İMERETİ’NİN KALBİ KUTAİSİ
(MANASTIRLAR, KANYONLAR
VE MAĞARALAR)
(2.BÖLÜM)
9-16 Temmuz 2018
İbrahim Fidanoğlu
Giriş
Gürcistan bugün yaklaşık 3,5 milyon insanın
yaşadığı bir Transkafkasya ülkesi… Çalışmak için yurt dışına giden yüz binlerce
insanın yaratmış olduğu demografik değişkenliği de göz önüne aldığımızda;
Gürcistan için sabit bir nüfustan söz etmek bu aralar pek de olası değil. Ama
ne olursa olsun, Gürcistan Kafkasya’da bir şekilde hep oldu; bugünden yarına
yine olacak. Çünkü 1. bölümde biraz da uzatarak sözünü ettiğimiz Gürcistan’ın
arka planında saklı kadim tarihi ve kültürü, ona bu birikimi kesinlikle
sağlıyor. Her ne kadar bugün yoksul bir halkın bireyleri konumunda görünseler
de; benzersiz coğrafyaları, bu coğrafyadan kaynaklanan stratejik konumları ve
kimliklerinin birer önemli parametresi olan orijinal dil, alfabe ve dinsel
özellikleriyle Gürcüler umutlarını geleceğe taşıyabilecek güce sahipler.
Batumi (Batum) sırtlarında...
Batum'da Karadeniz kıyısında...
(Fotoğraf: Nilüfer Keyvanklıoğlu)
Sarp sınır kapısından
girdikten sonra Gürcistan tarafında Sarp’ın
Gürcü yarısı Sarpi’de bizi Türkçe
levhalar ve sesler karşıladı önce. Telefon kartı, para değişimi yapanlar, Sarpi-Batumi arasında çalışan
minibüslerin ve taksi şoförlerinin çığırtkan sesleri, mısır ve meyve
satıcıları, gelen giden yolculardan oluşan hareketli bir kalabalığın içinde
buluverdik kendimizi. Bir süre sonra bizi Batum,
Kobuleti ve Samtredia üzerinden Kutaisi’ye
götürecek aracımıza binerek Gürcistan toprağındaki serüvenimize başladık.
Sarpi'de Gürcistan sınır kapısından girerken...
Sınırdan içerlere doğru ilerledikçe, Batum’u doğu yönünden saran; Kuzey Anadolu Dağları’nın uzantısı
konumundaki yemyeşil bitki örtüsüyle kaplı dağların bildik görüntüsü ve onların
arasındaki derin vadilerden ilerleyerek Karadeniz’e doğru alçalan, sonra Batum önlerinde genişleyen yatağına
serilmiş bir peri gibi usul usul akmakta olan Çoruh’un denize kavuşma heyecanı karşıladı bizi. Yaklaşık sınırdan
16 km kadar içerde; çok katlı binalarıyla dikkat çeken Batum’a; dönüşte uğramak üzere kıyı boyunca takip ettiğimiz yoldan Kutaisi’ye doğru ilerledik.
Batum sırtlarında çay tarlaları
(Fotoğraf: Ebruli Arşivi)
Batum'un sembol anıtlarından; Ali-Nino Heykeli
(Fotoğraf: Nilüfer Keyvanklıoğlu)
Kutaisi
yolunda
Kutaisi’ye ulaşmak için bir
süre Karadeniz’e paralel seyrettik. Daha sonra Tskaltsminda’yı geçince İmereti
bölgesine doğru ilerleyen karayoluna saptık. Her yer, bizim Karadeniz
Bölgesi gibi yemyeşil bir bitki örtüsü ile kaplıydı. Çoruh, Rioni ve Supsa
ırmakları tarafından sulanan düzlükler insanoğlunun tüm istediklerini verecek
denli cömertti.
Batum'da dağdan sahile doğru; topografya ve sosyoloji birarada...
