makedonya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
makedonya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Ağustos 2012 Salı

BİR BALKAN YOLCULUĞU (BÖLÜM-1c)

MAKEDONYA
3.Kısım

İbrahim Fidanoğlu

Makedonya’nın İncisi Ohri

Akşama doğru Ohri’ye girerken batmakta olan güneşin kızıllığı, Ohri Gölü’nün mavi sularını ele geçirmişti. Ohri’ye gelinceye kadar Makedonya’da bulunduğumuz iki gün boyunca her ne kadar ormanlarla kaplı yemyeşil vadilerin diplerinde akan akarsular boyunca gezinmiş olsak da önümüzde bir deniz gibi uzanıp giden o muhteşem Ohri Gölü ile karşılaşmak yine de heyecan vericiydi. Geç vakit ulaştığımız Ohri Gölü kıyısındaki Goriça Oteli’ne yerleştikten sonra, göle yakın bir azmak başında yer alan bir kır restoranına; bir gece önce Üsküp’de dinlediğimiz Makedon şarkıları eşliğinde yemeğe gittik.


Ohri Gölü’nde gün batımı

Sabah otelin iskelesinden bir tekne ile Sv. Naum Manastırı’na gitmek üzere göle açıldık. Teknede yine aynı Makedon şarkıları çalıyordu; “Ben seni seviram; çok seni seni seviram” yada “çifte çifte paytonları getirdim sana, okka okka lokumları yedirdim sana”… Bugünün bir başka özelliği de ölüm yıldönümünde Sv. Naum’u anmak üzere manastırda geleneksel olarak düzenlenen bir yortunun varlığıydı. Yani Manastır, bugün bizim için (!) bir panayır yeri gibi olacaktı. Masmavi ve bir akvaryum berraklığındaki suyu yara yara ilerleyen teknemiz, Galicica Dağı eteklerindeki Ohri Gölü’nün doğu sahili boyunca seyretti.

Ohri Gölü bizim Bafa Gölü’nden biraz daha büyük bir göl; Yaklaşık 350 km2 lik bir yüzölçümü var. Balkanlar’daki jeolojik oluşum tarihi açısından en eski ve en derin göl olarak biliniyor. Göl; temizliği, içinde ve çevresinde yer alan bitki örtüsü ve hayvan çeşitliliği ile Avrupa’nın en önemli biyolojik koruma alanlarından kabul ediliyor. Göl ve Ohri kenti, 1980 yılından beri UNESCO tarafından dünya doğal ve kültürel mirası listesinde yer almaktadır.


Ohri ve Çar Samuil Kalesi

Gölün doğusunda Galicica Dağı yükselir. Galiçica Dağı’nın öbür yakasında Prespa Gölü yer alır. Dağın 2000 metreleri aşan zirveleri, Galicica’nın Makedon dilindeki anlamına yakışır tarzda sanki iki yanında uzanıp giden mavilikleri usulca okşar. (2) Ohri Gölü’nün sularının yaklaşık %20’si kendinden daha yüksek bir konumda bulunan Prespa Gölü’nden gelir. Dağın içindeki karstik (kolay eriyebilen) tabakalardan süzülerek gelen sular, bir şekilde yer altından yüzeye çıkan kaynaklar aracılığıyla Ohri’ye kavuşur. Özellikle gölün doğu kıyısı boyunca kumulların arasından kaynayarak gölü besleyen çok sayıda kaynak bulunur. Karşı kıyıda yer alan Struga’ya doğru akan ve gölün içinden geçerek Kara Drim’e ulaşan su kaynakları da Ohri’nin güneydoğusunda yer alan ve yakınında Sv. Naum Manastırı’nın da bulunduğu azmaklar içinden kaynar. İlginç olan; Kara Drim’e bu suyun nasıl ulaştığıdır. Gölün güneydoğu sahilinin açıklarında, bir yere kadar kaynayarak azmaktan göle karışan bu suyun akışını takip etmek dahi mümkündür.

BİR BALKAN YOLCULUĞU (BÖLÜM-1b)

MAKEDONYA
2.Kısım


İbrahim Fidanoğlu

“Bitola (Manastır); Benim Güzel Memleketim”

Babam; 1931 yılında 6 yaşındayken Makedonya’nın Debar kasabasına bağlı Kocacık nahiyesinin Novak köyünden Türkiye’ye gelmiş. Çocukluğumdan beri; bir daha dönülmemek üzere terk edilmiş o topraklara ait babamın belleğine kazınmış özlem dolu hikâyeler, kafamdaki Makedonya resmini sürekli besleyen temel kaynak oldu diyebilirim.


Gostivar – Manastır güzergahı

Babamın hikâyesi; Novak’ta başlar; Çocukluğunun efsanevi ırmağı Kara Drim’in çağıldayan suları boyunca Manastır’da tren garına ulaşan ve ağaçlıklı bir yolda ilerleyen fayton yolculuğu ile devam eder. En sonunda Türkiye’ye dönüş için tüm eşyalarını içine koydukları denklerin üstünde sırt üstü yatıp son kez baktığı göğün maviliğini seyrederek Manastır tren garında onları Türkiye’ye götürecek İstanbul trenini bekleyiş ile son bulur. “Ah Manastır; benim güzel memleketim”…

“Ben sende yürüdüm çıplak ve yalın ayak
Ben sende büyüdüm, misafirin değilim

Bitola, benim güzel memleketim
Seni bütün kalbimle seviyorum
Bitola, benim güzel memleketim

Tırnak içindeki sözlerin ve aynı adla anılan hüzünlü Manastır şarkısının sahibi; asıl ismi Hayri Demirovski; Türkiye’ye göçtüğü 50’li yıllardan sonra Hayrettin Önder olarak tanınan ve doğduğu kent Manastır’a karşı duyduğu derin özlem ve sevgiyi dile getiren o güzel şarkının yaratıcısı, bir anlamda İzmirli hemşehrimiz Hayri Amca’yı anmanın zamanıdır şimdi.

Hayri Demiroviç, Hayri Demirof, Hayri Demirovski ve Hayrettin Önder; Balkanlar’ın siyasi ve politik resmi değiştikçe Makedonyalı ünlü besteci; Manastırlı Hayri Amca, zaman içinde dört farklı isme sahip olmuş.

1926 yılında Manastır’da Demiroviç soyadıyla dünyaya gelen sanatçı, imam olan babasını genç yaşta kaybedince okula devam edemez ve bir berber dükkânında çalışmaya başlar. O yıllarda Sırpların egemenliği altında olan Manastır, İkinci Dünya Savaşı’nda Almanların Balkanları işgal etmesiyle birlikte Hırvatların egemenliği altına girer. Demiroviç soyadı işgalin ardından yerini Demirof’a bırakır.

Savaş yıllarında Tito liderliğindeki Partizanlara katılan Hayri Demirof, örgütte kurye olarak görev alır. Bu yıllarda çalıştığı berber dükkânının Balkanlar’ın ilk sinemacıları olan Manakis Kardeşler’in atölyesinin yanında bulunması sebebiyle, bu önemli sinemacıların çalışmalarını yakından takip eder. Savaş süresince birçok kereler Nazi askerlerine yakalanma tehlikesi atlatan Demirof, Yahudilerle Partizanların gruplar halinde katledilmesine tanık olur.


1943 yılında Yugoslavya’nın kurulmasıyla birlikte Makedonya özerk bir cumhuriyet statüsünü alır. Bu süreçte soyadı Demirovski olarak değiştirilen ünlü besteci, Partizanlar içerisindeki başarılarından dolayı gönderildiği Zagreb Matbaacılık Okulu’nda matbaa ve grafikerlik eğitimi alır. Demirovski, eski Yugoslavya’nın muhtelif kentlerinde matbaacı olarak çalışır.


Hayri Demirovski Manastır’da; Manolya Meydanı’nda(4)

O dönemlerde doğduğu topraklara ve ailesine duyduğu özlemi şarkılara döken Demirovski, bir süre sonra döndüğü Manastır’da berberlik yapmaya başlar. Sesine ve kulağına çok güvenen Demirovski, 1950 yılında arkadaşlarıyla birlikte Manastır Radyosu’nda düzenlenen bir yarışmaya katılır. Sesini ve Makedon dilini kullanmakta gösterdiği başarıdan dolayı radyoya kabul edilir. Radyoda yayınlanan özel bir programda seslendirdiği “Bitola” şarkısı büyük beğeni toplar. Bu programdan sonra Hayri Demirovski, Manastır Radyosu’nun en çok aranan sanatçıları arasında yerini alır. Birkaç yıl sonra da saat kulesinin çanlarında bu şarkı çınlamaya başlar.

Manastır’ın ortasından geçen Dragor çayı

1954 yılında Demirovski kendisini uğurlamaya gelenlerle birlikte “Bitola” şarkısını söyleyerek bir trene biner. Ailesiyle birlikte yaptıkları bu uzun tren yolculuğunun son durağı İstanbul olur. Bu yeni topraklarda yeni bir adı vardır artık: Hayrettin Önder.

Eyüp’te bir berber dükkânında başladığı iş yaşamına Cağaloğlu’nda çeşitli dergilerin yayın yönetmeni olarak devam eder. Suavi Sualp ile birlikte Salata dergisini çıkarırlar. Cağaloğlu’nun yokuşlarını 45 yıl boyunca aşındıran sanatçı, bu yorucu yılların ardından İzmir’e taşınır. 2009 yılında da hayatının son yıllarını geçirdiği İzmir - Karşıyaka’da bu dünyaya ve sevgili Bitola’sına veda eder.

Serüven dolu böyle bir hayatın ardında bıraktığı o güzel şarkıyı dinlemediyseniz; bulun bir yerlerden dinleyin hemen; Manastır anıları tazeyken; o güzel kentin sokaklarında dolaşmışken hatırlayın Eleni’nin hüzün dolu aşkını; Mustafa Kemal’in ilk yapıtaşlarının oluştuğu güzelim Manastır’ın Şirok sokağında bir aşağı bir yukarı volta attığı zamanları…


Hayri Demirovski'nin şarkısını dinlemek için video okuna basınız.



20 Ağustos 2012 Pazartesi

BİR BALKAN YOLCULUĞU (BÖLÜM -1a)


MAKEDONYA

1.Kısım
İbrahim Fidanoğlu

1-8 Temmuz 2012
Giriş

Kavurucu sıcakların bir karabasan gibi üstümüze çöktüğü Temmuz ayının ilk haftasında rotamızı Balkanlar’a çevirdik. Kişisel tarihimizin köklerinin de bulunduğu bu topraklar, ne zamandır ilgi alanımız içindeydi. İstanbul’dan havalanan uçağımız yaklaşık 1 saatlik bir yolculuk sonrası, Makedonya’nın başkenti Üsküp’ün Türk firması TAV tarafından yakın zamanda tamamlanan modern görünümü ile dikkat çeken Büyük İskender Havaalanı’na indi. Atmosferik göstergeler, ülkemizden farklı değildi ve bu durum gezi boyunca  bu şekilde devam etti. Her şeye rağmen yeni coğrafyalar görmeye odaklanmış ve bunun heyecanını yaşayan bizler için bu bir engel değildi.

Balık mı, Kurbağa mı? Makedon mu, Bulgar mı? Yoksa Yunan mıydık yahu? – Üsküp Makedonya Caddesi heykellerinden biri için…

Dağlar ve arasında uzanıp giden derin vadilerle kaplı Balkanlar’ın o müthiş coğrafyası, Üsküp’ten başlayarak daha içerilere ve en sonunda Adriyatik kıyılarına kadar devam eden otobüs yolculuklarımız boyunca hepimizi büyüledi. Dağlık topoğrafyası, buna paralel zengin su kaynakları ile beslenen topraklarının üstünde biten ormanlıklar, Balkanlar coğrafyasında ilk gözümüze çarpan tipik unsurlar oldu. Engebeli arazi yapısının toplumsal hayata etkileri olarak değerlendirilebilecek mikro coğrafyalardaki etnik ve kültürel çeşitlilikler, bazen tarih boyunca bu toprakları hiç terk etmeyen insanlık dramlarının, bazen de halkların kültürel zenginliklerinin kaynağı oldu. Bu bir haftalık kısa sayılabilecek Balkan Yolculuğu’nda hep bu dramatik yapıların ve çeşitliliklerin izlerini sürdük.

Vodno Dağı’ndan Üsküp’e bakış

İsmini arayan ülke; Makedonya

Makedonya, aslında Osmanlı’da tek bir isimle anılan ve bugünkü Bulgaristan, Makedonya ve Yunanistan arasında bölüşülmüş coğrafik bir bölgeyi tanımlar. Devlet olarak Makedonya ise, bugün için Dünya kamuoyu nezdinde ismini tescil ettirememiş; tarihsel arka planındaki karmaşık öykülerin etkisi altında; Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan ve Arnavutluk arasında sıkışıp kalmış; bir anlamda Yugoslavya’nın çöküş süreci sonrasında yeniden bir ulus yaratma mücadelesini sürdüren 2 milyon nüfuslu küçücük bir ülke olarak öne çıkmaktadır.

Makedonlar, hemen hemen Bulgarlar ile aynı dili konuşuyorlar. Özellikle 19.yy.da Osmanlı İmparatorluğu’na karşı sürdürülen ulusal ayaklanmalarda öne çıkan birçok komitacı lider, her iki ülkenin kendi tarihlerinde ortak milli kahramanlar olarak tanınıyor. Bu bile, iki ülkenin tarihsel ve kültürel hayatının ne kadar birbirinin içine geçtiğinin basit bir göstergesi olarak kabul edilebilir.

Üsküp Kalesi

Yunanistan’la; Büyük İskender’e dayandırılan tarihsel geçmişleri nedeniyle ülkenin ismi üzerinden sürdürülen büyük bir çekişme var. Şu anda bile ülkenin ismi BM’de ancak “Eski Yugoslavya Cumhuriyeti’nin Makedonya’sı” olarak kabul görebiliyor. Çünkü Yunanistan, kendi coğrafi sınırları içinde yer alan ve Makedonya ismi ile bilinen bir idari bölgeye sahip olması nedeniyle, böyle bir ülke isminin kendi toprakları üzerinde hak iddiası anlamına geleceğini ileri sürerek bu ismi Makedonya’nın da doğrudan kullanmasına izin vermiyor. Ayrıca; Yunanistan, Büyük İskender’in de bugünkü Makedonya Cumhuriyeti ile bir ilgisinin bulunmadığını ve onun; Yunan ve İlkçağ’da Hellenistik Dönem diye anılan önemli bir periyodun da başlatıcısı olduğunu vurguluyor.