PANAZTEPE’DEN GEDİZ DELTASI'NA
29 Nisan 2015
İbrahim Fidanoğlu
Giriş
Ege’nin derinliklerinden doğarak binlerce yıldır batıya akan bir suyun hikâyesidir
biraz da bugün yazacaklarımız. Jeolojik zamanlarda gelgitler şeklinde bugünkü Emirâlem
Boğazı’ndan Manisa Havzası’na doğru hücum eden denizin davranışı, M.Ö. 8
binlerde aşağı yukarı bugünkü halini alır ve İzmir Körfezi’nin bulunduğu çukura
çekilen denize doğru Manisa Havzası’nın boşalmasını sağlayan Gediz’in öyküsü
başlar.
“İzmir Körfezi ve kuzey parçası olan Menemen Ovası, jeolojik zaman
içinde iki kez oluşmuş gibi gözükmektedir. Pliosen’de (5-1,6 milyon yıl) veya
bir sonraki dönem Pleistosen’de (1,6 milyon yıl-10 bin yıl) başında oluşan
Manisa ve İzmir çöküntü alanlarını, Menemen’in doğusunda bugünkü boğaz üzerinde
yer alan bir eşik ayırmaktaydı. İzmir çöküntüsüne dolan Akdeniz’in suları,
Menemen’in doğusuna, eşik kıyısına kadar sokulmakta ve körfezi en geniş
sınırlarına ulaştırmaktaydı. Son buzul dönemi öncesindeki bu ilk istilada,
deniz seviyesinin günümüzdekinden 7 metre daha yüksek olduğu ileri sürülür. Son
buzul döneminde ise deniz seviyesinin 90-100 metre alçalması ile
İzmir Körfezi’ni oluşturan çöküntü alanı, yeniden karalaşmış ve çevre
yükseltilerden gelen akarsular, bu alanda derin vadiler açarak batıya doğru
akmış olmalıydılar. Bu arada Menemen-Manisa Boğazı üzerindeki eşikte biri
doğuya; Manisa çöküntüsüne doğru, diğeri batıya; körfeze doğru akan ve aynı su
çizgisinden beslenen iki akarsudan batıya akanı, zaman içinde aşınma ile
diğerini kaparak boğazı oluşturmuş, Manisa çöküntü havzasını dış drenaja
bağlamış olmalıdır. Son buzul döneminin sona ermesiyle yükselen Akdeniz’in
suları, eski deltayı sular altında bırakmış ve körfez, yeniden eski genişliğine
kavuşmuştur. Dolayısıyla; Maltepe, Taşlıtepe, Değirmentepe ve Üçtepeler
alüvyonlu zemine gömülerek birer ada halini almışlardır.”(1)
Panaztepe önlerinde menderesler çizerek ilerleyen Gediz; söğütlerle çevrili bir yol gibi...
O günlerden bugüne; bütün olan bitenin tanıklarından biri de İzmir
Körfezi’nin ağzının kapanma riskine karşı 19.yy.da değiştirilen Gediz’in aktığı
bugünkü yatağının biraz ötesinde; Taşlıtepe’nin kuzeyindeki Panaztepe’de aşağı
ve yukarı yerleşim izleridir. Bugün bizim ilk durağımız da, Panaztepe’nin
Akropolü konumundaki yukarı yerleşim alanı oldu.
Panaztepe Akropolü; Orta Tunç Çağı yerleşimi; M.Ö. 2 binli yıllardaki bir saraydan kalanlar mı?
Panaztepe
1988 yılından beri sürdürülen sistematik kazılarla dikkat çeken
Panaztepe bugün Seyrek’ten Maltepe ve Gerenköy’e doğru ilerleyen asfaltın
Menemen yönündeki üç yol ağzına çok yakın bir noktada; doğudan batıya doğru
uzanan bir tepeler kolonisi üzerinde yer alır. Asfaltın hemen kıyısında açılmış
büyük çukur, yerleşimin nekropolisini temsil eder. Prof. Ersin Döğer,
Panaztepe’nin; tepenin yukarı ve aşağı kotlarında yer alan yerleşimlerinin
seramik işçilikleri ve mezarlıklarıyla bölgede Orta ve Geç Tunç Çağı boyunca
oynadığı rolün irdelenmesi gerektiğini vurgular.(2)
Panaztepe
Panaztepe Akropolünde Gediz'e bakan sur duvarları
Yerleşimin akropolünde, M.Ö. 2 binlerden Arkaik Döneme kadar uzanan
geniş bir zaman aralığına yayılmış; birbirine komşu evlerden oluşan çok mekânlı
yapısı, tepede yer alan Arkaik tapınak temelleri, tepenin kenarında açılan
yerleşim izlerine paralel olarak uzanan basit sur duvarlarıyla Panaztepe
çağından bugüne haber ileten önemli bir ören yeridir. Tepe, binlerce yıl önce
denizin ortasında yer alan bir ada yada anakaradan bataklıklarla ayrılan bir
yarımada konumunda olmalıdır.
