söğüt etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
söğüt etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Nisan 2018 Salı

YENİDEN KAYADİBİ’NDEN İKİZGÖL’E


30 Mart 2018
İbrahim Fidanoğlu

Giriş

Bugünlerde Kayadibi çevresi, nefes aldığımız yegâne mekân gibi. Fazla uzaklara açılamıyoruz epeydir. Ama şehre 700 metre yükseklerden bakan bu güzelim köyün çevresinde yapılacak o kadar keyifli rotalar ve gidilecek o kadar cazip hedefler var ki; bitecek gibi değil bu rotalar. Bir de farklı mevsimlerde aynı rotaları bir daha yapmanın ayrı bir güzelliği var. Doğa, görene her mevsimde yeni armağanlar sunmakta. Önemli olan bunların farkında olabilmek ve doğanın bu eşsiz armağanlarıyla keyiflenebilmek… Bildiğiniz eski rotadan birazcık sapmak, andezit kayaların ve dağ patikalarının arasında kaybolmak size tahmin edemeyeceğiniz küçük sürprizlerini her zaman kuytularda hazırlamıştır. Gerisi ne gam…

 
Yamanlar Dağı'nın eteklerindeki bir vadide yer alan İkizgöl


Yürüyüş rotası; 5 km. (harita için tıklayınız)
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)

Uzaktan bakıldığında kayalık, gösterişsiz ve çorak bir görünüme sahip gibi görünse de Yamanlar Dağı, özellikle bahar aylarında saklı köşelerinde ziyaretçisine inanılmaz sürprizler hazırlar. Onlarca yıl art arda çıkan irili ufaklı yangınlarda zengin bitki örtüsünün çoğunu alevlere kurban veren zavallı Yamanlar Dağı, her şeye rağmen her bahar yeniden uyanır ve yeşil bir örtüyle kaplanır.

 
Bir tür çiğdem; yıldız çiçeği de derdik çocukken...

Bugün biz de yarattığımız dar zamanda Yamanlar’ın eteklerindeki doğanın yeşil örtüsüne kavuşmasına tanıklık etmek ve Bornova Çayı’nın doğduğu yer olan efsanevi İkizgöl’e bir de baharda bakabilmek amacıyla Kayadibi’nden İkizgöl’e doğru yürümeye başladık. Vakit öğle üzeriydi. Hava güneşli ve sıcaklık, yukarılarda 18 derece civarındaydı. Kısacası her şey yürümeye ve doğanın sürprizlerine uygundu.

 
Yamanlar Dağı; karşıdaki belden Karagöl'e gidilir.

Kayadibi’nden İkizgöl’e

Daha önceden birkaç kez yürüdüğümüz güzergâhın başlangıç noktası olan Kayadibi-Kurudere asfaltı üzerindeki hayvanları sulamak amacıyla yapılmış olan bir çeşmenin bulunduğu yerden yürümeye başladık. Tatlı bir meyille batıya doğru yükselen toprak yol, tepeye ulaştığımızda İkizgöl’ün de yer aldığı vadiye doğru alçalmaya başladı. Karagöl’e ve İkizgöl’e doğru daha önceki yürüyüşlerimizde kullandığımız şevimli patikanın altından vadiye inen bu yolu seçtik bu kez. Aşağıdaki alçak bir sırtın hafriyatla boşaltılmış yüzü, yürümekte olduğumuz yolun da bu amaçla açılmış olabileceğini düşündürttü bize.

 
Kayadibi'nden ayrıldıktan sonra bu yola girdik. Ahlatlar yapraklanmıştı bile...

 
İkizgöl'ün bulunduğu vadiye doğru iniyoruz. Eski rotalardan ayrıldığımız noktadayız.

 
İkizgöl'e bakan yamaçlarda İlkçağ'dan beri süregelen yerleşim izleri vardı.

Çevremizde pırnar meşeleri, çitlembikler ve kesme çalılarının yeni sürgünleriyle yeşermişti ortalık. Aralarında hala beyaz çiçekleriyle fark edilen birkaç badem çalısı gözümüze çarptı. Yaklaşık 700 metre yüksekliğindeki Kayadibi köyünün çevresindekilerinin bile yemyeşil yapraklarıyla donanmış olduğu bu günlerde, onların hala beyaz çiçekleriyle gelene geçene göz kırpmaları, herhalde kuzeye bakan bir sırtta bulunmalarından kaynaklanıyor olmalıydı.

 
İkizgöl'e inerken karşılaştığımız bademler, hala çiçekteydiler.

 
İkizgöl'e ve ağıla doğru ayrılan yolun başındayız.

 
Dağa Kaçtım gezginleri, İkizgöl yolunda...

Bir süre İkizgöl’ün de bulunduğu vadiye doğru indik. Güneye doğru ayrılan bir toprak yolun ilerisinde bir çit kapısı, onun ardında da derme çatma bir ağıl vardı. Biz kapıdan içeri girince koyunlar bir kenara doğru çekildi. Yolun diğer ucu da hayvanların çıkışını engellemek için kapatılmıştı. Ağaçların koyu gölgelik bir alan oluşturduğu açık ağılın çevresinde andezit kayalardan çevrilmiş güzel bir köşe vardı. Ortada yer alan iki küvet, hayvanların içmesi için suyla doldurulmuştu. Tam o sırada arkamızdan doğa yürüyüşçüsü olduğunu tahmin ettiğimiz bir kişi belirdi. Yaşı bizden daha büyüktü, ancak tek başına doğanın keyfini sürecek kadar da özgür ruhlu olmalıydı. Geriye dönüp seslendik ve bize yetişmesi için biraz durakladık. Yanımıza geldiğinde tanıştık; emekli Türkçe öğretmeni Hataylı Ali Bey’di yeni yol arkadaşımız. Ama işin ilginç yanı, o bizim sıkı bir izleyenimizdi ve ona Yamanlar Dağı’nın eteklerinde İkizgöl’ü ararken rastlamıştık. Bu da bizim için günün hoş bir sürprizi olmuştu ve bir ilkti doğrusu. İkizgöl’ü bizim yazılarımızdan okumuş ve sora sora oraya ulaşmayı umarak, Eğridere’den Kayadibi’ne dek yürümüştü. Dağın başında bize rastlaması doğrusu büyük şanstı ve biz gidilecek hedefi biliyorduk. Kısa tanışma sohbeti sonrasında ağılın diğer kapısından çıkarak, bizi İkizgöl’e ulaştıracak şirin patikaya vasıl olduk.

 
İkizgöl'e yürürken içinden geçtiğimiz ağıldan manzaralar...

 
Ağılın bir köşesindeki konfor alanı; yazın daha anlaşılır olacak.

 
Ağılın çıkışındaki çit ve kapısı; sola dönerek bizi İkizgöl'e ulaştıracak patikaya vasıl olduk.

 
Yamanlar'ın eteklerinde daha incirler uyanmamıştı.

 
Bize dağın başında ve ağıl civarında katılan yol arkadaşımız Ali Bey ile İkizgöl patikasında birlikteyiz.

 
İkizgöl'e doğru yürüdüğümüz patikadan bir görünüm  

Daha önceden iki kez Çamiçi’nden(1), bir kez de Kayadibi’nden(2) yürüyerek ulaşmıştık İkizgöl’e. Bu kez üçüncü yürüyüşümüzle kısmen ortak bir güzergâh izlesek de, zaman zaman bu rotanın dışına çıkarak yeni bir yürüyüş rotası daha oluşturduk. İkizgöl, depremselliklerle oluşmuş bir set gölü aslında. Bornova Çayı’nın doğu yamaçlarını oluşturan büyük kil katmanlarının çay yatağına kaymasıyla oluşmuş yüksek bir seki üzerindeki bu gölün çevresinde İ.Ö. 2.binlere uzanan bir yaşamın şekillendiğine dair izler bulunmuş yüzey araştırmalarında.

 
İkizgöl'e yaklaşırken...

 
Söğütlerin ve ahlatların arasından İkizgöl

 
Yamanlar'ın bağrındaki değerli habitat; İkizgöl

Prof. Dr. Ersin Döğer’in İzmir’in Smyrna’sı isimli kitabında bu konuyla ilgili olarak şu bilgiler yer alıyor:

“Yaklaşık 500 dönümlük bir tarım arazisinin ortasında, pınarlar ve yağmur sularıyla beslenen ve 30 dönümlük bir alnı kaplayan İkizgöl’ün çevresindeki düzlüklerin İ.Ö. 2.binden beri işlendiğine dair arkeolojik kanıtlar mevcuttur. Bornova Çayı’nın tabanından yaklaşık 30 metre yüksekliğindeki kil katmanların oluşturduğu sekinin batıya bakan ve halen çaya doğru kayan gevşek yamaçları üzerinde İ.Ö. 2.bine tarihli çanak çömlek parçaları ve el değirmenleri ile İ.Ö. 8.-6. yüzyıla tarihli Geometrik ve Arkaik dönemlere ait çanak çömlek, gölün çevresindeki yamaçlara sıralanmış Geç Roma Dönemi iskânları tespit edilmiştir. Dolayısıyla bu tür bir mitosun (Tantalos efsanesi ve depremle yok olan Tantalis kenti söylencesi kast ediliyor-İF) oluşması için tüm koşullar (deprem-heyelan, göl ve bir Geç Tunç Çağı iskânı) İkizgöl ve çevresinde bulunmaktadır. Gerçekten de Tantalos ile Smyrna ilişkisi göz önüne alındığında Yamanlar Dağı’nın kuzey yamaçlarında bulunan Karagöl’ün veya Manisa Dağı’nın üzerindeki herhangi bir oluşumun Eski Smyrna’nın kuruluşu öncesi bir iskâna yataklık etmeleri şansı, Bayraklı-Tepekule Höyüğü’ne çok yakın olan İkizgöl’den coğrafi bakımdan daha fazla olmamalıdır. Bununla birlikte İkizgöl’ün kıyısında heyelana kapılmış muhtemel bir Geç Tunç Çağı iskânının, en erken kültür tabakası İ.Ö. 3000’e tarihlenen Bayraklı-Tepekule’deki Eski Smyrna’dan eski olmadığı da göz önünde bulundurulmalıdır.”(3)

 
İkizgöl'de bahar vakti; karşıda söğütler...

 
Çevredeki tüm canlıların hayat kaynağı; İkizgöl...

Ağıldan ayrıldıktan sonra pırnar meşelerinin arasından ilerleyen güzelim patikadan geçerek kısa sürede İkizgöl’ün kıyısına ulaştık. Pırnar meşelerine Hatay-Erzin civarında “tırık” derlermiş. Buralarda olduğu gibi Erzin köylüleri de pırnar meşesinin çalılarından çokça fırın yakmada yararlanırlarmış. İkizgöl’e doğru yürürken Ali Bey’den dinledik çocukluğuna dair “tırık” hatıralarını.

 
İkizgöl yolunda Ali Bey'in "tırık"ları; yani pırnar meşeleri...

 
Sazlar ve söğütler; İkizgöl'de kucak kucağa bir aradalar. Sazların ardında gölün diğer bölümü var.

İkizgöl’ün söğütleri baharla birlikte yapraklanarak yeşile bürünmüşlerdi. Daha önceki gelişlerimizde rastladığımız bir manzara değildi bu. Suyun içinde binlerce balık yavrusunu fark ettik. Göl tam bir habitattı. Isınan hava, doğanın tüm canlılarına suyla birlikte yepyeni bir hayat sunmuştu sanki. Gölün çevresi nispeten temiz sayılabilirdi. Gölün içinden yükselen ağaç gövdelerinin suya vuran aksi, benzersiz bir görünüm oluşturuyordu. Bir süre göl kıyısındaki çimenlerin üstüne çökerek kuşların, rüzgârın ve göldeki sazların seslerini dinledik.

 
Dağa Kaçtım gezginleri, İkizgöl kıyısında Ali Bey'in bademlerini kırarken...

 
İkizgöl'ün bahar halleri...

Ali Bey, yanındaki heybesinden bir torba kabuklu badem çıkardı. Şehir hayatında bunları kırmak da bir problemdi. O da doğada olmanın fırsatını kaçırmak istememişti. Kısacası İkizgöl’ün kıyısında imece usulüyle bir süre Ali Bey’in bademlerini kırdık hep beraber. Göl kıyısındaki huzuru doya doya içimize çektikten sonra, Kayadibi’ne doğru Bornova Çayı’nın üst düzleminden güneye doğru kıvrılan patikaya ulaşmak üzere, İkizgöl’ün arkasındaki 19.yy.dan kalma su değirmenlerinin yıkıntılarına doğru yürüdük.

 
Gezginler, İkizgöl kıyısında...

 
İkizgöl'ün fazla suyunun Bornova Çayı'na doğru boşaldığı nokta

 
İkizgöl'ün suyu, usul usul Homeros Vadisi'ne doğru akıyor.

 
İkizgöl'ün güneye bakan üst düzleminde definecilerin açtığı taze çukur; yaşanmışlıklara ve doğaya karşı hoyratlığın delilidir.

 
Vadinin doğu yakasındaki su değirmenlerinden kalan izler

İkizgöl’ün pınarlar ve yağmurla beslenen suyunun fazlası, güney yönündeki bir kanaldan Bornova Çayı’nın yatağına doğru usul usul dökülmekteydi. Bugün artık Homeros Vadisi diye adlandırılan Bornova Çayı’nın aktığı yatak boyunca, birkaç yerde yukarıda sözünü ettiğimiz değirmen kalıntılarının izleri vardı. Bornova Çayı’na dökülen suyun hemen kıyısında definecilerin açtığı taze bir çukur dikkatimizi çekti. Köstebek gibi deşmişlerdi yine toprağın bağrını. Yapı malzemesi olarak kullanılmış olabileceğini düşündüğümüz düzensiz taş parçalarından başka bir şey yoktu çukurda. Kayadibi’ne doğru ilerleyen patikaya ulaştığımızda aydınlığa kavuşmuştuk artık. Altımızda Homeros Vadisi, karşımızda Çamiçi yolu, onun üstünde bizim Kapıkaya ismini taktığımız volkanik oluşumlarla şekillenmiş dev kaya kütlesi ve daha arkada Çamiçi köyünün evleri görünmekteydi.

 
İkizgöl'den Kayadibi'ne giden patikanın başları

 
Patikada yer yer döşeme taşlarla karşılaştık.

 
Homeros Vadisi'nin karşı yakası; Çamiçi yolu
 
 
Kayadibi patikasından yukarılara doğru tırmanırken...

 
 Bir andezit kayanın üstündeki doğanın fırça darbeleri...

Yer yer bir döşeme yola dönüşen patikada uzun süre yürüdük. Bir süre sonra arabayı bıraktığımız çeşme başına ulaşmak amacıyla, sevimli patikadan kuzey-doğu yönünde saparak solumuzdaki sırta doğru tırmanmaya başladık. Üstü yosunlarla kaplı andezit kayaların arasından kendimize yollar bularak epeyce yükseldik. Hava sıcaktı ve yükselen rakımla birlikte epey terlemiştik. Bir süre kayaların üstüne ilişerek Homeros Vadisi’ni ve Bornova düzlüklerini seyrettik. Düzlük dediysek de; ortalık da binadan başka bir şey kalmamıştı. Körfez’in üstü ise, su buharıyla kaplıydı.


 
Yolun sonunda Çamiçi köyünün evleri görünüyordu. Ötesinde sadece su buharı vardı.

Kayalık sırta tırmandığımızda karşılaştığımız bir volkanik kaya kütlesi; sanki bir burç formundaydı ya da doğal ağıl gibi...


Sırtın tepesine tırmandığımızda karasuluklar çıktı meydana. Özellikle Şubat ayındaki yağışlar, etkisini göstermiş ve bahara doğru karasuluklar patlamıştı yine. Kayaların üstünden atlayarak uzaktan gördüğümüz arabaya doğru yaklaştık. Aybey, biraz ilerden sevinçle bize seslendi:

-Gelin bakın ne var burada!

 
Kayadibi sırtlarından Kavaklıdere ve Belkahve'ye doğru bakarken...

 
Hemen önümüzde Yamanlar eteklerinde sıkça rastlanan bir sulama göleti

Günün sürprizlerinden biriydi bize göstermek istediği. Yamanlar’ın yukarılarından süzülen sular, volkanik kayalar arasından kendine yol bularak küçücük bir dere oluşturmuştu. Su; arazinin tatlı eğimine uyarak, usul usul Kayadibi’ne doğru akıyordu. Bir süre kayaların üstüne oturarak onun sesini dinledik. Karşımızda İlkçağ’ın mitolojik dağları Spil ve Nif, arkamızda volkanik Yamanlar; İzmir topografyasının kıyısındaydık. Bu dağlarda binlerce yıl önce de yine bizim gibi insanlar, nebat ve hayvanat yaşamış ve bizim gibi baharı sevinçle karşılamışlardı. Yamanlar Dağı yine ordaydı; ama o zaman diliminde yaşayanlar; artık iyi ya da kötü, tüm ardında bıraktıklarıyla yok olup gitmişlerdi. Tüm canlılar olarak; hepimiz aslında “evrim”in basit birer halkasından başka bir şey değildik. Kalıcı ve gidici olanın farkındalığı içinde yaşadığımız bu anlar, hepimize iyi gelmişti.

 
Günün son sürprizi; Yamanlar'dan beslenen küçücük bir dere, gidiyordu suyunu sere sere.

Günün sonuna erişmiştik. Her güzel şey gibi bu da bitmişti yine. Ama yarın yeniden başlayacaktı her şey… Bir süre sonra arabamızı bıraktığımız çeşme başından Kayadibi’ne gitmek üzere ayrıldık. Yaklaşık 3 saatlik yeni bir İkizgöl yürüyüşünü, Kayadibi’nde Mustafa Bey’in yerinde içtiğimiz yorgunluk çaylarıyla sonlandırmıştık. Anı; dostlarla paylaşırken, Yamanlar’daki baharın alametlerine tanıklık etmiş, şehrin baskı dolu yaşamından kısa da olsa bir süreliğine uzaklaşmıştık. Ne mutlu bize…

Dipnotlar:

(1)   Çamiçi-İkizgöl yürüyüşü için bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2011/05/ikiz-goller-homeros-vadisi-yuruyusu.html
(2)  Kayadibi-İkizgöl yürüyüşü için bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2016/02/kayadibinden-ikizgole.html
(3)  İzmir’in Smyrna’sı, Ersin DÖĞER; İletişim Yayınları, 1.Baskı-2006; sayfa:58
(4)    Fotoğraflar, belirtilenler dışında M.Yavuzcezzar tarafından çekilmiştir.

Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC

20 Haziran 2016 Pazartesi

DİBEKÇİLER’DEN KARAGÖZLER’E



YAYLALAR ARASINDA BİR GÜN

24 Mayıs 2016
İbrahim Fidanoğlu

Giriş

Aydın Dağları’nda keşfedilecek köşe, gidilecek rota bitmez. Tire’nin arka dünyasında yer alan Dibekçiler Yaylası’ndan İncirliova ilçe sınırları içinde yer alan Karagözler Yaylası’na doğru yürüdük bugün de. Gerek Dibekçiler, gerekse Karagözler Yaylaları, İkizdere Havzası’nı besleyen önemli su kaynaklarını bağrında taşımasıyla öne çıkarlar. Tarih boyunca bu yaylaların derin yarıklarla ayırt edilen vadilerinden güneye ve batıya doğru akan onlarca dere, İkizdere’ye karışarak Menderes düzlüklerinde soluklanır. Bugün İkizdere köyü yakınlarında önü bir bentle kesilen çayın; bendin arkasına taşıdığı su, eskisi kadar olmasa da sonuçta Büyük Menderes’e karışarak Ege Denizi’nde son durağına ulaşır.

 
Dibekçiler'den Karagözler'e

Aydın’da Topyatağı’nın üstünden itibaren bir yandan Balıkköy ve Alatepe köyleri arasındaki hırçın vadide saklı Karakemer’e(1) kadar, diğer yandan Karakemer’den güneye doğru yönelerek Karagözler köyünün altındaki sırtlara dek parçalar halinde izlenebilen Antik Tralleis Kenti’nin su yollarının kaynağı işte bu yaylalara kadar uzanmaktadır.

Yürüyüş rotası 9km (harita için tıklayınız)
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)


 
Balıkköy ve Alatepe arasındaki vadiyi aşan Karakemer

Bugün belki Karagözler Yaylası’nın derinliklerine doğru yürüyemedik, ama iki yaylayı birbirinden ayıran Yüğlük Yarı ve Kabak Deresi ile Karlık Deresi çevresinde yeterince dolaştık. Şimdi geçelim hikâyesine…

 
Yüğlük Yarı'ndan Karagözler Yaylası'na ve Karlık Vadisi'ne bakış

Dibekçiler’den Yüğlük Yarı’na doğru

Sabah erken saatlerde vardığımız Tire’de kahvaltı sonrası Dallık yoluyla Dibekçiler Vadileri’ne doğru yola çıktık. Dallık sırtlarında bahar bize benzersiz sürprizler hazırlamıştı yine. Dallık’a varmadan koyu pembe renkli bir topu andıran nakılların bir başka türü çıktı önümüze. Uzaktan bakıldığında kırmızı kantaron hissini veren bu çiçeklerin tespitini büyük bir dikkatle Hasan Hoca’nın rehberliğinde yaptık. Bu sırada; biraz ilerde maydanozgillerden civan perçemleri ve kadın aynaları göz kırpıyordu bizlere. Yola devam ettik. Dallık-Kemerdere-Dibekçiler kavşağına ulaştığımızda hava değişti. Aşağılardaki sıcak havadan buralarda eser yoktu. Resmen serindi buralar.

 
Dallık sırtlarında koyu pembe renkli nakıllar (silene compacta)

 
Nakılların bir topu andıran çiçekleri; yakından...

 
Dallık'da karamuklar

 
Civan perçemleri (ak yavşanlar)

  
Civan perçemleri (ak yavşanlar); yakından...

 
Dallık papatyaları (achillea tanacetum; özel bir tür civan perçemi)
(Tanımlama: Hasan Doğan) 

Dibekçiler yönüne doğru ilerlerken altımızdaki vadinin kuytularına sinmiş Büyükkemerdere köyünün evlerini görebiliyorduk. Yaklaşık 1300 metrelerde seyreden yolculuğumuz Söğüt Gediği Mevkii’nden sonra, kıl çadırlarda geçen yüzlerce yıllık bir göçerlik hayatının izlerini bugüne taşır gibi vadinin yamaçlarında birbirinden uzaklara saçılmış onlarca evin bulunduğu Dibekçiler köyüne yöneldi.

 
Dibekçiler vadileri

 
Dibekçiler evlerinden biri

Burası; kahvehanesi, camisi ve muhtarlık gibi merkezi bir çekirdeğin çevresinde gelişen klasik bir köy kalıbına oturtabileceğimiz yapıda bir yerleşim değildi. Bu durumu hazırlayan nedenlerden birisi topografya ise bir diğeri de göçerlik kültürünün tarih boyunca bu topraklarda günümüze kadar geçirdiği evrimin sonuçları olmalıydı. Aydın Dağları’nın kalbinde derin yarıklarla parçalanmış bu topografyada, birbirinden çok uzaklarda da olsa yüzlerce yıllık yaşanmışlıkların imbiğinden süzülerek gelen bir tanışıklıkla; birbirlerini lakaplarıyla hatırlayan bir derin bellek vardı. Eğridere Vadisi’nin üst düzlemindeki Karaçamur’dan güneye doğru; vadiler boyunca kendine yol bulup akan, aktıkça çoğalan Kabak Deresi’nin iki yakası boyunca yerleşmiş bu derin belleğin günümüzdeki son temsilcileri; Tekelioğulları, Fışkınlar, Girginler, Gökoğulları, Çakıroğulları, Dikkulaklar, Hacahmatlar, Soylular ve diğerleri bu dağların sessiz sahipleriydiler.

 
 Dibekçiler köyünün evleri,  bu vadinin iki yakasına saçılmış gibidir.

 
Çan çiçeği

 
Dibekçiler köyü; Tekelioğulları aile mezarlığı

Dibekçiler’den Karagözler Yaylası’na doğru alçalan bir topografyada akan Kabak Deresi’ne paralel; yılan gibi ilerleyen daracık asfalt yolu takip ederek, karşı kıyıdaki köyün minaresiz camisinin hizasına kadar geldik. Derenin çağıldayan suyunun ve yemyeşil çınarların rüzgârla oyunundan yansıyan sesleri birbirine karışıyordu. Vadinin dibine ulaşmadan çınarlarla kaplı koyu gölgelik bir cepte arabayı bırakarak Karagözler Yaylası yönünde güneye doğru hafif bir eğimle yükselerek yürümeye başladık.

  
Dibekçiler çıkışındaki Tekelioğulları  aile mezarlığı

Mezarlığın yakınındaki kır çeşmesi

 
Dibekçiler çıkışında çan çiçekleri

 
Dibekçiler orkidesi (limodorum)

 
Anadolu Meşesi ve Hasan Hoca

Takip ettiğimiz patika boyunca yine birbirinden yüz metrelerle ifade edilebilecek uzaklıktaki köyün son evlerini ardımızda bırakarak Yüğlük Yarı’na doğru ilerledik. Kampana çiçeklerinin türlüsü çıktı karşımıza. Sanki birkaç farklı tür vardı içlerinde. Tepeye doğru kızılçamlar başladı. Bu noktada Tekelioğulları’nın aile mezarlığı ve suyu akmakta olan bir kır çeşmesi ile karşılaştık. Çamların arasında mor renkli çiçekleriyle bir orkide dikkatimizi çekti. Ulaşması biraz zorda olsa, çalılıklarla boğuşarak ve biraz da çizilmek pahasına yanına kadar yaklaşabildik. Gölgelik alanda bugüne kadar canlı kalabilmişti çiçekleri; fotoğrafladık.

 
Yüğlük Yarı'na ilk bakış

 
Kaya kekikleri çiçekte...

 
filizgin  olarak bilinir. (ziziphora)

 
Yüğlük Yarı civarında dağ karanfili

 
Dam korukları (sedum sp)

 
Gezginler, Yüğlük Yarı önünde...


Yüğlük Yarı yakınlarında meşelikler

Vadi boyunca sel yataklarına dikilmiş ceviz ağaçları, yaşlı Anadolu meşeleri, zaman zaman kızılçamlar, çınar ağaçları ve zeytinlikler hâkim ağaç örtüsünü oluşturmaktaydı. Karagözler’e doğru uzanan vadinin güzelliği benzersizdi. Bir ara yürüdüğümüz patika doğuya doğru yöneldi. Sağımızda giderek derinleşen vadinin bir kolundan ışığa doğru uzanan kavak ağaçları, sırım gibi göğe doğru yükseliyordu. Kavaklar o kadar derinlerden bizim yürüdüğümüz düzleme kadar ulaşmışlardı ki, köklerini görebilmek neredeyse imkânsızdı. Çınarlarla kaplı kuytu bir sel yatağından aşağıya doğru akan suyun, vadinin tabanındaki Kabak Deresi’ne ulaşmak için acelesi vardı. Çınarların altında azıcık soluklandık. Bu noktadan itibaren artık Yüğlük Yarı’nı görebiliyorduk. Dibekçiler köyü muhtarının anlattığı kadar dik ve ürkütücü bir yanı vardı. Yarın doğuya bakan yüzü bıçak gibi kesilmişçesine vadinin dibine doğru dimdik iniyordu. Yar ile aramızda derin bir vadi uzanıyordu.

 
Sel yatağında çınarlar altında bir konfor alanı

 
Yüğlük Yarı'na doğru sel yatağında gezginlerin soluklanma anı

 
Küçük bir dereydi Kabak Deresi'ne doğru akan.  

 
Dibekçiler'den Karagözler'e akardı dereler.

 
Yüğlük Yarı ile baş başayız. Hemen ardında görünen tepeler, Karagözler Yaylası...

 
Yüğlük Yarı

 
Vadi geçişlerinden biri

Vadinin doğu yamacından dolaşan patika, bizi bir süre sonra cevizler altında terk edilmiş bir ev ve müştemilatı diyebileceğimiz birkaç dam yıkıntısına ulaştırdı. Ceviz ağaçlarının koyu gölgeleri altında Hasan Hoca’dan dinlediğimiz hazin bir hikâye sonrası terk edildiğini öğrendiğimiz bu evlerin arkasından dolanarak Yüğlük Yarı’nın karşısına denk düşen tepeye doğru tırmandık.

  
Hiyaluk

 
Gezginler, Yüğlük Yarı'na doğru yürürken...

 
 Ceviz ağaçlarının altında hatıra yorgunu bir eski ev

 
Karagözler yolundayız.

 
Tepede bizi bekleyen sürpriz; aşılması imkansız bir uçurum ve tam karşıda Karagözler Yaylası...

 
Bulunduğumuz tepeden Yüğlük Yarı'nın görünüşü 

Tepede bizi bir sürpriz bekliyordu. Bulunduğumuz noktadan ötesi derin bir uçurumdu. Sanki ikinci Yüğlük Yarı gibiydi. Altımızdaki derin vadiden İkizdere Havzası’na doğru akmakta olan Karlık Deresi’nin öte yakasında Karagözler Yaylası ile yüz yüze gelmiştik. Antik çağların ve zamanımızın önemli su kaynaklarından biri olan bu yayla, yıllardır aklımızda olan bir hedef noktaydı. Tepesine dek sarmış çamlıklar içindeki yemyeşil sırtları, Karagözler ve Beyköy arasındaki derin vadide akmakta olan Karlık Deresi’nin zorlu yatağı; hepsi bir tablo gibi karşımızdaydı. Manzara ne kadar etkileyiciyse, bulunduğumuz noktadan oralara ulaşmamız da o kadar zordu.

 
Karagözler  Yaylası

 
Yüğlük Yarı ve ötesi

 
Yüğlük Yarı'na doğru indiğimiz patika

 
Hasan Hoca, Yüğlük yolunda...

 
Yüğlük Yarı önünde dağ karanfilleri

 
Yüğlük Yarı önündeki düzlükte gördüğümüz ağıl benzeri yapı kalıntıları
 
Tepeden Karagözler ve Yüğlük topografyasını inceleyerek nasıl bir rota izlememiz konusunda aramızda fikir yürüttük. Yüğlük Yarı’nın güney doğu yönünden Karlık Deresi’ne doğru inen bir geçiş aradık, ama bu taraflardan karşıya geçiş imkânsızdı; çünkü hemen altımızda derin bir uçurum vardı. Bu nedenle geriye dönerek bulunduğumuz tepenin batı yamacından Yüğlük Yarı’na doğru ilerleyen bir patikayı takip ederek batıya doğru yürümeye başladık. Meşelikler arasında beliren birkaç atın hemen önümüzden Yüğlük Yarı’nın önündeki düzlüğe doğru kaçışması, bize geçişleri işaret etmesi açısından bir fırsat oluşturdu. Atlar, biraz sonra sık makilikler ve meşe ağaçları arasında gözden kayboldular.

 
Yüğlük Yarı

 
Yüğlük Yarı ve Karagözler  Yaylası

 
Dağ karanfilleri kolonisi

 
Kayrak taşlarla örülmüş duvar kalıntıları

 
Yapılara bir başka açıdan bakış 

Bulunduğumuz hafif eğimli düzlemin kuzey ve güney yönlerinde iki derin vadi boşluğu bulunmaktaydı. Dolayısıyla ilerleyeceğimiz yönün batıya doğru; çalılıklar arasında beliren patika olduğunu anladık. Bulunduğumuz alanın Yüğlük Yarı’na doğru hafifçe yükselmeye başladığı noktasında, yerel malzeme olan kayrak taşlardan yapılmış, oldukça eskilere dayandığını düşündüğümüz damlarla karşılaştık. Hepsinin çatısı yoktu. Sadece taşlarla örülmüş duvarların bir kısmı ayaktaydı. Acaba bunlar ağıl benzeri yapılar mı, yoksa Yörüklerin bir süreliğine konakladıkları yaşam alanları mıydı? Tam bir fikir edinemedik. Ama Yüğlük Yarı’nın çevresinden dolaşarak biraz daha güneye doğru indiğimizde de benzer yapı kalıntılarıyla karşılaştık. Doğrusu merak uyandırıcıydı bütün gördüklerimiz.

 
Cevizlerin gölgesinde

 
Yüğlük Yarı'nın batı yamaçlarında rastladığımız bir başka yapı grubu kalıntısı

 
Yapıların yakından görünümü

 
Anadolu meşeleri

 
Gezginlerin Yüğlük Yarı çevresinden ilerleyişleri

 
Bir kelebek türü, gece kelebeği; avuç içi büyüklüğünde... 

Anadolu meşeleriyle kaplı sırttan yürüyerek Yüğlük Yarı’nın çevresinin nerdeyse yarısını kat etmiştik. Bu yalçın tepeyi, güneye doğru kat ettikten sonra Karagözler coğrafyası yine bütün haşmetiyle görüş alanımıza girdi. Hemen altımızda evler vardı. Patika da zaten evlerden birine doğru iniyordu. Evin hanımı terasta karşıladı bizi. Hacamatlar’ın evi olduğunu ondan öğrendik. Bu ev, Dibekçiler’in sınırındaki son ev gibiydi. Ama öğrendiğimize göre biraz daha aşağılarda Dikkulaklar’ın evleri vardı. Dibekçiler’in sınırını teşkil eden ev, işte orasıydı.

 
Yüğlük sırtlarından Dibekçiler yönünde vadiye bakış

 
Yüğlük patikalarında... 

Zaman ilerlemiş, sıcak hava ile birlikte devam eden yürüyüş biraz yormuştu bizi. Karagözler’e karşıdan bakıp dönmek her ne kadar bizi üzse de, sarp sırttan Karlık Deresi yatağına inmek nedense zor geldi bugün bize. Bulunduğumuz noktadan geri dönmeye, Karagözler köyünden Karagözler Yaylası’na bir başka günde yeniden yürümeye karar verdik.

 
Hacamatlar Evi'ne doğru inerken...

 
Karagözler Yaylası önünde Hacamatlar Evi

 
Hacamatlar Evi'nden bir başka görünüm 

Hacamatlar evi, Dibekçiler’den Karagözler Yaylası’na doğru yaptığımız bugünkü yürüyüşümüzün son noktası olmuştu. Aşağıda; Karlık Deresi ile Dibekçiler’den gelen Kabak Deresi’nin birbirine karıştığı yere köylülerin verdiği isimle Çaykavuşuğu Mevkii’nden geriye döndük. Dönüş yolunda; gelirken yürüdüğümüz patika düzleminin yaklaşık 50 metre kadar altından geçen toprak yolu izledik.

 
Çiçek açmakta olan yılan yastığı

 
Karagözler vadileri

 
Atlarla dönüş yolunda yeniden karşılaştık.

 
Dönüş yolunda ceviz bahçeleri

 
Dibekçiler'e dönüş yolumuz 

Sağlı sollu ceviz bahçelerinin arasından geçerek yürüdüğümüz yol, dere yatağından içerlere doğru kavisler çizerek ilerliyordu. Bunlardan en derinine girdiğimizde yol, bizi çınarlar altında yukarıdan gelen bir sel yatağının başına çıkardı. Burası, gecikmiş yemek molamız için ideal bir yerdi. Işığa doğru yükselen kavak ağaçları, koyu gölgelik çınarlar ve eğrelti otları arasında akan suyun sesini dinleyerek yemeğimizi yedik.

 
Yemek molasına doğru

 
Yeşilin binbir tonu

 
Yemek molası verdiğimiz vadi dibindeki küçük dere

 
Çeşme

  
Gezginler mola anında...

Yemek molası sonrasında Dibekçiler’e doğru yeniden dereye paralel olarak yürümeye devam ettik. Toprak yol, bir süre sonra hafifçe yükselerek geldiğimiz patikaya kavuştu. Artık Dibekçiler’e iyice yaklaşmıştık. Vadinin karşı yamaçlarına saçılmış Dibekçiler evleri ve camisi görünmüştü bile. Bir süre sonra asfaltın kıyısındaki bir gölgelik alanda bıraktığımız arabamıza ulaştık.

 
Dönüşte Dibekçiler'le karşılaştığımız an

 
Biraz geçmiş de olsa Ovacık Laleleri

 
Bu da diğeri

 
Ovacık'da gördüğümüz eşek dikenleri (onopordum sp); üstten görünümü 

Günü tamamlamış, Dibekçiler’den Karagözler Yaylası’nın başlangıcına kadar yürümüş, Yüğlük Yarı’nın karşısındaki tepeden Karlık Deresi’ni seyretmiş, Karagözler’in uzaktan kapkaranlık görünen, kızılçamlarla kaplı yoğun örtüsüne keyifle bakmıştık. Hele dönüş yolunda; Ovacık Yaylası’nda gördüğümüz bu yılın son köfün lalelerine ne demeli; sanki bunca zamandır solmamak için bizi mi beklemişlerdi ne? Geçen yıllardan edindiğimiz deneyimle muhtemel yerlerinde ararken onları, solmak üzere olan ikisini, Ovacık yolunda gevenlerin arkasına sinmiş bir şekilde yakaladık. Bu da bizim için günün ödülü gibiydi sanki. Fotoğrafladık ve Tire’ye doğru dönüş yoluna vasıl olduk.

Dipnotlar
(2)   Fotoğraflar, belirtilenler dışında gezi sırasında İF tarafından çekilmiştir. Nebat tanımlamaları, Hasan DOĞAN tarafından yapılmıştır. Rota haritası Mehmet Yavuzcezzar'a aittir.

Yazan : İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC

Bumerang - Yazarkafe