DUBROVNİK
yada RAGUSA(1)
6 Temmuz
2012
İbrahim Fidanoğlu
Dubrovnik;
Bir Dünya Mirası
Dubrovnik, Hırvatistan’ın
Adriyatik kıyısında; neredeyse en güneyde yer alan ve tarih boyunca doğuyu
batıya bağlayan ticaret yollarının üzerinde stratejik bir öneme sahip,
diplomatça duruşu ile zamanın büyük devletleri arasında dans ederek varlığını
koruma becerisi gösterebilmiş eskinin bağımsız Ragusa yada Dubrovnik
Cumhuriyeti, şimdinin ise önemli bir liman kenti ve turizm merkezidir.
Dubrovnik ve çevresi(2)
Karadağ’ın kendi adıyla
anılan körfezinin kuzey ucunda kurulu Herceg Novi kasabasını geçtikten sonra,
Adriyatik’e paralel dar kıyı şeridini takiben yapılacak kısa bir yolculuk
sonrasında Hırvatistan sınır kapısına gelinir. Bu yolculuk esnasında düzlük
alanlardan Dinar Alpleri’ne doğru uzanan incecik belli ve sipsivri
uçlarıyla göğe doğru yükselen kara servilerin, diğer ağaçlar arasındaki hemen
dikkat çekiveren manzarası görülmeye değerdir. Policic yakınlarındaki kapıdan kısa bir bekleyiş sonrasında
Hırvatistan topraklarına girilir.
Dubrovnik ve çevresi; Adriyatik kıyısında denize paralel
hemen yükselen Dinar Alpleri’nin etkisiyle, Balkanlar’ın iç bölgeleriyle her
bakımdan farklılaşan bir coğrafyaya, iklime ve kültürel yapıya sahiptir.
Bölgenin kuzeybatı bölümünde kıyı şeridi, Peljesac
Yarımadası’nı, Ston Vadisi’ni ve Dubrovnik ırmağına kadar oldukça ince Dubrovnik
sahilini oluşturmaktadır. Dubrovnik kara sınırlarının güneydoğu ucu ve
Hırvatistan kıyılarının sınır noktası, yalnızca Bokokotor Körfezi’nden girilebilen Ostro ile Prevlaka Yarımadası’nı
oluşturmaktadır. Bu adalar topluluğu; Olipa,
Jakljan, Sipan, Lopud, Kolocep ve Daska’dan
müteşekkildir ve eski Dubrovnik Şehir Limanı’nın güneydoğusu yakınlarında
bulunan Lokrum Adası ile son bulmaktadır.
Pila Kapısı önlerinde dub (çınar) ağaçları altındaki çeşme
Dubrovnik, Akdeniz ikliminin yumuşak özelliklerine
sahiptir. Buna paralel olarak da kıyı şeridinde Akdeniz bitki örtüsünün
çeşitliliğini gösterir. Dubrovnik ve çevresi; sıra dışı çeşitlilik gösteren
jeolojik yapısı, çöküntü alanlarıyla oluşan iç içe derin körfezleri ve iğne
oyası gibi işlenmiş kıyı çizgisi, hemen kıyıdan fazla uzaklaşmadan
erişilebilecek uzaklıktaki Adriyatik’e saçılmış adacıklar, zengin bitki örtüsü,
yalçın kayalıkları ve berrak sularıyla yüzyıllardır bölgede bir cazibe merkezi
oluşturur. Bu coğrafik yapılanma, sonuçta yörede tarih boyunca yaşayan
kavimlerin yaratmış oldukları uygarlıkların; mimari alt yapı, toplumsal
örgütlenme, sosyal ilişkiler, ticaret ve kültürün de şekillenmesinde önemli rol
oynamıştır.
Kısa
Tarihçe
Dubrovnik’in tarihteki
ilk yerleşimcileri, İlliryalılar
olarak bilinmektedir. Dalmaçya
sözcüğünün de eski bir İlliryalı kavim olan Dalmatlardan
geldiği ileri sürülmektedir. Şimdiki Dubrovnik’in M.S. 7.yy.da eski Roma kenti Epidaur’un
Avar ve Slav akınları sonrasında yıkılması ve ana karada yaşayan Romalı halkın
küçük Laus adasına sığınması sonrasında bu adacıkta kurulduğu ve
zamanla Laus isminin Ragusa’ya
dönüştüğü söylenmektedir. 7.yy.dan 12.yy.a kadar; o yıllarda ana karadan küçük
kanallarla ayrılan adanın karşısında ise bölgede yetişen dub yada dubrave
(bildiğimiz çınar) ağacından ismini alan Dubrovnik
isimli bir Hırvat yerleşimi oluşmaktadır. Zamanla iki yerleşimde yaşayan halkın
birbiriyle kaynaşması ve ada ile ana karanın arasındaki kanalların alüvyonlarla
dolması sonucunda 12.yy.da etrafı korunaklı surlarla çevrili, tamamen birleşmiş
ve sokaklarının düzenlenmesi tamamlanmış halde tek bir kent oluşmuştur. İşte bu;
bugünkü Dubrovnik’tir. Şehrin bugün
en önemli çekim merkezi ve bir anlamda ana arteri olan Stradun (Placa) Caddesi,
bu iki yakayı birbirine bağlayan aks üzerinde ve doğu batı yönünde yer alır.
Lovrijenac Kalesi
12.yy.da çevredeki
birçok Adriyatik şehri ile anlaşmalar imzalayan, Akdeniz’de Venedik ile ticari
konularda adeta bir rekabete girişen Dubrovnik,
bu yıllarda bağımız bir yapıya sahip yerel prensler tarafından idare edilmektedir.
Ancak; denizcilik ve ticaret konusunda bölgede göstermiş olduğu yüksek başarılar
sonrasında Venedik ile sürdürdüğü rekabet pahalıya patlar ve şehir, Venedik
Devleti’nin yönetimine girer. (1205)
Revelin Kalesi önlerinden St. John Burcu’na ve limana bakış
Yaklaşık 150 yıl kadar
süren Venedik egemenliğinde de Dubrovnik’in Kuzey Afrika ve Suriye kıyılarına
uzanan ticari etkinliği devam eder. Bu süre zarfında Venedik boyunduruğuna
karşı sürdürülen mücadeleler, bölgedeki Macar ve Hersek Kralları gibi başka
aktörlerin de müdahaleleri sonrasında 14.yy.da Dubrovnik yeniden bağımsız bir
yapıya kavuşur.
Dubrovnik; 1526’daki Macar-Hırvat ordusunun Osmanlı
karşısında bozguna uğradığı Mohaç Meydan Savaşı sonrası; bölgede giderek önemli
bir politik güç olarak ortaya çıkan Osmanlılar ile Venedik Devleti arasında
adeta bir tampon vazifesi yaptı. Bazen Osmanlı’nın Batı’daki gözü kulağı gibi
davranıp ona vergi veren; bazen de Venedik ve Katolik Dünyası ile birlikte
davranarak onları hoş tutan Dubrovnik,
uzun yıllar bu ikili siyasetini sürdürdü. Bu; ona ticari ve siyasi anlamda,
önemli bir manevra sahası ve arkasında büyük zenginlikler kazandırdı.
1667’de kentte yaşanan
büyük depremde her yer tahrip oldu. Bir anlamda 12.yy.da kuruluşu tamamlanan
kent, savunma sistemleri dışında tümüyle yok oldu. 5000’den fazla
Dubrovniklinin öldüğü bu büyük felaket sonrasında; kentin kendini yeniden
toparlaması uzun yıllar aldı. Yüzyıllar süren barış ve zenginlik dönemlerinde
ortaya çıkan karakteristik gotik ve Rönesans çehresinin ve mimari canlılığının
yerine, Dubrovnik; sade görünüm ve
boyutlarıyla sağlam ve dolayısıyla mütevazı, zemin katında yapılması zorunlu
kılınan ve kapıları hemen sokağa açılan küçük dükkânlı barok tarzı evleriyle
yeni bir hayata doğru yelken açtı.
Ploca Kapısı ve şehrin koruyucusu Sv. Vloha’nın heykeli
19.yy.da Fransız ve
Avusturya Macaristan İmparatorluğu yönetiminde kalan Dubrovnik, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları sonrasında modern
Yugoslavya Cumhuriyeti’nin özerk bir üyesi olan Hırvatistan toprakları içinde,
bir Hırvat şehri olarak yaşamını sürdürdü. 199o’lı yıllarda Balkanlar’ın üstüne
çöken kâbus dolu günlerde; haksız yere Sırp Ordusu’nun azgınca saldırılarına
maruz kalan kent, çok önemli kayıplar verdi. 1995 yılında Hırvatistan’ın
bağımsızlığını ilan etmesiyle; savaştan yorgun düşmüş zavallı kent, bağrında
taşıdığı ve geçmişini yansıtan yıkık dökük kültürel varlıklarının yeniden ayağa
kaldırılması için yürütülen uzun bir restorasyon süreci yaşadı. Bütün çekilen
acılara ve verilen ağır kayıplara rağmen kent; bugün bu restorasyon süreci
sonrasında, küllerinden yeniden doğmuş gibidir ve kendisine karşı acımadan
sürdürülmüş bu şiddet ve yok etme politikasına ve onu yürütenlere karşı bir
Dünya Kültür Mirası kenti olarak gururla dimdik ayakta durmaktadır.