yörük etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yörük etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Kasım 2019 Çarşamba

DERELİ’DE SONBAHAR


DERELİ VADİSİ BOYUNCA YÜRÜDÜK.
7 Kasım 2019
İbrahim Fidanoğlu

Giriş

Bugün Ephesos’tan Sardes’e uzanan Kral Yolu’nun üzerindeki Tire’nin bir dizi köyünden birisi olan Dereli(1) civarında, Güme Dağı’nın derinliklerine doğru nüfuz eden ve aynı adla anılan şirin bir derenin kıyısı boyunca yürüdük. Benzersiz renklerle bezenmiş doğa bugün de bize en güzel sürprizlerini hazırlamıştı sanki. Dere yatağının iki yakası boyunca yükselen vadinin yamaçlarında; bazen uzaklardan insanın yüreğini titreten Yörük ateşleriyle karşılaştık, bazen de vadinin dibinde akmakta olan suyun ruhumuzu yenileyen o güzelim sesini dinleyerek geçirdik zamanı. Özetle hoş bir birliktelikti doğayla geçirdiğimiz anlar…

 
 
Sırtlarda evler, vadide çınarlar...

 
Yolun başındayız; Dereli deresi boyunca yürüdük.

Kral Yolu’nun çıtlıkları

Dereli, giriş bölümünde de belirttiğimiz gibi Kral Yolu üzerinde yer alan yerleşimlerden biri. Aslında geçmişi de çok eski bir köy değil Dereli’nin. Dibekçiler Yaylası’ndan inen Yörükler kurmuş köyü. Ama yüzlerce yıldır değişmeyen bir şey var ki bu civarda; her yer çıtlık ağaçlarıyla dolu. Sonbaharda olgunlaşan ve asla unutamadığı çıtlık adı verilen meyvesinin onu çocukluk günlerine götürdüğü Hasan Hoca, hem bu ağaç ve hem de Kral Yolu üzerinden yürütülen deve kervancılığı arasındaki ilişki üzerine şunları anlatıyor:

  
Çıtlık ağacı
(Ahmet Tamer Arşivi)

“Batı Anadolu'da yoğun olarak görülen çıtlık ağaçları, her türlü iklime karşı dayanıklı, susuzluktan kolay kolay etkilenmeyen gövdeleriyle dikkat çekerler. Gri renkte, çatlaksız ve düzgün; 25 metreye kadar boylanabilen, yeşil dalları çabuk eğilen ağaçlardır. Mayıs aylarında çiçek açar, erkek ve dişi çiçekler aynı ağaçtadır. Meyveleri önce yeşil, daha sonra sırasıyla sarı ve kahverengi, en sonunda da siyah renk alır. Siyahlaşıp olgunlaşan çıtlıklar, yöremizde çocukların çok sevdiği bir meyvedir. Orta ve ileri kuşak insanların bilinçaltında çok yer etmiş ağaçlardır bunlar. Çocukken bizler de meyvelerini zevkle yer, kargıdan yaptığımız “tüfçek”lerle çekirdeklerini birbirimize üflerdik.

 
Çıtlık meyveleri 
(Ahmet Tamer Arşivi)

Çıtlık meyveleri
(Ahmet Tamer Arşivi)

Ayrıca bu ağaçların dalları yaş iken çok kolay eğildiğinden, deve havutunun iskeletini çatmakta kullanılırmış. Deve kervanlarının eski zamanlardan yakın geçmişe dek Kral Yolu üzerinden sürdürülen ticaretin en önemli lojistik unsurları içinde yer alması, havut imalatının ve onun hammaddesi çıtlık ağacının da ekonomik değerini öne çıkarmıştır. Ağacın yaşken yumuşak, kuruduğunda ise çok sert bir özelliğe sahip olmasından dolayı da kendircilerin kullandığı ıskat tahtası ile dolap makaraları da bu ağaçtan yapılırmış. Hatta Tire’de Salı Pazarı’nda bunların satıldığı özel yerler varmış. Portakal Pazarı Bedesteni önünde, bir de Tahtakale Çeşmesi’nin üstündeki yerlerde satılırmış bu ürünler. Zamanında Tire’de bunları yapan ustaların isimleri ise Hüsnü Usta ve Sait Usta imiş.

 
Dereli'de bir eski bir köprü
(Ahmet Tamer Arşivi)
 
 
Dereli Vadisi

Bu ağacın Latince adı ise Celtis Australis… Geçmişte çok gerekli oldukları için korunmuş; harımların kenarlarında büyütülmüş olan bu ağaçlar, ne yazık ki günümüzde artık gözlerden düşmüş olup, yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadırlar. Beni; her gördüğümde çocukluk günlerime götüren bu gösterişsiz ve kadim ağacın, yörede yok olmaması tek dileğimdir. Her şeye rağmen, Tire ve çevre belediyelerde; park ve bahçelerde bu ağaçların üretilip ekonomiye katkı sağlanmasının yolları bulunmalıdır. Son bir şey daha; Tire’de, neredeyse şehrin tam merkezinde Öğretmen Evi’nin hemen arkasındaki sokakta Çıtlık Dede isminde bir de yatır bulunmaktadır. Dedenin başında da oldukça yaşlı bir çıtlık ağacı vardır. Dedeler, babalar ve ahiler kenti olan Tire’de pek çok ata mezarının varlığı malumdur. Bunlardan biri olan Soğan Dede, insanlık için temel bir gıda olan soğan ile bir anlamda özdeşleşmiştir. Çıtlık Dede de benzer şekilde belki de bütün kazancını çıtlık ağacından sağlayan bir ulu kişiydi; kim bilir?”

 
Dereli'de sabah vakti

 
Köyün çıkışındaki çeşme

Dereli’de Sabah

Tire’den Ödemiş’e uzanan Kral Yolu’nun modern uzantısı olarak kabul edebileceğimiz asfalt yolu takiben ulaştığımız Dereli’de sabah vakti ıssızlık hâkimdi. Karakaya’nın muhteşem siluetinin eteklerinde uzanan derin vadilerden birine sinmiş bu köyün ataları da o kadim dağın arka yüzünden inen Karasakal ve Kıvraklar Yörüklerindendi. Ama hepsinin de eninde sonunda çıktığı yer, yüzlerce yıl önce; Türkmenlerin Doğu’dan Batı’ya yönelen büyük göçünün vardığı son noktalardan biri olan Dibekçiler Yaylası idi.

 
Bir zeytinliğe ulaşan patika

 
Sırtlarda ceviz ağaçları

 
Karşımızda Karakaya...

Köyün girişinde yer alan kahvehanede bile kimsecikler yoktu. Güney yönündeki çıkışa doğru ilerledik. Meydandaki bir çeşmeden sularımızı doldurduk. Bugün amacımız Karakaya’nın eteklerine doğru nüfuz eden Dereli Deresi’nin kıyısı boyunca vadinin içlerine doğru yürümekti. Köyün mezarlığına doğru sağa sapan toprak yol ayrımını geçerek güneye doğru devam ettik.

 
Kendini sonbahara taşımış son hayıt çiçeklerinden biri

 
Gölgelerde siklamenler

Dereli Deresi boyunca

Çınarlar, çıtlık ağaçları ve sırtlarda zeytinliklerle kaplı vadide sonbaharın tüm renkleri iç içe geçmişti sanki. Bahçelerinde zeytin silkenlerin sesleri uzaklardan duyulmaktaydı. Dere kıyısında yoğun olarak rastladığımız hayıtların mor renkli çiçeklerinden birkaçı, hala dökülmeden kalmıştı. Eğildim, kokladım onu; neredeyse yüz yıl önce, Makedonya’nın yemyeşil dağları arasında sıkışıp kalmış bir köy; Novak’ta yaşarlarken, güve yemesin diye yaz başlarında; yünlülerin içine kurutulmuş hayıt çiçeklerini koyan ve hayattayken hiç görmediğim; ama babamdan dinleyerek tanıdığım rahmetli babaannem geldi aklıma. Bize bu hayatı armağan eden o sevgili atalarımı minnetle andım o an…

 Dereli'de suyun sesi...

Vadi boyunca yürümeye devam ettik. Dere yatağının iki yanında yükselen sırtlarda yer yer Yörüklerin evlerine rastladık. Evlerin kıyısından geçerken havlayan köpeklerin sesleri sahiplendi mekânları. Bir süre sonra yol ikiye çatallandı. Biz güneye doğru sürdürdük ilerleyişimizi. Zaman zaman tatlı bir meyille yükselsek de parkur son derece rahattı.

  
Yol çatısından itibaren Dereli Vadisi'nde yürürken...

 
Dereli Deresi'nin bir küçük çavlanı

Dere kıyısındaki çıtlık ağaçlarında çıtlık meyvelerine bu aylarda rastlamamış olmalarına şaştılar Tireli dostlarımız. Oysaki onların çocukluk anıları saklıydı çıtlık ağaçlarında. Bir süre sonra yürüdüğümüz yolun sağında yükselen yamaca konumlanmış bir Yörük evinin önüne geldik. Hasan Hoca, her zamanki gibi ünledi ve selamladı evin sakinlerini. Onlar da bu merhaba üzerine bizi evin bahçesine davet ettiler.

Vadide yer alan Dereli köyünden Ünal'ın evi

 
Evin duvarına asılı nar hevenkleri

Dereli’den Ünal’ın eviydi burası. Yamacın her yanı bahçe haline getirilmişti. Kayrak taşlarla inşa edilmiş bir sivil mimari örneği olan evin şirin avlusunda her türlü malzeme mevcuttu. Duvarda asılı hevenkteki narlar, çardağın altındaki birkaç iskemle, sekinin başındaki derme çatma çeşme, evin güneye bakan yan duvarına asılı portatif tabaklık, su güğümleri ve kap kacaklar bu manzaranın önemli unsurlarındandı. Ev sahipleri, bahçenin yola bakan kıyısındaki dut ağacının altına buyur ettiler bizi. Evin hanımı, hemen ocağa bir çay koyuverdi. Kızı, tepsi ile bardakları hazırlayıp getirdi. Bir anda oluverdi bütün bu işler. Arka arkaya gelen çayların eşliğinde bu dağların bereketi üzerine bir sohbet döndü ortalıkta. Yola devam etmeliydik; çaylar ve sıcak konukseverlikleri için Ünal Bey ve eşine teşekkür ederek yanlarından ayrıldık.

 
Sonra çınarlarla kaplı bir alana geldik. İlerde bunlardan daha pek çoğu ile karşılaştık.

 
Gezginler, çınarların altında...

Dere kıyısından ilerleyen toprak yol, evin karşısındaki çatalda giderek bir patikaya dönüştü. Ama biraz ilerleyince yeniden genişledi. Bir süre dere yatağını yukarıdan seyrederek ilerledik. Kıyı boyunca meşe ağaçları, çınarlara eşlik etti. Gölgelerde serpilen siklamenler, safranlar, her yeri sarmış böğürtlen çalıları, üzerinde siyah renkli ve it üzümü olarak anılan meyveleriyle istifnolar çevremizdeki bitki örtüsünün dikkatimizi çeken diğer unsurlarıydı.

 
Dere yatağına bakış

  
Safranlar

İstifnolar

 
ve meyvesi; it üzümleri

Vadinin iki yakasındaki bahçelerden sesler geliyordu. Cevizler toplanmıştı artık. Kimi yerde budama artıklarının yakıldığı ateşlerin dumanları yükseliyordu göğe doğru. Bir süre sonra, girişi çınarlarla kaplı bir kuru harıma geldik. Derenin kıyısı boyunca ilerleyen patikanın dibindeki bir ağaç gövdesinin üzerinde biraz soluklandık. Manzara eşsizdi.

 
Çınarlarla kaplı kuru harım

  
Gezginler dinlenirken...

 
Asırlık çınarları selamladık.

 
Dereli Vadisi'nin derinliklerine doğru...

 
Karakaya'ya doğru üstümüzden iki jet geçti.

Karakaya’nın eteklerinde; Dereli vadisinin derinliklerinde

Vadiden geçişimiz, her ne kadar doğada suyun en düşük seviyesine indiği bir zamana denk gelse de, yer yer suyun büvetler ve küçük şelalelerle soluklanıp coştuğu anlar da oldu. Vadinin derinliklerine doğru bitki örtüsü iyice zenginleşti. Yol daraldı ve yine çınarlarla kaplı bir alanda son buldu. Dere yatağının içine doğru girdik. Karakaya Tepesi, vadinin derinliklerine doğru ilerlemiş olmamız nedeniyle görüş açımızdan çıkmıştı artık.

 
Dereli Vadisi'nin bütün güzellikleri en derinlerdeydi.

 
Her yerde çınarlar, en arkada pervaneler...

 
Dereli Deresi

Dağdan gelen suyun bu alanda dinlendiği, durulduğu bir noktadaydık. Dere yatağından ilerleme dışında sırtlara doğru çıkan bir dizi patikayı izlemek gibi bir seçeneğimiz de vardı. Ama vakit akşama doğru yaklaşmaktaydı. Sonuçta vadinin derinliklerine doğru nüfuz etmiş, Dereli Vadisi’nde yaklaşık üç saat kadar yürümüştük. Dönüş yolunda; cılız da olsa son yağmurlarla canlanıp yeşeren kekiklerden ve ısırganlardan topladı kimimiz. Ağaçların dallarında narların çoğu toplanmamıştı yine; birçoğu da zaten çatlayıp çürümüş ya da ağaçların diplerine düşmüş durumdaydı.

 
Dereli Vadisi'nde vardığımız son nokta; dere yatağında, yine çınarlarla kaplı bir alandayız.

  
Çınarlar altında Dereli Deresi

 
Dönerken; yine çınarlar...

Dereli’ye yeniden döndüğümüzde sabahtan çok farklı bir manzara yoktu aslında. Yine oldukça sakin, sonbaharın bütün sesleri sönümleyen bir atmosfer vardı köy meydanında. Köyde fazla oyalanmadık; Köyü, Kral Yolu’na bağlayan asfaltı takip ederek köyden ayrıldık.

 
Derede bir an...

 
Son gezgin, dönüş yolunda...

 
Dereli'ye dönerken...

Tire’de Çınaraltı’nda içilen yorgunluk çayları, günün kapanışı gibiydi. Yazdan kalma güzel bir havada Tire’de; Dereli köyünde bir başka rotayı daha gerçekleştirmiştik. Şimdi artık İzmir’e dönme zamanıydı.


Dipnotlar:
(2)    Fotoğraflar, belirtilenler dışında İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.



Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC


21 Aralık 2017 Perşembe

ŞEHRİN KIYISINDA; ANSIZCA KANYONU’NDA…



14 Aralık 2017
İbrahim Fidanoğlu
 Giriş

Ansızca köyü, Spil Dağı’nın eteklerinden Bozdağlar’ın en batıdaki uzantıları Mahmut Dağı ve Nif Dağı’na dek uzanan Kemalpaşa Ovası’na kuzeyden bakan bir dizi Yörük yerleşiminden biridir. İzmir ile Anadolu’nun içlerine doğru sokulan onun arka dünyasını birbirine bağlayan Belkahve Geçidi’ni geçerek ulaşırsınız bu havzaya. Ovadan tatlı bir eğimle Spil’e doğru yükselen topografya, Ansızca ile Yenmiş köyleri arasında yaklaşık 2 km uzunluğunda; giderek derinleşen ve daralan kireç taşından dev bir yarığa dönüşür. İşte bunun adı Ansızca Kanyonu’dur. Kanyonun diğer ismi, Kapuzbaşı Kanyonu olarak bilinmektedir.

 
Ansızca Kanyonu'na yukarıdan bakış 


Yürüyüş rotası; 9 km. (harita için tıklayınız)
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)

Ansızca köyü

Ansızca köyü, Sancaklı Yörüklerinin; Spil’in güney yakasına sıralanmış birçok köy gibi yüzyıllar önce gelip yerleştikleri yerlerden biri. Köyün ismi, arasında yer aldığı iki sırtın ardından ansızın ortaya çıkıvermesi ile ilintili olsa gerek. Köyün arkasından Spil’e doğru tırmanan bozuk asfalt yol üzerinde kızılçamlar altında bulunan bir dede mezarı, köylülerin hafızasında kuruluş günlerinin hatırasını yaşatıyor olmalı. Çam Dede ismiyle anılan bu yatırdan başka köyde bir diğer dikkat çekici mekân, muhtarlık binasının arkasındaki sırtta bulunan bir anıtsal melengeç ağacının çevresi… Köylülerden öğrendiğimize göre; ortalıkta bir mezar izi olmamasına rağmen, burada da bir yatırdan söz ediliyor. Kanyona doğru zeytin silkerken rastladığımız Ansızca köyünden Kuyucu Veli’nin anlattıklarına bakılırsa; köylüler tarafından bu ağacın çevresine belli bir kutsallık atfedilmiş durumda. Kanyon dönüşü uğradığımız melengeç ağacının altında bir süre biz de oyalandık. Şimdilerde Kemalpaşa Belediyesi, bu ağacın çevresini bir çocuk parkı haline getirmiş ve dinlenme amaçlı birkaç bank yerleştirmiş.

 
Ansızca köyü

 
Spil yolunda rastladığımız  Ansızca köyü yakınlarındaki Çam Dede

 
Gezginler, Ansızca köyünün hemen doğu arkasında yer alan anıtsal melengeç ağacının altında...

 
Köyden Ansızca Kanyonu'na doğru...

Köyün eski muhtarından öğrendiğimize göre; köyde yaklaşık 350 hane var. Bu da yaklaşık 900-1000 kişilik bir nüfusa karşılık geliyor. Eskiden köyün nüfusu epey kalabalıkmış. Yaklaşık 3000 civarında bir nüfustan söz ediliyor. Şu anda bile köyün meydanında yer alan üç kahvehane, yerleşimin geçmişten günümüze aktarılan büyüklüğüne işaret etmesi bakımından önem arz ediyor. Köyde 1980’li yıllardan beri yoğunlaşan ve İzmir’in bir dönem çeperinde yer alan Altındağ, Gültepe ve Çamdibi gibi semtlerine yönelen genç nüfusun göçü söz konusu. Köylünün anlatımına göre; tarımsal faaliyetlerin ülke çapında yeterince desteklenmemesi ve özelinde Kemalpaşa Ovası’nın giderek sanayi ağırlıklı olarak değerlendirilmesi sonucunda, ilk adımda düzlüklerde yürüyen bağcılık faaliyetleri sona ermiş. Bütün bağlar bozulmuş. Şimdi köyde tarımsal faaliyet adına zeytin, kiraz üretimi ile hayvancılık ön planda yer alıyor. Kiraz bahçeleri daha çok Spil’e doğru Ansızca Kanyonu’nun üst düzleminde ağırlık kazanmış. Daha alçak yamaçlarda ise yoğun olarak zeytinlikler mevcut.

 
Köyün alametifarikası anıtsal melengeç ağacı

 
Ansızca köyünün merkezi; kahvehanelerin önü

Ansızca Kanyonu

Ansızca Kanyonu, Ansızca ile Yenmiş köyleri arasında; Ansızca’nın hafifçe kuzey doğusunda yer alıyor. Kanyona ulaşmak için doğu yönünde zeytinlikler arasına doğru ilerleyen ve köyün alâmetifarikası gibi duran anıtsal melengeç ağacının yakınlarındaki bir toprak yoldan yürümek gerekiyor. Bayır aşağıya birkaç kilometrelik bir yürüyüş sonrasında kanyonun güney yönündeki başlangıcı diyebileceğimiz dere yatağına ulaşılıyor. Yapraklarından kurtulmuş hayıt çalılarıyla kaplı dere yatağında suyun en az olduğu bir dönemde kanyona gelmemizden olacak; kanyonun daraldığı bir iki nokta dışında neredeyse suyla hiç karşılaşmıyoruz.

 
Gezginler, kanyona doğru yürürken...

 
Ansızca Kanyonu'nun başlangıcı; dere yatağı

 
Ansızca Kanyonu'nun derinliklerine doğru...

  
Kanyonda rastladığımız ilk mağara oluşumu

 
Dağa Kaçtım gezginleri, kanyonda... 

Spil Dağı’nın kireç taşı ağırlıklı yapısından dolayı bu dağ kütlesinin muhtelif yerlerinde bu tür kanyon oluşumları mevcut. Bunlardan bir tanesi de Damlacık köyünün arkasında yer alan kanyon… Ansızca Kanyonu’nun yaklaşık 2 km kadar süren ilk bölümü, yer yer 500 metrelik bir derinliğe sahip. Kanyonun iki duvarının birbirine iyice yaklaşarak daraldığı bazı yerlerde ise; vadi dibindeki genişlik, yaklaşık 1,5-2 metreye dek azalıyor. Bir süre sonra Spil yönünde genişleyerek bir vadiye dönüşen Ansızca Kanyonu daha aşağılardaki o hırçın görünümünden uzaklaşıyor.

 
Ansızca Kanyonu; ilk bölüm

 
Gezgin, Ansızca Kanyonu'nun daralan bölümlerinden birinde...

Kanyonda yürürken tepemizde uçan kuzgunların çıkarttığı sesler dışında ortalık ıpıssızdı. Dere yatağında rastladığımız hayıtlar, melengeçler, ak kesme çalıları, pırnar meşeleri kanyonun dibindeki bitki örtüsünün en önemli unsurlarıydı. Suyun parlattığı irili ufaklı taşların üzerinden yürümek, elbette pek konforlu değildi; ancak yine de keyifle yürüdük kanyon boyunca. İki yanımızda birer duvar gibi yükselen kanyonun iki yüzünde, kireç taşı malzemenin suyun etkisi sonucu erimesiyle ortaya çıkmış mağara oluşumlarına rastladık. Özellikle öğleden sonra arabayla devam ettiğimiz Spil yolundan ayrılarak ulaştığımız Ansızca Kanyonu’nun üst düzleminden görünen kemerli mağara oldukça ilginçti.
 
 
Kanyonun dibinde biriken dere kumu dikkat çekiciydi.

 
Ansızca Kanyonu'nun en dar yerlerinden birindeyiz.

 
Kanyonda su olan yerleri böyle geçtik.

 
Biz kızılçamlara doğru yürürken kanyon kuzeye doğru devam ediyordu. 
 
Yaklaşık 2 km kadar kanyonun içinden yürüdükten sonra yürüyüş grupları tarafından işaretlenmiş bir patikayı takip ederek kanyondan çıktık ve kızılçamlarla kaplı bir sırta doğru tırmandık. Köy fazla uzakta değildi. Yemeğimizi, yürüyüşe başladığımız toprak yolun içinden geçtiği zeytinliklerle kaplı bir sırtta yedik. Çevremizde tarlalardan köylülerin zeytin silkme sesleri geliyordu. Aşağıdan bizi gören bir köylü yanımıza geldi. İsmi Yusuf idi; Ansızca köyündendi. Zeytinlik onunmuş; bir süre kendisiyle sohbet ettik. Tarımın düşürüldüğü çıkmazdan ve köylünün çaresizliğinden söz etti. Ona göre hiçbir şey para etmiyordu. Tarımsal faaliyetler için yeterli su yoktu. Spil’in sularını toplamaya yönelik olarak vadide yapılması öngörülen sulama barajı, onlar için bir ümit ışığıydı. Ancak bu barajın kanyona ve çevresindeki dokuya nasıl bir etkisi olacaktı; doğrusu biz de onu merak ettik.


 
Ansızca köyü muhtarlık binası ve tarihi dibek taşları

Yemekten sonra bir süre köyün merkezindeki kahvehanelerden birinde kahve molası verdik. Karşımızdaki muhtarlık binasının avlusunun kıyısına beş tane dibek taşı diziliydi. Çok eski zamanlardan kalma bu taşların içinde büyük olasılıkla bulgur dövülmüştü. Kahvehanede birkaç yaşlıdan başka kimsecik yoktu. Onlarla kısa süren bir sohbet sonrası Spil’e doğru hareket ettik.


 
Spil yolundan Ansızca Kanyonu'na doğru ilerlerken; önümüze bu atış poligonu çıktı.


  
Yenmiş köyü civarındaki Cennet Yolu Mezarlığı'nda bu yazı ile karşılaştık.

 
Ansızca Kanyonu'na doğru...

Pomak köyü Beşpınar’ın görüş alanımız içine girdiği bir noktada yol iki çatala ayrıldı ve bozuk asfalt burada bitti. Bundan ötesi toprak yoldu. Yukarıda Ansızca köyünün kirazlıkları vardı. Biz Ansızca Kanyonu’nu bir de yukarıdan görmek amacıyla kanyonun hemen üst düzleminde yer alan ve uzaktan bir koloniyi andıran kireç taşı kayalıklara doğru yürüdük.

 
Ansızca Kanyonu'na yukarıdan baktığımız Spil yolundan Kemalpaşa Ovası'nın görünümü

 
Kanyona doğru inen düzlük

Bulunduğumuz bayır tatlı bir eğimle kuzey doğuya; kanyonun vadiye doğru açılan ağzına yöneliyordu. Bizim amacımız kanyonu yukarıdan izlemekti. Son yağmurlarla yemyeşil bir çayır halini alan bayırın vadiye doğru alçalan bölümünde doğu-batı eksenli bir atış poligonu dikkatimizi çekti. Atış poligonu olduğunu yerdeki boş mermi kovanlarından ve plastik hedef artıklarından anlamıştık. Ortalık, bunların artıklarıyla bir pislik denizine dönmüştü. Doğanın bu güzelim köşesini ne hale çevirmişlerdi? Anlaşılır gibi değildi. Bu dağ başında yine canımızı sıkacak bir şeyleri bulmuştuk işte. Kızsak mı; çaresizliğimize üzülsek mi bilemedik ve kanyona doğru yürüdük.

Doğanın bağrında bir meşe ağacı; yanında bir ahlat ve diğerleri...

 
Atış poligonu ve onun neden olduğu çevre kirliğinin resmidir.

 
Bu pisliğe ne demeli?

 
Ansızca Kanyonu; arkada solda kemerli mağara...

 
Dağa Kaçtım gezginleri, Sakarkaya'da; Ansızca Kanyonu'nun kıyısında...

 
Ansızca Kanyonu; bütün hırçınlığıyla güneye doğru uzanıyor.

Kanyonun kıyısındaki kireç taşından kayalıklar (Sakarkaya) oldukça gösterişliydi. Ama esas manzara hemen uçurumun kıyısındaydı. Yüzlerce metre aşağılardaki kanyonun dibinin görünümü gerçekten benzersizdi. Bir süre bir kayanın üstüne ilişerek bu manzarayı doya doya seyrettik. Seyir esnasında, kanyonun karşı yakasında; girişi bir kemeri andıran mağarayı fark ettik. Buradan ona ulaşmamız imkânsızdı, ama biz ona kemerli mağara adını verdik. Kalkerli kayaların arasından hayat bularak çıkan bir ardıç ağacı, meyvelerini kanyona sunarcasına sanki başını uzatmıştı uçuruma doğru. Biraz ileride meşeler, ahlat armutları; onun dallarına yapışarak özsuyunu emen asalak ökse otları, yamacın aşağılarına doğru yoğunlaşan kızılçamlar çevremizdeki bitki örtüsünün dikkati çeken diğer unsurlarıydı.

  
Gezginler, Anzısca Kanyonu'nun üst düzleminde; Sakarkaya üstünde...

 
Uçurumun kenarındaki ardıç ağacı

 
 Bu da meyveleri...

 
Ansızca Kanyonu; yukarıdan...

 
Ahlat ağacı ve onun asalağı ökse otu; ahlatın dalına nasıl yapışmış!

 
Kanyonda başka mağaralar

 Gezginler, Ansızca Kanyonu'nun kıyısında...

Bir başka zamanda kanyona doğru alçalan bu yamaçlardan başlayan bir yürüyüş yapmayı planlayarak Ansızca Kanyonu’na komşu; kireç taşı kütlenin yanından ayrıldık. Vakit akşama yaklaşmıştı. Artık İzmir’e dönüş zamanıydı. Yeniden geldiğimiz yolu takip ederek önce ovaya; daha sonra da bizi İzmir’e ulaştıracak olan İzmir-Ankara otoyolunun Kemalpaşa’ya kadar açılmış olan ilk bölümüne vasıl olduk.

Dipnotlar:
(1)     Fotoğraflar, gezi sırasında M. Yavuzcezzar tarafından çekilmiştir.



Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC