısına yakın bir konumda yer alan katedral, bugün Yunanistan’ın en büyük dini
yapısı olarak biliniyor. Aynı anda 5000 kişinin bu kilisede düzenlenen dini
törenlere katılması mümkünmüş. Esas ilginç olan ise; 1908 yılında yapımına
başlanan kilisenin, 1974 yılında ibadete açılmış olması. Bu açıdan hikâyesi, biraz
Barcelona’daki La Sagrada Familia Kilisesi’ni
andırıyor. Atina’daki 1896 Yaz Olimpiyatları’nın açılış törenlerinin yapıldığı Panathinaiko Stadyumu’nun restorasyonunu
gerçekleştiren Yunan Mimar Anastasio
Metaxas bu yapının ilk mimarı olarak biliniyor. Ancak, mimarın ömrü vefa
etmemiş ve katedral, daha sonraki yıllarda ardılları tarafından tamamlanmış.
Patras, yukarıda da
belirttiğimiz gibi tarih boyunca Yunanistan’ın Batı Avrupa’ya açılan kapısı
olarak tanınmış. Kent, aynı işlevi bugün de sürdürüyor. Hem İtalya’ya yönelik
gemi trafiği, hem de kentin hemen yakınlarında bulunan Korint Körfezi’nin iki yakasını birleştiren, 2004 Atina
Olimpiyatları öncesi Yunanistan’ın hayata geçirdiği en prestijli projelerinden
birisi Rio-Antirio Köprüsü ile önemli bir kavşak noktasında yer alan Patras, bunun dezavantajlarını da yaşıyor.
Son yıllarda Patras, Avrupa’nın içlerine yönelik mülteci
akınlarının mutlak uğrak noktası haline gelmiş. 2008’den beri dünyayı kasıp
kavuran ekonomik krizin pençesinden bir türlü kurtulamayan Yunanistan’da, son
yıllarda bu kitle aşırı sağcı politik güçlerin de hedefi olmuş. Özellikle son
seçimlerde ciddi bir başarı elde ederek parlamentoda hatırı sayılır bir
milletvekili sayısına ulaşan aşırı sağcı Altın
Şafak Partisi’nin militanlarının, sokak gösterilerinde esmer derili bu
mültecilere acımasızca saldırıp, Patras
sokaklarından ayaklarını kestiğine dair hikâyeler dinledik. Her şeye rağmen, Patras’da ve özellikle Atina’da; sokak
aralarında dolaşırken, mültecileri yere açtıkları tezgâhlarında bir şeyler
satmaya çalışırken gördüğümüzü de söylemeliyiz. Atina’da mülteciler, genellikle kentin önemli meydanlarından biri
olan Omonia Meydanı civarında
üstlenmişler.
Yerel rehberimizin
anlattığına göre; Altın Şafak militanlarının mültecilere yönelik saldırılarını
yoğunlaştırmadan önceleri, Yunanlar için mültecilerin varlığı giderek rahatsız
edici olmaya başlamış. Atina’da Omonia
Meydanı gibi mültecilerin yoğun olarak yaşadıkları yerlerde dolaşmak, yerli
halk için giderek daha riskli hale gelmiş. Ne zaman ki; aşırı sağcı militanların
mültecilere yönelik ölümlü toplu saldırıları yoğunlaşmış; o andan itibaren
Asya’nın ve Afrika’nın sorunlu coğrafyalarından Avrupa’nın zengin çekirdeğine
yönelik bu yasa dışı göçün mağdurları olan mülteciler, meydanlardan ve ana
caddelerden çekilerek, daha kuytu köşelerde ve mülteci kamplarında hayatta
kalma savaşını sürdürmeye başlamışlar.