İmereti kırsalında yol boyunca rastladığımız iki katlı evlerden biri
Köylerden geçtik; bazı evlerin önünde oturan birkaç köylüyü görsek de, ortalık belki de sıcak ve nemli iklimin etkisiyle oldukça sakindi. Sokaklarda kimsecikler yoktu. Köyler boyunca karayolunun iki yanında neredeyse standart yapıda; geniş bahçeler içinde, iki katlı; üst katına demir ferforjeli merdivenlerle dönerek çıkılan yorgun evler gördük. Evlerin üst kattaki ana giriş kapılarının üstünde, “ocağı” korusun ve uğur getirsin diye konduğunu düşündüğümüz; belki de Argonaut’lar efsanesindeki mitolojik kadın kahraman Medeia’nın atası olan Güneş Tanrısı Helios ile ilişkilendirilebilecek güneş kursları; bacalarda ise kuş motifleri vardı.
Çoğu Sovyetler Birliği zamanından kalma bu
evlerin o dönemin kırsaldaki bir yaşam standardının izlerini taşıdığını
düşündük. Bu köy ve kasaba evlerinin bir kısmı, zaman içinde sahibinin gelir
durumuna bağlı olarak şekil değiştirmiş, onarılmış ya da onarılmayanlar ise,
zamanın tahribatına karşı mevcudu koruma refleksi içindeydiler. Megrellerin
yurdu Samegrelo bölgesinde Zugdidi-Poti arasında rastladığımız
evler ise daha gösterişli ve birer villayı andırır güzellikteydi. Ama
kırsaldakiler daha mütevazı görünüme sahiptiler. Kutaisi yolunda gördüğümüz evlerin çoğu sessiz ve kapalı gibiydi.
Evlerin arkalarına doğru uzanan, ağaçlarla kaplı geniş bahçelikler vardı. Aşağı
yukarı köylerde herkesin ineği ya da domuzu bulunmaktaydı. Hayvanlar,
şehirlerarası yollarda Hindistan misali serbestçe dolaşmakta, hatta bu nedenle
trafik zaman zaman kesintiye uğramaktaydı. İnek besleme, her bakımdan kıskaca
alınmış Gürcistan toplumunun bir yaşam sigortası gibiydi. Herkes küçük ölçekli
hayvancılık ürünlerini üreterek bir anlamda ayakta kalma savaşımı içindeydiler.
Bu duruma bizzat şehirlerde gördüğümüz halk pazarlarında tanık olduk.
Batum halk pazarında askıdaki domuzlar...
Pazarda patates satıcıları
Gürcistan'da her yemeğe giren kişniş ya da onların ifadesi ile "kinzi" demetleri
Yaklaşık 4 saat civarında bir yolculuk
sonrasında akşama doğru Rioni Irmağı’nın
ikiye böldüğü bir zamanların İmereti
Krallığı’nın başkenti, şimdilerde ise Gürcistan
Parlamentosu’nun bulunduğu kent olarak dikkat çeken Kutaisi’ye girdik.
Bagrati Katedrali'nin bulunduğu Ukimerioni Tepesi'nden Kutaisi'nin akşama doğru görünümü
Kutaisi’de…
Kutaisi, Sovyetler Birliği
döneminde önemli bir sanayi kenti imiş. O yıllarda yaklaşık 600.000 civarında
olan nüfus, bugünlerde 200.000 civarına gerilemiş durumda… 2012 yılında modern
mimariye sahip bir binada faaliyete geçen Gürcistan
Parlamentosu’nun Kutaisi’deki
hayata getirmiş olduğu canlılıktan söz edilse de; gecesi ve gündüzüne tanıklık
ettiğimiz kentin sakin ve mutedil hayatı, bizi daha fazla çekti kendine.
Bilhassa kentin eski dokusunun bozulmamış olduğunu hissettiren havası, geniş
parkları, Merkez Meydanı çevresinde
öbeklenmiş kimlikli tarihi binalar ve ayrıca UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne dâhil edilmiş; Kutaisi’ye yukarıdan bakan Ukimerioni Tepesi’nde kurulu Bagrati Katedrali bunun somut kanıtları
gibi duruyor karşımızda. Bir de bunlara ilave olarak şehrin yakınlarında yer
alan Gelati ve Motsameta Manastırları ile dinozor ayak izlerini taşıyan Sataplia ve Prometheus Mağaraları, kıyısına
kurulmuş bir platformdan yürürken insanı ürpertecek denli bir derinliğe sahip Okatse Kanyonu’nu da eklersek Kutaisi’nin çekiciliği hakkında bir
fikir edinilebilir.
Bagrati Katedrali
Bagrati Katedrali'nin çevresindeki surlar
Kutaisi’yi ikiye bölen Rioni’yi birkaç yerden aşan köprüler
gece birer gerdanlık gibi asılı duruyor suyun üstünde. Kymeli hemşerimiz Hesiodos’un
Theogonia’da(1) Phasis
ismiyle adını andığı; İlkçağ’ın ünlü gezgini, coğrafyacı Strabon’un Geographika’da
coğrafik konumunu çevresindeki yerleşimlerden stadia cinsinden uzaklıkları ile
tanımladığı(2)
Gürcistan’ın bu en büyük ırmağı, Kafkaslar’dan köpüre köpüre akarak ulaştığı İmereti düzlüklerinde ve Kutaisi’nin tam ortasından geçerken bir
anlamda soluklanıyor.
Kutaisi'yi ikiye bölen Rioni Irmağı; ilerde Beyaz Köprü
Kutaisi; genel görünüm
(Ebruli Arşivi)
(Ebruli Arşivi)
Bagrati
Katedrali
Akşama doğru ulaştığımız Kutaisi’de ilk uğrağımız Ukimerioni
Tepesi’nde kentin eski akropolisi izlenimini
yaratan ve UNESCO Dünya Kültür Mirası
Listesi’nde yer alan Bagrati Katedrali
oldu. 11.yy.da Kral III. Bagrat
tarafından yaptırılan kilise, zaman içinde eklentilerle genişleyerek,
konumlanmış olduğu tepede bir kale içinde korunan ve bir sarayı da ihtiva
edecek büyüklükte bir yerleşime dönüşmüş.
Bir akşam vakti Bagrati Katedrali
Bagrati Katedrali ve solunda çan kulesi
Bagrati Katedrali'nin çan kulesi
Katedral düzleminden Kutaisi'ye bakış
Gürcü kaynaklarına göre; Osmanlıların kenti ele geçirdikleri 1691 yılında kilise büyük tahribata uğramış; takip eden 18.yy.da Rus-Osmanlı ve Gürcü savaşları sırasında da yapı yine büyük zarar görmüş. Sovyetler Birliği döneminde 1950’li yıllarda Gürcü sanatçılar, katedralin restorasyonu üzerinde çalışmışlar; ancak yapının bugüne ulaşan son hali 2000’li yılların ikinci yarısında gerçekleştirilen çalışmalar sonucunda ortaya çıkmış. 1913 tarihini taşıyan Rus orijinli eski bir fotoğrafa bakarken; çöken tavan ve duvarlarından ötürü, restorasyon süreçlerinde katedralin neredeyse baştan yaratıldığı anlaşılıyor.
Restorasyon öncesi Bagrati Katedrali'nin hali
(Kaynak:https://www.georgianjournal.ge/culture/33639-georgias-medieval-bagrati-cathedral-removed-from-unesco-cultural-heritage-list.html)
Restorasyon öncesi Bagrati Katedrali'nin içinden bir görünüm
(Kaynak: http://www.tabula.ge/en/story/70442-bagrati-cathedral-copy-or-original)
Bagrati Katedrali ; kale içi
Katedralini giriş kapısı üstünde yer alan bir Ortodoks Haçı
Bagrati Katedrali
Katedralin kemerli giriş kapısı
Katedralin kemerli kapısını taşıyan sütünlardan birinde yer alan detay
Sütun başlığındaki kartal
Kutaisi’de
dolaşırken
Hava, akşamın alaca karanlığına rağmen Kutaisi’de hala sıcak… Kutaisililerin
bir kısmı, akşamı katedralin önündeki düzlükte karşılamayı yeğlemişler bu kez.
İlkçağ’ın efsanelere konu olmuş Kolkhis
Kralı Aietes’in kenti Kutaisi’ye
ve onu ortadan tam ikiye bölen Rioni
Irmağı’na Ukimerioni Tepesi’nden
bakmanın keyfi bir başka olsa gerek. Tepenin ardında kaybolan güneşin
kızıllığı, kentin üstünde giderek akşamın ilk ışıklarıyla birbirine karışmakta…
Farklı dillerden insan sesleri kulağımıza geliyor; çimenlerin üzerinde Gürcü
çocukları yuvarlanıyor kaygısız; kesinlikle hüzünlü, ama güzel bir şehirdeyiz;
akşam vakti Kutaisi’deyiz.
Ukimerioni Tepesi'nden Kutaisi'nin görünümü
Merkez Meydanı; önde Kolkhis Çeşmesi, arkada Şehir Tiyatrosu
Merkez Park ya da Bulvar Parkı
Merkez Parkı'nda gövdesi burulmuş ilginç bir ağaç
Kentin en merkezi noktası olan Merkez Meydanı (Tsentraluri Moedani) ve tarihi yapılar Rioni’nin karşı yakasında yer alıyor. 19.yy.dan kalma bir botanik
bahçesi görünümündeki Bulvar olarak
anılan kocaman Merkez Parkı ve onun
komşuluğundaki Merkez Meydanı
sosyalist dönemin geleneklerini yansıtan dev ölçekteki mekânlar olarak dikkat
çekiyor. Sovyet Dönemi’nde bir Lenin heykelinin
bulunduğu Merkez Meydanı’nın tam
ortasında; bugün kimliğini uzak geçmişlerdeki söylencelerde arayan bir
refleksin ürünü gibi duran Kolkhis
Çeşmesi yer alıyor. Çeşmenin üstündeki at, koç, keçi gibi hayvan figürleri,
asılları Tiflis Müzesi’nde bulunan ve arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan
antikiteleri temsil ediyor. Anıtsal çeşmenin esinlendiği tema ise, İlkçağ’da Kolkhis Krallığı’nın başkenti olarak
işlev görmüş Kutaisi’nin arka
planında saklı; Yunan Mitolojisi’nde yer alan Argonaut’lar söylencesi üzerinden kadim Avrupa Uygarlığı ile ilişki
kurma çabası olarak tanımlanabilir. Yukarıda bir düşünme refleksi olarak
tanımladığımız bu davranışın, bugünkü Gürcistan’ın içinde bulunduğu
kıstırılmışlık halinden bir çıkış çabası olarak da değerlendirilmesi mümkün.
Başarılı olabilirler mi; orası biraz su götürür gibi duruyor.
Bir Kutaisi gecesinden kalan; Kutaisi Merkez Meydanı'nda Kolkhis Çeşmesi
Merkez Meydanı; başka bir açı...
Merkez Meydanı; en arkada oval bina Şehir Tiyatrosu
Kutaisi Opera Binası
Merkez
Meydanı’nın
çevresinde Şehir Tiyatrosu ve Opera Binası gibi tarihi yapılar da yer
alıyor. Bunlardan Merkez Meydanı’nın
ortasındaki Kolkhis Çeşmesi’ne bakan
konumdaki Şehir Tiyatrosu, Sovyetler
Birliği döneminde araya 2. Dünya Savaşı’nın girmesi nedeniyle uzun süren bir
inşaat süreci sonrasında; 1955 yılında hizmete açılmış. Tiyatro, bugün 19.yy.da
Gürcistan’ın önemli aktörlerinden birisi olan Lado Meskhishvili’nin
ismi ile anılıyor. Diğer önemli bir yapı; Opera Binası ise, eski Kutaisi
Tiyatrosu’nun yerinde 1969 yılında kurulmuş. Stalin’in çok sevdiği bir Gürcü halk şarkısı olan Suliko(3)
bu binada ilk kez seslendirilmiş. Yapının çatısında yer alan aslan ve mızraklı
savaşçı heykelleri dikkat çekici…
Suliko; bir Gürcistan halk şarkısı
(Kaynak: https://www.youtube.com/watch?v=-jcDXDHoNGs)
Kutaisi Opera Binası; çatısında aslan heykelleri
(Kaynak: http://www.visitkutaisi.com/en/seeanddo/interestinglandmarks/kutaisi/149-theoperahouse)
Merkez Meydanı'na açılan Kraliçe Tamara Caddesi; bir gece vakti...
Merkez Meydanı yakınlarında...
Kutaisi’de hala küçük de olsa
bir Yahudi azınlığı yaşıyormuş. 3 sinagogun bulunduğu kentte Büyük Sinagog diye anılanı, 1885
yılından kalma ve Gürcistan’ın ikinci büyük sinagogu olarak biliniyor ve oldukça
iyi durumda ve bakımlı…
Kutaisi, Büyük Sinagog
(Kaynak:http://www.visitkutaisi.com/en/seeanddo/churchesandmonuments/kutaisi/127-jewishsynagogue)
(Kaynak:http://www.visitkutaisi.com/en/seeanddo/churchesandmonuments/kutaisi/127-jewishsynagogue)
Sinagogun giriş kapısı
(Kaynak:http://www.visitkutaisi.com/en/seeanddo/churchesandmonuments/kutaisi/127-jewishsynagogue)
Kutaisi’de eski şehrin
sokaklarında yürümek, Merkez Meydanı
yakınlarında büyük parktaki banklardan birine ilişerek azıcık soluklanmak,
19.yy.da bir prensesin(4)
kente bağışladığı dönümlerce büyüklükteki kendi meyve bahçesinin 150 senelik
bir süreçte bugünkü haline dönüşümünü tasavvur edebilmek, Rioni kıyısında
avarelik etmek, yorgun ama kişilikli evlerin yer aldığı sokaklardan geçerek Kutaisi’nin tadına varabilmek; akşam
karanlığında biraz da loş, ama keşfetmesi kolay bir şehir Kutaisi… Denilene göre; 2012 yılında Gürcistan Parlamentosu’nun Tiflis’ten
Kutaisi’ye taşınması, hem şehrin
çehresinin makyajlanması anlamında yenilenmesine, hem de sosyal hayatın
canlanmasına yardımcı olmuş. Bugün Rioni
Irmağı’nın batı yakasında Parlamento civarında bu gelişme dinamiklerini
görebilmek mümkün. Şehir o yöne doğru genişlemekte.(Kaynak:http://www.visitkutaisi.com/en/seeanddo/churchesandmonuments/kutaisi/127-jewishsynagogue)
Kutaisi, Merkez Parkı
Gürcistan’da rugby, futboldan neredeyse daha çok
sevilen bir spor dalı imiş. Öyle ki, uluslar arası rekabette Gürcistan dünya
rugby klasmanında 11.sırada yer alıyor. Kutaisi’nin
ulusal ligde mücadele eden oldukça güçlü bir rugby takımı ve bu yıl Gürcistan’ı
UEFA kupasında temsil eden Torpedo
Kutaisi isminde bir futbol kulübü bulunuyor. Şehrin Torpedo Kutaisi spor
kulübü ile özdeşleşen Givi Kiladze
Stadyumu da Rioni Irmağı’nın batı
yakasında yer alıyor.
Rioni'yi geçen köprülerden biri; Shota Rustaveli Caddesi...
Kutaisi, Rioni kıyısında hoş bir mekan; Cafe Argo...
Kutaisi
Manastırları
Kentin yakın çevresinde iki önemli manastır
kompleksi yer alıyor. 1994 yılından beri UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde
bulunan Gelati Manastırı, Gürcistan
tarihinde Gürcistan birliğini sağlaması nedeniyle “Kurucu” unvanı ile anılan Kral
IV. David tarafından 12.yy.da inşa ettirilmiş. Kendisi de burada gömülü
olan Kral David’e manastırın bitişini
görmek nasip olmamış (Ölümü 1125 yılı). Kendisinden sonra tahta çıkan varisi Demetre tamamlamış yapıyı. Daha sonraki
yüzyıllarda manastır kompleksi, ana katedrale yapılan eklentilerle bugünkü
halini almış. Kutaisi’nin 11 km kadar
doğusunda ve Tskalsitela ırmağının
aktığı vadiye hakim bir tepede bulunan manastır kompleksi, bizim ziyaretimiz
sırasında kapsamlı bir restorasyon süreci içindeydi. Bu sürecin 2006 yılından
beri devam ettiği bilgisini de orada öğrendik.
Gelati Manastırı; restorasyon sürüyor. Öndeki Aziz Georgi Kilisesi, arkadaki ise ana katedral; yani Bakire Meryem'in Doğumu Kilisesi
Manastırın giriş kapısı
Aziz Georgi Kilisesi
Ana Katedral; Bakire Meryem'in Doğumu Kilisesi
Kilisenin tabanında yer alan mezar taşlarından biri
Çan kulesinin altındaki çeşme; suyu çok lezzetliydi.