Panaztepe Akropolü; 2000'li yıllarda çalışılan Orta Tunç Çağı (M.Ö. 2 binler) kazı alanının görünümü
Panaztepe Kazısı Başkanı Prof. Dr. Armağan Erkanal’ın belirttiğine göre
1985’den beri sürdürülen Panaztepe Kazıları, Erken Tunç Çağı’ndan Osmanlı
Dönemine kadar süren bir yaşamın varlığını haber vermektedir. Bizim de bugün
dolaştığımız deniz seviyesinden 67 metre yükseklikteki kentin akropolünde 2012
yılından itibaren kazılar yoğun bir şekilde sürdürülmektedir.
Panaztepe Akropolü; Arkaik Döneme (M.Ö. 4-6 yy.lar) ait büyük bir yapının temel izleri; belki bir tapınak...
Akropolde M.Ö. 2 binlerden Arkaik Döneme kadar uzanan bir zaman dilimine
ait kültürel kalıntılar ortaya çıkarılmış durumdadır. 2013 yılında sürdürülen
kazılarda M.Ö. 4 ve 6.yüzyıllara ait mimari yapıların birbirleriyle olan
ilişkilerini ortaya çıkarmaya dönük çalışmalara devam edilmiş. Kentin
akropolünde doğu batı eksenli sur duvarları bugün birkaç temel sırasıyla ortaya
çıkarılmış durumda… Gediz’in menderesler çizerek denize doğru ilerleyen
yatağına hâkim konumdaki sur duvarları, farklı zamanlarda onarımlar görmüş ve
yeniden kullanıma olanaklı hale getirilmiş olmalıdır.
Akropoldeki çok mekanlı yapıyı (saray mı?) çeviren sur duvarları
Panaztepe Akropolü; surların arkasında çok odalı iç içe yaşam mekanları
Panaztepe Akropolü; iç mekanların kapı girişlerine bir örnek
Kazı
Başkanı Prof. Dr. Armağan Erkanal’a göre; her ne kadar Panaztepe, Arkaik
Dönemde yöre için büyük önem taşısa da, asıl ilgi çeken hiç şüphesiz ki
yerleşimin M.Ö. 2. binyılın tümünü kapsayan dönemleridir.(3) Bu dönem yapılaşması kentin akropolünde yer alan
Arkaik Dönem kalıntıları tarafından tahrip edilmiştir. Kısmen yamaçta yer alan
bu yapının; gerek geç yapılaşmalar gerekse şiddetli erozyon nedeniyle özelliğini
büyük ölçüde kaybettiği anlaşılmaktadır. Ören yerindeki çalışmalar sırasında
bulunan kurşun külçe parçaları, henüz paranın insan hayatına girmediği M.Ö. 2
binli yıllardaki ticarette bir değişim aracı olarak kullanılmış olma olasılığı
açısından akropolün ekonomik önemini öne çıkarmaktadır. Akdeniz Havzasında M.Ö.
2. binyılın başında çeşitli dallarda üretim yapan atölyelere sahip saraylar,
ticaret hayatında büyük rol oynamaktadır. Armağan Erkanal’a göre; Panaztepe’de
de “saray” ya da benzeri bir işlevi olan böyle bir yapıdan söz edilebilir.(3)
M.Ö. 2 binlerden kalma; Gediz'e nazır bir saraydan(?) günümüze kalanlar...
Prof. Dr. Armağan Erkanal’ın Panaztepe Ören Yeri ile ilgili genel
değerlendirmesi ise aşağıdaki bölümde ifade edilmektedir:
“Bilindiği
gibi Anadolu M.Ö. 2. binyılın başında Asur Ticaret Kolonileri Döneminde yazıyla
tanışmıştır. Ne yazık ki ele geçirilen binlerce tablete rağmen Anadolu’nun
tarihi coğrafyası sınırlı düzeyde bilinmektedir. Hitit İmparatorluk Dönemi
yazılı belgelerinde ise Batı Anadolu’ya ilişkin kayıtlar görece daha fazla
bilgi edinmemizi sağlamaktadır. Belgeler sayesinde M.Ö. 2. binyılın başından
itibaren yerel beylikler temelindeki politik sistemin bu dönem zarfında devam
ettiği görülmektedir. Bu beylikler kimi zaman birbirleriyle ittifak halinde,
kimi zaman ise Hitit imparatorluğuna bağlı vassal krallıklar olarak karşımıza
çıkmaktadır.
Panaztepe Akropolünde çömlek örnekleri
Panaztepe’nin
de kenarında yer aldığı Gediz Nehri, asırlar boyu bir doğal sınır olmuştur.
Kuzeydeki Aiol ve güneydeki İon yerleşmelerinin de Gediz ile birbirlerinden
ayrılmış olması; M.Ö. 2. binyılda da Gediz Nehri’nin benzer bir role sahip
olduğunu düşündürmektedir. Hitit metinlerinde geçen Seha Nehri’nin Gediz olduğu
genel olarak kabul görmekte olup, kuzeyde Seha Nehir Ülkesi, güneyde ise
Arzawa/Mira Krallıklarının egemen olduğu bilinmektedir.
Panaztepe ve Akropol
Panaztepe
kazılarıyla Batı Anadolu kültür tarihi açısından oldukça önemli fakat antik adı
henüz bilinmeyen bir kentin maddi kültür değerleri açığa çıkarılmaktadır.
Panaztepe, yalnızca Batı Anadolu açısından değil; kazılarda ele geçen farklı
kültürlere ait buluntular bağlamında Ege Dünyası ve bütün Doğu Akdeniz kültür
tarihine ilişkin soruların aydınlatılmasında önemli bir anahtar role sahiptir.
Bu doğrultuda sürdürülecek çalışmalarla İzmir bölgesinin birçok bilinmeyeni
içeren tarihine ışık tutmak mümkün olabilecektir.”(3)
Panaztepe Ören Yeri ve arkada göz alabildiğine Gediz Ovası
Gediz’in Kısa
Hikâyesi
Gediz; İç Ege’de biri Murat
Dağı, diğeri de Şaphane Dağı’ndan doğan iki kolun birleşiminden
oluşan, 17 500 km2lik bir havzayı sulayarak Kütahya’dan İzmir’e
kadar bütün Ege topraklarını kat eden; yaklaşık 400 km.lik bir uzunluğa
sahip, Ege Bölgesi’nin Büyük Menderes’ten sonra ikinci büyük akarsuyudur. Son yıllarda
özellikle Uşak (Deri sanayicileri), Manisa Organize ve İzmir-Kemalpaşa
yöresindeki sanayi tesislerinden gelen zehirli atıkları ve bazı iç Ege
kasabalarının sistematik organik atıkları nedeniyle (Örneğin Gediz kasabası)
açık lağım olarak kullanılmakta olan nehir, Foça yakınlarında yer alan Maltepe
ile Gerenköy arasındaki geniş deltayı oluşturarak Ege Denizi’ne dökülür.
Maltepe önlerinde Gediz'in kollarından biri
Gediz’in isminin eski bir Frig yerleşimi
olan Kadoi’den geldiği; Anadolu’ya gelen Türklerin, ilk olarak Ege
Denizi’ne doğru ilerleme yönleri dikkate alınarak Gediz’in mitolojideki ismi Hermos
yerine Kadoi ile karşılaştıkları ve bu adın zaman içinde Gediz’e
dönüştüğü ileri sürülmektedir. Gediz’in önemli kolları arasında Selendi Çayı,
Demirci yada Borlu Çayı, Alaşehir Çayı (Kogomos), Kum Çayı (Hillos)
ve Nif (Kemalpaşa) Çayı (Tamamen kimyasal atıkların verildiği bir koludur)
sayılabilir.
Gediz boyunca sıkça görülen ılgınlara bir örnek
Ilgın çiçekleri; yakından...
Gediz Nehri, Manisa Ovası’nı kat ettikten
sonra denize doğru yaklaşırken, Dumanlı Dağ ile Yamanlar Dağı arasındaki vadide
akışını sürdürerek Menemen Ovası’na ulaşır. Son yıllarda sulardaki kimyasal
kirliliğin en fazla hissedildiği bölge burasıdır. Menemen (Mainomenos; kaynayan köpüren ova anlamında) Ovası,
tarih boyunca Gediz’den kaynaklanan sel baskınlarına maruz kalmış; bu
baskınları önlemek ve Gediz’in akışını ıslah etmek adına tüm zamanlarda ciddi
uğraş verilmiştir. Gediz 19.yy’a kadar bugünkü Bostanlı civarından (Papaz’ın İskelesi olarak bilinmektedir) Ege
Denizi’ne dökülmekteydi. Bugün Çiğli – Kipa mağazasına giderken üzerinden köprü
ile geçilen geniş dereyi eski Gediz Deltası’nın kollarından biri olarak
düşünebiliriz. 1868 – 1872 yılları arasında Osmanlı Yönetimi, Gediz’in denize
taşıdığı alüvyonların İzmir Körfezi’nin ağzını kapatarak şehrin ekonomik
öneminin kaybolmasını önlemek amacıyla Gediz’in yatağını değiştirmiş; akışı
bugünkü deltasının bulunduğu yer olan Maltepe ile Gerenköy arasına
yönlendirmiştir.
Kuş Cenneti yakınlarında Gediz'in kolları
Gediz Deltası'nda flamingo ve martı
Gediz Nehri üzerine; suların ıslahı ve
tarımsal sulamanın geliştirilmesi adına Cumhuriyet döneminde ideolojik bir
yaklaşımı da yansıtacak tarzda önemli su yapıları oluşturulmuştur. Bunlar
arasında; 1955’de yapılan Demirköprü Barajı, 1932’de yapımına başlanan Adala
Regülâtörü ve Adala – Marmara Gölü besleme hattı; 1939–1944 yılları
arasında bir Alman firmasına yaptırılan Emiralem Regülatörü ve daha
sonraları 1960’lı yıllarda Demirel döneminde yaptırılan Ahmetli Regülatörü
sayılabilir.
Adala regülatörü
(Fotoğraf:İF-2004 Haziran)
Adala-Salihli Ovası sağ sahil sulama kanalı
(Fotoğraf:İF-2004 Haziran)
Adala'dan Ege Denizi'ne doğru akan Gediz
(Fotoğraf:İF-2004 Haziran)
Kaynayan köpüren Gediz-Adala Regülatörü önlerinde...
(Fotoğraf:İF-2004 Haziran)
Uşak üzerinden yaklaşık %20 sınaî; %80
evsel atıklarla yüklü olarak Demirköprü havzasına ulaşan Gediz Nehri, bu geniş
çökelme havzasında kısmen yükünden kurtulur; Adala Regülâtörü’nde aşağıdan
Gediz’den gelen su yükseltilerek içindeki katı parçacıklar bir miktar daha
çökeltilir ve daha sonra Marmara Gölü’ne doğru Adala besleme hattı ile
beslenir. Marmara Gölü; Gediz suyuna göre daha temiz, balık ve larvaların
yaşadığı bir tatlı su gölüdür. Burada rejenere edilen Gediz suyu; bu gölden
Ahmetli Regülâtörü’ne ulaşan ve daha sonra tekrar Gediz’e bağlanan bir diğer
besleme hattı ile tekrar Gediz’e aşılanır. Bu mekanizma ile sulama amaçları
dışında Gediz’in kirlenen suyunun bir nebze olsun temizlenmesi amaçlanmıştır.
Ancak ne yazıkki, Ahmetli’de temizlenen Gediz Kemalpaşa önlerinde Nif çayının
Gediz’e karışması ile tekrar ve bu kez tamamen kimyasal olarak kirlenir. Bu
şekilde Emirâlem üzerinden Menemen ovasına ulaşan Gediz; tüm ovayı ve canlıları
tehdit eder bir boyuta ulaşan kirliliği ile ülke akarsuları içinde en ciddi
kirlilik problemini yaşayan bir tanesi olarak göze çarpar.
Kuş Cenneti
Yürüyüşe dair; Panaztepe’de
dolaşırken
Sabah erken saatlerde Karşıyaka’dan Gediz Deltası’na doğru yola çıktık. Gediz’in
Osmanlı Dönemi’nde değiştirilen yatağından kalan izleri takip ederek
Seyrekköy’e ulaştık. Seyrekköy’ün meydanındaki kahvehanelerden birine oturup
sabah serinliğinde çay, simit ve peynirden oluşan “mükellef” kahvaltımızı
yaptık. Seyrekköy, Osmanlı’nın Balkan Bozgunu sonrasında bu topraklara göç eden
muhacirlerin yoğun yaşadığı bir belde. Mübadele öncesinde Rum nüfusun da barındığı
beldede, Foça yolu çıkışında ayakta durmaya çalışan iki katlı konak eskisi yapı
bunun bir kanıtı gibi zamana direniyor.
Seyrekköy-Mübadeleden günümüze kalan...
(Fotoğraf:İF-2009 Şubat)
Seyrekköy-Rum Evi-ön cephe
(Fotoğraf:İF-2009 Şubat)
Gediz’in suladığı verimli topraklarında özellikle pamuk tarımı ve besi
hayvan çiftlikleriyle öne çıkan Seyrekköy, ülkedeki son yıllardaki çalkantılı
ekonomik ve politik yaşamdan nasibini almış durumda... Köylükten belediyeliğe
terfi eden yerleşim, son yıllarda merkezi hükümetin oy kaygısıyla ülke çağında
yaptığı idari düzenlemeler sonrasında; birçok yerde olduğu gibi, Menemen’in bir
mahallesi konumuna indirgendi. Bu arada, ülkeye dayatılan uluslar arası
ekonomik yaptırımlar sayesinde pamuk tarımı da eski önemini yitirdi; kimi
verimli tarımsal alanlar çoğunlukla mısır ekimine terk edildi. Küresel
rüzgârların ülkede nasıl yansımalar yarattığını anlamak için, biraz yerele
bakmak gerek. Artık hiçbir şey eskisi gibi değil bu topraklarda… En verimli
akarsu havzalarında bile çiftçi, artık mutlu değil. Rüzgâr eken, bir gün
mutlaka fırtına biçecektir.
Gediz Deltası-Maltepe önlerinde flamingolar...
İlk durağımız; Seyrekköy’den Maltepe’ye doğru giderken, Ege Koop
villalarını geçtikten sonra yolun Menemen Kesikköy’den gelen diğer yolla
kesiştiği noktada yer alan; 67 metre rakımlı Panaztepe Ören Yeri’nin Akropolü
oldu. Son yıllarda; özellikle yazları Foça’ya doğru seyrederken yoğun kazı
faaliyetleriyle dikkatimizi çeken Panaztepe’nin akropolüne uğramak bugüne
kısmet oldu. M.Ö. 2 binli yıllardan Osmanlı Dönemi’ne dek sürekli bir yerleşim
mekânı olarak bilinen Panaztepe, jeolojik ve arkeolojik değerlendirmelere göre,
eskiden bir ada idi ve Gediz’in binlerce yıl Anadolu’nun derinliklerinden
sürükleyip getirdiği alüvyonlu çamurla giderek bir bataklığa ve daha sonra ise
çevresi verimli Gediz Ovası’nın topraklarıyla çevrili küçük bir tepecik haline
geldi.
flamingolar arayışta...
Sabahın erken saatlerinde tepeye doğru otlamaya çıkarılmış sürülerin
varlığı köpek baskısı nedeniyle ilkten tedirginlik yarattı. Panaztepe’nin kuzey
ve güney eteklerinde sürülerin barındığı çok sayıda ağıl vardı. Kesiksiz köpek
havlamaları arasında biz usulca Panaztepe’nin akropolüne doğru tırmandık. Çiriş
otları geçmek üzereydi bile. Yine de birkaçının fotoğrafını çektik. Doğu-batı
yönündeki sırtı takip ederek ulaştığımız tepede, bizi ilkin Arkaik Dönem
(M.Ö.4-6 yy.lar arası) kalıntıları karşıladı. Kazı faaliyetleri için açılmış
toprak yolun sonlandığı noktada; birkaç basamakla ulaşılan dikdörtgen planlı
temel izleri bize bir İlk Çağ tapınağını hatırlattı.
Panaztepe Akropolünde Arkaik Döneme ait yapının temelleri
Biraz ilerdeki açmalarda ise başka yapı izleri vardı. Tepede batıya
doğru yürümeye devam ettik. Esas hazine; kuzeye doğru bakan surlar içinde
saklıydı. M.Ö. 2 binli yıllara ait olduğu belirtilen bir yerleşimin izleri
sürdürülen kazılar sonrası gün yüzüne çıkarılmıştı. Kuzey yönünde akropolü
çeviren sur duvarlarına bitişik düzende yerleştirilmiş yaşam alanlarının temel
izleri, birbirinden duvar temelleriyle ayrılan bu mekânların içindeki daha
küçük bölmeler, toprağın içine sıkışmış halde büyük çömlek kapların parçaları, birbirine
bitişik mekânların girişini temsil eden kapı sövelerinden kalan birkaç sıra taş
ve aralarda bırakılmış yürüyüş yolları dikkat çekiciydi.
Panaztepe Akropolünde M.Ö. 2 binlerden kalma duvarlar
Prof.Dr. Ersin Döğer’in Panaztepe yerleşimi ile ilgili şu yazdıklarıyla
bu bölümü sonlandıralım:
“Körfezin batı kenarı boyunca güney-kuzey yönünde sıralanmış Üçtepeler,
Değirmentepe ve Taşlıtepe’nin en kuzeyindeki Panaztepe ile Foça tepelerinin
güney uzantılarından Gerenköy Manastırtepe, Orta Tunç Çağı boyunca körfezin
üzerinde durulması gerekli iki iskânıdır. Özellikle 1988 yılından bu yana
sistemli kazılara sahne olan Panaztepe’nin aşağı ve yukarı yerleşimlerinin
seramik işlikleri ve mezarlıklarıyla bölgede Orta ve Geç Tunç Çağları boyunca
oynamış olduğu rolün irdelenmesi gerekmektedir. Orta Tunç Çağı’nın
başlangıcından itibaren akropolisindeki çok mekânlı büyük yapısı, Geç Tunç
Çağı’nda ise yerli ve ithal Miken çanak çömlekleriyle dolu Tholos mezarları (yuvarlak formlu, kubbeli mezar) ile gün ışığına
çıkartılan Panaztepe yerleşmesi, İ.Ö. 2.binin topografik koşulları içinde
körfezin batı kenarında ya bir ada anakaradan sığ bataklıklarla ayrılan bir
yarımada konumunda olmalıdır. Bu konumu ile de çağdaşı ve kuzeydoğu komşusu
Buruncuktepe (Larissa) ile olan ilişkileri tartışılmalıdır… Panaztepe iskanı,
özellikle Geç Tunç Çağı’nda anakara ile ticaret yapmak üzere, Hellas kökenli
Miken-Aka tüccarlarının bölgedeki hâkim yerel güçlerden-muhtemelen Buruncuktepe
üzerindeki-izinli bir emporio (ticari
üs) durumunda olmalıdır.”(4)
Panaztepe sur duvarları
Gediz Deltası’nda
Deniz Bostanlısı’nın arka dünyasından başlayarak Foça Bağarası
yakınlarına kadar uzanan geniş bir alana yayılmış olan Gediz Deltası, 19.yy.da
körfezin ağzının kapanma riskini ortadan kaldıran yatak değişimi sonrasında; Eski
ve Yeni Gediz’in denize doğru ulaşan yada ulaşamayan kolları arasındaki zengin
flora ve faunası ile son derece önemli bir sulak alan olarak dikkat çeker.
Özellikle birçok kuş türünün önemli bir üreme noktası ve göçmen kuşların
konaklama mekânı olarak bilinen delta, milyonlarca yıldır, yüzlerce kilometre
uzaklardan denize doğru taşınan alüvyonlu topraklarıyla insan toplulukları için
de son derece verimli bir tarım potansiyeli sunar. Son yıllarda; doğduğu
Kütahya il sınırları içindeki topraklardan başlayarak içinden geçtiği il ve
ilçelerin kanalizasyon, sınaî atık v.b. kirliliğini içinde taşıyarak Ege
Denizi’ne ulaşan Gediz Nehri, bağrında çevresel etki açısından büyük tehditler
de barındırmakta…
Gediz'in kucağında...
Panaztepe’den indikten sonra Maltepe üzerinden Gediz Deltası’na doğru
yöneldik. Amacımız Gediz’in Ege Denizi’ne ulaştığı noktalardan en az birini
görebilmek, deltanın “ruhuna” varabilmekti. Bu amaçla önce Maltepe’nin Kuş
Cenneti’ne doğru açılan yüzünde ilerledik. Önce denize doğru ilerleyen kırık
dökük asfaltı takip ettik; daha sonra delta üzerinde yer alan tarımsal
arazilere ulaşmak için açılmış toprak yollara girip çıktık. Bazen Gediz’e ve
kollarına yaklaştık; bazen Gediz’in ana yatağını bulduk diye sevindiğimizde su
bizi kör bir kanalın ucuna kadar götürüp bıraktı. Bazen de bizi denize
yaklaştırır diye girdiğimiz bir toprak yol, bir tarlanın girişine kadar getirip
bırakıverdi birden. Sonunda dönüp durduktan sonra vardığımız son nokta, İzmir
Büyük Şehir Belediyesi’nin yaptırdığı ahşap balıkçı kulübelerinin bulunduğu
barınak oldu. Kuş Cenneti’nin hemen yakınlarındaydık. Biraz ileride flamingolar
sakin sakin suyun keyfini çıkarmaktaydılar. Yanlarından geçişimiz sırasında
ürküp hemen havalandılar. Kuşun uçarken kırmızı beyaz renkleriyle boşluğa doğru
bir zıpkın gibi kanat çırpışının görüntüsü son derece zarifti. Başka kuşlar da
vardı kıyıda; hepsine yetecek kadar bir yaşam alanı sunmuştu doğa. Ama esas
olan; insanoğlunun, bu nimetin farkına varıp bu düzene aykırı davranmamasında
yatmaktaydı. Sazlıklar arasında yuvalanmış binlerce canlı, yüzlerce tür hepsi
bu hayata ortaktılar. Bunları hiçe sayarak doğayı göz göre tahripte ısrar etmek
ne kadar rasyoneldi? Gezegenin her yerinde ve her zaman olduğu gibi bu iddianın
da kaybedeni insandı ve yine insan olacaktı; ne yazık ki…
Eski Gediz kıyısında mora dönmüş kengerler...
Balıkçı barınağından ayrıldıktan sonra Villakent Evleri’nin bulunduğu
tepelerin hemen alt düzleminden, bir kanala paralel ilerleyen toprak yolu takip
ederek yeniden Maltepe Köyü’ne döndük. Köyün içinden geçip bu kez Gediz’in
denize kavuştuğu noktaya ulaşmak amacıyla Gerenköy üzerinden Foça Bağarası
Köyü’ne yöneldik.
Eski Gediz
Eski Gediz kıyısında papatyalar
Dikenlerin güzelliği
Foça Bağarası Köyü’nün Foça yönündeki çıkışından hemen sonra Gediz
Deltası’na doğru bozuk bir asfalt yola saptık. Yol bir süre sonra toprak şoseye
dönüştü. Foça’nın arkasındaki tepelerin hemen altından geçerek Gediz’in bir
koluna kavuştuk. Ege Denizi’nin döküldüğü yerde karşılaştığımız Romanya göçmeni
Muharrem Amca’ya göre bu Eski Gediz imiş; ama yatağı değiştirilen en eski Gediz
değil… Bugün Gediz’in esas ana yatağı, Panaztepe önlerinden kuzeye doğru kıvrım
yaparak önce Gerenköy’e doğru yaklaşmakta ve daha sonra Foça Bağarası
önlerinden batıya ve güneye doğru dönerek bizim de yürüdüğümüz rotaya paralel
bir şekilde Ege Denizi’ne dökülmekte…
Denize doğru Eski Gediz boyunca balıkçı barınakları
Gediz'in denize doğru bitmeyen yolculuğu
Deniz börülceleri ile kaplı geren toprağı-Gerenköy'ün ismi de buradan geliyor olmalı.
Geren toprağı; çatlamış hali
Gediz’in kıyısı boyunca yürümeye devam ettik. Yol boyunca papatyalar,
mor çiçekleriyle kenger dikenleri, pespembe çiçekleriyle, su boyu ılgınlar ve
daha ilerde toprağın nerdeyse bütün yüzünü kaplamış deniz börülceleri bitki
örtüsünün dikkatimizi çeken unsurlarıydı. İnsan eliyle dikilmiş çok sayıda dut
ağacına rastladık. Kimisi daha yeni meyveye durmuştu. Kimisinin boyu nerdeyse
daha bir insan boyu kadar bile değildi. Diz boyu yüksekliğindeki otların rüzgârın
etkisiyle bir o yana bir bu yana savruluşu, Andrey
Tarkovsky’nin şiirsel sahnelerle örülü Ayna
filmini hatırlattı bizlere… Bahar bütün coşkunluğuyla ayaktaydı Gediz
Deltası’nda velhasıl…
Eski Gediz'in denize açılan ağzı
Gediz’i takip ederek küçük köprülerin üstünden geçip denize doğru
yürüdük. Eski Gediz’in yatağının ucuna doğru, yine İzmir Büyük Şehir
Belediyesi’nin daha önce Maltepe açıklarında gördüğümüz balıkçı barınağının
tıpkısı; bir kulübeler kompleksi göründü. Sert geçen kışın ardından özenle
yapılmış barınaktaki kulübelerin durumu pek de iyi görünmüyordu. Nehir ağzına
doğru; zaman zaman denize doğru çekilen suyun bıraktığı bataklıklara
saplanmamak için zigzaglar çizerek yürümeye devam ettik. Denize doğru
martıların çılgınca uğultuları insanın tüylerini diken diken ediyordu.
Yumurtalarını diğer kuşlardan korumaya çalışan martıların canhıraş çığlıkları
yaklaştıkça dalga seslerine karıştı. Her iki kıyı boyunca belediyenin
yaptırdıklarının dışında onlarca derme çatma balıkçı kulübesi vardı.
Gerenköy’den ve Bağarası’ndan gelen köylülere aitti kulübelerin çoğu. Bir süre
sonra kara bitti; artık tam sıfır noktasındaydık ve Gediz’in Ege Denizi’ne
döküldüğü ana tanıktık şimdi…
Eski Gediz'in ağzında; Ege Denizi'nin kıyısındayız.
ve Muharrem Amca karşı kıyıdan bizi kuritasıyla almaya geliyor.
Muharrem Amca ve kırık dökük kuritası
Eski Gediz'in önleri; bundan ötesi Ege Denizi...
70'lik delikanlı Muharrem Amca, küreklere asıldı; karşı kıyıdaydık artık.
Gediz Deltası'nın Foça tepelerine doğru gelişimi
Bu sırada karşı sahilde başında tartamağıyla yaşlı bir balıkçı bize
seslendi. Yanına gelmemizi istiyordu. Ama biz yatağın karşı kıyısındaydık. Bir
süre sonra yaşlı balıkçı, karşı kıyıdan bir kuritaya(5) binerek, bizim bulunduğumuz kıyıya doğru kürek
çekerek yaklaştı. Merhabalaştık ve tanıştık. Önce tekneye attık kendimizi… Sağı
solu kırık dökük teknede ayakta durmak bile güçtü; hemen oturağın kenarına
iliştik.
Denize doğru sazlıkların içinden geçtik
İhtiyar balıkçı, Milli Eğitim Müdürlüğü’nden emekli Romanya göçmeni
Muharrem Amca’ydı. Önce kısa hikâyesini anlattı; Romanya’da başlayan aile
tarihi, şimdi Yeni Bağarası’nda sakin bir emeklilik yaşamı içinde sürmekteydi.
Eski Gediz’in denize kavuştuğu bu noktadaki kırık dökük kulübesinde ise, hem
bir yandan doğayla içi içe olmanın hazzını duymak, diğer yandan da tuttuğu
balıklarla kısıtlı aile bütçesine katkıda bulunmak onun pek sık yaptığı
uğraşlarından biriydi. Bize hemen portatif tüp ocağında çay demledi; eşinin
yaptığı incir pekmezinden tattırdı. Her şeyin birbirine girdiği ve pek de
hijyenin aranmadığı bu ortamda pekmez inanılmaz lezzetli geldi. Çaylar yetişti
arkasından… Gediz’in ağzındaki küçük adaya konuşlanmış martıların çığlıkları
arasında, birbiri ardına yudumladık çaylarımızı.
Karşı kıyıda gezginlerin Muharrem Amca ile birlikte çay keyfi
Yaklaşık 1 saat kadar oyalandık Muharrem Amca’nın yanında… Zaman nasıl
geçmişti anlayamadık. Artık gitme zamanıydı. Dönüşümüzü bu kez bulunduğumuz
karşı kıyıdan yapacaktık. Muharrem Amca, bizi hiç üşenmeden kuritasıyla
bataklıkların ötesine kadar taşıdı. Kıyıya yanaşarak karaya çıktık. Üstüne para
versek, bu kadar keyifle Gediz Nehri’nde bu seyahati yapamazdık. Muharrem Amca
ile kıyıda vedalaşıp ayrıldık. O yeniden kuritasına binip kırık dökük
kulübesine doğru kürek çekerek uzaklaştı.
Muharrem Amca'nın motorsikleti; bizi kuritası ile bu noktaya kadar getirdi.
Dönüş yolunda Eski Gediz...
Akmayan çeşmenin martıları; yol boyunca bu çeşmelerden bir kaç tane daha vardı.
Eski Gediz ve arkada Bağarası'nın tepeleri
Dönüş yolunda bir inek sürüsüne rastladık.
Su boyunda babaçeler
Uçun pelikanlar uçun; denize doğru...
Arabanın yanına ulaştığımızda Eski Gediz’in iki kıyısında toplam 12 km
yol yürümüş, ayrıca gün boyu Gediz Deltası’nda araba ile ayak basmadık yer
bırakmamıştık. Akşam vakti Gerenköy’ün sırtını dayadığı Çamlık’tan Gediz
Ovası’ndaki çalışan traktörlerin toprakta bıraktığı izleri takip ederken, ufka
doğru biraz ilerde görmüş geçirmiş Gediz, milyonlarca yıl yaptığı gibi bu akşam
da Ege Denizi’ne doğru usul usul akışını sürdürmekteydi. Biz ise Gerenköy’ün
tepesinden kızıllığa bürünen ufka doğru bakarak, günün muhasebesini yapmakla
meşguldük.
Gerenköy-Manastırtepe'den Gediz Deltası'na ve Gediz Ovası'na baktık.
Dipnotlar:
(1)
Gediz Havzası’nın jeolojik gelişimi hk.da İzmir’in Smyrna’sı; Prof.
Ersin Döğer, İletişim Yayınları,
1.Baskı-2006; sayfa: 17
(2)
a.g.e; sayfa:36
(3)
Panazıepe Menemen Kazısı hk.da sunum; Prof. Dr. Armağan Erkanal; bkz. http://www.izmirturizm.gov.tr/Eklenti/9467,panaztepe-kazisipdf.pdf?0
(4) İzmir’in Smryna’sı; Prof. Dr.
Ersin Döğer; İletişim Yayınları, 1.Baskı-2006; sayfa: 36
(5) Kurita; sığ sularda karaya
oturmadan gidebilen, altı düz küçük tekne
(6)
Belirtilenler dışında fotoğraflar; gezi sırasında MYC / İF tarafından çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: M.YC
Düzenleyen: M.YC
Çok başarılı bir çalışma, elinize sağlık.
YanıtlaSilTeşekkürler... İF
SilBu fotoğrafları screencapture ile rahatlıkla kopyalayabileceğimizi biliyorsunuzdur.Böyle demode olmuş kopya koruma yöntemi ne işe yarayacakki?Fotoğrafların turşusunumu kuracaksınız?Fotoğraflarınız sizin olsun.
YanıtlaSilSayın takipçimiz; dediğinizi elbette biliyoruz. Ayrıca amacımız kimseden bilgi ve belge saklamak da değil. Blogda yer alan yazılarımıza gelen yorumları incelerseniz, ne demek istediğimizi anlayacaksınız. Şunu belirtmeliyiz ki; karşı taraf meramını belli bir edep dahilinde anlatabilirse; bu tür talepleri karşılamamak gibi bir düşüncemiz asla olamaz. Blogdaki bütün yazılar belli bir emeğin ürünüdür. Sadece amacımız sizin gibi "meraklı" arkadaşlara bu hassasiyetimizi hissettirmektir. Yoksa asla karşı tarafı yine sizin yaptığınız gibi rahatsız edici bir dil kullanarak kışkırtmak olamaz. Ayrıca yazdığınız gibi "turşucu" filan da değiliz. Şunu da belirtelim; bloğu da izlemek zorunda değilsiniz. Beğenmezseniz, girdiğiniz bu sanal ortamı kolaylıkla terk edip gidebilirsiniz. Bizden size naçizane bir tavsiye; nezaketi ve edep duygusunu gerçek alemde asla yitirmeyin. Saygılarımızla... İF
Sil