ÇALDEDE ve OVACIK YAYLASI YÜRÜYÜŞÜ
22 Mayıs 2015
İbrahim Fidanoğlu
Giriş
Çaldede(1), Batı
Anadolu’nun yüksek zirvelerinde kendine yer açmış; Türkmenlerin 11.yy.dan
başlayarak Anadolu’daki çalkantılı bir dönemin tarihine ait sırlarını
barındıran o büyük göçün bugüne ulaşan tanıklarından biri gibidir. Denizli’de,
İzmir Kemalpaşa Ovacık Yaylası’nda ve Tire’nin sırtını dayadığı Aydın
Dağları’nın kendi adıyla anılan kayrak taşlarla kaplı bir zirvesindeki
makamları, bunlardan bizim bilebildiğimiz sadece üçüdür. Tire’de Çaldede
Zirvesi’nde her yıl Eylül ayının ilk Pazar günü Aydın Dağları’nın iki
yakasından sökün eden Yörüklerin torunları, sanki o büyük göçün halkın
hafızasında yer etmiş silinmez hatırasını anmak için Çaldede Mahya
Şenlikleri’nde buluşurlar. Zirveden izlenebilen onlarca kıvrım kıvrım yol,
yolcularını dağa ve onun eteğindeki çınarın dibinde yer alan suyun başına
taşır. İşte o zaman “ayin” başlar. Siz ister bunu insanlığın ortak bilinci olan
ve yine bu topraklarda yaşanmış; İlkçağ’daki çileli hac yolculukları ile
karşılaştırın; isterseniz Tibet’te Lhasa’daki Bargkhor Tapınağı’na
kilometrelerce uzaktan yatıp kalkıp; yerde bir tür secde ederek ilerleyen ve
tapınağın çevresini Müslümanların Kâbe’de gerçekleştirdiklerine benzer tarzda
defalarca tavaf eden Budist hacıların ritüeliyle boy ölçüştürün; mutlaka bu
tılsımın ortak bir noktasını yakalayacaksınız. Ama bunu yaşamak için mekâna gitmeniz
gerek. Her yıl Eylül’ün ilk Pazarı’nda Çaldede Zirvesi’ne yani…
Çaldede Zirvesi ve Çaldede'nin makam mezarı
Bizim bugün yaptığımız ise bu göçün hatırasını anarak baharda Çaldede
Zirvesi’nde günümüzü anlamlandırmak…
Çaldede:
Çaldede, Anadolu’nun dört bir yanında “Gök
Tengri”ye en yakın noktada zirvelere konumlanmış zamanının önemli halk
önderlerinden biri olmalıdır. 11. yy.dan başlayarak; bir yandan Şaman geleneklerin
içinden geçerek bu topraklara savrulan büyük kalabalıkların İslam dinini kabul
sürecinde yaşadıkları çileli zamanlar, diğer yandan çalkantılı iktidar
kavgalarının ve kimlik bunalımlarının yaşandığı büyük bir coğrafyaya yayılan
göç hikâyeleri, tarih boyunca sonraki nesillere nasıl aktarılmıştır? İşte
Türkmenlerin Anadolu’ya kadar uzanan bu destansı göç tarihinin şifreleri, belki
de bu dağların zirvelerinde hala soluk alabilen bu hatırada saklıdır. Tire
coğrafyası da bu göç hatırasının her yıl yeniden hatırlandığı Batı Anadolu’daki
önemli noktalarından biridir.
Çaldede ve eteklerindeki çınarlarla kaplı su kaynağı
1980’lere kadar Tire’nin Güme Dağı yamaçlarına serpilmiş Cambazlı ve
Büyük Kemerdere gibi birkaç köyünde de hayat bulabilen bu Mahya Şenlikleri,
ülkeye giderek hâkim olan “aynilik” kültürünün etkisiyle daha yükseklere doğru
çekildi ve Aydın Dağları’nın Küçük Menderes Ovası’na bakan yüzünde sadece
Çaldede Zirvesi’nde günümüze ulaşabildi. Bugün İslam ile harmanlanmış binlerce
yıllık Şamanlık günlerinden kalma inanç ritüelleri, her yıl Eylül ayının ilk
Pazar günü bu zirvede tekrarlanır durur.
Çınarlar altında Çaldede Mahyası
(Fotoğraf: İF;Eylül 2006)
O gün,
Dibekçiler Yaylası’nda Çaldede’nin (büyük ihtimalle) makam mezarının bulunduğu
tepenin eteklerinde yer alan su kaynağının etrafında hayat bulmuş çınar
ağaçlarının gölgesinde, mahşeri bir kalabalık toplanır. Yolu alabildiğine
zorlu, binbir virajla kıvrılarak tırmanılan bu kutsal mekâna Aydın Dağları’nın
iki yakasından; İncirliova’nın ve Tire’nin köylerinden binlerce insan akın
eder. Yüzyıllardır devam ede gelen bu geleneğin sırrı, Horasan Erenleri’nin Orta
Asya bozkırlarından başlayıp Batı’da denizin kıyısında sonlandığı an’a kadar
doğudan batıya doğru sürüp giden yüzlerce yıllık bir göç öyküsünün
girdabındadır. Yakın geçmişe kadar Çaldede’ye yapılan bu yolculuk, yaya olarak
gerçekleştirilirmiş. Sanki antik çağda bölgedeki kentlerin kutsal tapınaklarına
doğru kilometrelerce süren çileli hac yürüyüşleri gibi…
Aydın Dağları'nın iki yakasından binlerce insan Eylül'ün ilk Pazar günü Mahya için Çaldede'ye akar.
(Fotoğraf: İF;Eylül 2006)
Dağın zirvesinde tek bir ağaç ve doğru dürüst
bir bitki örtüsü yoktur. Tırmanırken sürekli ayaklarınızın altından kayrak
taşlar kayıp gidiverir aşağılara doğru. Dağın yamaçları oldukça dik ve tamamen
irili ufaklı şist yapıda taşlarla doludur. Güneşte pırıl pırıl parlar dağ…
Dağın eteğindeki çınar ağaçlarının dibinden kaynayan suyun başında, yine bu
yörenin malzemesi olan kayrak taşlarla yapılan kulübeden mutfaklarda pişen
yemek, imece usulü bir organizasyonla derme çatma masalar üzerinde, ayakta ya
da çömelerek bulunmuş köşelerde çala kaşık yenir. Önce şehriye çorbası,
arkasından nohutlu salçalı et yemeği, yanında salata, daha sonra keşkek ve en
arkadan irmik helvası ile tamamlanan yemek sonrası genci yaşlısı dağa doğru
tırmanışa geçer. İki büklüm 80’lik ihtiyar nineler, yüzyılların içinden süzülüp
gelen bir inanç sistemine dayanarak dura kalka tırmanırlar dağa. Dağın tepesine
yaklaştığınızı sandığınız an, aslında zirveye daha epey yolunuz vardır.
Tırmanışta arkanıza dönüp baktığınızda kendinizi sanki bir anfi tiyatroda
sanırsınız; hele bir de aşağıda Karakucak güreşleri başlamışsa. Tepeden seyrine
doyum olmaz o mahşeri kalabalığın. İnsanlar; genci yaşlısı, biraz önce topluca
yemek yenilen çınar ağaçlarının bulunduğu gölgelik alanın biraz ilerisindeki
düzlükte birbirleri ile güreşe tutuşmuş çevre köylerin gençlerinin mücadelesini
ve onları güreşe çağıran cazgırın manilerini izler. 2000 metreye yaklaşan bir
rakımda tutulan güreş de bu ritüelin bir parçasıdır.