Gelati Manastırı hatırası
Ormanlık bir alanın ortasındaki düzlükte inşa
edilmiş manastır kompleksinin içinde üç apsisli ana katedralin (Bakire Meryem'in Doğumu Kilisesi) yanında Aziz Georgi’ye ve Aziz Nikolas’a adanmış daha küçük ölçekte iki kilise daha var. Ana
kilisenin girişine yakın konumda bir çan kulesi ve suyu son derece lezzetli bir
çeşme de manastırda dikkatimizi çeken unsurlardan. Bunların dışında manastırın
yüksek duvarları boyunca yaşam mekânları ve müştemilat türünden yapılar mevcut.
Kurucu Kral IV. David’in mezarı ise
manastırın güneyine düşen bir bölümde yer alıyor. Kurucu Kral David’in manastıra yüklediği bu misyon, kendisinden
sonra da sürdürülmüş ve 10 civarı kral ile Kraliçe
Tamara da buraya gömülmüşler. Gürcistan’ın tarihini belirleyen
şahsiyetlerin burada gömülü bulunması nedeniyle de Gelati Manastırı, Gürcüler için ayrı bir önem taşıyor olmalı.
Manastırın üçüncü kilisesi; Aziz Nikolas Kilisesi
Gelati Manastırı'nın çan kulesi
Manastırın avlusunda zambaklar
Gelati Manastırı; ana kilisenin içinden...
Manastır avlusunda yer alan; belki bin yıllık bir ağaç gövdesinden kalan...
Bakire Meryem'in Doğumu Kilisesi'nin apsisi ve ikonastasis
Ana kilisenin içinden bir görünüm
Gelati Manastırı avlusunda bir Gürcü teyzenin izniyle...
Kutaisi yakınlarındaki bir
diğer manastır ise, Araplar tarafından öldürülen iki Gürcü din adamı David ve Konstantin’e adanmış bulunan ve sözcük anlamı “işkence edilmişlerin yeri” anlamına gelen Motsameta Manastırı… Manastır, onların ölümü sonrasında; 10.yy.da Kral III. Bagrat tarafından yaptırılmış.
Günümüzde Gürcülerin nikâh törenlerini gerçekleştirdikleri popüler bir mekân
olarak anılan bu manastır, söylenceye göre David
ve Konstantin’in cesetlerinin
atıldığı söylenen, Rioni Irmağı’nın
aktığı son derece derin bir vadiye hâkim bir tepede yer alıyor. Gelati Manastırı ile
karşılaştırıldığında oldukça mütevazı ölçekli bir yapı görünümünde olan Motsameta Manastırı’nın avlusundan Kutaisi’nin siluet şeklindeki
görüntüsünü de seyretmek mümkün. Kilisenin içinde yer alan fresklerde David ile Konstantin’in başlarına gelenler resmedilmiş. Gürcülere göre; bu
manastıra üç kez emekleyerek gelip dilek tutulursa, Gürcü Kilisesi tarafından
azizi mertebesine yükseltilen David
ve Konstantin tarafından bu
dileklerin gerçekleştirileceğine inanılıyormuş. Motsameta Manastırı, özetlersek; Gürcüler için efsunlu bir
mekânmış. Evlilik törenlerinin burada gerçekleştirilmesinin bir nedeni de
mekâna atfedilen bu kutsallık olsa gerek.
Motsameta Manastırı
Manastırın yanındaki kanyon görünümündeki derin vadi
Motsameta Manastırı; ana kilisenin ikonastasisi
Kilisenin kubbesi
Motsameta Manastırı; çan kulesi
Manastırın adandığı azizler; David ve Konstantin
Arapların David ve Konstantin'e yaptıklarını tasvir eden duvar resimleri
Motsameta Manastırı; kilisenin içinden bir görünüm
Motsameta Manastırı yakınlarındaki bir Gürcü mezarlığı
Sataplia
Mağarası
Kutaisi yakınlarında bir
kaplıca yerleşimi olarak öne çıkan Tskaltubo
kasabası sınırları içinde, Sataplia
ve Prometheus Mağaraları yer alıyor. Jeolojik açıdan özgün bir bölge olarak
tanımlanan Tskaltubo, bölgedeki diri
faylardan ötürü yüzeye çıkabilen sıcak ve şifalı su kaynaklarının beslediği bir
kaplıca merkezi olarak tanınıyor. Kasabada Sovyetler Birliği döneminden kalma
son derece yıpranmış, kaplıca misafirhaneleri olarak kullanılan yüksek bloklar
dikkat çekiyor. Bu mağaralardan ilki; Sataplia
Mağarası’nın girişinde yer alan dinozor ayak izleri, bu bölgenin insanlık
tarihi açısından derinlikli bir bilgi kaynağı olduğuna işaret ediyor. Sönmüş
bir volkan olan, yaklaşık 500 metre yüksekliğindeki Sataplia Dağı’ndan ismini alan mağaranın uzunluğu, yaklaşık 300
metre kadar. Girişteki dinozor ayak izlerini geçtikten sonra, içerisi
ışıklandırılmış ve yürüyüş yolları mevcut olan mağaranın çıkışındaki patikayı
takip ederek Kutaisi’yi uzaklardan
gören bir seyir platformuna ulaşılabiliyor.
Dinozor ayak izleri
Sataplia'da dinozor ayak izlerinin bulunduğu galeri
Sataplia Mağarası
Sataplia Mağarası'ndan bir başka görünüm
Mağaranın içinden bir başka köşe
Sataplia seyir platformuna yürürken...
Sataplia seyir platformundan Kutaisi'ye bakış; ortadaki beyaz kubbemsi bina Gürcistan Parlamentosu
Aynı yerden bir başka bakış açısı...
1984 yılında keşfedilen Prometheus Mağarası ise, dünyanın en büyük mağaralarından biri
olarak biliniyor. Yaklaşık 15,5 km uzunluğundaki mağarada tam 16 adet galeri
mevcut. İçinde botla gezilebilen bir de yer altı gölünün bulunduğu mağarada,
gezginlerin dolaşmasına izin verilen güzergâh yaklaşık 1 km uzunluğunda…
Okatse Kanyonu'nun maketi
Okatse Kanyonu
Okatse Kanyonu'nun dibini buradan görebildik.
Okatse Kanyonu yürüyüş patikasındayız.
Okatse
Kanyonu(5)
Yaklaşık 40 derece sıcaklıkta dolaştığımız aynı
bölgedeki bir diğer önemli nokta ise, içinde Okatse Irmağı’nın aktığı Okatse
Kanyonu… Kenarları boyunca aşağıya doğru bir duvar gibi dimdik inen ve
yaklaşık 500 metre yükseklikteki vadinin üst düzleminde yer alan kayalıklara
raptedilmiş çelik konstrüksiyon bir patikadan yürüyerek izlenebilen bu muhteşem
kanyon, ziyaretçilerini oldukça heyecanlandırıyor. Okatse Kanyonu’nun seyir patikasına yürüyerek ulaşmanın yanında,
yolu son derece zorlu bir toprak parkuru kullanarak Japonların bu yollarda son
derece mahir; Mitsubishi Delica marka minibüsleriyle de aynı hedefe erişmek
mümkün. Kanyonun içinde yer alan bir de şelale (Kinckha Şelalesi) mevcut; ama onu görebilmek için kanyona ırmak
düzleminden erişmek gerektiğini söylediler. Yürüyüş düzleminde; vadinin kıyısı
boyunca yürüyüş patikası aracılığıyla ulaşılan ve altı tamamen şeffaf bir
tabana sahip, kanyonu yukarıdan gören bir de seyir platformu bulunuyor. Ancak
4o derece sıcaklıkta ve güneşin tam altında bu platformda uzun süre kalabilmek
pek de mümkün değil.
Okatse Kanyonu yürüyüş yolunda Ebruli gezginleri
Okatse Kanyonu ve yürüyüş yolu
Okatse Kanyonu
40 derecede Okatse Kanyonu gezisi sonrasında dinlenme anında...
Kanyon ziyareti sonrası yapılacak tek şey,
sıcaktan ve açlıktan sünmüş vücutlara takviye yapmak… Ama ortalık o kadar kalabalık
ve sevimli Gürcülerin turizmi uygulayışlarındaki amatörlük o düzeyde ki;
Gürcistan’da pek revaçta olan armut gazozu (oldukça şekerli, ama bir o kadar da lezzetli) eşliğinde löbyeli haçapuriye (içine fasulye ezmesi konulmuş bir tür pide) razı
olmaktan başka çare yok. Zaten zaman kısa, yol uzun; hedefte Kafkasların
eteğindeki Svanların yurdu Svaneti ve
Mestia var. Haydin kuzeye doğru; Rus
sınırına…
Martvili Kanyonu
(Kaynak:http://www.georgianholidays.com/sights/protected-areas/martvili-canyon)
(Kaynak:http://www.georgianholidays.com/sights/protected-areas/martvili-canyon)
Svaneti; Merhaba...
(DEVAM EDECEK)
Dipnotlar:
(1) Phasis, Hesiodos’un Theogonia isimli manzum
eserinde Tethys ve Okeanos’un birlikteliğinin ürünleri olarak bir dizi ırmağın
ismini sayar; bunlardan biri de Büyük Kafkas Dağları’ndan doğarak güney batıya
doğru akan ve Poti’nin hemen kuzeyinden Karadeniz’e dökülen Gürcistan’ın en
büyük ırmağı Rioni’dir. “Tethys
Okeanos’a ırmaklar doğurdu, / Suları burgaç burgaç ırmaklar: / Nil, Alpheios,
derin burgaçlı Eridanos, / Strymon, Maiandros, güzel akışlı İstros, / Phasis, Rhesos, gümüş burgaçlı
Akheloos, / Nessos, Rhodios, Haliakmon, Heptaporos, / Granikos, tanrısal
Aisepos ve Simoeis, / Peneios, Hermos ve güzel akışlı Kaikos, / Sangarios, uzun
Ladon Irmağı ve Parthenios, / Euhenos, Adreskos ve tanrısal Skamandros.”
(Hesiodos, Theogonia-İşler ve Günler; Çeviren: Azra Erhat-Sabahattin Eyüpoğlu;
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1.Baskı-Mayıs 2016; sayfa: 16)
(2) Strabon, Antik Anadolu Coğrafyası, (Geographika: XII-XIII-XIV), Çeviren: Prof.
Dr. Adnan PEKMAN, Arkeoloji ve Sanat Yayınları; 3.Baskı-İstanbul 1993; sayfa:
22)
(3) Suliko, kendi de Gürcü asıllı olan Sovyet lideri Joseph Stalin’in de çok
sevdiği bir Gürcü halk şarkısı imiş. Son derece duygulu bir ezgiye ve sözlere
sahip şarkıda; mezarını aradığı Suliko (Gürcücede nefes anlamında) ismindeki sevgilisine
duygu ile seslenen bir delikanlının hüzün dolu aşkı dile getirilmektedir.
Şarkının sözleri 1840-1915 yılları arasında yaşayan ve Gürcü Milliyetçiliğinin
simge isimlerinden de biri olan Akika
Tsereteli’ye aittir. Bir başka yaklaşımla; sevgiliye sesleniş, aslında
19.yy.da Rus egemenliğine karşı gelişen ulusal uyanış sırasında vatana duyulan
aşk ve sadakati dillendirmektedir. (kaynak: wikipedia)
(4) Bugün Merkez Park’ın yerinde 19.yy.ın başlarında Imereti Kralı 1.
Solomon’un kızı Prenses Darejan’a ait bir meyve bahçesi varmış Prenses, 1820
yılında bu bahçeyi şehir yönetimine bağışlamış. O yıllardan itibaren bahçede
yapılan düzenlemeler, dikilen ağaçlar, peyzaj çalışmaları ve yürüyüş yolları
sayesinde park bugünkü halini almış. Parkın Kutaisi’nin sosyal hayatında
oynadığı rolde her zaman önemli olmuş. Özellikle Gürcistan tarihindeki birçok
önemli toplumsal miting (1905-1907 Devrimi sırasındaki protesto gösterileri
gibi) burada gerçekleştirilmiş. Ayrıntılı bilgi bkz. http://www.visitkutaisi.com/en/seeanddo/interestinglandmarks/kutaisi/146-theboulevard
)
(5) Samegrelo idari bölgesinde
bulunan bir diğer kanyon ise Martvili
Kanyonu’dur. Samegrelo’nun başkenti konumundaki Zugdidi’de görkemli bir
sarayı bulunan Dadiani ailesinin 19.yy.da yazlık banyoları olarak kullandığı bu
doğa harikası kanyon, bugün de şelaleleri, bot gezintileri, yürüyüş patikaları
ve görkemli manzarası ile dikkat çekmektedir.
(6) Fotoğraflar, yazıda belirtilenler
dışında, gezi sırasında İ. Fidanoğlu / N. Fidanoglu tarafından çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu