28 Kasım 2016 Pazartesi

ERYTHRAİ’DEN ILDIRI’YA



 8 Kasım 2016
İbrahim Fidanoğlu

Toprak suya aç yine bu yıl. Sonbahar yağmurlarından nasibini alamadı daha doğa. Dere yatakları kupkuru. Bu can sıkıcı iklim koşulları dışında; yüksek basıncın etkisinde güneşli bir günde yürüyüş sezonuna başlıyoruz nihayet. Hava sıcaklığı 23-24 derece civarında seyrediyor; yani yazdan kalma bir gün diyebiliriz. Hele ki, Ildırı gibi türlü yaşanmışlıklarla donanmış Ege’nin kıyısında, sevimli bir balıkçı köyü civarındaysanız; bunun üstüne ne gam. Haydi, yürüyelim o zaman.

 
Erythrai'nin akropolünden Ildırı köyüne ve hemen önündeki Hippi (Atlılar) adalarına doğru bakış
(Fotoğraf:İF; 2010-Ocak)

Bugün İzmir-Çeşme karayolu üstündeki Manzara Kahvesi’nden ayrılan yolla ulaştığımız Barbaros ve Kadıovacık köylerini geçtikten sonra, Ildırı’ya varmadan bir vadide yer alan pınara doğru yürüdük. Amacımız İzmir Büyük Şehir Belediyesi’nin Rotamız Yarımada projesi kapsamında işaretlenmiş ve tam da burada yer alan sevimli kır kahvesi Kara Ahmet’in Yeri’nden başlayarak Pınar rotasını yapmak; daha sonra öğleyin yemek molasını takiben Erythrai Antik Kenti ve Ildırı’yı dolaşmaktan ibaretti.

 
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)

 
Gezginler, pınar yolunun başlangıcında...

 
Dere yatağına paralel ilerleyen pınar yolu

Kadıovacık köyünü geçtikten sonra bir vadinin tabanına doğru topografya alçalır. Vadinin tabanına denk gelen bir konumda Ildırı yönünde; yolun sağında sevimli bir kır kahvehanesi çıkar karşınıza ansızın. Alçak bahçe duvarının hemen arkasındaki suyu akan bir çeşme ve tek katlı taş bina, onun batısında yer alan ve çardakla gölgelenmiş verandasıyla doğal bir bütünlük içindedir. Binanın da içinde yer aldığı geniş avludaki derme çatma masalar, her zaman habersiz gelen konuklarını ağırlar. İşte Kara Ahmet’in Yeri burasıdır. Sadece hafta sonlarında açık olan yer, mütevazı ama doğayla iç içe; dingin atmosferiyle ziyaretçileri için benzersiz bir konfor alanıdır.

 
Kadıovacık ve Ildırı köyleri arasında bir vadi tabanında bulunan Kara Ahmet'in Yeri

 
Kara Ahmet'in Yeri; avlunun içerden görünüşü

 
ve çeşme

Kara Ahmet’in Yeri’nden başlayan yürüyüşümüz, vadi boyunca bir dere yatağına paralel olarak devam etti. Dere yatağının iki yanında rastladığımız; üzerlerinde beyaz ya da mor üzümleriyle mersinler, kırmızı gövdeleri ve üzerindeki yine küçücük kırmızı meyveleriyle sandal ağaçları, henüz daha olgunlaşmamış meyveleriyle ağaç çilekleri ve arıları bal için cezbeden eflatun rengi çiçekleriyle göz alıcı piren kolonileri toprağın bütün susuzluğuna karşın bize sunduğu güzelliklerdi. Ama tüm doğanın suya açlığı, gezginleri hem üzmüş, hem de düşünceye sevk etmişti. İçimizden biri dayanamadı:

 
Üzerinde kırmızı meyveleriyle göğe doğru uzanan bir sandal ağacı

 
Mor üzümleri üstünde bir mersin çalısı

 
Bu da beyaz üzümleriyle bir başka mersin

 
Göz alıcı eflatun renkleriyle piren çiçekleri

Piren çiçekleri
“Denizi yalar rüzgârın yeli,
Getirir tuzlu sulardan selamı,
Issız dağların nazlı çiçeğine,
Morlu beyazlı piren çiçekleri…

Dağ, taş, toprak kupkuru!
Su ona, o suya hasret,
Yaz yorgunu bütün tabiat,
Umuda açar piren çiçekleri…

Son güz mevsiminde; yazık!
Karışmış bütün renkler birbirine,
Bir uyku tutmuşcasına cansız,
Yine de açar Piren çiçekleri…”
Aybey Çini

  
Dere kenarındaki ağaç çilekleri; üzerinde çiçekleriyle...

 
Dere yatağından ayrılırken; kızıl çamın, mavi göğün önündeki güzelliği bir başkaydı.

 
Balıklıova yönüne doğru ilerleyen vadinin çıkışı 

Balıklıova yönünde; kuzeydoğuya doğru biraz daha ilerledik. Yer yer maki örtüsünün kaldırılarak tarımsal alanlara dönüştürüldüğü geniş araziler ve yeni dikilmiş gencecik çam fidanlarıyla kaplı ağaçlandırma alanları çıktı karşımıza. İlerledikçe yürüdüğümüz dere yatağı boyunca vadi tabanı daralmaya başladı. Bir damla suya hasret dere yatağında bu noktaya yakın bir yerde yeşile boyanmış küçük bir gölcükle karşılaştık. Suyun ve yağmurun olmadığı bir ortamda bu miktardaki su birikintisi şaşırtıcıydı. Asfalttan ayrılırken karşılaştığımız “pınar” levhasının kerameti bu olsa gerekti. Ancak, yine de daha önceki yürüyüşlerimizdeki tertemiz pınarlarla kıyas kabul etmezdi. Sonuç olarak pınar fazla ilgimizi çekmedi. Yürümeye devam ettik.

 
Gezginler, pınardan ötede; ağaçlandırma sahasına doğru ilerlerken...

Yeniden Kara Ahmet'in Yeri'nde...

Pirenlere veda...


Pınardan ilerde ağaçlandırma alanları için açılmış çok sayıda yolla kesiştik. Bu noktada yönümüzü kuzeybatıya; Ildırı yönüne çevirdik. Uzun süre ağaçlandırma sahasının içinden yürüdük. Yol, bizi sonunda maki örtüsüyle kaplı bir sırta ulaştırdı. Daha sonra haritadan yaptığımız incelemede sırtın arkasında Balıklıova köyünün olduğunu anladık. Ancak zaten bizim hedefimiz yeniden başladığımız noktaya; Kara Ahmet’in yerine dönmekti. Bu kez gelişte takip ettiğimiz yolun karşısındaki sırttan ilerleyerek, saatlerce birlikte yürüdüğümüz dere yatağına yeniden kavuştuk. Dere yatağını izleyerek gerçekleştirdiğimiz dönüş yolculuğumuzda ulaştığımız son nokta, öğle yemeği molası için belirlediğimiz Kara Ahmet’in yeriydi. Toplamda 10,5 km kadar bir yol yapmış, sezonun ilk yürüyüşü olması nedeniyle olsa gerek; bu kadar yürüyüş, doğrusunu söylemek gerekirse hepimize yetmişti.

  
Gezginler, Kara Ahmet'in mekanında; yemek molasında...

 
Yemeğe ortaklar; ne yersek onlara da pay var.

 
Doğadaki paydaşlarımız ve biz; Kara Ahmet'in yerindeyiz.

Yemekte, bize doğanın dinlendirici sessizliği yanında; iki yavrusuyla birlikte bir tekir kedi eşlik etti. Yiyeceklerimizi annesiyle bölüştük; o da bir yandan yavrularını emzirdi. İşte bizim arzuladığımız; doğayla barışık ve dostça, böyle bir yaşamdı. Yemeğimizi paylaşmanın mutluluğuyla yemek molasını sonlandırdık ve Ildırı köyüne doğru hareket ettik.

 
Ildırı önünde Hippi (Atlılar) adaları
(Fotoğraf:İF; 2010-Ocak)
  
 
Ildırı köyünün akropolden görünüşü
(Fotoğraf:İF; 2007-Nisan)

 
Ildırı'da eski ile yeni bir arada...
(Fotoğraf:İF; 2007-Nisan)

Erythrai / Ildırı

Ildırı’nın sahiline akşamları hüzün çöker. Kıyıya yanaşan balıkçı tekneleri yükünü boşaltır usul usul. 19.yy.dan 20.yy.a uzanan geniş bir zaman diliminde farklı nedenlerle Ildırı sahiline yolu düşen kederli muhacirler de uğramıştır kırık dökük teknelerin içinde. Balkanlar’ı terk ediş sürecinde; endişeli yolculukların sonunda, belki de erken bir liman olarak akla gelmiştir uyanık Yunan kaptanlarının bazen. Bazen de 2.Dünya Savaşı’nda Sakız’ın Alman bombardımanına maruz kaldığı günlerde olduğu gibi adalıların sığındığı güvenli bir liman olmuştur Çeşme ve Ildırı sahilleri.(1)

 
Ildırı sokaklarında...
(Fotoğraf:İF; 2006-Nisan)

 
19.yy.da Yunan milliyetçiliğinin Batı Anadolu'nun küçük bir balıkçı köyündeki öykünmesi; Ildırı'da 19.yy.dan kalma eski bir Rum evi;
(Fotoğraf:İF; 2006-Nisan)
 
Ildırı'nın derme çatma balıkçı iskelesi
(Fotoğraf:İF; 2015-Haziran)

Ama Ildırı’ya ve Batı Anadolu kıyılarına Yunan anakarasından yönelen en eski göç hikâyeleri, Ege Denizi’ndeki Kiklad adaları üzerinden, sanki seke seke suyu aşarcasına Anadolu’ya yönelen İyon göçlerinde saklıdır. 11.yy.dan itibaren Yunanistan yarımadasına kuzeyden sarkan Trakyalı kavimler, bu coğrafyada var olan sosyolojik yapıyı değiştirirler. Bu kuzeyden; karadan gelişecek Aiollerin, güneyden ise birkaç koldan Batı Anadolu kıyılarına yönelecek İyonların göçünü tetikleyecektir.

 
2007 Nisan'ında Ören Yeri Bekçisi Hüseyin Amca'nın bize depoda gösterdiği ve Eski Mısır'ı hatırlatan lotus desenlerinin bulunduğu andezit taş
(Fotoğraf:İF; 2007-Nisan) 

 
Aynı yerden; andezit taştan yontulmuş bir aslan heykelinin başı
(Fotoğraf:İF; 2007-Nisan)

  
ve bir yazıt...
(Fotoğraf:İF; 2007-Nisan)

 
Evlerin bahçe duvarları üstünde Erythrai'dan kalma devşirme malzemeler 
(Fotoğraf:İF; 2007-Nisan)

Batı Yunanistan’da Pylos, bu göç dalgasının ilk çıkış noktası olarak kabul edilmektedir. İyonya, Batı Anadolu’da en kuzeyde Phokai’den (Bugünkü Foça) en güneyde Miletos’a (bugünkü Balat) ve onun kutsal alanı olan Dydma tapınağının bulunduğu yer, Dydma’ya (bugünkü Didim) kadar uzanan uzun bir sahil şeridini kapsar. İyon kentleri, bir biri sıra kıyıya yakın pozisyonda yukardan aşağıya doğru sıralanmışlardır. Bunlardan birisi de bugünkü Ildırı’nın bulunduğu yerde kurulu Erythrai’dir.

 
Hüseyin Amca'nın hatırasına; ören yeri deposundan manzaralar, bir amfora, ağırşaklar ve diğerleri...
(Fotoğraf:İF; 2007-Nisan)

Arkeolog Şükrü Tül, İyonya Seminerleri kapsamında hazırlanan Erythrai / Ildırı el notunda(2) kentin tarihçesini şu şekilde aktarmaktadır:

“Günümüzde Ildırı ile özdeşleşmiş ören yeri, kızıl renkli bir kayanın iskân edilmesiyle ilintili gibi gözükmektedir. İyon kökenli Kodros oğlu Knopos tarafından ikinci kez yerleşilen yöre, eski kurucusunun adıyla anılır. Giritli Rhadamanthys oğlu, adı kırmızı anlamına gelen Erythros önderliğinde gerçekleşen ilk yerleşim, güneyde Altınyunus tatil köyünün arkasındaki Kalemburnu’ndadır. Buradaki yerleşim Myken ve Protogeometrik döneme kadar inmektedir. Olasılıkla İyon göçmenlerinin seçeneği su kaynakları bakımından elverişli olan daha kuzeydeki Ildırı yöresi olmuştur. Prof. Cook tarafından önerilen öykü, kentin iki kuruluş söylencesi ile kurucusuna ve de arkeolojik bulgulara uymaktadır.
Kente ilişkin aktarılan öyküler içinde Fenike’den getirilen bir Herakles heykelinin Khios kenti ile paylaşılması sorunu dikkat çekicidir. Bir sal üstündeki heykel, Khios ile Erythrai arasında çekişme konusu olmuş, sonuçta Erythrai’de yaşayan Trakyalı kadınların saçlarını kesip halat yapmalarıyla heykel karaya asılınmış ve kentte yapılan kutsal yere yerleştirilmiştir. Öykü, Khios ile Erythrai arazilerinin birbirine yakınlığını göstermesi kadar, kentteki nüfusun yalnızca İyonlardan oluşmadığının da kanıtıdır.

 
Ildırı'nın tarihi su kaynakları
 (Fotoğraf:İF; 2007-Nisan)

 
 Cennettepesi kazı alanında yer alan açıklama panosu ve Erythrai yerleşim planı

 (Fotoğraf:İF; 2015-Ekim)


İ.Ö. 7.yy.da tiranların yönettiği kent, İ.Ö. 560 yılında Lidya egemenliğinde kalmış, İ.Ö. 545’den sonra Pers işgaline uğramıştır. İ.Ö. 4.yy.da suyu güvence altına almak için surları genişletilmiştir. Surların kapladığı alan kentin asıl alanının neredeyse on katıdır. Hellenistik Çağ’da belki de değirmen taşı ve çömlekçilikle gelişimini sürdüren kent, Roma Çağı’nda Hadrianus’un kente gelişi dışında pek büyüme olanağı bulamamıştır. (2)


 Erythrai ören yeri kalıntılarının havadan görünümü
(http://ankusam.ankara.edu.tr/erythrai/)

 
Ildırı köyünün meydanında yer alan çeşme; üzerindeki yazıtta Sadık Paşa ve köy halkının katkılarıyla suyun getirildiği yazıyor. Tarih ise 1880...

 (Fotoğraf:İF; 2008-Temmuz)


 
Ildırı Çeşmesi'nin üzerindeki yazıt

 (Fotoğraf:İF; 2008-Temmuz)

Bizans çağında akropol üzerinde kaleleşen ve bir anlamda İlkçağ’ın mimari yapılarını kendi içinde tüketen kent, bölgeye Türkmenlerin gelişi ile birlikte Aydınoğulları Beyliği’nin; daha sonra da Osmanlı Devleti’nin egemenliğine girmiştir. 1366’da Türk egemenliğine girdikten sonra da Erythre, Rhtyrai, Lythri gibi değişik adlar alan yöre; 16.yy.dan sonra İlderen ve Ildırı adlarıyla anılmaya başlar(3). 19.yy.da ise akropolün eteğinde eski Erythrai ören yerinin neredeyse tam üstünde serpilip gelişerek bir balıkçı köyü kimliğine bürünen yerleşim, o yıllarda ağırlıklı olarak Rum nüfusa sahiptir. Köy içindeki sivil mimari örneği Rum evleri ve akropolde en hâkim noktadaki Athena Tapınağı’nın hemen yanındaki Aya(Agia) Matrona Kilisesi bu dönemden günümüze gelebilmiş yapılar olarak dikkat çekmektedir.

 
Akropoldeki Aya (Agia) Matrona Kilisesi'nin çift merdivenli girişi
  (Fotoğraf:İF; 2010-Ocak)


  
Aya Matrona Kilisesi'nin güney duvarı; Athena Tapınağı'ndan...
(Fotoğraf:İF; 2010-Ocak)
 
Akropoldeki poligonal köşe duvarıyla dikkat çeken Athena Tapınağı
(Fotoğraf:İF; 2007-Nisan)

Ören yerindeki kazılar, 1960’lı yıllarda Prof. Dr. Ekrem Akurgal tarafından başlatılmış, Prof. Dr. Cevdet Bayburtluoğlu tarafından sürdürülmüştür. Bu dönemde gerçekleştirilen kazı ve araştırmalar sonucunda elde edilen buluntulardan yerleşimin İ.Ö. 8.yy.dan itibaren; özellikle İ.Ö. 4.yy.da İyonya’daki sosyal ve politik değişimlerde önemli rol oynadığı sonucuna varılmaktadır. Akropolde yer alan tiyatrodaki restorasyon da o yıllara aittir. Ancak, zamanında kullanılan çimentonun teknik özelliklerinin yetersizliği nedeniyle, restorasyon ürünü oturma sıraları, zamanın yıpratıcılığına dayanamamış durumdadır. En iyi ihtimalle, beton oturma sıraları, bugün ziyaretçisini tiyatronun en üstündeki düzleme ulaştırmada bir kolaylaştırıcı işlev görmektedir. Ören yerinde güncel kazılar, 2007 yılından itibaren Ankara Üniversitesi’nde Doç. Dr. Ayşegül Akalın Orbay tarafından yürütülmektedir. Son yıllardaki kazılar, kıyıya yakın konumdaki Cennettepesi’nde yoğunlaşmış durumdadır.

  
Erythrai Tiyatrosu
(Fotoğraf:İF; 2007-Nisan)

  
Erythrai Tiyatrosu'nun oturma sıraları; 1970'lerden kalma bir restorasyonun bugünkü hali...
(Fotoğraf:İF; 2007-Nisan)

 
Tiyatronun restorasyonunda kullanılan dekovil hattı
(Fotoğraf:İF; 2007-Nisan)

Önce Balkanlar’dan Anadolu’ya yönelen göçlerden nasibini alan köyün sosyolojisi, daha sonra 1922 Küçük Asya Felaketi’ni takip eden Büyük Mübadele sürecinde iyiden iyiye değişir. Bugün ise, akropolde ve sahile yakın Cennettepesi üzerinde yoğunlaşmış Erythrai ören yeri ve 19.yy.ın eski hatıraları arasında sıkışıp kalmış köy, son yıllarda daracık sokaklarında TV dizilerinin film platosu haline gelişi, turizm dinamikleri ve balık çiftliklerinin baskısı altında kendisine yaşam alanı açma derdindedir.

 
Erythrai'nin zamane istilacıları; ne Persler, ne Muşkiler; kimse yapamadı kente bunların yaptığını!..
(Fotoğraf:İF; 2010-Ocak)

 
Akşama doğru; Ildırı'nın küçük sakinleri
(Fotoğraf:İF; 2007-Nisan)

 
Ildırı'nın küçük ev sahipleri hayata gülümserken...
(Fotoğraf:İF; 2010-Ocak)

Erythrai’deki en eski yerleşim izleri, 2013 yılında yürütülen çalışmalar ve elde edilen bulgular ışığında İ.Ö. 3.bine kadar götürülmektedir. (Cennettepesi kazıları)

 
Cennettepesi'ndeki Roma mahallesinden bir açma örneği; bir sokak ve evlerin temelleri
(Fotoğraf:İF; 2015-Ekim)

 
Cennettepesi'ndeki Roma mahallesinde bir başka açma
 (Fotoğraf:İF; 2015-Ekim)

 
Son yıllardaki kazıların yoğunlaştığı Cennettepesi kazı alanı
(http://ankusam.ankara.edu.tr/erythrai/)

“Antik yazarların bıraktıkları belgelerde Erythrai’nin önemi büyük ölçüde doğrulanmaktadır. Antik kaynaklar ve kazıların verdiği bilgilere göre Erythrai’nin Fenikeliler ile yoğun iletişim içinde olup Doğu Akdeniz, Ege ve Karadeniz’e yönelik ticari faaliyetlerde onlarla birlikte hareket ettikleri anlaşılmaktadır. Bunun yanında bulunan zengin Mısır kökenli eserler de (skrabeler, motifleri fayans ve bronz objeler) ticari ilişkilerin Mısır’a kadar uzandığını düşündürmektedir. Sonuçta bu türde buluntularının yoğunluğu ile Erythrai, İyonya bölgesinde Doğu bağlantıları yansıtan önemli bir merkez olarak karşımıza çıkmaktadır.

Arkaik Dönemden itibaren Doğu mallarını kullanan ve bunları İyonya’ya dağıtan bir market görevindeki Erythrai’nin ticaret ve diplomaside Miletos ve Samos ile birlikte hareket ettiği ve karşı komşusu Khios ile büyük bir rekabet içerisinde bulunduğu bilinmektedir. Hatta bu ilişkiler kapsamında, Arkaik Dönemde Erythrailıların Trakya kökenli unsurları aracılığı ile Tyros Herakles’ini yerleşimlerine kazandırdıklarını ve onun için özel bir kutsal alan oluşturduklarını öğrenmekteyiz. Şüphesiz bu kült, yerleşime Doğulu tüccarların sıkça uğraması nedeniyle gelmiş ve yerleştirilmiştir ki; bu durum yerleşimin aynı zamanda bir Emporio (ticaret kolonisi) olduğunu göstermektedir.”(4)

 
Cennettepesi kazı alanından bir görünüm daha...
(Fotoğraf:İF; 2015-Ekim)

 
Aynı kazı alanında bir başka açma
(Fotoğraf:İF; 2015-Ekim)

 
Akropolden Ildırı önündeki adaların görünümü
 (Fotoğraf:İF; 2007-Nisan)

 
Ildırı'da bir kelebeğin dünyası; mor çiçekler; acaba Fenike moru  mu?
(Fotoğraf:İF; 2007-Nisan)

Kentin birinci kurucu atasının bir Giritli oluşu (Erythros) ve Minos uygarlığına dek dayandırılışı tesadüf olmasa gerek. Kentte Fenikelilerin bir ticari koloniye sahip olmaları, ayrıca dinsel ve sosyal hayatı etkilemiş olmaları; kentin kadim geçmişi açısından Fenikelilerle bağlantılı Girit üzerinden işleyen bir akrabalığın söz konusu olabileceğini akla getiriyor(6).

 
Akropolden kuzey yönüne doğru; Rüzgarlı Mimas'a bakış
(Fotoğraf:İF; 2007-Nisan)
 
 
Azize Matrona Kilisesi; uzaklardan...
(Fotoğraf:İF; 2007-Nisan)
 
 
Heroon-Kahraman Mezarı; taban platformu ya da podyum...
(Fotoğraf:İF; 2010-Ocak)

 
Akropolün kuzeyinde yer alan Hellenistik yapı izleri
 
Akropoldeki Athena Tapınağı, tiyatro, Heroon anıt mezarı, 19.yy.dan kalma Azize Matrona Kilisesi, daha kuzeydeki Hellenistik yapı izleri, deniz kıyısında Cennettepesi’nde ise hali vakti yerinde Romalı zenginlerin oturduğu Roma villarından oluşan bir mahalle, Ildırı’nın Balıklıova yönündeki çıkışından biraz ilerdeki bir enginar tarlasının içinde yer aldığı düşünülen ve Fenikelilerin kültü ile donanmış Herakleion ve yerleşimin çevresini saran yaklaşık 5 km uzunluğundaki surlardan kalan parçalar; Erythrai ören yerinde yüzeyde izlenebilen en önemli kalıntılar olarak dikkat çekiyor.

  
Athena Tapınağı; giriş rampasının kıyısında bulunan arkaik poligonal duvar
 (Fotoğraf:İF; 2007-Nisan)

 
 Athena Tapınağı'nın teraslarla yükselen düzlemleri; girişin üstünde tiran evi temelleri
(Fotoğraf:İF; 2007-Nisan)

Athena Tapınağı ile Azize Matrona Kilisesi birbirine yakın konumda ve akropolün en yüksek noktasındadır. Athena Tapınağı, andezit yapıdaki ana kayanın üstüne inşa edilmiş. Tapınağın rampalı girişinde yer alan poligonal (çokgen) duvar, tapınağın arkaik döneminden kalma. Bu da İ.Ö.8.yy.a tarihleniyor. Kazı başkanı Doç. Dr. Ayşegül Akalın Orbay’ın anlatımına göre; kentin kuruluşunda ve sosyal hayatında Fenikelilerin rolü büyük olmalı. Çünkü yürütülen kazılarda Fenikelilere dair arkeolojik bulgular tespit edilmiş. Bunların içinde Aiol tarzı sütunlara esin kaynağı olan ve doğu esintileri taşıyan sütun başlıkları yer alıyor. Tapınakta ele geçen adak eşyaları arasında ise Mısır kökenli fayansların yanı sıra Fenike kökenli küçük fildişi nesneler, kartal motifleri, skarabeler de bulunmuş. Tapınak üç evreden oluşan bir gelişim sürecine sahip. 9.yy.dan başlayarak tapınak 8.yy ve 6.yy.larda eklentilerle genişlemiş ve Athena Tapınağı kimliğine bürünmüş. Oysaki İ.Ö. 9.yy.da; tapınağın ilk evresinde İştar / Astarte (5) adına yapıldığı iddia edilen bir ana tanrıça tapım kültünün oluşturulduğu ifade ediliyor(6).

 
Athena Tapınağı'nın  alt düzlemden genel görünümü
(Fotoğraf:İF; 2007-Nisan)

 
Tapınak alanında başka  duvar örnekleri
 (Fotoğraf:İF; 2007-Nisan)

 
Athena Tapınağı; kuzey yönünden bakış

 
 Athena Tapınağı'nın temsili resmi; tanıtım levhasından...

İyonya kentlerinde kurucu ataların kenti olan Atina’da olduğu gibi her birinde birer Athena Tapınağı bulunmaktaydı. Erythrai’de arkaik tapınağın 7.yy.ın ikinci yarısında bu dönüşüme uğradığı ve Athena Tapınağı olarak anılmaya başlandığı söylenebilir. Bu evrede tapınağın yanında yer alan bir megaron evin kentin yöneticisi konumundaki bir tirana ait olduğunu söylüyor kaynaklar. Bu anlamda tapınaktan güç devşiren bir konumu var sanki tiranın. Bu da o dönemdeki kent yaşamı için önemli bir ayrıntı olsa gerek. Kazılar sırasında tapınak yakınlarından çıkan bir Kore (elleri yanda vücuduna bitişik, uzun elbiseli kadın) heykeli, bugün İzmir Fuarı içinde yer alan İzmir Tarih ve Sanat Müzesi’nde sergileniyor. Tapınağın cella’sını ve diğer ayrıntılarını bugün artık sökebilmek pek mümkün değil. Özellikle Bizans Döneminde bir savunma kalesine dönüşen akropolün bütün mimari parçaları sur örme refleksiyle tüketilmiş.

 
Üç nefli Azize Matrona Kilisesi

 
Gezginler, Erythrai kentinin akropolünde; arkada Strabon'un andığı Hippi (Atlılar) adaları...

 
Kilisenin kuzey cephesi

 
Azize Matrona Kilisesi'nin merdivenleri
 (Fotoğraf:İF; 2007-Nisan)

 
Kilisenin güneyinde yer alan sarnıç
(Fotoğraf:İF; 2007-Nisan)

 
Azize Matrona Kilisesi
(Fotoğraf:İF; 2007-Nisan)

Athena Tapınağı ile yakın konumdaki 19.yy.dan kalma Azize (Agia) Matrona Kilisesi, 15.yy.da Sakız’da yaşamış; az bilinen bir azizeye adanmış. Kilise, taşradaki imkânlarla ortaya çıkarılan bir kilise olarak oldukça büyük ölçekli kabul edilebilir. Üç nefli kilisenin girişinde Hristiyan mezarları ve onun arkasında ise gösterişli ve iki sıra basamaklarla çıkılan kilisenin merdivenleri yer alıyor. Kilisenin doğuya bakan apsisi ile iki yan duvarının bir miktarı ayakta kalabilmiş. Nefleri ayıran sütun kaideleri bile ortada yok. Kilisenin ortasındaki yıkıntı dolgusu, bir anlamda kilisenin tamamen içe doğru çökmesini önlüyor. Yapının güneyinde ise büyük bir sarnıç yer alıyor. Kilise, anlatılanlara göre ne yazık ki; 1950’li yıllarda kasten yıkılmış. Hazin olan ise; hala kutsal bir mekân olarak kabul edilen kilisenin, bu halde bile adalardan ve Yunanistan’dan ziyaretçisinin eksik olmaması…

 
Erythrai tiyatrosunun sahne yapısı
(Fotoğraf:İF; 2007-Nisan)

 
Tiyatronun girişi ve caveası bir karede...

  
Tiyatronun sahnesinde yer alan ve orkestra alanına çıkan yer altı tünelinin girişi
(Fotoğraf:İF; 2010-Ocak)

Kentin tiyatrosu, agora olduğu söylenen ve şimdi bir enginar tarlası görünümündeki düzlükle bitişik ve Gerence Körfezi’ne nazır bir konumda yer alıyor. Tiyatronun oturma sıralarından örnekler, sahne yapısının bulunduğu alanda halen mevcut. Agora yönünden girişinde bir kemerli kapısı olduğu belirtilen yapının orkestra alanına çıkan bir yer altı merdiveninin bulunması, temsillerde öbür dünyaya yönelik temaların işlenildiğini akla getiriyor.

 
Sahneden tiyatronun oturma sıralarına bakış; sağ cenah...
(Fotoğraf:İF; 2010-Ocak)

 
Diyonisos şenliklerinde kullanılan girlandlı sunak taşlarından biri
(Fotoğraf:İF; 2007-Nisan)

 
Tiyatronun sahne yapısı
(Fotoğraf:İF; 2010-Ocak)

Tanıtım levhasında tiyatroyla ilgili şu bilgiler yer alıyor:

“Prof. Dr. Ekrem Akurgal döneminde ortaya çıkarılmış; ancak kazısı tamamlanmadan restorasyon denemelerine başlanmış olan tiyatronun, ilk yapım dönemi İ.Ö. 3. yüzyılın ilk yarısına karşılık gelmektedir. Çift diazomalı (oturma sıralarını yatay olarak bölen yürüyüş yolu) olan yapının caveası (yarım daire formlu seyirci oturma kısmı) ve analemma duvarları (tiyatrolarda caveayı ki yandan sınırlayan istinat duvarları) Roma İmparatoru Hadrianus döneminde eklenti ve tamir görmüş olmalıdır. Skene (sahne) binasının ise elde sadece temelleri mevcuttur ki; caveaya göre küçük boyutları olan sahnenin yapıldığı dönemde de büyük ölçüde ahşap konstrüksiyonla desteklendiği düşünülmektedir.”

 
Heroon - mezar anıtı; podyum
(Fotoğraf:İF; 2007-Nisan)

 
Heroon-podyum

 
Heroon'dan detay
(Fotoğraf:İF; 2007-Nisan)
Tiyatro ve agora düzlüğüne çıkan yolda ise, kentte yaşayan bir kahramanın anıt mezarı; Heroon yer alıyor. Yapının sadece podyum kısmı ve birkaç sıra duvarı günümüze ayakta erişebilmiş. Podyumdan duvarlara doğru tatlı bir meyille geçiş, yapının estetiği hakkında ziyaretçiye bir fikir veriyor.

 
Erythrai Ören Yeri Bekçisi Hüseyin Yavuz; 2009'da emekli olmasına rağmen, gönüllü olarak bu dünyadan göçüp gidinceye kadar işine devam etti. O işine aşık, disiplinli ve iyi bir adamdı. Nur içinde yatsın.
(Fotoğraf:İF; 2007-Nisan)

 
Şimdi oğlunun kafeterya olarak işlettiği mekanında çekilmiş bir resmi duvarda asılı...
(Fotoğraf:İF; 2015-Ekim)

 
Hüseyin Amca'nın hatırasını yad ediyoruz; onun mekanındayız.
 (Fotoğraf:İF; 2015-Ekim)

Yakın zamana kadar Heroon’a giderken yolun sağında bulunan bir heykel kaidesi artık kaldırılmış. Lotus çiçeklerinin açık ve kapalı hallerinin kazındığı bir andezit taş da bu mevkide rastladığımız mimari parçalardandı. Daha o zamanlar, ören yerinin efsanevi bekçisi Hüseyin Yavuz hayattaydı. Onun anlatımına göre, Ildırı’da mübadele öncesinde iki kilise varmış. Mübadeleden sonra zamanın kaymakamı köy içindeki kiliseyi yıktırmış. Bir tek akropoldeki Azize Matrona Kilisesi kalmış. Sonradan o da zamanın ve insanımızın tahribatına maruz kalarak bugünkü harap ve yıkık haline dönüşmüş. Şu anda Erythrai’nin ören yeri statüsü bulunmuyor. Bundan dolayı da bu kadar önemli bir arkeolojik alana ören yeri bekçisi atanamıyor. Bu o kadar vahim bir durum ki; Hüseyin Amca, 2009 yılında emekli olduktan sonra ölümüne dek gönüllü olarak bekçiliğe devam etmiş. Ama şimdi artık o da yok ve ören yeri sadece kazılar sırasında orada bulunan görevlilerin denetimi altında; diğer zamanlar ise Allaha emanet…

 
Azize Matrona Kilisesi'nden doğuya bakış

 
Ildırı'nın zamana direnen yorgun evlerinden biri
(Fotoğraf:İF; 2007-Nisan)

 
Akropolden aşağı; Ildırı'ya doğru...

Kazı ekibinin son yıllarda yoğunlaştığı noktalardan birisi de Herakleion; yani Herakles’e adanmış bir kutsal alan. Bu tapınağın, Ildırı çıkışındaki yel değirmeninin arkasındaki düzlükte yer aldığı düşünülüyor. Burada yapılan sondajlarda elde edilen aslan heykellerinin doğu izlerini taşıması, yine Fenikelileri akla getiriyor. Zaten Erythrai’nin tarihinde saklı; Trakyalı kadınların saçlarından yapılan halatlarla kıyıya çekilip yerine konulan Tyros Herakles’inin heykelinin de Fenikelilerce gönderildiğine dair bir söylence anlatılmakta. Bütün bunlar, kenti; kuruluşundan itibaren etkilemiş ve Minos-Fenikeliler ekseninde hayat bulan bir geçmişe doğru sürüklüyor sanki. Elbette kazılarla kuvvet bulacak bir iddia şimdilik.

Dipnotlar
(1)    Mehmet Culum, Alaçatılı, April Yayıncılık; 2006-3.Baskı; sayfa: 100 ve 250
(2)   Ebruli Turizm tarafından düzenlenen İyonya Seminerleri el notu; Ocak-2010
(4)  Erythrai kazıları hakkında bkz. http://ankusam.ankara.edu.tr/erythrai/
(5)   İştar / Astarte; Mezopotamyalı tanrıça ve onun evrimleşmiş hali; Kybele, Afrodit ve Artemis’in öncülü
(6)  İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nde düzenlenen Arkeoloji Seminerleri kapsamında Erythrai Kazı Başkanı Doç Dr. Ayşegül Akalın Orbay’ın 12 Mayıs 2016 tarihli sunumu
(7)   Fotoğraflar yazıda belirtilenler dışında MYC tarafından çekilmiştir.

Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder