çilek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
çilek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Ocak 2016 Pazar

YELKİ - İNKAYA MAĞARASI



 15 Ocak 2016
İbrahim Fidanoğlu

Bugünkü hedefimiz, Güzelbahçe’nin bir mahallesi konumuna indirgenen Yelki köyünün batıdaki düzlüklerini denizden ayıran, yaklaşık 310 metre yükseltideki Kocadağ kütlesinin güneydoğuya bakan yamaçlarında yer alan İnkaya Mağarası’na ulaşmak… Bu amaçla sabah erken saatlerde Urla yönüne doğru hareket ettik. Hava, yakın zamanlarda yağan yağmurlar sonrasında oldukça açık ve sıcaklık yaklaşık 16 derece civarındaydı. Güzelbahçe üzerinden önce Seferhisar yol ayrımına, daha sonra da Yelki köyüne ulaştık. Yelki artık, Seferihisar yoluna kadar inen modern çizgili yapıları ve korunaklı siteler içinde yer alan lüks villalarıyla köyden öte; şehrin hemen yamacında yer alan başka bir kimliğe bürünmüş gibiydi.

 
Yelki'den İnkaya Mağarası'nın yer aldığı Kocadağ'a bakış

Yelki’ye varınca, Seferihisar yönünde; yolun sağında yer alan Shell akaryakıt istasyonunun hemen yanındaki bir dar yoldan altımızdaki dere yatağına doğru saptık. Yürüyüş öncesi değerlendirmelerimize göre mağara tam karşımızda yer alan Kocadağ’ın kireç taşı kayalıkları üzerinde olmalıydı. Son yağışlarla beslenen ve Çamlı yönünden gelen küçük dereyi geçtikten sonra, bahçeler arasındaki toprak yoldan ilerledik. Yüzlerce yıllık yaşlı zeytin ağaçlarının da bulunduğu bir düzlükte arabayı park ederek toprak bir yoldan Kocadağ yönünde yürümeye başladık.

Yürüyüş rotası 10 km 
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)

 
Kocadağ'a doğru Yelki'nin görünüşü

Kimi derme çatma, kimi oldukça korunaklı bir şekilde yapılmış birkaç çiftliğin yanından geçtik. Hepsinde köpek vardı ve bağlı değillerdi. Güzergâhtaki köpek baskısını mağarayı ziyaret etmek isteyen gezginler için önemli bir parametre olarak belirtmeliyiz.

 
Kocadağ sırtlarından İzmir Körfezi, Güzelbahçe ve Çatalkaya'ya bakış

Zaman zaman, Ovacık yönünden bölgeye sarkan kızılçam korusunun içine giren toprak yolun çevresinde Kocadağ’ın eteklerine doğru makilik alanlar yoğunluk kazandı. Pırnar meşeleri, sakız çalıları, Girit ladenleri, dağ çilekleri ve sandal ağaçları bu maki dokusunun önemli bileşenleriydi.

 
 İnkaya Mağarası'nın yer aldığı Kocadağ'ın kireç taşı kayalıkları

Kocadağ’a yaklaştığımız bir noktada bir dere yatağını aşarak, dağa tırmanan ve oldukça dik seyreden yaklaşık 200 metrelik bir toprak yola girdik. Yol 60 dereceyi aşkın bir eğimle sonlandığı bir noktada, çalılar arasından ilerleyen bir patikaya dönüşerek, mağaranın bulunduğu kireç taşı kayalıklara doğru yükselmeye başladı. Bazen kayaların bir basamak gibi ilerlemeyi kolaylaştırdığı noktalarda soluklanarak, arkamızda bıraktığımız Yelki köyünün ve İzmir Körfezi’nin manzarasını seyrettik. Zaten biraz sonra İnkaya Mağarası’nın; kayalığın dibinde yer alan ağzı göründü. Girişten yaklaşık 7-8 metre aşağıda yer alan mağaranın ana galerisi, yaklaşık 500 metrekareye yakın bir alana sahipti. Hafif bir eğimle aşağı doğru alçalan mağaranın solunda ve sağında başka odacıklara açılan boşluklar bulunmaktaydı. Mağara, oluşumları açısında zengin olmasa da; tavanında oluşumunu tamamlamış sarkıtlar, kenarlarda iki adet sütun ve yine kenarlara yakın bölgelerde dikitler dikkat çekmekteydi.

 

İnkaya Mağarası'nın ana galerisi

28 Ekim 2014 Salı

TİRE’DE BİR SONBAHAR HASADI




SARPÇA’DAN MANASTIR MEVKİİ’NE DOĞRU;
FESATTEPE ALTINDA DOLAŞMALAR


24 Ekim 2014
İbrahim Fidanoğlu

Bu yıl da yaz bitti. Ağustos sıcaklarının Ege’yi epey hırpaladığı günler artık gerilerde kaldı. Birkaç gündür bastıran Ekim yağmurlarından fırsat bulduğumuz bugün, yürüyüş mevsimine merhaba dedik. Amaç, doğadaki yaban hayatın bize armağanı olan yaban mersiniyle, alıç meyvesiyle, ağaç çilekleriyle, kestane ve ceviziyle ve daha aklımıza gelmeyen envai çeşit nice meyvesiyle bir kez daha Tire’nin sırtını dayadığı Güme Dağı’nın yamaçlarında buluşmaktı. Sabah Belevi’deki kahvaltı molası sonrası, rotayı Kral Yolu’nu takiben Tire’ye çevirdik. Yol üstünde uğradığımız Halkapınar Köyü’ndeki, bu yaz faaliyete geçen bir çiftlik ve kır oteli görünümündeki güzel tesiste; sabahın bu erken vaktinde hayat henüz başlamamıştı. Çiftliğin tavukları ve köpekleri dışında bizim geldiğimizi hisseden olmadı. Sabah kahvesi için uğradığımız oteli derinlemesine anlatmayı bir başka zamana bırakarak Tire’ye doğru yola devam ettik.

 Toptepe'den Tire'ye bakış

Bugün Güme sırtlarında; insanlığın avcılık ve toplayıcılıkla geçindiği günlere bir selam gönderdik dersek yalan olmaz. Hasan Hoca’nın Datça’dan getirdiği orfozu saymazsak avcılıkla ilgimiz pek yoktu. Ancak; toplayıcılık derseniz Tire’nin bereketli sonbaharında nasibimiz neyse yeterince aldık doğadan. Toptepe’den başlayan ve kısa aralıklarla süren eden yolculuğumuzun rotasında zaman zaman yürüdük; zaman zaman hasadımız için kısa molalar vererek yolumuza devam ettik.

 Datça'nın orfozu Tire-Toptepe'de...

Toptepe’den sonra Derekahve’ye indik; oradan yönümüzü Kaplan Köyü’nün içinden Güme’nin yükseklerindeki Çukurköy’e oradan da biraz daha alçaklarda yer alan Sarpça Mevkii’ne çevirdik. Antik Larissa Kenti’nin üzerinde yükselen Bizans Kalesi’nin hemen altında kurulu ve neredeyse sadece yaşlıların kaldığı Hisarlık Köyü’nün üstündeki yamaçlarda dolaştık. Ağaç çilekleri ve sandal ağaçları arasında bulduğumuz bir traktör yolundan, daha önceleri birkaç kez Yörükler Mevkii’nden ulaştığımız Manastır Mevkii’ne indik ve çıktık. Sarpça’dan Pers Satrapı Gamerses’in savunma kalesinden kalan harabelerin bulunduğu Fesattepe altındaki Yarbaşı Mevkii’nde sonlanan stabilize yolun en sonundaki Dibekçiler Yörüklerinden bir ailenin oturduğu son eve kadar devam ettik. Burada uzun soluklu bir mola sonrası, vardığımız son nokta Hisarlık Köyü’nün harabeye dönmüş tarihi camisi oldu.

 Silkilen kestaneler gömüde...

 Gezginler kestane ağaçlarının altında dip "taraş"ında...
Şehrin baskısından dağların en yükseklerine çekilen alıç zamanını kaçırmıştık, ama Sarpça sırtlarında sandal ağaçlarıyla birlikte sık çalılıklar şeklinde yayılmış ağaç çilekleri turuncudan kırmızıya dönmüştü bile. Çukurköy’den Sarpça’ya doğru kıvrıldığımızda karşılaştığımız yolun üstünde ve altında uzanan yamaçlar tamamen kestaneliklerle kaplıydı. Çoğu silkelenmişti. Neredeyse hepsinin; yörede “taraş” adı verilen diplerindeki kestanelerin toplanması işlemi de tamamlanmıştı. Ama yine de ağaçların altlarındaki alanda, nefsimizi körleyecek kadar kestane vardı.

Kestanenin dikenli hali ve gezgin

 Biraz ilerde Sarpça’nın ovaya bakan evlerinin arasından geçtik ve ağaç çilekleriyle kaplı yamaca doğru devam ettik. Yamaçta belli bir alan; sandal ağaçları, mersinden daha küçük çaptaki meyveleriyle dikkat çeken kesik çalıları ve ağaç çilekleriyle kaplıydı. Semt pazarlarında kâğıttan külahlarda eser miktarda satılan ağaç çileklerinin dünyasına dalmıştık bir kere. Dalından koparıp yiyerek, reçellik marmelatlık deyip sarıdan turuncuya, turuncudan kırmızıya değişen renkleriyle; ağaç çileklerini toplayıp seyrederek bir hayli zaman geçirdik sık çalılar arasında.

 Sarpça'dan Tire'nin görünüşü

Sarpça yamaçlarında ağaç çileği hasadı

 Sarıdan kırmızıya rengarenk ağaç çilekleri

 Çok sarp değil ama sarpça; işte Sarpça yamaçları


(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)

Sarpça yamaçlarında keçilerin dayanamadığı kesik çalıları ve yaban mersinini andıran meyveleri

Gezginler, Sarpça'dan Manastır Mevkii'ne inen traktör yolunda...

Ağaç çilekleri ve sandal ağaçlarıyla kaplı makilik alanın arasından aşağıya doğru inen traktör yolunu takip ederek, yaklaşık bir kilometre sonra yörede Manastır Mevkii olarak bilinen ve asırlık çınarlarla kaplı ören yerine ulaştık. Daha önceden Yörükler Mevkii’ne giden asfalttan ayrılarak ulaştığımız bu alan, definecilerin açtığı çukurlarla ve dev çınar ağaçlarıyla kaplıydı. Manzara o eski günlerden farklı değildi. Tek fark, artan çukurların sayısıydı. Çınarların altındaki basit çeşmenin ön duvarının ucuna iliştik. Sessizliğin senfonisini dinledik bir süre… Bölgenin yerel anlatımda manastır sözcüğü ile birlikte anılmasının bir arka planı olsa gerek. Defineci çukurları da bunu ele veriyor olmalı. Tire çevresindeki Aydın Dağları’nın bağrında saklı birkaç manastır hikâyesinden birisi de bu mekâna gömülü kalmış yüzyılların ardında.(1)

 Manastır Mevkii

 "Manastır"da var bir çeşme; ama o çeşme değil bu çeşme...

Manastır Mevkii'nde defineci çukurlarından biri

Manastır'ın asırlık çınarları

Manastır Mevkii’nden yeniden Sarpça’ya doğru tırmandık. Asfalta ulaştığımızda Gamerses’in Kalesi’nin yer aldığı Fesattepe’nin alt düzlemine doğru ilerledik. Yakınlarda asfaltlanan yol boyunca makilik alanlar yer yer sıyrılmıştı. Bir çapanoğlu da buralara uğramış olmalıydı. Yola devam ettik.

 Yol üstünde çiğdemler

Yağmurla uyanan siklamenler

Sarpça sırtlarında incir ağaçlarının güzelliği

Asfalt, Fesattepe’nin hemen altında; Yarbaşı Mevkii’nde yer alan son evin dibinde sona eriyordu. Yerel malzeme ile örülmüş ev ve müştemilat nerdeyse bir kompleks görünümündeydi. Evin güler yüzlü sahibesi, bizi büyük bir konukseverlikle karşıladı. Dibekçiler Yörüklerinden olduklarını öğrendiğimiz evin sahibesi, gözle kaş arasında; hemen elinde bir tepsiyle çıka geldi. Önümüze bir tepsi içinde elma ve üzüm; biraz sonra da bir demlik çay geliverdi hemen. Bu kısacık zamanda nasıl da demlenmişti çay? Ceviziydi, daldaki ahlatıydı derken tatmadığımız meyve kalmadı. Evden ayrılırken, dağın başında hiç tanımadığı insanlara karşı, Tanrı misafiridir düşüncesiyle; bu ince konukseverliği gösterebilen tertemiz yürekli Yörüklere minnet duyguları içinde veda ettik.

 Yarbaşı Mevkii'nde mola anı

Gezginler, sirke yapmak amacıyla elma hasadında...

Dönüş yolunda Sarpça’dan Hisarlık Köyü’ne doğru yürüdük. Hisarlık’a varmadan kocaman ağaçlara dönüşmüş bir yaban mersini kolonisi, üzerinde olgun mersin üzümleriyle bizleri bekliyordu. Üstündeki mersin üzümlerinin ağırlığından kıvrılmış dökülmüş dallarının arasında kaybolduk gittik. Kan şekerini düzenleyen etkisiyle tıbbi bitkiler içinde kabul gören mersin, günümüzde kültür bitkisi olarak da yetiştiriliyor. 

 Yarbaşı'nda yaban mersinlerine ulaşabilme çabası

 Yaban mersini kolonisi

Mersin üzümlerinden kaldırdığımız hasatla daha bir zenginledi yükümüz. Son uğrak noktamız ise, Hisarlık Köyü’ndeki harabe haline dönüşmüş 18.yy. yapısı tarihi cami oldu.

 Hisarlık Camisi'nin 2007'deki hali 
(Mart 2007'de İ.Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.)

Hisarlık Camisi'nin 2014'deki hali

 Caminin giriş kapısı
(Mart 2007'de İ.Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.)

Caminin kitabesi
(Mart 2007'de İ.Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.)

 Caminin arka duvarında yer alan duvarcı ustalarının imzası anlamındaki desenler
(Mart 2007'de İ.Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.)

 Caminin kadınlar mahfilinin 2014 yılındaki hali

Caminin içi ve minberin 2014 hali

Hisarlık Camisi'nin avlusundaki tarihi çeşmenin 2014 hali

Arka duvar köşe detayı ve duvarcı ustalarının imzaları; 2014 hali 

Hisarlık Köyü içinde, harap vaziyetteki ahşap cami, mihrabında yer alan barok süslemeler, ahşap minberi ve doğanın tahribatına teslim olmuş çökmekte olan ahşap çatı ve onun üzerini örttüğü son cemaat yerine girişte yan yatıp yıkılmış mavi boyalı tahtadan parmaklıklı kapı zamane ziyaretçilerine esen rüzgârla birlikte derdini fısıldar gibidir. Caminin avlusundan dolanarak ulaşılan arka duvarının üzerinde; camiyi yapan duvarcı ustalarının bir anlamda imzasını temsil eden tuğla malzemeden yapılmış balık sırtı ve dairesel desenler dikkat çekicidir. Yıllar öncesinde benzer bir harabiyet içinde bulduğumuz caminin bugünkü hali, artık tamamen yıkılıp yok olma noktasına ulaşmış durumdadır. Ata yadigârı bu tarihi mirasımızın göz önünde yok olup gitmesi ve yıllarca bu duruma merkezi ve yerel yöneticilerin kayıtsız kalmaları, bu anlamda oldukça manidardır. Muhafazakârlık adına ülkede koparılan fırtınaların esintisinin bu yıkıntılara ilaç olması beklenebilir mi? Kim bilir?

Yağmur bulutları, Tire’nin üstünde akşama doğru iyice yoğunlaştı. Gün boyu bize özgürce hareket etme olanağı sağlayan hava, meteorolojik öngörülere uygun bir şekilde yağmura döndü. Toptepe’de Datça’dan gelen orfozla tamamlanan akşam, Tire’deki yürüyüş sezonunun şanına yakışır bir başlangıçla sona erdi. Şimdi gitme zamanıydı. Tireli dostlarla vedalaşarak İzmir’e doğru hareket ettik.

Dipnotlar:
(1)     Bir başka manastır rotası için bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2012/05/tire-egridere-vadisinde-manastir.html
(2)    Fotoğraflar, yazıda belirtilenler dışında gezi anında A. Aydemir tarafından çekilmiştir.



Yazan: İbrahim Fidanoğlu 
Düzenleyen: M.YC





26 Haziran 2014 Perşembe

GÖRÜNMEZ TEPE ÜZERİNDEN BELEVİ - ŞİRİNCE YÜRÜYÜŞÜ

BELEVİ'DEN ŞİRİNCE'YE
BİR BAŞKA GEÇİŞİN ÖYKÜSÜ 
02 Nisan 2014
İbrahim Fidanoğlu

2012 yılında Şirince'den Belevi'ye yaklaşık 20 km.lik bir yürüyüş yapmıştık. Şirince'de bıraktığımız arabamıza akşamüstü Belevi üstünden ulaşabilmek için, Tire-Selçuk ve Selçuk-Şirince minibüslerini kullanmıştık. Bu kez güzel bir bahar gününde; 2 yıl önceki rotanın tam tersi yönünde, farklı bir güzergahı kullanarak Belevi'den Şirince'ye yürümeyi hedefledik. 
 
Belevi - Şirince rotası 15km
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)

Bu kez çıkış noktamız Belevi idi. Sabah erkenden; Belevi Köy Meydanı'ndaki kahvehanede verdiğimiz kısa mola sonrasında, Belevi'nin arka mahallelerine doğru yürüyüşe başladık.

 Belevi'de refah günlerinden kalma bir ağa konağı

 Belevi'nin kalbine doğru...

Köyün bu noktasında fotoğraf çektirmeliydik. Öyle de yaptık.

Belevi'nin arka mahallerinin ara sokaklarında; eski bir ağa konağı ve üç yol ağzındaki eski bir çeşmeyi arkamızda bıraktıktan sonra, köyün içindeki sola doğru giden yoldan köyün sonuna doğru ilerledik. Yolun sonunda tamamen bitmemiş ve bazılarına yerleşilmiş  tek katlı evlerden oluşan bir siteye ulaştık. Bu evler, köyün son yerleşimleriydi. Topraktan bir traktör yolunu takip ederek Şirince yönüne doğru giden vadide ilerledik.

 Belevi-Şirince rotasında eski bir çeşme

Ilgınlar

 Ardımızda bıraktığımız Belevi

Vadiye doğru ilerledik.

Ağaç çilekleri çiçekte...

Yol boyunca ılgınlar, ağaç çilekleri ve erguvanlar pembeden eflatuna ve beyaza; renk ve ahenk içindeydiler. Baharın bütün coşkusu nebatı uyandırmıştı. Suyu usul usul akan bir kır çeşmesinin yanından geçtik. Hafif bir meyille vadide yükseliyorduk. Sağımızda solumuzda bizi takip eden bir dere yatağının içinden cılız bir akışın sesi duyuluyordu.

 Giderek yükseliyoruz; arkamızda kavaklar...

Karaağaçlar; yada Aydınlıların deyişi ile "karıngeçler"

Gezginler, bir soluklanma anında...

 Erkenci katırtırnakları

Toprak yol, zaman zaman tarlalara ayrılan yol çatılarıyla kesintiye uğrasa da, bizim hedefimiz 2 yıl önceki Şirince'den Belevi'ye yürüyüşümüzdeki aştığımız kireç taşı kayalıklarıyla dikkat çeken Görünmez Tepe'ydi. Vadi boyunca karşılaştığımız yol ayrımlarında o, bizim için bir nirengi noktası oldu hep.

 Vadideki erguvanlar

İşte, bu yola saptık; en soldakine yani...

Yeniden erguvanlar...

Tepeye ulaştığımızda Halkapınar Köyü yönünde yer alan bir başka vadinin bulunduğunu fark ettik. Ama amacımız Şirince yönüne yürümekti; dolayısıyla Görünmez Tepe öncesinde ulaştığımız bir başka tepeyi aşınca, 2 yıl önceki yürüdüğümüz vadiye geldiğimizi anladık. Burada sağa ve sola doğru devam eden üç adet şose sapağı vardı. Sağdaki, dere yatağını takip ederek Selçuk-İzmir karayolu yönüne doğru ilerleyen yol, geçen yürüyüşümüzdeki üzerinde Sinan Baba isminde bir yatırın bulunduğu rotayı izliyordu. Bu yolun sonu Selçuk Orman Fidanlığı'nın hemen yanından İzmir-Selçuk asfaltına kavuşuyordu. Karşımızdaki yol ise, bizim önceki yürüyüşümüzdeki Görünmez Tepe'den inip geldiğimiz yoldu. Bu kez en soldaki toprak yola girdik ve diğer yolun daha üst düzlemindeki bir rotayı izleyerek, sonunda yine Görünmez Tepe'nin Şirince yönünde geçiş verdiği bele ulaştık.

 Yol üstünde rastladığımız; suya yol açan eski bir menfez yapısı

 Görünmez Tepe'den Belevi düzlemine bakış

Görünmez Tepe'den güneye bakış; vadilerin ötesinde Şirince

 Şirince yolunda bir patikayı takipteyiz.

 Şirnce'ye doğru; belki bir sel yatağı belki bir patika

Görünmez Tepe'nin üstündeki bele ulaşıncaya kadar Belevi ve daha ötesindeki Torbalı Ovası'na dek bütün topografyayı izleyebiliyorduk. Yolun kenarında erozyona karşı dikilmiş olduğunu düşündüğümüz akasyalar da oldukça büyümüştü. Hemen hepsi çiçekteydiler. Karaağaçlar, katırtırnakları, çiriş otları, akasyalar, kızıl çamlar,sandal ağaçları  ve çınarlar bu rotanın yaygın florasını oluşturmaktaydı.

Kovuklu çınar ağacı


Gezginin kovuk merakı 

Çınarın yüzeyine doğanın attığı çizikler

Görünmez Tepe'den  güneye doğru sarkınca, iki yıl önceki ağılın silüeti göründü uzaktan. Ağıla doğru yürüdüğümüzde o gün rastladığımız 82 yaşındaki İsmail Amca ile yolda karşılaştık. O, yine keçilerini otlatmaya yamaçlara doğru çıkarıyordu. Kendimizi tekrar hatırlattık; ancak pek çıkaramadı. Geçen yürüyüşteki rotayı kullanmamak için İsmail Amca'dan Şirince'ye giden ve ağılın altındaki yamaçtan Selçuk yönündeki aşağıdaki dere yatağına doğru inen patikayı öğrendik. Kendisiyle vedalaşıp yola devam ettik.

 Şirince yolundan Selçuk düzlemine doğru uzanan vadi

Mola verdiğimiz zeytinli tepe

 Şirince'ye doğru yürüdüğümüz şirin patika

Kaktüsler, bir bahçe duvarı ve gezgin

Patika; son derece keyifli, bazen dere yatağını atlayan, bazen sırta paralel eteklerden seyreden konforlu bir rota şeklinde devam etti. Vadiyi aşıp bir tepeye doğru tırmandığımızda sıcağın da etkisiyle epey yorulmuştuk; bir zeytin ağacının gölgesinde epey dinlendik. Kendimizi toparlayınca; Şirince yönünde önümüzde beliren yeni bir tepenin alt düzlemindeki bir çiftlik evinin sınırlarına paralel ilerledik. Evin bahçe sınırları yakınından geçerken birden köpeklerin hücumuna uğradık. Bir süre bizi takip ettiler, ama korumakla "görevli" alanlarından uzaklaşınca sesleri kesildi ve bizi izlemekten vazgeçip yeniden bahçelerine döndüler. 

Yol üstünde rastladığımız bir ağıl; köpeklerle temas...

 Şirince yolundaki dere yatağı


Karşımızda Şirince Köyü


Şirince yönünde panoramik bir görünüm


Dağdan indik düze; bizi Şirince merkezine götürecek şose


Zeytinlikler ve arka planda Matematik Köyü


Biz ise, bu sırada sırtı tırmanmıştık bile. Bu noktadan itibaren Şirince altımızdaki vadinin ilerisinde tam karşımızda belirmişti. Sağımızda Sevan Nişanyan'ın hapse girmesine yol açan kayaya oyulmuş mezar ve alt düzleminde ise Ali Nesin'in Matematik Köyü bulunmaktaydı. Yamaçtan aşağıya vadinin dibine doğru yürümeye başladık.

 Şirince'nin atıklarının bırakıldığı dere yatağı; nasıl da köpürmüş.

Yolun bittiği noktada tarlaların arasından patikayı izleyerek bizi Şirince'ye götürecek yeni bir toprak yola ulaştık. Yarım saatlik bir yürüyüş sonrasında şimdi restoran olarak hizmet veren eski ilkokul binasının bulunduğu meydana ulaştık. Belevi'den bu yana daha kısa bir rotada; 15 km.yi yaklaşık 4,5 saatte yürümüştük. Bu süreye yürüyüş boyunca verdiğimiz molalar da dahildi. 

 Şirince

 Dağdan indik şehire; Şirnce Köy Merkezi'ndeyiz.

Şirince sokaklarından biri

Artık; Şirince merkezindeki kalabalığı karışmak, Rumlardan kalma eski çeşmenin hemen yanındaki köy kahvehanesinde dinlemek hakkımızdı. Gecikmiş yemeğimizi de burada atıştırdık. Selçuk'daki 30 Mart yerel seçimleri ile ilgili sürüp giden tartışmaları dinlediğimiz uzunca bir mola sonrasında; Belevi'de bıraktığımız aracımıza ulaşmak için, iki yıl önce uyguladığımız yöntemin tam tersini gerçekleştirerek Şirince-Selçuk minibüsüne binip Selçuk'a indik. Selçuk Minibüs Garajı'ndan kalkan Selçuk-Tire minibüsü ise, bizi Belevi'ye götürecek yegane araçtı. 

 Şirince'de ayva çiçek açmış; yaz mı gelecek?

Sonuçta akşama doğru, aktarmalı bir minibüs yolculuğu sonrasında Belevi Köy Meydanı'na ulaşmış, bugün de yine doğanın içinde bir farkındalık yolculuğunu tamamlamıştık. Yeniden ve yeniden kendini üreten; düzen ve düzensizliğin iç içe girdiği o büyük cümlede biz de bir kıpırtı yarattıysak ne mutlu bize dedik ve motorlarımızı sürdük İzmir'e doğru...





Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Fotoğraflar: A.Aydemir
Düzenleyen: M.YC