yandex etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yandex etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Şubat 2014 Pazartesi

KEMALPAŞA NİF DAĞI ALABALIK ÇİFTLİĞİ - NİF ZİRVE YÜRÜYÜŞÜ

23 Ocak 2014
Mehmet Yavuzcezzar

İzmir'in tarihi ve doğal güzelliklerini keşfetmek amacıyla yaptığımız gezilerde; Kemalpaşa'ya hakim ve Bozdağlar'ın batıya uzanan ucunda yer alan, antik çağlarda Olimpos adını almış zirvelerden birisi Nif Dağı civarında epey dolaştık. Bu yılın ilk doğa yürüyüşünü de Kaynaklar'dan Nif'in zirvesine doğru yapmıştık; Çocuktumarı Mevkii'ne kadar yürümüş, ancak zamanın darlığı nedeniyle zirveye; 1506 metre rakımlı Kemalpaşa Karlığı'na çıkmak bir türlü nasip olmamıştı. 

Kemalpaşa
Alabalık Çiftliğine çıkarken Kemalpaşa

Daha önce 2011 yılının Nisan ayında, Kurudere'den (Nazarköy)  Nif eteklerindeki Alabalık yetiştirme çiftliğine yaklaşık 16 km yürüyerek ulaşmış, yıllar önce de aracımızla Kemalpaşa'dan Alabalık Çiftliği'ne giderek piknik yapmıştık. Bu kez de aracımızı çiftlikte emniyetli bir şekilde bırakıp, Nif'in zirvesine yürümeye karar verdik ve bu sabah bunu gerçekleştirmek için yola çıktık. 



(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)

Kemalpaşa şehir merkezine girdiğimizde, hemen birkaç yüz metre ileride yolun soluna yerleştirilmiş ama sağını işaretleyen "Nif Dağı Alabalık Üretme ve Yetiştirme İstasyonu" levhasını gördük ve sağdaki sokağa girerek yolu takip ederek şehre yukarıdan bakacak kadar yükseldik. Yerleşim yerleri bitip dağ yoluna saptığımızda, solumuzda Kemalpaşa Nif Kalesi'ni gördük. Kentin güneyinde ve Nif'in eteklerinde bir tepe üzerindeki Kale'ye halk arasında Hamamlı Kale de dendiğini öğrendik. Yapısal formlara bakarak Bizans dönemine tarihleyebileceğimiz kaleyi ileride daha geniş bir zamanda gezmek üzere solumuza alıp kendimizi Nif'in şefkatli kollarına bıraktık. 

Kemalpaşa
Kale'ye ve Kemalpaşa'ya bakış

Yaklaşık 10 kilometrelik dağ yolundaki araç yolculuğumuzun ilk 5 kilometresini sorunsuzca katettik. Doğu Karadeniz yaylalarındaki köyleri andıran Kapaklıpınar ve Kozludere Küme Evleri'ne ulaşımı sağladığından olsa gerek, asfalt yol fazla tahrip olmamıştı. Evlere giden yoldan ayrılıp sağa yukarı saptığımızda, yolumuzun bundan sonraki 5 kilometresini zaman zaman aracımızın zorlandığı taşlı topraklı orman yolunda tamamladık. 



Kemalpaşa
Yangın söndürme havuzu

Son günlerde olduğu gibi bu sabah da 5 derece civarında olan hava sıcaklığı, gün içinde 14-15 derecelere kadar yükseldi. Alabalık Çiftliği'ne vardığımızda 3 yıl önceki yürüyüşümüzde gördüğümüz, toprağın kazılmasıyla oluşturulan Yangın Göleti'nin biraz ötesine bu kez betonarme bir havuz yapılmış olduğunu gördük. Çiftliğe girişte geçmişte olduğu gibi çiftliğin kadim bekçisi Kangal kırması "Konteskarşıladı. Ardından çiftlik çalışanı, eski tanış Yaşar göründü. Bir süre; İZSU'nun civardaki sulara gem vurmasından sonra, çiftliğe gelen suların azaldığını, bu nedenle eskisi gibi çok balık üretilemediğinden söz etti. Zirve güzergahı ile ilgili tarifi de aldıktan sonra, aracımızı oraya bırakıp zirveye doğru yola çıktık.   

Kemalpaşa
Zirveye doğru selam durmuş çınar ağacı


Gezgin tırmanışta, solda İZSU deposu

Nif Dağı'nın eteklerinde genellikle kızılçam ağaçlarından oluşan bitki örtüsü, yükseklere çıktıkça karaçamlarla yer değiştirdi. Dere ve su kenarlarında çınar ağaçları, bazı tepelerde de meşe ağaçları yoğunluk kazanıyordu. Zirveye kadar hep tırmandığımız yürüyüşüm esnasında, zaman zaman güneş yüzünü gösterse de genellikle bulutlu bir hava hakimdi.  

Kemalpaşa
Çiftlik ve havuz

Yükseldikçe altımızda uzanıp giden kıvrım kıvrım yollar ve Kemalpaşa'nın arka dünyasına hakim eşsiz manzaralar sunan yeşil doğayı seyrederken, bazen yeni açmış bir çiğdeme, bazen de oluşumu sırasında eriyip akmış kayalara rastladık. Doğu yönündeki Savanda Kız Kalesi bize eski yürüyüşlerimizi anımsatıyordu. Güneş yüzünü gösterdiğinde bir tek uzun kollu tişort yeterken, hava bulutlandığında polar bile az geliyordu. Nitekim yukarılara çıktıkça tepelerdeki bulut hareketleri arttı ve her yeri sis bastı. Kısa süre sonra dağılan sis, zirvede tekrar yakınımıza gelecekti.

Gezgin ulu bir çam ağacına yaslanmış

Bir vadiden diğerine geçiş


Ne kadar uzaklaşsakta Çiftlik bizi bırakmıyor


Kemalpaşa, Nif
Erimiş kayalar

Bir saatlik bir yürüyüşten sonra, Nif'in zirvesindeki "Nif Dağı Yangın Gözetleme Kulesi" seçilmeye başladı. Yaklaşık 6 kilometrelik bir yürüyüşten sonra, Kızıloluk Mevkii'ni geçip Şekeroluk Mevkii'ne vardığımızda, aşağılarda; daha önce Kaynaklar'dan yürüdüğümüz ve yemek molası verdiğimiz Çocuktumarı Mevkii'ni tepeden gördük. 

26 Aralık 2012 Çarşamba

KOLOPHON, KLAROS ve NOTION'U SOLUMAK


26.12.2012
Mehmet Yavuzcezzar

2012 yılının bu son günlerinde sabah erkenden yola koyulduk; rotamız güney, hedefimiz Değirmendere, amacımız önce 12 büyük Ion kentinden biri olup deniz kenarında kurulmayan tek kent olan Kolophon’u, sonra da, kehanet merkezi Klaros ve kıyıdaki Kolophon olarak da bilinen Notion’u bir parça yaşamaktı.

Bornova-Karabağlar-Menderes yolundan geçerek Değirmendere Köyü’ne vardığımızda; hava bulutlu ve serin, sıcaklık 6 derece idi. 


Değirmendere; Köy Meydanı; Şehitler Anıtı; 1935; “Kara Gün” 27 Mayıs 1919’da Değirmendere Yunan işgali
Değirmendere; Köy Meydanı; Şehitler Anıtı; 1935; “Kara Gün” 27 Mayıs 1919’da Değirmendere Yunan işgali

Saat 10 gibi Köy meydanındaki kahvede kahvaltımızı bitirdik ve Şehit Murat Güvenç caddesini takip ederek 500 metre kadar güneye doğru yürüyerek Kolophon’un sırtını yasladığı; alanın başlangıcında yer alan tanıtım levhasından adının Akropol Tepesi olduğunu öğrendiğimiz tepeye vardık.



Gezginler ve Kolophon'dan Değirmendere'ye bakış
Gezginler ve Kolophon'dan Değirmendere'ye bakış

KOLOPHON

İzmir’in Menderes İlçesi köylerinden Değirmendere ve Çamönü arasında Smyrna’yı Ephesos’a bağlayan güzergâh üzerinde yer alan, üç tepe üstünde ve onları birbirlerinden ayıran vadiler arasında kurulmuş olan Kolophon antik kenti, İyonyalıların bölgeye geldikleri M.Ö. 9. veya 8. yy’da 12 Ion kentinden biri olarak kurulmuş. Akropol Tepesi kente ait yapıların yoğunlaştığı bölge. 

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Christine ÖZGAN; 1922 yılında yapılan kazılarda bölgenin yaşam alanı olarak kullanılışının Genç Tunç Çağı’na (M.Ö. 1500-1150) tarihlendiğini, bölgede Kalkolitik ve Tunç Çağ’a ait kalıntılar ile Prehistorik Dönem yerleşimlerinin izlerinin bulunduğunu belirtmekte. 



Kolophon kutsal alanı
Kolophon kutsal alanı

Biz de alanda dolaşırken; muhtemelen bir kısmını definecilerin, bir kısmını da arkeologların inceleme ve tespit amaçlı kazdığını sandığımız çukurların yanı sıra; galeri (stoa), pazar yeri (agora), Anadolulu ana tanrıça Meter’e ait kutsal alan (meteon), hamam, sokaklar ve konutların kalıntıları arasında gezinirken yaklaşık 3000 yıl önce burada yaşayan hemşerilerimizin soluduğu havayı soluduk.


Kolophon kutsal alanı
Kolophon kutsal alanı

Ören yerindeki gezimizi tamamlayıp, geldiğimiz yoldan köy merkezine geri dönerken, yolda yaşlıca bir teyze ile karşılaştık ve biraz lafladık. Bize tepedeki kalıntıların; altın, gümüş ve pırlantalarla dolu olduğunu, Çamönü Köyü’nden beyaz sakallı bir adamın sık sık buraya gelip, burada bulduğu ganimetleri alıp götürdüğünü anlattı. Daha çok hikâye anlatacaktı ama bizim zamanımız kısıtlıydı.


Kolophon'da hamam temelleri
Kolophon'da hamam temelleri

Kolophon ve Değirmendere’de yaklaşık 1,5 saat kaldıktan sonra yönümüzü güneye, yaklaşık 13 km ötedeki “Bilicilik (Kâhinlik) Merkezi” Klaros’a çevirdik.


KLAROS; APOLLON BİLİCİLİK MERKEZİ

Değirmendere’den güneye Çamönü’ne doğru yol alarak, Menderes-Gümüldür asfaltına ulaşarak Ahmetbeyli’ye doğru 12 km kadar yol aldıktan sonra, İzmir B.Ş.B. Eshot’un “Claros” otobüs durağının yanından sola döndük. Portakal ve mandalina bahçeleri arasındaki “Işıklı Klaros Caddesi”nden 700 m. ilerledikten sonra saat 12 gibi Apollon Bilicilik Merkezi; Klaros’a (Claros) ulaştık.

Katagogeion (konaklama) alanı
Katagogeion (konaklama) alanı

Ahmetbeyli vadisinin (Ales) düzlüğünde, deniz kıyısından yaklaşık 1600 metre kuzeyde yar alan gizli güçlere sahip kâhinleri ile dünyaca ünlü Klaros kutsal alanı; İ.Ö. 13. ile İ.S. 4. yüzyıllar arasında “Bilicilik (Kâhinlik) Merkezi” işlevi görmüş; bağımsız bir kent olmayıp, İ.Ö. 294 yılına dek kuzeydeki Kolophon’a, bu tarihten sonra güneydeki Notion’a (Sahil evleri) bağlı kalan alan, terkedildikten sonra Ahmetbeyli ve Kırmızıkayalar derelerinin getirdiği alüvyonlarla tamamen örtülmüş.


İ.Ö. 3000-2500'de Klaros'un Kıyı Çizgisi
İ.Ö. 3000-2500'de Klaros'un Kıyı Çizgisi (*)

Klaros'un  Bugünkü Kıyı Çizgisi
Klaros'un  Bugünkü Kıyı Çizgisi (*)

7 Kasım 2012 Çarşamba

BEREKETLİ MENDERES’İN ÇOCUKLARI; ATBURGAZI-DOMATİA(ESKİ DOĞANBEY)-KARİNA ve İLYAS BEY KÜLLİYESİ



07 Kasım 2012
Mehmet Yavuzcezzar

Hava bulutlu ve yağmur yağacak gibi görünüyordu, Yürüyüş güzergâhını belirlemede yağmur baskısı nedeniyle küçük bir kararsızlık yaşadıktan sonra; bugün “kültür” ağırlıklı bir gezi yapmaya karar verdiğimizde saat 9’u bulmuştu. Kuzeyden gelen yoğun yağmur bulutlarının aksi yönüne,  güneye gitmek için yola koyulduğumuzda saat 10 olmuştu.
Kara bulutları ve zaman zaman çiseleyen yağmuru geride bıraktığımızda kendimizi İzmir’den yaklaşık 130 km uzaklıktaki Büyük Menderes nehri havzasındaki Atburgazı’nda bulduk.

Atburgazı
Atburgazı

Atburgazı; Söke ilçesine 19 km uzaklıkta küçük bir belde, bizi buraya getiren ise beldedeki kale: Atburgazı (Asartepe) Kalesi.

Atburgazı (Asartepe) Kalesi
 Atburgazı (Asartepe) Kalesi

Kale yakınındaki yol dar olduğundan, aracımızı Kale'nin konuşlandığı tepenin yamacında bir evin bahçesine bıraktık. Sahibinin nazik jestinden haberi olmayan evin saldırgan köpeğine paçamızı kaptırmadan oradan uzaklaşarak, etrafında zeytin ağaçları olan oldukça dik bir traktör yolunu 300 metre kadar tırmandıktan sonra Kale'ye ulaştık. 

Kaledeki gezgin ve arkada  Atburgazı
Kale'deki gezgin ve arkada Atburgazı

Bizans dönemine ait, moloz taş kullanılarak yapılmış olan kale, Priene - Milet - Didim ekseninde yolu kontrol altında tutmak amacıyla bir gözetleme noktası olarak kullanılmış olmalı. Daha sonraki Beylikler ve Osmanlı dönemlerinde de kalenin benzer amaçlarla kullanılmış olduğu kuvvetle muhtemel. Ayrıca yakındaki Karina yolunu da tutan kalenin bu amaçla kullanılması akla da yatkın görünüyor. Kale sahip olduğu konum itibariyle, Samson Dağı'na sırtını dayamış Büyük Menderes Deltası ve Söke Ovası'na hâkim durumda bulunuyor. Kalenin içinde dolaşırken rastladığımız sarı çiğdemler ve pespembe siklamenler, bu Sonbahar gününün bize sunduğu güzelliklerdendi.

Kaleden Yuvaca Köyü ve Priene
 Kale'den Yuvaca Köyü ve Priene

Kale'den dönüşte hafif bir yağmura yakalansak da fazla ıslanmadan aracımıza ulaşıp, bugünkü gezimizin ikinci durağı olan Domatia’ya doğru yola koyulduk. Yolda Menderes Deltası'nın sulak alanlarında; sazlıklarında dolaşıp, balıklar ve kuşları izledikten sonra Domatia'ya vardık.

Menderes'in sulak alanlarından
 Menderes'in sulak alanlarından

Domatia (Eski Doğanbey): Dilek Yarımadası – Büyük Menderes Deltası Milli Parkı’ndaki Mykale(Samson) Dağı’nın güneyinde Şarlak Sırtları’nın yamacındaki vadide kurulan eski bir Rum köyü olarak biliniyor. 1924 yılına kadar Rumların yaşadığı bu köye, Türkiye ile Yunanistan arasında 30 Ocak 1923 tarihinde yapılan “Mübadele Sözleşmesi” ile Selanik’ten gelen Türk Mübadiller yerleştirilmiş. Evlerin birbirinden ayrı, bir oda ve avludan oluşacak şekilde inşa edildiği eski tarihlerde bu evlere Rumlar “tek göz oda” anlamına gelen Domatia demişler, zamanla köy de bu adla anılır olmuş.

Domatia (Eski Doğanbey)
Domatia (Eski Doğanbey)

Çınar ve çam ağaçlarıyla yeşertilmiş,  begonvillerle sarmalanmış Rum mimarisinin karakteristik özelliklerinden; taş yapılar, şapel ve hastane ile Türk mimarisinin örneklerinden; dükkanlar ve Arnavut kaldırımı şeklinde taşlarla döşenmiş dar ve dik sokaklar köye eşsiz güzellikler katıyor.

Ancak, her ne kadar İstanbullu ve Ankaralı şehir kaçkınlarının abad ettikleri kimi binalarıyla ayağa kalkmış gibi gözükse de Mübadele yıllarından beri o terk edilmişlik bir şekilde hala köye sinmiş durumda. Tütünle uğraşan Selanik göçmenlerinin daha çok zeytin ve incir tarımının geçerli olduğu bu mekanlara iskan edilmesinden kaynaklanan bu topraklara bir türlü alışamama hali, köyün zaman içinde terk edilmişlik ve derbederlik manzarasına sürüklenmesine neden olmuş. Aynı durum Selçuk - Şirince ve Fethiye Kayaköy'de olduğu gibi tüm mübadil köylerinde yaşanmış denilebilir. Bu da o insanların ve bu toprakların kaderi olmuş bir yerde.


Domatia'nın sokakları
 Domatia'nın sokakları

Domatia'nın sokakları
Domatia'nın sokakları

İncir ve zeytin tarımına yabancı olan göçmenler, bu işi çözünceye kadar uzunca bir süre geçmiş gitmiş. Mübadillerin geldikleri yerlerde alışık oldukları tarımsal koşullara (tütün v.b.) uygun olmayan ve oldukça fazla rüzgâr alan bir vadide kurulu bu köy, 1985 yılında tamamen terkedilmiş, burada yaşayanlar daha aşağıdaki tarım alanlarına yakın yerde Yeni Doğanbey adında yeni bir yerleşim yeri kurarak yaşamlarını burada sürdürmüşler.

Zamana direnen Domatia evi
Zamana karşı direnen bir Domatia evi

Köye vardığımızda; köyün tam da tıpkı 85’deki gibi sessiz, kimsesiz, terkedilmiş bir görünümde olduğunu düşündüğümüz sırada, Kemal Amca’ya rastladık. Kemal Amca kendi ifadesiyle; tam 82 yaşında olduğunu ve Gazi Mustafa Kemal’in has hemşehrisi olduğunu övünerek anlattı.

Domatia'nın sokakları
Domatia'nın sokakları

Köy terkedildikten sonra özellikle İstanbul’dan gelenler; birçok evi bir şekilde sahiplenerek tamir ve tadil etmişler, bazılarını da yeniden inşa ederek burayı yeniden yaşanır hale getirmişler. Kemal Amca bu yeni yerleşiklerin bahar ve yaz aylarında köyde yaşadıklarını, kışın ise çoğunun köyü terk ederek geldikleri yere geri döndüklerini söyledi.

Köyün küçük meydanlarından birinde; yaşlı çınar, çeşme ve gezginler
 Köyün küçük meydanlarından birinde; yaşlı çınar, çeşme ve gezginler

Köyün taşlı sokaklarında ilerleyip, güzel evlerin, küçük meydanların, çeşmelerin fotoğraflarını çekerek turumuzu tamamladıktan sonra, köyde 1890 yılında hastane olarak kullanılmak amacıyla inşa edilen, bir süre okul ve karakol görevi üstlenen, şimdilerde ise restore edilerek Dilek Yarımadası – Büyük Menderes Deltası Milli Parkı Ziyaretçi-Tanıtım Merkezi olarak kullanılan yapıya ulaştık.

Dilek Yarımadası – Büyük Menderes Deltası Milli Parkı Ziyaretçi-Tanıtım Merkezi
Dilek Yarımadası – Büyük Menderes Deltası Milli Parkı Ziyaretçi-Tanıtım Merkezi 

İki katlı taş yapıda görevli Mustafa’yla sohbet ettik, köyün gelişimi ile Milli Parkta yaşamakta olan hayvan ve bitkiler hakkında bilgiler aldık. En çarpıcı olanı da Mantolu Hasan’ın hikayesi idi.  Mantolu Hasan adındaki avcı; 1942 yılında diğer avcı arkadaşlarıyla, koyun sürüsüne daldığında 7-8 tanesini boğazlayıp sonuncusunu yiyen, sonraki günlerde de dönüp diğer öldürdüklerini sırayla mideye indiren son Anadolu Parsı’nı öldürmüş. Bina görevlisi Mustafa, Soyu tükenen bu hayvanın en son 1974 yılında Ankara Beypazarı yakınlarında görüldüğü rivayetini anlattı.

Domatia'dan
Domatia'dan

Tümünde; 4-5 insan, birkaç inek ve iki köpekle karşılaştığımız köyden ayrılarak, deniz havası almak amacıyla dalyana inerken, görüp konuşabildiğimiz iki kişinin adlarının Mustafa ve Kemal oluşları, ilginç bir ironiydi ve bize yol boyunca konuşacağımız güncele dair yeni bir gündem yaratmıştı.

Karina_Dil Gölü'nde balıkçı tekneleri
Karina_Dil Gölü'nde balıkçı tekneleri

Geçtiği her yerde efsaneler yaratan; binlerce yıl taşıdığı alüvyonlarla limanları doldurup, koyları göle, adaları tepeye çeviren Büyük Menderes’in (Meandros) denize kavuşurken oluşturduğu deltasını, tepeli pelikanların kuluçka alanı Karina_Dil Gölü’ndeki balıkçıları, barınakları, balıkçıl kuşlarını izleyip fotoğrafladık. 

Dalyanda balıkçıl ve tekneler
Dalyan'da balıkçıl ve tekneler

Daha sonra yönümüzü Karina’ya çevirdik. Karina; eskiden gümrük binalarının bulunduğu Milli Park içerisinde kalan küçük bir koy; burada bir balık restoranı, birkaç balıkçı kulübesi ile jandarma karakolu bulunmakta.

Karina
Karina

Karina’yı gezerken iyice acıktığımızı fark edip, saat 14.30 sularında deniz kenarında yemek molası verdik. Menümüz; sigara böreği, meyve suyu, gevrek, peynir, domates, salatalık ve çaydan oluşmaktaydı.

Yemek molası verdiğimiz yer

Yemeğimizi yiyip biraz da dinlendikten sonra, bugünkü son durağımız olan İlyas Bey Külliyesi’ne doğru yola koyulduk.

İlyas Bey Külliyesi: Söke’nin Balat Köyü ile Milet (Miletos) Antik Kenti arasında 1404 yılında Menteşeoğulları’ndan İlyas Bey tarafından yaptırılan İlyas Bey Camisi ile Medrese ve Hamam yapıları grubu, Milet arkeolojik alanı içerisinde yer alıyor. Cuma Camisi ismiyle de bilinen bu yapının inşasında Miletos antik kentinin mermer blok taşları da kullanılmış. 

İlyas Bey Camis
İlyas Bey Camisi

Kare planlı caminin mermer işçiliği bakımından çok değerli sivri kemerli kapısı, sekizgen bir kasnak üzerinde 14 metre çapındaki tuğladan yapılma kubbesi ve geometrik desenlerle bezenmiş mermer mihrabı görülmeye değer.  

İlyas Bey Camisi'nin kubbesi
İlyas Bey Camisi'nin kubbesi

İlyas Bey Camisi mihrabı
İlyas Bey Camisi'nin mihrabı

Caminin karşısındaki kubbeli türbe İlyas Bey’e ait... Asırlık çitlembik (menengiç) ağaçları ile çevrelenmiş Külliye’nin bulunduğu alanda, Bizans dönemine tarihlenen Hamamlı Villa ve çeşitli yapı kalıntıları ile birçok mezar ve mezar taşları bulunuyor. Bazı mimar ve arkeologlarca Ege'nin Taç Mahal'i diye betimlenen bu eşsiz yapının restorasyonu Ekim 2007 de başlamış ve 2011 de bitirilmiş.

İlyas Bey Camisi kapısı
İlyas Bey Camisi'nin kemerli mermer kapısı

Külliye'deki gezimizin sonunda; ülkemizde cami inşa edenlerin, mimari açıdan değersiz gelir-geçer yapılar yaparak günü kurtarma düşüncesinden biraz uzaklaşıp, bu tip eşsiz güzellikteki yapılardan feyiz almaları umuduyla, Balat Köyü’nü geçip Akköy meydanındaki köy kahvesinde çaylarımızı yudumladık. 
İzmir’e dönmek üzere yola koyulduğumuzda akşam olmak üzereydi.

Yazan/Düzenleyen: MYC
Edit: İF