Küçük Menderes’in kır kahvehanelerinde
12 Temmuz 2016
İbrahim Fidanoğlu
Hava çok sıcaktı; Temmuz sıcağı alabildiğine bir vurgun gibi tepemizde;
biz ise Güme Dağı’nın eteklerinden Küçük Menderes Ovası’na doğru uzanan bir
rotada kır kahvehanelerini dolaştık bugün. Bazen yaşlı çınarların gölgesi
altında soluklandık, bazen eski zaman hikâyeleri peşinde dolandık. Kısa günün
karı; akşama doğru baktık ki boş değildi heybemiz.
Boynuyoğun kır kahvehanesinde yerler yeni yıkanmıştı.
Boynuyoğun Kır
Kahvesi
Boynuyoğun, Türkmenlerin yüzlerce yıl önce batıya doğru göçleri sırasında bu
topraklara taşıdıkları bir isim olmalı. Çünkü Anadolu’nun başka köşelerinde de
benzer isimli yerler var; örneğin Giresun Tirebolu’da, Adana Yüreğir’de,
Hatay’da Altınözü’nde aynı isimle anılan yerleşimler mevcut. Bu da ortak bir
çıkış kaynağına işaret ediyor; o da Orta Asya’dan kalkıp Anadolu topraklarına
dek ulaşan Türkmenlerin büyük göç hikâyelerinde saklı. Yüzlerce yıl öncesinden
günümüze taşınan bu isim büyük olasılıkla bir Türkmen boyunun ismi olmalı.
Yüzlerce yıllık hayatlardan bugüne aktarılan bilgi sanki bu ismin içine
gömülmüş gibi. Ne derin hafıza; saygı duyulası…
Boynuyoğun, Aydınoğulları Beyliği sırasında Umur
Bey’in çevresinde görülen Kızıldeli
Sultan’ın bir vakfiyesinin bulunduğu yer olarak biliniyor. Seyyid Ali Sultan ya da Kızıldeli Sultan adlarıyla anılan,
Horasan erenlerinden ve Alevi-Bektaşi öğretisinin en önde gelen mürşitlerinden
biri olarak tanınıyor. Özellikle Balkanlar’da Osmanlı egemenliğinin önünü açan
Sarı Saltuk, Geyikli Baba, Otman Dede, Demir Baba gibi Orta Asya’dan Batı
Anadolu ve daha sonra boğazlar üzerinden Balkanlar’a yönelen Türkmenlerin büyük
göçünün önderleri; Ömer Lütfi Barkan’ın ilk kez adlandırdığı ifade ile kolonizatör
dervişler, Osmanlı’nın egemenliği öncesi bu toprakların insanını bir dönüşüme
hazırladılar. Bir yandan beraberlerinde getirdikleri insan sevgisi ve tolerans
temeline dayanan Alevi-Bektaşi düşüncesinin bu topraklarda tutunmasına ve henüz
askeri ve siyasi bir güç olarak ortalıkta görünmeyen Osmanlı’nın buralara
gelişinden önce bir anlamda yerel halkın yumuşatılarak bu yeni gücün
egemenliğine hazırlanmasını sağladılar.
Boynuyoğun Kahvehanesi
Seyyid Ali Sultan da bu öğretiden; bu gelenekten gelen bir büyük halk önderi. Bugün
Yunanistan sınırları içinde kalan Dimetoka
civarında kurmuş olduğu tekkesi, Balkanlar coğrafyasının en önemli ziyaret
mekânlarından biri olarak biliniyor. Tekkenin hemen yanından geçen Kızıldeli ırmağı nedeniyle kendisinin bu
isimle anıldığı söyleniliyor.
Umur Bey ile Kızıldeli Sultan’ın
ilişkisi, Abdal Musa Velâyetnamesi’nde
denizden gelen gazilerin karşılandığı bir sahnede şu şekilde aktarılıyor:
“Geldiler
gaziler temaşa eylediler. Bildiler ki, bu er gerçek velidur. Gazi Umur Beg
geldi didi kim:
“Şimdiden girü
biz sana çağırıruz efendim, himmet eyle” didi.
Abdal Musa Sultan
eyitdi:
“Bir börg
getürün Umur Beg’e giydürelim” didi. Bir kızılbörg getirdiler. Umur Beg’in
başına giydirdiler.
“Gaziler
şimdiden girü buna Gazi Umur Beğ din” didi.
“Varsun bu beg
de gazi olsun gayrü. Şimdiden sonra gazilik virüp dururuz” didi. Gazi Umur Beg
eyitdi:
“Bize bir
yadigar virün Sultanum” didi. Sultan eyitdi:
“Şol
Kızıldeli’yi size virdük. Alun gidün” didi. Bu gaziler kalkdılar.
“Gidermisün
baba didiler. Kızıldeli Sultan işaretle “giderün” didi.
Abdal Musa,
çaırup bi ağaç kılıç sundu. Kızıldeli Sultan aldı, öpdi başına kodı. Andan
sonra yüridiler. Abdal Musa eyitdi:
“Din, imdi
hiçbir yere gitmen. Doğrı Boğaz Hisarı’na varun. Üzerine düşün. İkdam idün.
Alursınuz. Boğaz Hisarun alduktan sonra Rumelin size virdüm. Önünüze kimse
turmasun!” didi.”(1)
Gazi Umur Bey(10)
Rıza Yıldırım’a göre;
“Her şeyden
önce velayetnamenin Umur Bey’den bahsetmesi ve Abdal Musa’nın Umur Bey’e gazi
lakabını verdikten sonra Kızıldeli’yi de yanına katarak Rumeli fethine
göndermesi çok dikkat çekicidir. Zira Aydınoğlu Umur Bey’in özellikle Ege’de
gazalar yaptığı, hatta kendi döneminde Türk beyleri arasında gazilerin önderi
olarak bilindiği, Bizans İmparatoru Kantekuzenus ile yakın arkadaş olduğu ve
zaman zaman Rumeli’ne geçerek bazen onun adına bazen de ganimet için akınlar
yaptığı bilinmektedir.
…
Rakipleri
tarafından İstanbul’dan çıkarılan Kantakuzenus Dimetoka’da imparatorluğunu ilan
edince, Umur Bey’in yardımına başvurması üzerine, Umur Gazi 1342 yılında 380
gemi ile Meriç ağzına kadar çıkarak yardıma koşmuşsa da çetin kış şartları
yüzünden geri dönmek zorunda kalmış, bir yıl sonra tekrar Rumeli’ne geçerek
Selanik ve Trakya havalisinde akınlar yapmıştı.
Birgi'de Gazi Umur Bey heykeli
(Ocak-2009; İF)
Umur Bey’in
1345 yılında yeniden yardım talep eden Kantakuzenus’un imdadına koşmak üzere
harekete geçti. Önce Saruhan topraklarından geçen Umur’a burada Saruhanoğlu
Süleyman Bey de katıldı. Yirmi bin kişilik bir ordu ile Karesi topraklarına
giren Umur Bey’e burada Karasioğlu Süleyman Bey de eşlik etti ve Çanakkale’ye
kadar gelip Karasi gemileri ile Rumeli’ne geçtiler. Rumeli’nde Kantakuzenus
adına akınlar yapılırken İstanbul’da Kantakuzenus’un rakibi Apokavkos’un
öldürüldüğü haberi gelmesi üzerine İstanbul’a yürüdüler. Ancak yolda
İstanbul’da bulunan Kantekuzenus taraftarlarının bertaraf edildiği haberini
alınca geri dönmek zorunda kaldılar ve Makedonya taraflarına yöneldiler. Bu
sırada Saruhanoğlu Süleyman Bey’in ölmesi üzerine Umur Bey, Rumeli’ndeki
planlarından vazgeçip Anadolu’ya döndü.”(2)
“Eğer
velâyetnamede yazılan doğru ise ( Abdal Musa Velâyetnamesi kast ediliyor) Kızıldeli’nin
1348’den önce (Umur Bey, 1334-1348 yılları arasında Aydınoğulları Beyliği’nin
uluğbeyi idi.) 1334’den sonra Abdal Musa ile beraberken Umur Gazi’nin maiyetine
girip onlarla Rumeli’ne yaptığı akınlara katıldığı hatta belki de asker içinde
inanç işlerinde kendisine başvurulan bir kanat önderi haline geldiği
düşünülebilir.”(3)
Kızıldeli Sultan'ın
temsili resmi(11)
“Kızıldeli ve
derviş arkadaşlarının Umur Bey’e katılmaları bu iki seferden (1342 ve 1345’deki
seferler) birinde, muhtemelen ikincisinde olmalıdır. Sefer dönüşü erenlerin
Umur Bey’le İzmir’e geri dönmeyip kendileri için daha cazip bir serhat
memleketi olan Karesi İli’nde kaldıkları ve Karasi beylerinin maiyetine
girdiklerini düşünmek gayet makuldür.”(4)
“Kızıldeli’nin
Umur Gazi ile hiç görüşmemiş olması da bir ihtimaldir. Olaylardan yaklaşık bir
asır sonra, söylenceleri kaleme alarak elimizde bulunan metni oluşturan
yazarın, her ikisinde de çok baskın olan “gazi” imajı nedeniyle bu iki şahsı
bir araya getirmiş olması düşünülebilir. Ancak, yine de söylencenin
Kızıldeli’yi Abdal Musa hizmetinde iken XIV. yüzyılın ortalarına doğru deniz
kenarında bir yerden gazi sıfatı çok fazla belirgin bir beyle birlikte “Rumeli
fethi için” görevlendirmesi, hem Seyyid Ali Sultan Velâyetnamesi’ndeki ana
motiflerle çok uyuşmakta, hem de Kızıldeli ile Karasi ülkesi ve Karasi beyleri
arasında bir bağlantı olabileceği çağrışımı yapmaktadır. Çünkü yukarıda da
bahsedildiği gibi bahsi geçen denizin Ege Denizi olması en makul yorum
şeklidir. Şu halde Kızıldeli, Ege kıyılarından yukarı doğru Rumeli’ne yöneldiyse
doğrudan Karasi topraklarına varacaktır.”(5)
Dimetoka’daki Kızıldeli Sultan Tekkesi(11)
Abdal Musa Velâyetnamesi ile Umur Bey merkezli bazı tarihsel
olaylar arasında kurulmaya çalışılan ilişkilerde Kızıldeli Sultan’ın Orta Asya’dan Batı Anadolu’ya ulaşan ve oradan
Balkanlar dünyasına sıçrayan serüvenine dair ipuçları aktarılmaktadır.
Tire’nin Balkanlar’ın fethi sürecinde Osmanlı Yönetimi’nde bir “ocak”
işlevi gördüğü de düşünülürse, Kızıldeli
Sultan’ın Tire coğrafyasında yer alan Boynuyoğun
ile ilişkisi pekâlâ düşünülmelidir.
Boynuyoğun'dan Çinniyeri'ne doğru
Bu kapsamda Tireli yerel tarih araştırmacısı Munis Armağan, bugün Yunanistan
sınırları içinde kalmış meşhur Dimetoka
Tekkesi’nin kurucusu Kızıldeli Sultan’ın
Balkanlar’dan önce Küçük Menderes coğrafyasında göründüğünü yazar. Buna dayanak
ise, Aydınoğulları Beyliği’nin; Cüneyd Bey zamanında Tire Boynuyoğun zaviyesine yaptığı vakıf
desteği gösterilmektedir. Ayrıca; aynı kaynakta, Aydınoğulları’nın Osmanlı Devleti’ne bağlandığı 1390 yılında Yıldırım Beyazıd’ın Kızıldeli Sultan’ı Tire’den alarak Balkanlar’a taşıdığı belirtilmektedir.(6)
Boynuyoğun'da eski bir hatıra
(Kasım-2007; İF)
Munis Armağan’ın da kaynak olarak gösterdiği Dr.
Himmet Akın’ın “Aydınoğulları Tarihi
hakkında bir araştırma” isimli önemli eserinde; Aydınoğulları Beyliği’nin bu desteği,”Vakf-ı zaviye-i Delü Baba der karye-i Boynu Yoğun vakf-ı Cündi bey”
ifadesiyle belirtilmektedir.(7)
Birkaç kaynağı kullanarak aktardıklarımızın tümü, bize Tire
coğrafyasındaki köklerimize dair bu derin sırlara işaret etmektedir. Ah, dile
gelse de söylese, şu Boynuyoğun kır
kahvehanesindeki en azından 700 yıllık ulu çınar; fısıldasa bize o ulu
dervişlerin, alp erenlerin hikâyelerini…
Boynuyoğun Kahvehanesi’ne ulaştığımızda öğle vaktiydi. Cırcır böceklerinin feryadı
ovayı esir almıştı sanki. Büyük göçün Boynuyoğun’a
ulaştığı zamanlara işaret eden yüzlerce yıllık bilge çınarın gölgesine
sığındık. Kahveci çayı yeni demlediğini söyledi. Önce su eksiğimizi giderdik,
arkasından yudumladığımız çaylar hararetimizi biraz olsun bastırmıştı. Yüksek
bahçe duvarlarını saran zakkumların arasından seçilebilen eski bir bağ kulesi,
zamanın yıpratıcılığına karşı ayaktaydı henüz; her ne kadar çatıya dek tamamen
sağır; yandaki toprak yola bakan duvarlarında yukarıdan aşağıya doğru derin bir
çatlak ilerlemiş olsa dahi…
Boyunyoğun'da kahvehanenin karşısında eski bir ev
Boynuyoğun’dan yeniden Tire-Ödemiş asfaltına çıkarak Çiniyeri’ne doğru
yöneldik.
Çiniyeri’nde
Zincirlikuyu Mevkii Kır Kahvehanesi’nde
Küçük Menderes’e doğru indikçe sıcağın etkisi daha da arttı. Mısır
tarlaları boyunca ilerledik. Çiniyeri’ne
doğru asfaltın bittiği yerde; ortasında eski bir kuyunun yer aldığı geniş bir
meydan ve çınarın gölgesine sığınmış birkaç köylünün eğleştiği Zincirlikuyu Kahvehanesi’ne ulaştık. Bir
zincire bağlı su kovalarının belki yüzlerce yıllık aşağı yukarı hareketinin
kuyunun mermer bileziğinde bıraktığı izlerden hareketle verilmişti bu yere Zincirlikuyu ismi. Ama esas hikâye,
bölgenin Yunan işgali sırasında yaşanmıştı burada…
Zincirlikuyu kır kahvehanesi
Kurtuluş Savaşı’nın
ilk kurşunu; Zincirlikuyu Muharebesi
Yunanlıların İzmir’i
işgali sonrası Tire, Bayındır ve Ödemiş üzerine ilerleyişlerine karşılık vermek
üzere Ödemiş merkezli örgütlenen Kuvayı Milliye kuvvetleri, İlkkurşun (eski adıyla Hacı İlyas) Tepesi önlerinde bir cephe
hattı oluştururlar. Amaçları bölgedeki zeybeklerden de destek alarak Bayındır
üzerinden Ödemiş’e trenle gelecek Yunan kuvvetlerine bir baskın vermektir. Bu
cephe hattında tahkimat faaliyetleri sürerken, bir yandan da Kahrat’ta bulunan Gökçen Efe’nin de
katkısıyla 80 kişilik bir birlikle Tire’deki işgalci Yunan kuvvetlerine karşı
bir şafak baskını düzenlemeyi planlarlar. Bu baskın öncesinde de Ödemiş
Jandarma Bölük Komutanı Mülazım Ahmet
Rifat Kemerdere ve arkadaşı Hamit
Şevket Bey, Gökçen Efe ile temasa
geçmek ve baskına katılmasını sağlamak üzere Kahrat’a (bugünkü Gökçen
Kasabası) gider. Sağlanan mutabakata rağmen Gökçen
Efe, anlaşmaya uymaz ve Kuvvacı güçlere güvenmeyerek baskın gecesi Yunan
işgali altındaki Güme Dağı’nda
bulunan Canbazlı köyüne gider.
Ali Orhan İlkurşun'un anılarının yer aldığı Ödemiş Belediyesi Yıdız Kent Arşivi ve Müzesi tarafından yayınlanan kitabın kapağı
Mütareke döneminde memleketi Ödemiş’e dönen ihtiyat zabiti Ali
Orhan İlkkurşun’un Ödemiş Belediyesi Yıldız Kent Arşivi ve Müzesi
Yayınları arasında çıkan “Ödemişli Bir Özgürlük Savaşçısının Kaleminden İlk Kurşun ve Sonrası
Ali Orhan İlkkurşun’un Anıları” isimli kitapta bugün bizim ziyaret ettiğimiz
Zincirlikuyu Mevkii’nde gerçekleşen ve Kurtuluş Savaşı’ndaki düşmana ilk
kurşunun atıldığı Zincirlikuyu Muharebesi şu şekilde anlatılıyor:
“Merkezden ayrıldığımız 80 kişilik kuvvet
birkaç saat Hacı İlyas köyünde bekletildikten sonra gecenin geç vaktinde Ahmet
Şükrü (Avukat Şükrü Konu) kumandasında yola çıkarıldı. Müfreze efradının
istenilen yere gecikmeden varmaları lazımdı. Bunun için giyimli ve tam
teçhizatlı olarak nehirden (Küçük Menderes kast ediliyor) geçtiler.
Tire’den gelen
yol ile Kahrat ve Hacı İlyas köylerinden gelen yollarının birleştiği noktaya,
Zincirlikuyu’ya vardıkları zaman ortalık ağarıyordu. Müfreze kumandanı Ahmet
Şükrü Bey, daha fazla ilerlemeyi mahzurlu buldu. Vaziyeti bir raporla Kuvayı
Milliye Kumandanı Tahir Bey’e (Mütareke döneminin Ödemiş Jandarma Tabur
Komutanı) bildirdi. Tahir Bey, cevabında baskının ertesi gün yapılacağını ve
müfrezeye erzak gönderildiğini belirtti.
Zincirlikuyu'nun mermer bileziğindeki yüzlerce yılın izleri
(Kasım-2008; İF)
-Müsaade
ederseniz Tire’ye sokulayım. Yunanlıların kuvvet ve vaziyetleri hakkında bilgi
toplayıp döneyim” dedi.
Tellal Kadri
de ona katılmak istedi. Her ikisine de vazife verildi. Bunlar biraz yol aldıktan
sonra önlerinde bir toz toprak bulutunu peyda olduğunu gördüler. Yunan
kuvvetleri geliyordu. Hemen geri dönerken müfrezenin dikkatini çekmek için iki
el silah attılar. Koşarak müfrezeye katıldılar.
Saat sekizdi.
Güneş her yere işliyordu. Saat sekizden beri Gökçen Efe’nin ateş açmasını boş
yere beklemişlerdi. Şimdi ise Yunanlılar akın ediyordu. Bu ne demekti?
Müfreze böyle
bir vaziyete ihtimal vermemişti. Bir düşman akını karşısında nasıl
davranılacağı nerelere çekilmek suretiyle nasıl mukabelede bulunulacağı
planlanmış değildi. Fakat buna rağmen tereddüt uzun sürmedi ve asla şaşkınlık
ve çözülme halini almadı. Müfrezenin kahraman ve yetişkin efradı, derhal yolun
soluna ve sağına sıçradılar. Hendeklere mevzilendiler. Hiç birinin maneviyatı
zerre kadar bile sarsılmamıştı.
Bir servinin dibindeki Zincirlikuyu
Düşmanın
yaklaşıp görülmemesi soğukkanlılıkla bekleniyordu. Silahlar dolu ve tetikte
idi. Birkaç dakika evvel kunduracı İbrahim ile Tellal Kadri’nin attıkları iki
el silah Yunanlıları endişeye düşürmüş olmalıydı ki, süvari kıtası ileri
geçirilmiş ve muharebe nizamını almıştı. İşte o sırada Ahmet Şükrü Bey’in sert
ve yüksek kumandası duyuldu; “Ateş”.
Tetiklerde
sabırsızlanan seksen parmak birden gerildi. İlk kurşunlar hedeflerini buldu.
Savaş başlamıştı! Düşman süvarisinin bir kısmı yere serilmiş, arta kalan da
püskürtülmüştü. Onların yerlerini piyade almıştı.
Harekete
geçmiş bulunan düşman kuvvetlerinin kadrosu şöyle idi: Üç Efzon bölüğü, ata
bindirilmiş 200’den fazla yerli Rum, bir makineli tüfek bölüğü… Efzonlar açılıp
yayılarak mevziye girdiler. Savaş yakın mesafeden başladı. Biraz sonra makineli
tüfekler de ateşe katıldılar ve düşmanın ateş üstünlüğü böyle arttı.
Zincirlikuyu Mevkii ve kahvehane birlikte...
Hele sürekli
ateş yapan makineli tüfekler, müdafilerin yerleştirdikleri hendekler üzerindeki
otları ve dikenleri orakla biçilmiş gibi müfreze efradının başlarına
boşandırıyorlardı. Düşman bizim en az on mislimizdi. Kendi sağ kanadına kurşun
gelmemesinden cesaret alarak o yandan çevirme yapmak üzere ilerlemeye başladı.
Müfrezemizin gerisi tehlikeye düşmüştü. Vaziyetin aleyhimize bir çevirme
hareketi halinde gelişmekte olduğunu müfrezedeki genç gönüllüler birden fark
edemediler. Yandan ilerleyen o beyaz gömlekli Efzonları her yıl Orta
Anadolu’dan o taraflara gelen orakçılar zannediyorlardı. Çünkü beyaz dizlik ve
beyaz gömlek orakçıların “üniforması” idi.
Beşkavaklar Mevkii'nde rastladığımız bir mermer alınlık parçası
(Aralık-2013; İF)
Gönüllüler,
savaşın o kızgın dakikalarında bir yandan düşman ateşine mukabele ederken bir
yandan da birbirlerine “şu orakçılara bak, böyle ana baba gününde tarlalarda
çalışmaya gidilir mi?” diyorlardı.
Fakat
“orakçılar” oradan uzaklaşmak bilmiyorlardı. Yedek subaylara Balkan Harbi’ne
katılmış tecrübeli gönüllüler Efzonları teşhis etmekte gecikmediler. Ama durum
geri çekilmek için bile pek öyle elverişli değildi. Düz ovada vızıldayan düşman
mermileri tüm mevzileri yalıyor, yerlere sürülmüş gibi kazıyordu.
Gönüllülerimiz arasından “vuruldum, yandım!” sesler gelmeye başlamıştı.
Zincirlikuyu'dan biraz ilerde; Şehitlik yakınındaki Beşkavaklar Mevkii
(Aralık-2013; İF)
Hamam
mahallesinden, şimdi ziraatla meşgul İbrahim Saraç’ın elinin üstünden giren
kurşun, tüfeğinin dipçiğini de parçalayarak pazısını delip geçmişti. Yüzbaşıoğlu
Akif de –bu çocuk, ileride büyük bir müfreze teşkil ederek Yunanlılara karşı
mühim hareketlerde bulunacak ve daha sonra Afyon Cephesi muharebesinde şehit
düşecektir- ağır surette bacağından yaralandı.
Savaş artık
ölüm-kalım boğuşması haline gelmişti. Müfreze büyük bir gayret sarf ederek en
şiddetli mukabelede devam ediyordu. Bir aralık bizi fazla hırpalayan bir düşman
makineli tüfeğin başındaki askerin kollarını havaya kaldırarak yuvarlandığı
görüldü. Ancak bunun üzerinedir ki, müfreze çekilmek imkânını bulabildi.
Beşkavaklar Mevkii
(Aralık-2013; İF)
Bir saat kadar
süren Zincirlikuyu çarpışması böylece son buldu. Müfrezenin bir kısmı Ödemiş
üzerine, bir kısmı güneydeki dağlara çekildi.”(8)
Kireli köyünden İlyas Özçelik (Topuz Ellez)
Aynı olay, Kireli köyünden 86
yaşındaki Topuz Ellez’le (İlyas Özçelik) yapılan söyleşide şu şekilde
aktarılmaktadır:
“Şimdi bu İlkurşun’da; Zincirli’de zeybekler bekliyor, pusu kuruyorlar.
Yunan gelirken çatışma çıkıyor. Çatışma çıktığı gibi; neyse dağıtıyorlar o
zeybek şeysini (Kuvvacıların direniş hattı kast ediliyor). Yunan kuvvetli
geliyor. Şehitler öte (Zincirlikuyu’dan ötede Beşkavaklar Mevkii yakınlarında; Şehitlik diye adlandırılan mevkii) giderken orda yazık o orakçılar
kaçmamışlar; bize bir şey yapmazlar diye. Bir tanesi saklanmış da; dört
kişiymiş onlar. Üç tanesini öldürmüşler. Hatta buradan yemek götürüveren
tarlanın sahibi kadın, orda silahlar patlamaya başladığı zaman o kaçmış.
Irgatın birisi de oraya bir yere saklanmış. Ötekileri öldürmüşler orada.
Hatta şöyle ki; İlkkurşun Bayramı, mesela hatta şeyde (Ödemiş’te
İlkurşun köyü yakınlarındaki Hacı İlyas Tepesi kast ediliyor) yapılıyor ya;
burada yapılması lazım. Benim öğrendiğim kadarıyla; İlkkurşun Bayramı’nın da
orada yapılmasının sebebi, Başbakan Şükrü Saraçoğlu Ödemişliydi ya; o şeyler
taksim olurken, bu savaş şeyleri, bayram yatakları; oraya kazandırmış. Öyle
derler yani… Buranınmış yani. Burada olmuş çatışma.
Hatta yazık iki-üç sene evveli genç genç şeyler geldi; üç dört delikanlı
geldi. Burada şehitler varmış dedi. Biz onları ziyarete geldik dedi. Biz
onların torunlarıyız; dedemize geldik dedi. Gösteriverdik biz onlara; bakın
kara servilerin dibindeler dedik. (Muharebenin) ertesi günü üçünü bir yere
götürmüşler, gömüvermişler oraya.”(9)
Kireli köyünden İlyas Özçelik (Topuz Ellez) Zincirlikuyu Muharebesi'ni anlatıyor.
Görülüyor ki; her iki kaynakta da Zincirlikuyu Muharebesi, Kurtuluş
Savaşı’nın ilk kurşununun 1 Haziran 1919 Pazar gününün gecesinde, sabaha karşı;
bugünkü Tire’nin Çiniyeri köyü sınırları içindeki Zincilikuyu Mevkii’nde
atıldığını aktarılmaktadır. Topuz Ellez’in anlattıkları aile büyüklerinden
dinlediklerine dayanmaktadır.
Zincirlikuyu Kahvehanesi'ndeki Köprüova boğa güreşleri ile ilgili duyuru
Kahvehanede yeniden debreşen hararetimizi yaşlı kavağın (Tire’de çınara
kavak derler) gölgesinde içtiğimiz soğuk sodalarla gidermeye çalıştık. Yanımıza
gelen kahveci ile ayak üstü sohbete başladık. Kahvehanenin dış duvarındaki
Köprüova’da 7 Temmuz 2016’da düzenleneceği duyurulan boğa güreşleri ile ilgili
bir tanıtım afişi dikkatimizi çekmişti; onu sorduk. Çünkü buraların deve
güreşini bilirdik, ama Ege’de boğa güreşlerinden pek haberimiz yoktu. Kahveci
Mestan, Köprüova’da yıllardır bu genç boğaların geleneksel olarak güreştirildiğini,
ancak bu yıl bu duyuruya rağmen yöredeki salgın hastalık tehlikesi nedeniyle
güreşlerin iptal edildiğini anlattı.
Kahveci Mestan, kendi hazırladığı Mestan Deve ile ilgili panosunun önünde...
Daha sonra söz, deve güreşlerine geldi. Kahvehanenin içindeki bir duvar,
deve güreşlerinde çekilmiş fotoğraflar ve bu deveye ait muhtelif malzeme ile
donanmış bir pano ile kaplanmıştı. Doğal olarak dikkatimizi çekti. Kahveci
Mestan da hikâyesini orada anlatıverdi:
Mestan’ın develerle ve deve güreşleriyle ilgili herhangi bir hikâyesi
yoktu önceleri. O, Zincirlikuyu Mevkii’ndeki
kahvehanesiyle meşguldü. Ancak abisinin bir devesi vardı ve onu satmak
istiyordu. Köyden uzak kaldığı bir dönem devenin bakımını üstlenmesini
Mestan’dan istedi. Mestan, deveye ekmek verdi, su verdi; bu süreçte Mestan,
deveye bağlandı ve ona bir dostu gibi benimsedi. Sonunda deveyi abisinden satın
aldı ve ona o kadar seviyordu ki; dedesinin ve kendisinin ismi olan Mestan
ismini verdi deveye.
Mestan Deve
Mestan, deveyi satın aldığında daha o, devecilerin daylak diye adlandırdıkları yavru bir deveydi. Deveyi 3-4 yaşına
kadar besledi Mestan; 4 yaşından sonra deveyi, Tire ve İzmir civarında
güreşlere sokmaya başladı. Sabahın köründe güreşe hazırlanan develer, kamyonla
güreşin yapılacağı kasabaya dek taşınıyordu. Zahmetli bir iş olsa da Yörüklerin
sevdasıydı devecilik. Panodan anlaşıldığı kadarıyla Mestan’ın devesi, sıkı bir
güreş devesiydi. Ama bu anlatılır bir sevda değildi Mestan’a göre; bunu ancak
yaşayınca anlardı insan.
Mestan'ın panosundan detay
Mestan’ın coşkulu anlatımı oldukça etkileyiciydi. Ancak bizim için gitme
zamanıydı. Mestan ile vedalaştık ve Küçük Menderes’in derinliklerinde yer alan Çamlıca Mevkii’ne doğru hareket ettik.
Zincirlikuyu, Çamlıca, daha aşağılarda Beşkavaklar Mevkii, ovanın bereketinin
tarihsel derinliğinde Tanrıça Artemis’in rahiplerine emanet edildiği günlerden
çok uzaklardaydı artık. Bir insan boyu yüksekliğindeki mısır tarlalarının ele
geçirdiği ovaya çakılan derin kuyuların emip kemirdiği taban suyu, neredeyse
çekilip gitmişti buralardan. Beydağ
Barajı ile kurtarılmaya çalışılan bu bereketin timsali kadim topraklar,
Temmuz sıcağının göbeğinde sarı sıcak bir sessizliğe gömülmüştü sanki. Emektar
Kaystros, şimdi artık bir sızıntıdan ibaretti; kalpsizlerin kalbine akan…
Çamlıca'ya doğru mısır tarlaları
Çamlıca kır kahvehanesinin derin sessizliğinde; ıpıssız avluda bir süre
oturduk. Kimsecikler yoktu ortada; Dutların gölgesindeki bir tahta masada biz,
cırcır böceklerinin bitmeyen senfonisi ve hemen yanı başımızdaki dere yatağının
içinden gelen kurbağa sesleri arasında; ovanın ve ülkenin çaresizliğine iç
geçirdik durduk. Artemis’in bütün rahipleri bile bir araya gelse, bu akışı
durduramazdı gayri. Selametle dedik bütün nebata ve hayvanata ve bu büyük
çaresizliğimizi yanımızda bir heybe gibi taşıyarak; ayrıldık Çamlıca kırından
yukarılara; Kireli’ye doğru.
Çamlıca kır kahvehanesi
Dipnotlar
(1)
Rıza Yıldırım, Seyyid Ali Sultan (Kızıldeli) ve Velâyetnamesi, Türk Tarih
Kurumu-2007-Ankara; sayfa: 135
(2)
Rıza Yıldırım, a.g.e.; sayfa: 136
(3)
Rıza Yıldırım, a.g.e.; sayfa: 137
(4) Rıza Yıldırım, a.g.e.; sayfa: 137
(5)
Rıza Yıldırım, a.g.e.; sayfa: 137; Dipnot:259
(6) Ege’nin Gizli Tarihi Horasaniler; A.Munis Armağan; Tüze Yayıncılık-2001; sayfa:152-153
(7)
Dr. Himmet Akın; Aydınoğulları Tarihi hakkında bir araştırma; Ankara Üniversitesi
Basımevi-1968, 2.Baskı; sayfa:146
(8) Ali Orhan İlkkurşun, Ödemişli Bir Özgürlük Savaşçısının
Kaleminden İlk Kurşun ve SonrasıAli Orhan İlkkurşun’un Anıları, Ödemiş
Belediyesi Yıdız Kent Arşivi ve Müzesi Yayını:4; Mart-2013; sayfa: 133-136
(9) Hasan Doğan’ın Kireli köyünden 86
yaşındaki İlyas Özçelik (Topaz Ellez) ile yaptığı mülakat; Temmuz-2016
(10) Gazi Umur Bey’in temsili resmi, http://www.izmir.com.tr/Standard.aspx?id=50&mid=70
adresinden alınmıştır.
(11)http://batitrakyadakiosmanli.blogspot.com.tr/2010/01/dimetoka-seyyid-ali-kizildelisultan.html
adresinden alınmıştır.
(12) Fotoğraflar, belirtilenler
dışında gezi sırasında İF tarafından çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC