30 Mayıs 2012
İbrahim Fidanoğlu
Tire’nin sırtının dayadığı Aydın Dağları’nın üstünde yer alan Karaçamur
Yaylası’nı, ilk kez Tireli dostum Hasan Doğan ile 2007 yılında bir kış günü Dallık’dan
Dibekçiler’e giden asfalttan ayrılarak ulaştığımız Karasakal Yörüklerinden
Eşref kardeşimizin dağ başındaki evini ziyaret ettiğimizde, yer ocağındaki
közün içinde pişen kestanelerimizi yerken işitmiştim. Kayaların üstünden
sekerek bir anda karşıki tepelere ulaşan Eşref’i mitolojide kırların ve
çobanların tanrısı keçi ayaklı Pan’a benzetmiştim. Ayağındaki cızlavakla
(kauçuktan yapılan, altı tamamen düz, mes gibi ayağa geçen bir tür ayakkabı)
her tarafı keskin jilet gibi çentiklerle dolu mika şist kayaların üstünde bizim
için imkânsız bir yolculuktaydı sanki. Orta Asya bozkırlarından Batı Anadolu’ya
dek ulaşan bin yıllık bir göçün genetiğini taşıyan dağlardaki bu torunlar, son
50 yılda yerleşik hayata geçtiler ve Aydın Dağları’nın yüksek düzlüklerinde
yada derin vadilerinde yaşamaya devam ettiler.
İşte bu dağlardaki köylerden birisi de Dallık yoluyla ulaşılan Dibekçiler
köyüdür. Dibekçiler, kuzeyden güneye doğru sürekli derinleşen bir vadi boyunca
vadinin doğu yamacına saçılmış evleri ve yamaçlarda açılmış verimli bahçeleriyle
çok geniş bir alana yayılmaktadır. Çevredeki diğer köylerin çıkış noktası; bir
anlamda anası konumunda olan Dibekçiler köyünün, giderek derinleşen bu vadinin
yamaçlarındaki görünümü eşsizdir.
Karaçamur ve vadi
Horasan’dan sökün edip Anadolu’da soluklanan ve sonunda Ege Denizi’nin
kıyısında sonlanan bu dramatik göçün son temsilcileri, büyük ihtimalle fikri ve
askeri önderlerinden biri olan Çaldede’nin makam mezarının bulunduğu dağın
eteklerinde konumlanmış bu köyde ve çevresinde yaşamaktadırlar. Mikaşist
kayaçlardan oluşan yalçın dokusu ve 2000 metrelerdeki zirvesi ile çok
uzaklardan görülebilen dağın zirvesine Aydın Dağları’nın iki yakasına saçılmış
onlarca köyden kalkıp gelen Türkmenlerin torunları, her yıl Eylül ayının ilk
Pazar günü büyük bir inat ve adanmışlıkla bir ritüeli gerçekleştirmek üzere
tırmanırlar. Bu törensel olayın adı Çaldede Mahyası’dır ve ne yazık ki; göçle
bu coğrafyaya ulaşan bu kültürün son temsilcisidir diyebiliriz.
Çaldede
“13.yy.da
Batıya doğru ilerleyen Türklerin göçü Ege Denizi kıyılarında son buldu. Horasan’dan
başlayıp Anadolu topraklarına kadar devam eden bu destansı yolculukta Türk
boylarına Şaman dini önderler rehberlik ettiler, yol gösterdiler. İslami
etkilerin başlangıç aşamasında bu topraklarda gelişen olayların kara kutusu
durumundaki Tire’de, bu çileli göç hikâyelerinin günümüze taşındığı törensel
anlar hâlâ halkın hafızasında yaşamaktadır. Yüzyıllar süren alt üst oluşlar
sonrası; bir şekilde Aydın Dağları’nın doruklarına çekilmiş göçerlik dönemi
ritüelleri, yılın belli dönemlerinde yöre insanları tarafından
hatırlanmaktadır. Yörede düzenlenen bu anma törenlerine Mahya Şenlikleri adı
verilmektedir. Yakın zamana kadar Tire’nin sırtını dayadığı Güme Dağı’nın
yamaçlarında yer alan Cambazlı ve Büyükkemerdere köyündeki Sarı İsmail Dede
Mahyaları bu türden şenliklerdi.
Bu
Mahyalar; Aydın Dağları’nın, Batı’ya ilerleyen Türk boylarının denize doğru
sürgit devam eden tarihsel yolculuğunda, konakladıkları son zirvelerden biri
olduğunun kanıtı gibidir. Ne yazık ki, ülkenin ekonomisi ve sosyal yaşamının
değişime uğraması sonucu, dağların zirvelerindeki Yörük gelenekleri giderek
aşındı ve daha yükseklere çekildi.
Yörükler,
şimdi Batı’ya doğru gerçekleşen büyük tarihsel göçün sosyal ve dini önderlerini
ancak zirvelerin bulutlarla buluştuğu noktalarda anmakta ve Mahya şenliklerini
artık oralarda düzenleyebilmektedirler. Bu mahyalardan biri de Aydın
Dağları’nın yükseklerinde yer alan Dibekçiler yaylasında düzenlenen Çal Dede
Mahyasıdır. Dibekçiler yaylasına ulaşmak için, önce Tire – İncirliova yolundan
Büyükkemerdere Köyü istikametine sapmak, bu köye ayrılan sapağı da geçince dağa
doğru tırmanan şose yolu takip etmek gerekir. Her yıl Eylül ayının ilk Pazar
günü Dibekçiler yaylasında Çal Dede’nin (büyük ihtimalle) makam mezarının
bulunduğu tepenin eteklerinde yer alan su kaynağının etrafında, hayat bulmuş
çınar ağaçlarının gölgesinde, iğne atsanız yere düşmeyecek bir kalabalık
toplanır. Yolu alabildiğine zorlu, binbir virajla kıvrılarak tırmanılan bu
kutsal mekâna Aydın Dağları’nın iki yakasından; İncirliova’nın, Tire’nin
köylerinden binlerce insan akın eder. Yüzyıllardır devam ede gelen bu geleneğin
sırrı, Horasan Erenlerinin Orta Asya bozkırlarından başlayıp batıda denizin
kıyısında sonlandığı an’a kadar doğudan batıya doğru sürüp giden yüzlerce
yıllık bir göç öyküsünün girdabındadır. Yakın geçmişe kadar Çaldede’ye yapılan
bu yolculuk yaya olarak gerçekleştirilirmiş. Sanki antik çağda bölgedeki
kentlerin kutsal tapınaklarına doğru kilometrelerce süren çileli hac
yürüyüşleri gibi…” İbrahim Fidanoğlu; Tire’de Çaldede Mahya Şenlikleri; İzmir
Tarih ve Toplum Dergisi; Haziran 2008
Sabah saat 10’da Tire’deki dostlarımızla buluşup Dallık yoluyla
Dibekçiler Yaylası’ndaki Söğüt Gediği mevkiinde arabamızı bıraktık. Rakım 1265
metre; hava sıcaklığı bu noktada 15 derece, hava kapalı ve yağmura gebeydi.
Saat 10.15 gibi yürüyüşe başladık. Asfalttan ayrılarak sola doğru Ovacık
Yaylası yönüne döndük ve toprak yoldan yürümeyi sürdürdük. Geriye dönüp
baktığımızda; doğu batı ekseninde, geçen yıl Pers Satrapı Gamersos’un Kalesi’ni
aradığımız Fesattepe, Aydın Dağları üzerinde bütün heybetiyle yükseliyordu.
Yürüdüğümüz parkur beklentimizin tersine yeşillik değildi. Ormancıların teşvik
ettiği, hatta çukurlarını kazdığı dağlara binlerce ceviz fidanı dikilmişti.
Tapu verilmeyen bu arazilerin şimdi “2B” uygulaması doğrultusunda köylüye
satılması gündemdeymiş. Ancak, köylünün anlattığı kadarıyla bunu alacak para da
onlarda mevcut değilmiş. Dolayısıyla, parayı verenin düdüğü çalacağı bir
sistemde bütün korkuları, yüzyıllardır yaşadıkları ve geçimlerini sağladıkları
bu toprakları bir şekilde kaybetmek diyebiliriz. Bunları da akşamüstü evlerine
konuk olduğumuz Dibekçi köylülerinden dinledik.
Veli amcanın kuzuları
Yürüyüş boyunca gevenler, sapsarı çiçeklerinden katırtırnakları ile
akraba olduğunu düşündüğümüz çöğen otları, porutlar, limon kekikleri,
böbreklere iyi geldiği söylenen ve yöresel ağızda kırk kilit adı verilen ve
deniz börülcesini andıran otlar, mor çiçekleriyle adaçayları, yörede yarpuz
yada narpuz da denen yaban naneleri ve cevizlikler bitki örtüsünün en sık
rastlanan unsurlarıydı.
Karaçamur çöğeni
Bütün cevizlikler, tel yada beton çitlerle çevrilmişti. İlerde büyüyüp
meyve vermeye başladığında; Aydın Dağları’nın zirvelerindeki bu mübarek
ağaçlar, sahiplerine ve insanlığa bereket saçmaya başlayacaklardı. Ekonomik
değeri son derece yüksek olan ceviz ağacından iki tanesi neredeyse ortalama bir
emekli maaşı kadar getiriye sahipti. Yani işi tekerlemeye dökersek; “iki ağaç
bir maaş” anlamına geliyordu. Biraz ilerde sağa doğru Çaldede yönünü gösteren
levhayı geçtik.
Çaldede sapağı ve arkada Çaldede
Yaklaşık 1 saat yürüdükten sonra Ovacık Yaylası göründü. Oldukça sulak ve
verimli bir yayla görünümündeki Ovacık’da belli ki, eski Yörük obalarından
kalma bir de tarihi bir mezarlık vardı. Rakım burada 1343 metre idi. Mezarlıkta
balbal türü mezar taşlarının yönlerine bakıldığında, bu topraklara ilk ayak
basıldığı zamanlarda ölenlerin ve yaşayanların pek de kıble kaygısında
olmadıkları anlaşılıyordu. Bu da henüz İslam’ın biçimsel davranışlarının bu
topluluklar üstünde kesin bir hâkimiyet algısı oluşturamadığının bir göstergesi
olsa diye düşündük. Buna benzer bir tabloyu; yıllar önce Çandarlı – Dikili
karayolu üstünde yer alan Yalınayak Dede Türbesi’nin civarındaki mezarlarda da
görmüştük. Hepsi farklı yönlere doğru bakıyordu.
Ovacık obasında tarih olmuş yörükler...
Ovacık mezarlığının içinde mor çiçekleriyle adaçayları ve kırk kilit
otları dikkat çekiciydi. Yol arkadaşımız Ahmet Bey’in anlattığına göre; bu
şifalı otları sadece mezarlık civarlarında bulabilmek mümkünmüş. Mezarlığı
arkamızda bırakarak önümüzdeki tepeciğe tırmandık.
Adaçayları
Tepeyi aştığımızda Ovacık
Yaylası’nın bir diğer bölümü ile karşılaştık. Aşağıda; sürülmüş bir tarladan
traktör sesleri geliyordu ve biraz yukarıda sulama amaçlı bir gölet vardı. Her
tarafı çitle çevrili bu geniş alanın her tarafı, ceviz ve diğer meyve
ağaçlarıyla ve sebzelere hazırlanan sürülmüş alanlarla kaplıydı. Bu yaylanın
barbun fasulyesi ve taze fasulyesi pek meşhurmuş; Tireli dostlardan öğrendik.
Ovacık yaylası
Dönüş yolunda karşılaştığımız İncirliova Karabağ köyünden; 09 plakalı bir
Renault 12’yi kullanan köylüden öğrendiğimize göre bütün bu çevresi çitle
çevrilmiş dönümlerce arazinin tümü kendilerine aitmiş ve onlara da dedelerinden
kalmış. Kışı Karabağ’da geçiren bu Yörükler, yazın Ovacık Yaylası’ndaki
dedelerinden kalan bu topraklara gelip tarımsal faaliyetlerini yaylada sürdürüyorlarmış.
Yaz sonunda da ürünü kaldıran köylü, hasat sonrası incirden cevize her türlü
kışlığını da yanına alarak tekrar İncirliova’ya, düze iniyormuş.
Ovacık yaylası
Arazi o kadar genişti ki; yarım saat kadar Ovacık’da bu çitli çevrili
alanın çevresinde yürüdük. Hafif rampaya doğru sararken, limon kekikleri
başladı. Dönüş yolunda bolca topladık. Bele geldiğimizde yüksekliği ölçtük;
1407 metrelere ulaşmıştık. Çaldede artık o kadar yükseklerde değildi. Vadinin
ucunda; Aydın’a doğru en uzaklarda Paşa Yaylası’nın zirvesi seçiliyordu. Tepeyi
aştığımızda, bir anda Karaçamur Yaylası ile karşılaştık. Sürekli inerek
uçurumun kenarına kadar yürüdük. Tahmin ettiğimiz gibi, aşağıda Küçük Menderes
Ovası’na doğru yemyeşil Eğridere Vadisi uzanıyordu.
Gezginler Ovacık'tan Karaçamur'a doğru, beli aşarken...
Burası oldukça serindi ve dut ağaçları daha yeni yapraklanıyordu. Biraz
daha aşağıya inerek yemek yiyeceğimiz alanı seçtik. Karaçamur, hemen aşağıdaki
düzlükte Eğridere Vadisi’ne doğru uzanıyordu. Burası o kadar sulak bir alan
olmalıydı ki; aşağıdaki Eğridere’ye doğru akan küçük dereciklerin çoğu bu
yayladaki kaynaklardan besleniyordu.
Karaçamur'dan Eğridere üzerindeki bentler
Hepimize heyecan veren bu manzara
eşliğinde yanımızda getirdiğimiz yiyecekleri yedik. Yaklaşık 1 saatlik yemek ve
dinlenme molası sonrası, giderek artan yağmur baskısı nedeniyle, dönüş için
harekete geçtik. Dönüş yolunda karşılaştığımız; Karaçamur’a ağaçları ilaçlamak
için Dallık köyünden gelen köylülerden öğrendiğimize göre, arabayı bıraktığımız
Söğüt Gediği mevkiinden Karaçamur Yaylası’na kadar olan mesafe yaklaşık 8 km.
civarındaydı.
Yemekteyiz
Aynı rotayı kullanarak, yaklaşık 2,5 saatlik bir yürüyüş sonrası arabayı
bıraktığımız Söğüt Gediği mevkiine ulaştık. Arabayla Dibekçiler köyünde Hasan
Hoca’nın tanıdığı; Dibekçiler köyünün yayıldığı vadinin kenarında yer alan Veli
Fışkın’ın yayla evinin bulunduğu mevkiye gittik. Engin gönüllü insanlar bize
evlerini açtılar. Bahçe soğuktu; dışarıda oturamadık; Veli Amca bizi içeriye
davet etti. Hemen önümüze ceviz ve incir koydular. Veli Amca’nın cabbar eşi, o
arada çayları demledi. İnanılmaz bir misafirperverlik içinde yaptığımız
sohbetle vaktin nasıl geçtiğini anlamadık. Tire’deki programımızı aksatmamak
üzere izin isteyerek yola çıktık. Yine o gönlü bol insanlar, biz gitmek için
ayağa kalktığımızda, gözle kaş arasında hepimizin eline ceviz dolu birer
torbayı sıkıştırarak bizleri mahcup ettiler.
Veli Fışkın'ın kazları
Dönüş yolunda Veli Amca’dan öğrendiğimiz; Söğüt Gediği mevkiinde bulunan
ve Kurtuluş Savaşı’nda Yunan işgali sırasında Yunan askerleri tarafından şehit
edilen Çakıcı’nın kızanlarından Halil Efe’nin definecilerce tahrip edilen kabrini
aradık bulduk ve Vandalizm’in bu boyutuna bir kez hayret ederek Dallık yoluyla
Tire’ye doğru inişe geçtik.
Çakıcı kızanlarından Halil Efe'nin mezarı
Arkamızda; gün boyu tanıklık ettiğimiz binbir
güzellik ve sevgi dolu Dibekçiler köylülerinin yüzlerinden eksik olmayan
sevimli gülüşlerini bırakarak Dallık’ın yılan gibi kıvrıla kıvrıla ovaya inen
yolundan Tire’ye vasıl olduk. Biz düze indiğimizde Tire’de çok şiddetli bir
sağanakla karşılaştık. Nihayet gün boyu beklenen yağmura Tire’de merhaba
demiştik. Hasan Hoca ise, bir sonraki yürüyüşün güzergâhını Yamandere üzerinden
karalamaya başlamıştı bile… Hedef yine Dibekçiler; ancak bu kez ismini aldığı
şimşir dibeklerin yapıldığı ve dev şimşir ağaçlarının bulunduğu yine efsanevi
bir güzergâhtı. Eyvallah dedik ve Tire Belediye Gazinosu’nun bulunduğu Toptepe’de
soluklandığımız bir Tire akşamında Tireli dostlarımıza veda ederek yönümüzü
İzmir’e doğru çevirdik.
Yazan ve Fotoğraflayan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC