Malia Sarayı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Malia Sarayı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Aralık 2012 Pazar

Dostluğun ve Düşmanlığın Adası; GİRİT



26-29 Ekim 2012
İbrahim Fidanoğlu


Girit, pek çoğumuzun geçmişinde yer alan öyküleriyle yüreğimizi titreten bir coğrafyadır aslında. En azından bir romanda ya da bir anı kitabında okuduklarımızla tanışmışızdır bu topraklarla. İki farklı halkın yüzlerce yıl birlikte yaşayıp daha sonraları kanlı bıçaklı düşman oluşudur aslında bu topraklardaki saklı öykülerde anlatılanlar.

Heraklion (Kandiye) Limanı
Heraklion (Kandiye) Limanı

Bir “Cihan” İmparatorluğu’nun çöküşü esnasında; Anadolu’da yaşanan Küçük Asya Felaketi ile derinleşen ve en sonunda mübadelede her iki yakadan insanların yurtlarından koparılmasına ve gittikleri topraklarda bir anlamda kendilerini “iki kere yabancı(1) hissetmelerine yol açacak bu süreç, her iki tarafın mağdurlarında nesiller boyu silinmeyecek izler bıraktı. Çekilen acılar, yapılan çileli yolculuklar öykü, roman ve anı oldu; kitaplara yansıdı. Savaşın çocuklarının çektiği acılar, böylece kendilerinden sonra gelecek nesillere ders niteliği taşıyacak bir boyuta ulaştı.
Politikanın girdabında olmayacak yerlere sürüklenen bu acılı kuşakların yaşadıklarından, her iki toplumun çocuklarının alacağı büyük dersler var. En az bin yıllık ortak tarihleri; birbirleri ile iç içe geçmiş kültürleri ve yemeklerine kadar uzanan sosyal yaşamlarındaki benzer alışkanlıklar, bu iki toplumu aslında dostluğa mahkûm etmiş bile denilebilir. Ama ne yazık ki; dünyanın ağa babalarının her zaman bu “büyük insanlığı” tuzağa düşürmek için kurnazca planları bulunuyor. Bize düşen ise; aklımızı ve tarih bilincimizi kullanarak, bu hinoğlu hin tuzaklara bir daha düşmemek olsa gerek.

Kostas’ın büyükannesinin Ayvalık’tan getirdiği Meryemana İkonası
Kostas’ın büyükannesinin Ayvalık’tan getirdiği Meryemana İkonası

Akdeniz’in ortasındaki Girit Adası’nın Batı ucundaki Hanya’ya geldiğimizde, biz de herkes gibi Eski Liman’a doğru yürüdük. Sofoklis Venizelos Meydanı’ndaki Kapalı Çarşı civarında bulunan bütün yollar, neredeyse rıhtıma çıkıyordu. Restorasyonu süren Roma – Bizans döneminden kalma surların hemen önünden limana paralel ilerleyen Karaoli Dimitriou Caddesi’nde meşhur Hanya bıçakçıları vardı. Biraz onlara bakalım dedik. Yoldan merdivenlerle ulaşılan ve ilk bakışta çıkmaz bir sokak izlenimi veren sokakta adamın biri, yerdeki yaprakları süpürüyordu. Dikkatimi çekti; sokağa girdim. Biraz ilerleyince adam beni fark etti ve gülümsedi; gayri ihtiyari adama Türkçe “Merhaba” dedim. Bunun üzerine adam da bana Türkçe yanıt verdi. İsmi Kostas’dı.

Kandiye Limanı’ndaki Venedik Kalesi “Kules” duvarlarında yer alan Venedik Aslanı
Kandiye Limanı’ndaki Venedik Kalesi “Kules” duvarlarında yer alan Venedik Aslanı

