ılgın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ılgın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Nisan 2017 Salı

GEDİZ DELTASI'NDA; ILGINLARIN ARASINDA…



20 Nisan 2016
İbrahim Fidanoğlu
Giriş

Bugün İzmir’in kuzeyinde; Kütahya’daki tertemiz pınarlardan doğup bin bir pislikle bulanarak türlü ovalardan ve vadilerden Ege Denizi’ne doğru akan ve en son Menemen ovasını sulayarak Foça Bağarası-Maltepe-Gerenköy arasındaki bir noktadan maviliklere kavuşan Gediz Irmağı’nın deltasındaydık. Amacımız; iki yıl önce yine bir Nisan günü dolaştığımız(1) Gediz Deltası’nda farklı bir rota yapmak ve bu kez Maltepe önlerinden geçerek denize doğru akan Gediz’in ana kolu üzerinden denize ulaşmaktı. Öyle de yaptık.

 
Gediz'in deltasında; flamingolar ve diğerleri...

Günümüzde Gediz Deltası’nda yöre halkı arasında Eski Gediz ve Yeni Gediz diye bilinen birbirinden bağımsız iki ana kol bulunuyor. Bunlardan Eski Gediz, aslında ırmağın iptal edilen eski yatağı ile ilgili olsa gerek. Çünkü Eski Gediz, bugün Menemen Ovası’nı sulamak için kullanılan kanal sisteminin su dönüşünün boşaltıldığı bir drenaj kanalı işlevi görüyor. Kanallarda su olmadığı zamanlarda ise Eski Gediz, yatağında bir azmak gibi davranıyor. Nehrin ana akımını ise bugün Maltepe önlerinden geçerek Ege Denizi’ne ulaşan Yeni Gediz oluşturuyor. Gediz’in ana akımını oluşturan bu kolun denize döküldüğü yer, iki yıl önce ulaştığımız Eski Gediz’in ucundan yaklaşık birkaç kilometre daha güney batısında yer alıyor.


Eski Gediz (turkuaz renkli) ve Yeni Gediz(mavi renkli) rotaları(sarı renkli); bir arada... 
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)


Oldukça rüzgârlı ve yağmura gebe; bulutlu bir havada gerçekleştirdik yürüyüşümüzü. Geren toprağı diye adlandırılan ve suyun çekilmesiyle birlikte gerilme yüzeylerinden kırılarak doğal bir desen oluşturan yumuşacık zemin üzerinde yürüdük çoğunlukla. Ilgınların bayramı vardı sanki deltanın her yerinde. Kimisi çiçeklerini döküp yemyeşil iğne yapraklarıyla yaz örtüsüne bürünmüşlerdi bile. Kimisi ise bitkinin çiçeklenme zamanına koşut olarak; pembeden açık kahverengiye uzanan geniş bir renk yelpazesinde yerlerini almış gibiydiler. Gediz’in denize döküldüğü yere doğru ilerlediğimiz patikanın her iki yanında bu bitki örtüsünün yoğunluğu vardı. Tabii ki bir de yeni yeni coşan ve ılgınlar gibi tuzlu suya dayanıklı deniz börülcesi kolonileri… Uzaklarda otlayan bir sürünün çıngırak sesleri, rüzgârla birlikte salınan ekinlerin uğultuları, Gediz’in kıyısında bir ormanı andıran sazlıklar içinde kendine yer bulmuş binlerce kuşun baharı karşılayan coşkulu şakımaları; hepsi birbirine karışıyordu. Doğada sesleriyle kendini hissettiren bu müthiş kaos, ne kadar güzeldi.

 
Gediz Deltası'nda geren toprağı

Gediz’in Kısa Hikâyesi(2)

Gediz; İç Ege’de biri Murat Dağı, diğeri de Şaphane Dağı’ndan doğan iki kolun birleşiminden oluşan, 17 500 km2lik bir havzayı sulayarak Kütahya’dan İzmir’e kadar bütün Ege topraklarını kat eden; yaklaşık 400 km.lik bir uzunluğa sahip, Ege Bölgesi’nin Büyük Menderes’ten sonra ikinci büyük akarsuyudur. Son yıllarda özellikle Uşak (Deri sanayicileri), Manisa Organize ve İzmir-Kemalpaşa yöresindeki sanayi tesislerinden gelen zehirli atıkları ve bazı iç Ege kasabalarının sistematik organik atıkları nedeniyle açık lağım olarak kullanılmakta olan nehir, Foça yakınlarında yer alan Maltepe ile Gerenköy arasındaki geniş deltayı oluşturarak Ege Denizi’ne dökülür.

 
Dağa Kaçtım gezginleri, bu kez düz ovada; Gediz Deltası'nda sazlar arasında...

Gediz’in isminin eski bir Frig yerleşimi olan Kadoi’den geldiği; Anadolu’ya gelen Türklerin, ilk olarak Ege Denizi’ne doğru ilerleme yönleri dikkate alınarak Gediz’in mitolojideki ismi Hermos yerine Kadoi ile karşılaştıkları ve bu adın zaman içinde Gediz’e dönüştüğü ileri sürülmektedir. Gediz’in önemli kolları arasında Selendi Çayı, Demirci ya da Borlu Çayı, Alaşehir Çayı (Kogomos), Kum Çayı (Hillos) ve Nif (Kemalpaşa) Çayı sayılabilir.

 
Maltepe önlerinden denize doğru ilerleyen Gediz

Gediz Nehri, Manisa Ovası’nı kat ettikten sonra denize doğru yaklaşırken, Dumanlı Dağ ile Yamanlar Dağı arasındaki vadide akışını sürdürerek Menemen Ovası’na ulaşır. Son yıllarda sulardaki kimyasal kirliliğin en fazla hissedildiği bölge burasıdır. Menemen (Mainomenos; kaynayan köpüren ova anlamında) Ovası, tarih boyunca Gediz’den kaynaklanan sel baskınlarına maruz kalmış; bu baskınları önlemek ve Gediz’in akışını ıslah etmek adına tüm zamanlarda ciddi uğraş verilmiştir. Gediz, 19.yy’a kadar; bugünkü Bostanlı civarından Ege Denizi’ne dökülmekteydi. Bugün Çiğli – Kipa mağazasına giderken üzerinden köprü ile geçilen geniş dereyi eski Gediz Deltası’nın kollarından biri olarak düşünebiliriz. 1868 – 1872 yılları arasında Osmanlı Yönetimi, Gediz’in denize taşıdığı alüvyonların İzmir Körfezi’nin ağzını kapatarak şehrin ekonomik öneminin kaybolmasını önlemek amacıyla Gediz’in yatağını değiştirmiş; akışı bugünkü deltasının bulunduğu yer olan Maltepe ile Gerenköy arasına yönlendirmiştir.

 
Gediz Deltası'nda ılgınlar

Gediz Nehri üzerine; suların ıslahı ve tarımsal sulamanın geliştirilmesi adına Cumhuriyet döneminde ideolojik bir yaklaşımı da yansıtacak tarzda önemli su yapıları oluşturulmuştur. Bunlar arasında; 1955’de yapılan Demirköprü Barajı, 1932’de yapımına başlanan Adala Regülâtörü ve Adala – Marmara Gölü besleme hattı; 1939–1944 yılları arasında bir Alman firmasına yaptırılan Emiralem Regülatörü ve daha sonraları 1960’lı yıllarda Demirel döneminde yaptırılan Ahmetli Regülatörü sayılabilir.

 
Serçeler ve bataklık çinteleri bir arada...

 
Gediz'e doğru yürüdüğümüz yol

Uşak üzerinden yaklaşık %20 sınaî; %80 evsel atıklarla yüklü olarak Demirköprü havzasına ulaşan Gediz, bu geniş çökelme havzasında kısmen yükünden kurtulur; Adala Regülâtörü’nde aşağıdan Gediz’den gelen su yükseltilerek içindeki katı parçacıklar bir miktar daha çökeltilir ve daha sonra Marmara Gölü’ne doğru Adala besleme hattı ile beslenir. Marmara Gölü; Gediz suyuna göre daha temiz, balık ve larvaların yaşadığı bir tatlı su gölüdür. Burada rejenere edilen Gediz suyu; bu gölden Ahmetli Regülâtörü’ne ulaşan ve daha sonra Gediz’e bağlanan bir diğer besleme hattı ile tekrar Gediz’e aşılanır. Bu mekanizma ile sulama amaçları dışında Gediz’in kirlenen suyunun bir nebze olsun temizlenmesi amaçlanmıştır. Ancak ne yazık ki, Ahmetli’de temizlenen Gediz, Kemalpaşa önlerinde Nif çayının Gediz’e karışması ile tekrar ve bu kez tamamen kimyasal olarak kirlenir. Bu şekilde Emirâlem üzerinden Menemen Ovası’na ulaşan Gediz; tüm ovayı ve canlıları tehdit eder bir boyuta ulaşan kirliliği ile ülke akarsuları içinde en ciddi kirlilik problemini yaşayan bir tanesi olarak göze çarpar.

 
Ege'ye doğru akıyordu Gediz.

Yürüyüşün Öyküsü

Foça Bağarası’nda bir yol üstü kahvehanesinde içtiğimiz sabah kahveleriyle başladı gün. İki yıl önceki deneyimden de yararlanarak Foça Mandırası’nı geçince hemen solumuzdaki bozuk asfalt yola giriverdik. Yol iki yıl önceki halinden daha kötüydü; deltaya doğru biraz ilerleyince, batımızda yer alan alçak tepelerin eteklerinde çok geniş bir alanı kaplayan ve iş makineleriyle yapılan hafriyat çalışmalarının buna neden olduğunu anladık. Yoldaki bozulma bir şey değildi; esas hasar bağrına bir hançer gibi saplanan topraktaydı. Birçok yerde gördüğümüz tahribata benzer bir durum da buradaydı; belki de yüzlerce yıllık bir makilik bitki örtüsü sökülüp atılmış ve elbisesi üzerinden sıyrılmış çırılçıplak toprak, atmosferin bütün olumsuz etkilerine karşı savunmasız bırakılmıştı yazık.

 
Gediz Deltası'ndaki buğday tarlaları

 
Arpalar içinde kendine yer açan papatyalar

Delta düzlemine indiğimizde Eski Gediz’in yatağına ulaşmıştık bile. İnsanın bütün hoyratlığına rağmen, baharla birlikte Gediz deltasında hayat yeniden uyanmaya ve kendini yeniden üretmeye başlamıştı neyse ki. Amacımız Gediz’in ana akış yoluna ve onu takip ederek denize döküldüğü noktaya ulaşmak olduğu için, Eski Gediz’in üzerindeki bir yol geçişini kullanarak iki yıl önceki rotamızdan doğuya doğru ayrıldık. Her iki yanımızda göz alabildiğine uzanan buğday ve arpa ekili tarlalarda irileşmiş başaklar, rüzgâra teslim olmuş vaziyette iki yana doğru sallanmaktaydılar. Üzerimizden o sıra iki ördek bağırarak geçti. Maltepe yönünde önümüzde beliren söğütler, Gediz’in yatağına yaklaşmakta olduğumuzun habercisiydiler. Yolumuzu kısaltmak için sağa doğru yönelen bir toprak yola saptık. Gediz’in kıyısını iki yakasından sarmış sazlıklar tam karşımızdaydı. Binlerce canlıya ev sahipliği yapan bu sazdan orman, rüzgârla birlikte türlü ezgileri kulağımıza mırıldanmaktaydı o an. Sarı kafalı kuyruk kaldıranlar, balıkçıllar, pelikanlar, kafasını suyun içinden hiç çıkarmayan ve durmaksızın suyun dibindeki kumdan kurtçuk çıkarma uğraşısında olan turuncu-beyaz kanatlı zarif flamingolar, serçelerle birlikte toprağa düşmüş tohumların peşindeki siyah başlı sarı renkli bataklık çinteleri, seri hareketleriyle dikkat çeken deniz kırlangıçları, siyah-beyaz tüyleriyle irice mahmuzlu kız kuşları ve çığır çığır çığıran gri martılar bu benzersiz hayatın içinde kendilerine yer açmışlardı bir şekilde.

Gediz Deltası'nda buğday başaklarının ve papatya kolonilerinin rüzgarla dansı

 
Gediz Deltası'nda flamingolar
(Fotoğraf: İF; Nisan-2015) 

 
Gediz Deltası'nda doğudan batıya; Foça'ya doğru bakış

Tam o sırada gezginlerden birinin gözüne, hemen Gediz’in kıyısındaki sazlıkların içine atılmış; bir kimyasal tarım ilacının kutusu ilişti. Arkadaşlarını çağırdı yanına gezgin ve kutunun üzerindeki ironik yazıyı okudu:

“Son final”

 
Gediz Deltası'nda "son final" 
Hoyrat ve kıymet bilmez zavallı insanlığın tükenişini ve o acımasız “final”e doğru aptalca ilerleyişini ne güzel de anlatıyordu bu plastik kutu; ama tabii ki anlayana…

Ve o an döküldü gezginin dilinden; güzelim bir çocukluk hatırası…

Kır Deniz’de bir çocukluk hatırası

“İzmir şehrinin kanalizasyon şebekesinin 40’lı, 50’li yıllarda denize bağlanması, anlaşılmaz bir şekilde atıkların körfeze atılma kararı, o an için en kolay ve günü kurtaran bir kararla atıkların denize deşarj edilmesi sonrasında hepimizin çok daha ağır bedeller ödemesi; geriye dönülemez bir sonun başlangıcı! Sonrasında yapılan büyük kanal projesi, kısmi bir çözüm getirse de; ne körfez eski körfez, ne de o muhteşem deniz bir daha asla o görkemli günlerine dönemedi.

 
Gediz'e paralel, denize doğru yürüyen gezginler

İşte o körfezin hızla kirlenmeye başladığı, deniz banyolarının artık yapılamadığı günlerdi. Bu elverişsiz ortamda balık tutamayan olta balıkçıları daha da uzaklara gitmeye başladılar. Biz de hobimiz olan amatör balıkçılığımızı İzmir’in hemen dışında Çamaltı Tuzlası’nda sürdürmeye başladık. Hiç unutmam; 1973’ün kışında, bir Şubat günü; o Zemheri soğuğunda Tuzla’dan yola çıktık. Denizde yarım saat yol aldıktan sonra, kıyıya yakın; kısmen bulanık bir yerde demir attık. Sonrasında buranın Gediz’in denizle buluştuğu Kır Deniz diye anılan bir mevkii olduğunu öğrendim. O bulanıklık, bereketli Gediz Nehri’nin deltasında; beraberinde getirdiği tortuların, denize karışmasından oluşuyormuş. Belki de onun için burası Kır Deniz diye anılıyor.

 
Denize doğru yürüdüğümüz yol

Neyse; rastgele deyip oltalarımız salladık. Şimdi rahmetle andığım; amcam, babam ve ben o kadar çok lidaki tutmuştuk ki; sandalın küpeştesi silme balıkla dolmuştu. Ne soğuktan titremek, ne de ıslanıp buruş buruş olmuş ellerimiz, bu ana olumsuz bir gölge düşüremedi.

Gün sonunda; sandalımız bereketli yüküyle kıyıya yanaşırken, merakla bizi izleyen gözler, sandaldaki balıkçıların gururlu gerinmelerini imrenen gözlerle sanki izliyor gibiydiler.”(3)

 
Gezginler, Gediz'in kıyısında...

 
Rengarenk ılgın çiçekleri

 
Ilgın çiçekleri;  yakından...

  
Denize doğru ılgınların arasından geçtik. 
Gediz’le beraber; denize doğru

Ilgınların en çok yoğunlaştığı bir bölgedeydik. Pembenin tüm tonları, ılgın çiçeklerinde hayat bulmuştu bugün. Hatta beyazdan kahverengiye kadar türlü renklerin resmi geçidi gibiydi ılgın çiçekleri. Tuza son derece dayanıklı olması nedeniyle bu tür geren toprağında ve denizin kıyısında filizlenip yetişen bu çalılıklar hayatın savunucusu gibiydiler. Midilli kıyısında rüzgârın ve dalganın hoyratlığına karşı direnip burulan kalın gövdeleriyle bunların asırlık olanlarını da görmüştük. Ne görkemliydiler. Gediz deltasındakiler ise, herhalde geren toprağının özelliğinden olsa gerek; fazla büyüyememiş ve çalı boyunda bitkilerdi. Denize doğru ilerleyen bir patikadan yürürken ılgınların arasından geçtik.

 
Bir balıkçı kulübesinden Gediz'e bakış

 
Geren toprağı

 
Gediz Deltası; denize doğru...


Denize yaklaşırken Gediz’in kıyısında yer yer sazlıkların aralanıp açılmasıyla kazanılan küçük alanlarda derme çatma, salaş balıkçı kulübeleriyle karşılaştık. Rüzgârın ve suyun tahribatıyla zor ayaktaydılar. Ama bunlardan bir tanesi, bize öğle yemeğimizde hoş bir mekân oldu. Midyeden dönen balıkçı teknelerinin motor sesleri ve el sallamalar eşliğinde yemeğimizi kulübenin kuytu ve konforlu bir köşesinde afiyetle yedik. Doğayla birlikte olmanın ve paylaşmanın tadını hissettiğimiz; benzersiz bir andı o an.

 
Gezginler, Gediz'in kıyısında yemek molasında...

  
Gediz'in denize döküldüğü yere yürüdüğümüz geren toprağıyla örülmüş son patika

 
Denizin kıyısında; Gediz'in tam ucunda...

Gediz, denize kavuşmak için sabırsızlanıyordu. Karşıdan gelen bir başka balıkçı motoru suyu yara yara yanımızdan geçip gitti. Zeminde, su yeni çekilmiş gibiydi. Geren toprağının kururken kırılan parçaları, ayağımızın altından kayar gibi hareketliydi buralarda. Çünkü kurumuş tabakanın altı hala balçık çamurdu. Toprak, içindeki tuzu; yüzeye doğru kusmuştu sanki. Kıyı çizgisi artık hiç de uzak değildi bizden. Biraz daha yürüyünce kıyıya ulaştık. Yüzlerce kilometre uzaklardan bin bir serüvenle Ege’ye kavuşan Gediz’in yolculuğunun son noktasındaydık. Deniz, Gediz’in taşıdığı alüvyonlarla boz bulanık bir renkteydi. Kıyıya yakın bir konumda flamingolar her zamanki faaliyetlerini sürdürmekteydiler.

 
Gediz Deltası'nın ucundayız.

 
Midyeden dönen teknelerden biri

  
Bir diğeri

 
Bir mahmuzlu kız kuşu önümüzden kalktı.

 
Gediz Deltası'nda kıyı çizgisi

 
Önümüzden geçen teknelerle selamlaşıyoruz.

Kıyıda durduk ve düşündük; zamanımızdan 3-4 bin yıl önce denizin içinde birer ada konumunda olan Panaztepe ve çevredeki diğer yükseltilerin bugün Gediz’in binlerce yıllık serüveninde ana karayla birleşmesi ve kıyı çizgisinin denize doğru ötelenmesi süreci ne kadar dramatikti. Tarih boyunca kentlerin ve toplumların kaderini etkileyen bu süreç bugün de sürmekteydi.

 
Maltepe yakınlarındaki Panaztepe Akropolü
(Fotoğraf: İF; Nisan-2015)

 
Gezginler, dönüş yolunda...

 
Deltanın kanallarından biri

 
Gediz papatyaları

 
Dönüş yolunda Bağarası'nda bir kırlangıç yuvası

Su akıp gitmekteydi denize doğru. Derin vadilerde ve düz ovalarda kendi yolunu bulup Ege’ye doğru akarken Gediz, nice hayatlar filizlendi kıyılarında. Binlerce yıllık serüveninde bereketiyle can verdi nice uygarlıklara. Ama kadir kıymet bilmedi ne yazık ki insanoğlu. Kirletti onu acımasızca ve söndürdü kendi hayatını. Gediz ise, her şeye rağmen akmaya ve suyunu Ege’ye taşımaya devam etti. Her zaman hatırlattı bize şu darbımeseli:

“Su akar, yolunu bulur.”

Dipnotlar
(1)    Gediz Deltası yürüyüşü hakkında bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2015/06/gediz-deltasinda-bahar.html
(2)   Gediz Deltası’nda Bahar isimli yazımızdan alınmıştır. bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2015/06/gediz-deltasinda-bahar.html
(3)   Dağa Kaçtım gezgini Aybey Çini’den bir çocukluk hatırası
(4)  Fotoğraflar yazıda belirtilenler dışında MYC tarafından çekilmiştir.

Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC

26 Haziran 2014 Perşembe

GÖRÜNMEZ TEPE ÜZERİNDEN BELEVİ - ŞİRİNCE YÜRÜYÜŞÜ

BELEVİ'DEN ŞİRİNCE'YE
BİR BAŞKA GEÇİŞİN ÖYKÜSÜ 
02 Nisan 2014
İbrahim Fidanoğlu

2012 yılında Şirince'den Belevi'ye yaklaşık 20 km.lik bir yürüyüş yapmıştık. Şirince'de bıraktığımız arabamıza akşamüstü Belevi üstünden ulaşabilmek için, Tire-Selçuk ve Selçuk-Şirince minibüslerini kullanmıştık. Bu kez güzel bir bahar gününde; 2 yıl önceki rotanın tam tersi yönünde, farklı bir güzergahı kullanarak Belevi'den Şirince'ye yürümeyi hedefledik. 
 
Belevi - Şirince rotası 15km
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)

Bu kez çıkış noktamız Belevi idi. Sabah erkenden; Belevi Köy Meydanı'ndaki kahvehanede verdiğimiz kısa mola sonrasında, Belevi'nin arka mahallelerine doğru yürüyüşe başladık.

 Belevi'de refah günlerinden kalma bir ağa konağı

 Belevi'nin kalbine doğru...

Köyün bu noktasında fotoğraf çektirmeliydik. Öyle de yaptık.

Belevi'nin arka mahallerinin ara sokaklarında; eski bir ağa konağı ve üç yol ağzındaki eski bir çeşmeyi arkamızda bıraktıktan sonra, köyün içindeki sola doğru giden yoldan köyün sonuna doğru ilerledik. Yolun sonunda tamamen bitmemiş ve bazılarına yerleşilmiş  tek katlı evlerden oluşan bir siteye ulaştık. Bu evler, köyün son yerleşimleriydi. Topraktan bir traktör yolunu takip ederek Şirince yönüne doğru giden vadide ilerledik.

 Belevi-Şirince rotasında eski bir çeşme

Ilgınlar

 Ardımızda bıraktığımız Belevi

Vadiye doğru ilerledik.

Ağaç çilekleri çiçekte...

Yol boyunca ılgınlar, ağaç çilekleri ve erguvanlar pembeden eflatuna ve beyaza; renk ve ahenk içindeydiler. Baharın bütün coşkusu nebatı uyandırmıştı. Suyu usul usul akan bir kır çeşmesinin yanından geçtik. Hafif bir meyille vadide yükseliyorduk. Sağımızda solumuzda bizi takip eden bir dere yatağının içinden cılız bir akışın sesi duyuluyordu.

 Giderek yükseliyoruz; arkamızda kavaklar...

Karaağaçlar; yada Aydınlıların deyişi ile "karıngeçler"

Gezginler, bir soluklanma anında...

 Erkenci katırtırnakları

Toprak yol, zaman zaman tarlalara ayrılan yol çatılarıyla kesintiye uğrasa da, bizim hedefimiz 2 yıl önceki Şirince'den Belevi'ye yürüyüşümüzdeki aştığımız kireç taşı kayalıklarıyla dikkat çeken Görünmez Tepe'ydi. Vadi boyunca karşılaştığımız yol ayrımlarında o, bizim için bir nirengi noktası oldu hep.

 Vadideki erguvanlar

İşte, bu yola saptık; en soldakine yani...

Yeniden erguvanlar...

Tepeye ulaştığımızda Halkapınar Köyü yönünde yer alan bir başka vadinin bulunduğunu fark ettik. Ama amacımız Şirince yönüne yürümekti; dolayısıyla Görünmez Tepe öncesinde ulaştığımız bir başka tepeyi aşınca, 2 yıl önceki yürüdüğümüz vadiye geldiğimizi anladık. Burada sağa ve sola doğru devam eden üç adet şose sapağı vardı. Sağdaki, dere yatağını takip ederek Selçuk-İzmir karayolu yönüne doğru ilerleyen yol, geçen yürüyüşümüzdeki üzerinde Sinan Baba isminde bir yatırın bulunduğu rotayı izliyordu. Bu yolun sonu Selçuk Orman Fidanlığı'nın hemen yanından İzmir-Selçuk asfaltına kavuşuyordu. Karşımızdaki yol ise, bizim önceki yürüyüşümüzdeki Görünmez Tepe'den inip geldiğimiz yoldu. Bu kez en soldaki toprak yola girdik ve diğer yolun daha üst düzlemindeki bir rotayı izleyerek, sonunda yine Görünmez Tepe'nin Şirince yönünde geçiş verdiği bele ulaştık.

 Yol üstünde rastladığımız; suya yol açan eski bir menfez yapısı

 Görünmez Tepe'den Belevi düzlemine bakış

Görünmez Tepe'den güneye bakış; vadilerin ötesinde Şirince

 Şirince yolunda bir patikayı takipteyiz.

 Şirnce'ye doğru; belki bir sel yatağı belki bir patika

Görünmez Tepe'nin üstündeki bele ulaşıncaya kadar Belevi ve daha ötesindeki Torbalı Ovası'na dek bütün topografyayı izleyebiliyorduk. Yolun kenarında erozyona karşı dikilmiş olduğunu düşündüğümüz akasyalar da oldukça büyümüştü. Hemen hepsi çiçekteydiler. Karaağaçlar, katırtırnakları, çiriş otları, akasyalar, kızıl çamlar,sandal ağaçları  ve çınarlar bu rotanın yaygın florasını oluşturmaktaydı.

Kovuklu çınar ağacı


Gezginin kovuk merakı 

Çınarın yüzeyine doğanın attığı çizikler

Görünmez Tepe'den  güneye doğru sarkınca, iki yıl önceki ağılın silüeti göründü uzaktan. Ağıla doğru yürüdüğümüzde o gün rastladığımız 82 yaşındaki İsmail Amca ile yolda karşılaştık. O, yine keçilerini otlatmaya yamaçlara doğru çıkarıyordu. Kendimizi tekrar hatırlattık; ancak pek çıkaramadı. Geçen yürüyüşteki rotayı kullanmamak için İsmail Amca'dan Şirince'ye giden ve ağılın altındaki yamaçtan Selçuk yönündeki aşağıdaki dere yatağına doğru inen patikayı öğrendik. Kendisiyle vedalaşıp yola devam ettik.

 Şirince yolundan Selçuk düzlemine doğru uzanan vadi

Mola verdiğimiz zeytinli tepe

 Şirince'ye doğru yürüdüğümüz şirin patika

Kaktüsler, bir bahçe duvarı ve gezgin

Patika; son derece keyifli, bazen dere yatağını atlayan, bazen sırta paralel eteklerden seyreden konforlu bir rota şeklinde devam etti. Vadiyi aşıp bir tepeye doğru tırmandığımızda sıcağın da etkisiyle epey yorulmuştuk; bir zeytin ağacının gölgesinde epey dinlendik. Kendimizi toparlayınca; Şirince yönünde önümüzde beliren yeni bir tepenin alt düzlemindeki bir çiftlik evinin sınırlarına paralel ilerledik. Evin bahçe sınırları yakınından geçerken birden köpeklerin hücumuna uğradık. Bir süre bizi takip ettiler, ama korumakla "görevli" alanlarından uzaklaşınca sesleri kesildi ve bizi izlemekten vazgeçip yeniden bahçelerine döndüler. 

Yol üstünde rastladığımız bir ağıl; köpeklerle temas...

 Şirince yolundaki dere yatağı


Karşımızda Şirince Köyü


Şirince yönünde panoramik bir görünüm


Dağdan indik düze; bizi Şirince merkezine götürecek şose


Zeytinlikler ve arka planda Matematik Köyü


Biz ise, bu sırada sırtı tırmanmıştık bile. Bu noktadan itibaren Şirince altımızdaki vadinin ilerisinde tam karşımızda belirmişti. Sağımızda Sevan Nişanyan'ın hapse girmesine yol açan kayaya oyulmuş mezar ve alt düzleminde ise Ali Nesin'in Matematik Köyü bulunmaktaydı. Yamaçtan aşağıya vadinin dibine doğru yürümeye başladık.

 Şirince'nin atıklarının bırakıldığı dere yatağı; nasıl da köpürmüş.

Yolun bittiği noktada tarlaların arasından patikayı izleyerek bizi Şirince'ye götürecek yeni bir toprak yola ulaştık. Yarım saatlik bir yürüyüş sonrasında şimdi restoran olarak hizmet veren eski ilkokul binasının bulunduğu meydana ulaştık. Belevi'den bu yana daha kısa bir rotada; 15 km.yi yaklaşık 4,5 saatte yürümüştük. Bu süreye yürüyüş boyunca verdiğimiz molalar da dahildi. 

 Şirince

 Dağdan indik şehire; Şirnce Köy Merkezi'ndeyiz.

Şirince sokaklarından biri

Artık; Şirince merkezindeki kalabalığı karışmak, Rumlardan kalma eski çeşmenin hemen yanındaki köy kahvehanesinde dinlemek hakkımızdı. Gecikmiş yemeğimizi de burada atıştırdık. Selçuk'daki 30 Mart yerel seçimleri ile ilgili sürüp giden tartışmaları dinlediğimiz uzunca bir mola sonrasında; Belevi'de bıraktığımız aracımıza ulaşmak için, iki yıl önce uyguladığımız yöntemin tam tersini gerçekleştirerek Şirince-Selçuk minibüsüne binip Selçuk'a indik. Selçuk Minibüs Garajı'ndan kalkan Selçuk-Tire minibüsü ise, bizi Belevi'ye götürecek yegane araçtı. 

 Şirince'de ayva çiçek açmış; yaz mı gelecek?

Sonuçta akşama doğru, aktarmalı bir minibüs yolculuğu sonrasında Belevi Köy Meydanı'na ulaşmış, bugün de yine doğanın içinde bir farkındalık yolculuğunu tamamlamıştık. Yeniden ve yeniden kendini üreten; düzen ve düzensizliğin iç içe girdiği o büyük cümlede biz de bir kıpırtı yarattıysak ne mutlu bize dedik ve motorlarımızı sürdük İzmir'e doğru...





Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Fotoğraflar: A.Aydemir
Düzenleyen: M.YC