12 Eylül 2012 Çarşamba

BİR BALKAN YOLCULUĞU (BÖLÜM – 4)


DUBROVNİK yada RAGUSA(1)
6 Temmuz 2012
İbrahim Fidanoğlu

Dubrovnik; Bir Dünya Mirası

Dubrovnik, Hırvatistan’ın Adriyatik kıyısında; neredeyse en güneyde yer alan ve tarih boyunca doğuyu batıya bağlayan ticaret yollarının üzerinde stratejik bir öneme sahip, diplomatça duruşu ile zamanın büyük devletleri arasında dans ederek varlığını koruma becerisi gösterebilmiş eskinin bağımsız Ragusa yada Dubrovnik Cumhuriyeti, şimdinin ise önemli bir liman kenti ve turizm merkezidir.

Dubrovnik ve çevresi(2)

Karadağ’ın kendi adıyla anılan körfezinin kuzey ucunda kurulu Herceg Novi kasabasını geçtikten sonra, Adriyatik’e paralel dar kıyı şeridini takiben yapılacak kısa bir yolculuk sonrasında Hırvatistan sınır kapısına gelinir. Bu yolculuk esnasında düzlük alanlardan Dinar Alpleri’ne doğru uzanan incecik belli ve sipsivri uçlarıyla göğe doğru yükselen kara servilerin, diğer ağaçlar arasındaki hemen dikkat çekiveren manzarası görülmeye değerdir. Policic yakınlarındaki kapıdan kısa bir bekleyiş sonrasında Hırvatistan topraklarına girilir.
Dubrovnik ve çevresi; Adriyatik kıyısında denize paralel hemen yükselen Dinar Alpleri’nin etkisiyle, Balkanlar’ın iç bölgeleriyle her bakımdan farklılaşan bir coğrafyaya, iklime ve kültürel yapıya sahiptir. Bölgenin kuzeybatı bölümünde kıyı şeridi, Peljesac Yarımadası’nı, Ston Vadisi’ni ve Dubrovnik ırmağına kadar oldukça ince Dubrovnik sahilini oluşturmaktadır. Dubrovnik kara sınırlarının güneydoğu ucu ve Hırvatistan kıyılarının sınır noktası, yalnızca Bokokotor Körfezi’nden girilebilen Ostro ile Prevlaka Yarımadası’nı oluşturmaktadır. Bu adalar topluluğu; Olipa, Jakljan, Sipan, Lopud, Kolocep ve Daska’dan müteşekkildir ve eski Dubrovnik Şehir Limanı’nın güneydoğusu yakınlarında bulunan Lokrum Adası ile son bulmaktadır.

Pila Kapısı önlerinde dub (çınar) ağaçları altındaki çeşme

Dubrovnik, Akdeniz ikliminin yumuşak özelliklerine sahiptir. Buna paralel olarak da kıyı şeridinde Akdeniz bitki örtüsünün çeşitliliğini gösterir. Dubrovnik ve çevresi; sıra dışı çeşitlilik gösteren jeolojik yapısı, çöküntü alanlarıyla oluşan iç içe derin körfezleri ve iğne oyası gibi işlenmiş kıyı çizgisi, hemen kıyıdan fazla uzaklaşmadan erişilebilecek uzaklıktaki Adriyatik’e saçılmış adacıklar, zengin bitki örtüsü, yalçın kayalıkları ve berrak sularıyla yüzyıllardır bölgede bir cazibe merkezi oluşturur. Bu coğrafik yapılanma, sonuçta yörede tarih boyunca yaşayan kavimlerin yaratmış oldukları uygarlıkların; mimari alt yapı, toplumsal örgütlenme, sosyal ilişkiler, ticaret ve kültürün de şekillenmesinde önemli rol oynamıştır.


Kısa Tarihçe

Dubrovnik’in tarihteki ilk yerleşimcileri, İlliryalılar olarak bilinmektedir. Dalmaçya sözcüğünün de eski bir İlliryalı kavim olan Dalmatlardan geldiği ileri sürülmektedir. Şimdiki Dubrovnik’in M.S. 7.yy.da eski Roma kenti Epidaur’un Avar ve Slav akınları sonrasında yıkılması ve ana karada yaşayan Romalı halkın küçük Laus adasına sığınması sonrasında bu adacıkta kurulduğu ve zamanla Laus isminin Ragusa’ya dönüştüğü söylenmektedir. 7.yy.dan 12.yy.a kadar; o yıllarda ana karadan küçük kanallarla ayrılan adanın karşısında ise bölgede yetişen dub yada dubrave (bildiğimiz çınar) ağacından ismini alan Dubrovnik isimli bir Hırvat yerleşimi oluşmaktadır. Zamanla iki yerleşimde yaşayan halkın birbiriyle kaynaşması ve ada ile ana karanın arasındaki kanalların alüvyonlarla dolması sonucunda 12.yy.da etrafı korunaklı surlarla çevrili, tamamen birleşmiş ve sokaklarının düzenlenmesi tamamlanmış halde tek bir kent oluşmuştur. İşte bu; bugünkü Dubrovnik’tir. Şehrin bugün en önemli çekim merkezi ve bir anlamda ana arteri olan Stradun (Placa) Caddesi, bu iki yakayı birbirine bağlayan aks üzerinde ve doğu batı yönünde yer alır.

Lovrijenac Kalesi

12.yy.da çevredeki birçok Adriyatik şehri ile anlaşmalar imzalayan, Akdeniz’de Venedik ile ticari konularda adeta bir rekabete girişen Dubrovnik, bu yıllarda bağımız bir yapıya sahip yerel prensler tarafından idare edilmektedir. Ancak; denizcilik ve ticaret konusunda bölgede göstermiş olduğu yüksek başarılar sonrasında Venedik ile sürdürdüğü rekabet pahalıya patlar ve şehir, Venedik Devleti’nin yönetimine girer. (1205)

Revelin Kalesi önlerinden St. John Burcu’na ve limana bakış

Yaklaşık 150 yıl kadar süren Venedik egemenliğinde de Dubrovnik’in Kuzey Afrika ve Suriye kıyılarına uzanan ticari etkinliği devam eder. Bu süre zarfında Venedik boyunduruğuna karşı sürdürülen mücadeleler, bölgedeki Macar ve Hersek Kralları gibi başka aktörlerin de müdahaleleri sonrasında 14.yy.da Dubrovnik yeniden bağımsız bir yapıya kavuşur.

Dubrovnik; 1526’daki Macar-Hırvat ordusunun Osmanlı karşısında bozguna uğradığı Mohaç Meydan Savaşı sonrası; bölgede giderek önemli bir politik güç olarak ortaya çıkan Osmanlılar ile Venedik Devleti arasında adeta bir tampon vazifesi yaptı. Bazen Osmanlı’nın Batı’daki gözü kulağı gibi davranıp ona vergi veren; bazen de Venedik ve Katolik Dünyası ile birlikte davranarak onları hoş tutan Dubrovnik, uzun yıllar bu ikili siyasetini sürdürdü. Bu; ona ticari ve siyasi anlamda, önemli bir manevra sahası ve arkasında büyük zenginlikler kazandırdı.

1667’de kentte yaşanan büyük depremde her yer tahrip oldu. Bir anlamda 12.yy.da kuruluşu tamamlanan kent, savunma sistemleri dışında tümüyle yok oldu. 5000’den fazla Dubrovniklinin öldüğü bu büyük felaket sonrasında; kentin kendini yeniden toparlaması uzun yıllar aldı. Yüzyıllar süren barış ve zenginlik dönemlerinde ortaya çıkan karakteristik gotik ve Rönesans çehresinin ve mimari canlılığının yerine, Dubrovnik; sade görünüm ve boyutlarıyla sağlam ve dolayısıyla mütevazı, zemin katında yapılması zorunlu kılınan ve kapıları hemen sokağa açılan küçük dükkânlı barok tarzı evleriyle yeni bir hayata doğru yelken açtı.

Ploca Kapısı ve şehrin koruyucusu Sv. Vloha’nın heykeli

19.yy.da Fransız ve Avusturya Macaristan İmparatorluğu yönetiminde kalan Dubrovnik, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları sonrasında modern Yugoslavya Cumhuriyeti’nin özerk bir üyesi olan Hırvatistan toprakları içinde, bir Hırvat şehri olarak yaşamını sürdürdü. 199o’lı yıllarda Balkanlar’ın üstüne çöken kâbus dolu günlerde; haksız yere Sırp Ordusu’nun azgınca saldırılarına maruz kalan kent, çok önemli kayıplar verdi. 1995 yılında Hırvatistan’ın bağımsızlığını ilan etmesiyle; savaştan yorgun düşmüş zavallı kent, bağrında taşıdığı ve geçmişini yansıtan yıkık dökük kültürel varlıklarının yeniden ayağa kaldırılması için yürütülen uzun bir restorasyon süreci yaşadı. Bütün çekilen acılara ve verilen ağır kayıplara rağmen kent; bugün bu restorasyon süreci sonrasında, küllerinden yeniden doğmuş gibidir ve kendisine karşı acımadan sürdürülmüş bu şiddet ve yok etme politikasına ve onu yürütenlere karşı bir Dünya Kültür Mirası kenti olarak gururla dimdik ayakta durmaktadır.

5 Eylül 2012 Çarşamba

BİR BALKAN YOLCULUĞU (BÖLÜM – 3)



MONTENEGRO – KARADAĞ(1)
5 Temmuz 2012
İbrahim Fidanoğlu

Dalmaçya Kıyıları Karadağ’da başlar

Karadağ’a; Arnavutluk ile sınırdaş Ulcinj yakınlarındaki sınır kapısından giriş yaptık. Arnavutluk hariç olmak üzere; hepsi birbirleriyle akraba Slav kökenli halkların yaşadığı Balkan Devletleri arasında süren yolculuklarımızda; genelde sınır kapısından geçişlerimiz, kolayca ve kısa bekleyişlerle gerçekleşti. Tarih boyunca ve yakın geçmişte; birbirleriyle ittifak yapıp birbirlerinin gırtlağına çöken bu akraba halkların sınır kapılarında yaşadığımız halleri bizim için manidardı. Bu durumu; bir yandan akrabalık köklerine, bir yandan da uzun yıllar Yugoslavya Cumhuriyeti çatısı altında yaşamış olmanın getirdiği alışkanlıklara bağladık.


Budva’ya doğru Karadağlar(2)

Denize paralel bir duvar gibi uzanan ve bir anlamda ülkeye adını veren ormanlarla kaplı Karadağların (Lovcen Dağları) Balkanlar’ın iç alanlarıyla denizin bağlantısını kopardığı coğrafyada; kara ile denizin yeniden kurduğu ilişki, iklim ve toplumsal hayat bu zemin üzerinde şekillenmiş. Kıyıda bıraktığı denize paralel dar bir şeridin hemen ötesinde; içerilere doğru yükselen karstik yapılı dağların içine sokulmuş deniz, pasın demiri yediği gibi karayı bir iğne oyası gibi işlemiş. İç alanlara doğru denizin nüfuz ettiği kıvrım kıvrım koylar ve onların neredeyse kapanacakmış gibi duran daracık boğazları, görülmeye değer eşsiz doğa manzaraları oluşturmuş. Bunun en güzel örneğini; Kotor Körfezi’nde ve Türklerin bu bölgeye yönelik akınlarını engellemek için, zamanında zincirle ağzı kapatılan ve bu yüzden günümüzde de Türk Boğazı diye anılan daracık geçitte görmek mümkündür.

Budva’ya doğru Dalmaçya kıyılarında gün batımı(2)

Adriyatik kıyısında Dalmaçya sahilleri boyunca ardı arkasına sıralanan Karadağ’ın irili ufaklı şehirleri, sahil kasabaları ve köyleri her bakımdan bize denizin öbür yakasında yer alan bir başka kültürün esintilerini sunar. İtalya, Dalmaçya kıyılarından yaklaşık 80-90 km. uzaklıktadır. Belki de bu jeopolitik gerçek, özellikle Ortaçağ’dan itibaren; gerek Karadağ ve gerekse Hırvatistan ve Slovenya topraklarının uzun süre Venedik Devleti’nin nüfuzu altında kalmasını daha iyi açıklar. Mimari yapılardan halkların müziğine kadar bu etkiyi bugün de görmek mümkündür.

Karadağ; bugün 13.812 km2 yüzölçümüne, yaklaşık 300 km.lik Adriyatik sahil şeridine ve yine yaklaşık 650.000 kişilik bir nüfusa sahip; Hırvatistan, Bosna Hersek, Sırbistan, Kosova ve Arnavutluk komşuluğunda, Balkanlar’ın demografik özelliklerine sahip denecek ölçüde kozmopolit (sadece % 45’i Karadağlı), 2006 yılında bağımsızlığını ilan etmiş Avrupa’nın en genç ülkesidir. Tarihte ilk olarak İlliryalıların yaşadığı, daha sonraları kuzeyden gelen Slav akınlarıyla Sırpların etkinlik kazandığı bu topraklarda Karadağlılık diye bir kavramın ortaya çıkışı, herhalde Ortaçağ’da bu kavimlerin birbirleriyle harman olması sürecine ilişkin bir sonuç olsa gerektir. Belki de demografik özelliğinden kaynaklanan nedenlerle, Slav ırkının bütün güzelliklerinin bir anlamda bileşkesini bağrında taşıyan Karadağ nüfusunun bu yanına tanıklık için, Budva kıyısında uzanan Barlar Sokağı’nda; Eski Şehir’e doğru kısa bir gezinti yapmak yeterlidir. Avrupa’nın en uzun boylu insanlarının da Karadağlılar olduğu gerçeğini bu gezimiz sırasında öğrendik ve aynı zamanda tanıklık ettik. Uzun boylu olmanın belli avantajlar sağladığı sutopunda da Karadağ ulusal takımının 2008 yılında Avrupa Şampiyonu olduğunu caddelerde yer alan afiş ve yazılardan öğrendik.

Budva’da kaldığımız otelden sahile bakış

Kısa Tarihçe

M.S. 5-6.yy.lardan itibaren; daha önceleri İlliryalıların yaşadığı bu topraklarda görünmeye başlayan Güney Slavları, önceleri bu toprakların eski sahipleri ve birbirleri ile savaşan küçük prenslikler şeklinde örgütlenmişler; giderek Sırp varlığının öne çıktığı Slav Krallıkları’na dönüşerek (Raska, Duklja ve Zeta prenslikleri) bu toprakların egemenleri haline gelmişlerdir. Ortaçağdan başlayarak bölgede en güçlü ve zengin devlet konumundaki Venedik’in nüfuzu, Karadağ topraklarını da etkisi altına almış ve 1797 yılına dek Adriyatik kıyısı boyunca Lovcen Dağları’nın eteklerinde uzanan bu topraklar, Venediklilerin egemenliğinde kalmıştır.