Kostas, eczacı idi ve yıllarca Danimarka’da çalışmıştı. Şimdi doğduğu topraklara Danimarkalı eşi ile birlikte geri dönmüş ve büyüklerinden yadigâr; sokak arasındaki iki katlı, bahçeli evinde pansiyonculuk yapıyordu. İzmir’den geldiğimizi öğrenince, heyecanla bizi içeri davet etti; eşiyle tanıştırdı ve ilk olarak hemen kapının girişindeki soldaki duvara asılı duran ve Ayvalıklı büyük annesinden kalma Meryemana ikonasını gösterdi. Anneannesi, mübadelede onu Ayvalık’tan getirmişti. Kostas’ın, Ayvalık dedikçe gözleri parlıyordu. Bize dostlukla; ilgimizi çekebilecek ya da hoşumuza gidebilecek bir şeyler gösterebilmek için, içi içine sığmıyordu. Evin arka bahçesine çıkardı bizleri ve Venedik döneminden kalma duvar parçalarını gösterdi. Sokağın biraz ilerisinde, yine kendi ailesinden kalma bir yıkıklığa götürdü ve Venedik döneminden kalma bir alınlık parçası ile Osmanlı ve Venedik döneminden kalma duvarları gösterdi. Orayı da restore ettirip pansiyon yapacağını anlattı. Kostas, bu sırada biraz Türkçe, biraz İngilizce arada bir de Yunanca; karmaşık bir dil kullanıyordu. Bu durum bizi de heyecanlandırmıştı. Dar zamanda anı paylaştık Kostas’la… Zamanımız kısıtlıydı; ancak belki de bizim için Girit’te geçirdiğimiz en ilginç, en dostça zamanlardı; o anlar. Bu, bizim sadece tesadüfen rastladığımız bir andı Hanya’da…

Hanya; Eski Liman; sanki İzmir’in 19.yy.daki hali
Hanya; Eski Liman; sanki İzmir’in 19.yy.daki hali

Ailesi Girit’ten göçen Ayvalıklı araştırmacı-yazar Ahmet Yorulmaz’ın “Savaşın Çocukları” isimli belgesel romanında ise Aynakis Hasan ya da Hasanaki mübadele sonrasında Ayvalık’tan Girit’e şu düşüncelerle bakmaktaydı:

“Şimdi anayurdumda oturduğum kıyı ilçesi Ayvalık’ın dar sokaklı, avlusuz, bahçesiz evlerine baktıkça, bir hüzün, bir gariplik çöker içime. Hele karanfil, papatya, adaçayı, ıhlamur yerine küf kokan karanlık yapılar sıla özlemimi depreştiriyor. Cetlerimin toprağındayken, bizden on beş kuşağın dünyaya geldiği Girit’i anımsamam, özlemem ne ola ki, diye çok düşünmüşümdür. Hâlbuki Girit’te, son olarak, “Türkler dışarı!” diye bağırıyordu Rumlar. Doğup büyüdüğümüz yerden atmak amacındaydılar bizi, attılar da. İstanbul’da, “Girit bizim canımız, feda olsun kanımız!” diye bağırırlarken, o tarihte yanında çalıştığım matbaacı Vladimiros, bir plak gibi şunu yineleyip duruyordu bana: “Hasanaki inanma sakın, Girit, gitti gider. Sizinkiler, bizim kiliseyle politikacılarımızı tanımıyorlar. Bunların ikisinin yapamayacağı yoktur; dünya âlemi kandıracaklar, sizi buradan çıkaracaklardır. Bak zamanı gelecek, Vladimiros Usta söylemişti diyeceksin.”

Hanya’da Ağa Camisi
Hanya’da Ağa Camisi

“Anayurt Anadolu’ya geldik. Bu kez buradakiler, ırkdaşlarımız, dindaşlarımız, “Yarım gâvur!”, “Gâvur tohumu” diyorlar bize. Beslenmemiz bol sebzeli, dağdan bayırdan toplanan otlarla olunca, bunu da hazmedemiyorlar, alay ediyorlar bizimle: “Eşeklerin hakkını yiyor bunlar,” diyorlar. Horluyorlar, ilişkilerini sınırlı tutuyorlar. Bir başka yere serpiyorlar sizi, gelişip boy atıyorsunuz, gelişme çağınızda kökünüzden söküp atıyorlar. Gerçi alınıp getirildiğiniz yer, çıkış yeriniz ama beslendiğiniz toprak su, hava başkaydı. İnsanın kaderi mi diyeceğiz buna, yoksa barış içinde yaşayanları birbirlerine düşürmekten çıkar umanların işleri mi?”(2)

Hanya’da Splantzia Meydanı’nda “zamane” kahvehaneleri
Hanya’da Splantzia Meydanı’nda “zamane” kahvehaneleri

Kökleri Girit’e dayanan bir başka yazar; Karşıyakalı ağabeyimiz Ertuğrul Erol Ergir de Giritli Mustafa isimli anı-roman kitabında kahramanı Giritli Mustafa’yı şöyle konuşturmaktadır:

“Evet, neticede biz Osmanlı Türkleri, Girit’i kan dökerek Venediklilerin elinden almıştık, yani bir zamanlar işgal etmiştik. Ama işgalciliğimizi bir yerde noktalamış ve zamanla tam birer Giritli’ye dönüşmüştük. Diğer işgalciler gibi kadınlarımızı dışarılardan beraberimizde getirememiştik. Halkla bütünleşmiş ve çoğalmıştık. Ada halkının tümüne dost gözüyle bakıyorduk. Türkler işgalden sonra da kültür, gelenek, dil ve dinlerini muhafaza etmeye muvaffak olmuşlardır ve Rumların da aynı haklarını korumalarına müsaade etmişlerdir. Belki uzun yıllar hâkimiyetin Osmanlılarda olması Rumlara eşit muamele yapılmasını biraz önlemiştir. Ama tarih akışı içinde olaylar geliştikçe ve hatta Fortezza’dan (Venedik döneminden kalma Resmo Kalesi) Osmanlı bayrağı indirilip Yunan bayrağı çekilince de yani Girit Yunan Krallığı’na bağlanınca da karışıklık ve kavgalar noktalanmamıştı.” (3)

Girit’ten göçmek zorunda bırakılarak anayurtlarına gelen Türklerin ruh halleri ve özlemleri işte böyleydi. Hanya’lı dostumuz Kostas’ın atalarının da bundan farklı olduğunu hiç düşünmedik biz. Çünkü doğduğu topraklardan insanları koparmak kadar daha kötü ne olabilir?

Aya Nikola; lagüne doğru
Aya Nikola; lagüne doğru

İşte bunu yanıtı; Dido Sotiriyu’dan; Matomena Hatome (Kanlı Topraklar) ya da bizim tanıdığımız adıyla “Benden Selam Söyle Anadolu’ya” romanının son sayfasında:

“Gölgeler gidip geliyor gecenin içinde. Saldırmalar, bir vuruşta bir kelle uçuruyor. Ter içinde vücutlar, kudurgan bir hınçla aralıyor genç kız bacaklarını ve bu lanetli aşkı tamamlamak için de lekesiz göğüslere bir bıçak saplıyorlar… İnsanlar! Siz bu dünyadan değil misiniz? Hangi şeytan teslim alıp öldürdü ruhumuzu?

Karşıda… Küçük Asya kıyılarında… Minicik ışıklar yanıp sönüyor. Ve kocaman gözler var, yanıp sönen karşıda. Ve tertemiz evler var… Gizli deliklerde paralar yanıp sönüyor, ikonostazda gelin güvey taçları. Mezarlarda atalar yanıp sönüyor. Göz kırpıyorlar sırayla karşıdan. Küçük Asya kıyılarında evet, karşıda; çocuklar, akrabalar, dostlar bıraktık. Gömülmemiş ölüler, barınaksız diriler bıraktık ve şimdi hayaletler misali, oradan oraya savrulan düşler… Küçük Asya kıyılarında evet! Daha dün yurdumuz olan karşıda…

Dipsiz gecenin içinden, tanıdık gölgeler kayıp geliyor… Kirliceliler ve Şevket… İsmail Bey, Kerim Efendi, Şükrü Bey ve Ali Dayıyla kızı… Boşuna! Hiç biri imdada koşamaz artık… Yıkılıp gitti her şey!

Yeknesak çan sesleri işitiyorum. Devenin o yumuşak, o edalı yürüyüşüne işarettir bu çan sesleri! Hörgücünde üzüm küfeleri, kuru incir sandıkları ve zeytin çuvalları, pamuk ve ipek balyaları ve gül suyu küpleri ve şarap fıçıları taşıyıp gelen devenin!

Aya Nikola Kordonu
Aya Nikola Kordonu

Deveci heyy! Kulağında karanfil, nereye gidiyorsun? Beni de al yanına! Geliyorum işte, bekle! Ve boşu boşuna haykırıp durma o güzel türküyü: Yüreğini sımsıkı kapamış herkes, işitmiyorlar!

Şevket! Tanımadın mı yoksa beni? Ben, senin dostun… Ben, senin arkadaşın! Yıllarca birlikte gülüp, beraber ağladık… Ne yapıyor Şevket? Ah Şevket! Vahşi birer hayvan kesildik! Karşılıklı hançerledik, paramparça ettik yüreğimizi! Durup dururken!

Ve sen… Kör Mehmet’in damadı... Hele sen! Neye öyle tiksinerek bakıyorsun yüzüme? Öldürdüm evet seni, ne olmuş? Ve işte ağlıyorum… Sen de öldürdün! Kardeşler, dostlar, hemşeriler… Koskoca bir kuşak, durup dururken katletti kendi kendini!

Bütün bu çekilen acı, bir kötü rüya olsaydı ah! Ve yan yana, omuz omuza verip yürüseydik tarlalara doğru yeniden! Saka kuşlarının türküsüyle şenlenen ormanlara doğru yürüyebilseydik! Ve her birimizin sevdiceği kendi kolunda, çiçeklere bürünmüş kiraz bahçelerinden gülümseyerek çıkıp yan yana eğlenmek üzere, şenlik meydanlarının yolunu tutabilseydik!

Hanya yakınlarında Aya Triada Manastırı
Hanya yakınlarında Aya Triada Manastırı

Ana yurduma selam söyle benden Kör Mehmet’in damadı! Benden selam söyle Anadolu’ya… Toprağını kanla suladık diye bize garezlenmesin. Ve kardeşi kardeşe kırdıran cellâtların Allah bin belasını versin!”(4)

Resmo yada Rethymnon


Rimondi Çeşmesi; Resmo
Rimondi Çeşmesi; Resmo


Resmo yada Rethymnon

Bugün Pazar ve Girit’te bayram var. Giritliler, 1941’de Naziler tarafından işgale uğrayan adada başlatılan direnişin yıldönümünü kutluyorlar. Aslında bu tüm Yunanistan’da İkinci Dünya Savaşı sırasında Alman işgaline karşı verilen mücadelenin ve faşizme karşı ulusça “hayır” denilişinin anısına kutlanan OHİ (Hayır) Bayramı… Biz de onlarla beraber “faşizme hayır” deyip, rotamızı Resmo ve Hanya’ya doğru çeviriyoruz.

Resmo'da OHİ Bayram'ında anti faşist gösteri

Bir bölük asker, bando eşliğinde sabahın erken saatlerinde otelimizin de yer aldığı Özgürlük Meydanı’na doğru uygun adım yürüyorlar. Belli ki bir resmigeçit var. Ama bizim onu bekleyecek vaktimiz yok ne yazık ki…
Bir miktar yolda geçecek günümüz bugün. Ya nasip; ne diyelim. 

Osmanlı yönetiminde Türk nüfusun yoğunlukla yaşadığı ve özellikle Osmanlı sivil mimarisinin en güzel örneklerinin bulunduğu kenttir Resmo… Girit’in Türkler tarafından ele geçirilmesi sürecinde de Hanya ile birlikte Osmanlı kuvvetlerinin karada ilk tutunduğu noktalar olması açısından da ayrı bir önem taşır. Türk mübadillerin Girit üzerine anlatılan hazin hatıralarının pek çoğu bu kente aittir.

Resmo; Eski Liman’da lokantalar ve evler
Resmo; Eski Liman’da lokantalar ve evler

Kentte ve kırsalda; belki Marula’daki çiftliklerde zeytinlerin peşinde at sırtında çekilen çileler, Resmo’da zeytinyağına ve zenginliğe dönüşürdü bir zamanlar… Yunanistan’ın bağımsızlığını ilan etmesine paralel olarak, adada başlayan ayaklanmalar sırasında; iki toplum arasına saçılan düşmanlık tohumlarının beslediği Türklere yönelik katliamlar, Rum komitacıların kasabaya saldığı korkular, çiftliklerinden Resmo’ya doğru durmaksızın sürdükleri atlarının sırtında akşam vakti nefes nefese Megali Porta’dan içeriye süzülüşleri; ayrılığa ve kuşaklar boyu hiç silinmeyecek bir hüzne giden yolun taşlarını döşemiştir.

İşte Kandiye - Hanya yolunda Fortezza diye bilinen bir Venedik kalesinin hemen arkasına konumlanmış, herhalde savunma refleksi ile olsa gerek; önemli caddelerinin Kandiye ve Hanya’nın tersine denize paralel bir şekilde uzandığı ve kenti çeviren surların 20.yy.a doğru sıcak ve büyüme baskısı ile Megali Porta’dan öteye yarılıp yıkıldığı Resmo burasıdır.

Resmo’ya öğleye doğru kıyıdan Fortezza tarafından girdik. Tarihi Venedik Limanı’nın önünden başlayarak tüm kıyı boyunca Doğuya doğru uzanan Venizelos Caddesi’nden ilerlerken, şehir sanki uykudaydı. Neredeyse birkaç turist dışında, kıyıdaki bütün restoranlar ve kafeteryalar bomboştu. Kıyıdan el ayak çekilmiş gibiydi. Ama işin rengi biraz sonra anlaşıldı. Kıyıdan Venedik Loggia’sına doğru ilerleyen daracık sokaklara girip ilerledikçe, dağılmakta olan OHİ Bayramı’nın son kırıntılarına yetiştiğimizi fark ettik.

Resmo; Venedik Locası
Resmo; Venedik Locası

Surların dışına çıkmış şehrin büyük kilisesinin önünden itibaren kalabalığın arasına karıştık. Okul öğrencileri okullarını yansıtan renkler içinde; son derece tertipli ve tertemiz giysileriyle önümüzden geçip gittiler. Töreni izlemeye gelen aileler; çoluk çocuk, genç ihtiyar demeden bir anlamda yediden yetmişe tüm Resmolular; onlar için son derece anlamlı olan bugünü kutlamak için, en güzel giysileri ve en bakımlı halleriyle tören alanındaydılar. Pırıl pırıl giysileri içinde; eşiyle kol kola, 80’nin üstü yaşlarda dede de vardı; elinde mavi beyaz Yunan bayraklarıyla babasının kucağında bebekler de… Bir kriz girdabının içine sürüklenmiş bir toplumun; 70 yıl önceki ulusal bir direnişin anısına düzenlenen bir bayrama, bu denli duyarlılık içinde ve bir kez daha belirtiyorum; en derli toplu halleriyle katılmaları son derece dikkat çekiciydi. Kendi ülkemde son yıllardaki ulusal bayramlarımızı kutlayış şeklimizi, ulusça katılımımızı ve o törenlerin nasıl sulandırılmaya çalışıldığını hatırladım; inanın Resmolulara gıpta ettim ve ne yalan söyleyeyim kıskandım onları.

Nasıl oldu anlamadık; bayramdan dağılan o büyük kalabalık bir anda kıyıdaki tüm kafeteryaları ve lokantaları dolduruverdi. Nerdeyse artık kıyıda oturacak yer kalmamıştı. Tam bu sırada, sahil boyunca uzanan Venizelos Caddesi’nde Fortezza’dan bize doğru mütevazı büyüklükte de olsa yaklaşık 500 -600 kişilik bir yürüyüş korteji belirdi. Taşıdıkları pankartlar, bayrak ve flamalardan antifaşist bir gösteri olduğu her halinden belliydi. Seçimlerde ikinci büyük parti konumuna yükselen sol blok Syriza ile siyah tişörtleri ve siyah bayraklarıyla anarşistleri seçebildim. Önümüzden bağıra çağıra geçip gittiler. Ortalıkta ne kalabalığı coplayacak bir polis vardı, ne de taş atan çocuklar… Yine bizim ülkeden çoook farklıydılar çok… Bir daha iç geçirdik; yemeğe devam ettik.

Resmo; 4 Şehitler Kilisesi, OHİ Bayramı’ndan dağılanlar
Resmo; 4 Şehitler Kilisesi, OHİ Bayramı’ndan dağılanlar

Gelelim Resmo’nun görebildiğimiz önemli yapılarına… Tabii ki bunların içinde, belki de şehrin bugüne dek uzanan yerleşim planını ve sivil hayatını etkileyecek ölçüde öneme sahip Fortezza adıyla da bilinen Venedik kalesi ve Venedik Limanı’nı ilk sıraya koymalıyız. Zaten şehir, kuruluşundan itibaren bu limanın çevresinden başlayarak içerlere doğru genişlemiş. Bizans egemenliği döneminden başlayarak Paleokastro adı verilen tepenin üstünde savunma amaçlı şekillenen kaleleşme eğilimleri, Venedik döneminde özellikle Akdeniz’de Türk donanmasının etkinliğinin artışı nedeniyle 1540 -.1570 yılları arasında ciddi boyutta tahkimat derecesine ulaşmış. Buna karşılık; 1571 yılında İtalyan asıllı, Osmanlı donanmasının Kaptan-ı Deryalığına kadar yükselmiş Uluç Ali yada Kılıç Ali Paşa’nın Resmo’yu 40 kadırga ile topa tutarak surları yerle bir etmesi sonucunda, Venedikliler yeni bir hamle ile Fortezza’nın bugünkü oluşumunu hazırlamışlar.