Salman Köyü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Salman Köyü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Nisan 2013 Salı

YAĞMURLU KARABURUN



3 Nisan 2013
İbrahim Fidanoğlu

Doğa yürüyüşü niyetiyle çıktığımız Karaburun seferi, iki gündür beklenen yağmurun aniden sağanaklar halinde bastırması ile Rüzgârlı Mimas’ın çevresinde yaptığımız bir yarımada gezintisine dönüştü. Nergis ve sümbül diyarı Karaburun Yarımadası’nda Akdağ’ın (antik dünyanın Mimas’ı) eteklerine serpilmiş saklı köylerine girdik çıktık, Bazen lodosla kabaran denizin kıyıcığında; küçük molalarla renklendirdik günümüzü. Bazen de denize tepeden bakan köy kahvehanelerinde soluklandık; yağmurun hafiflemesini bekledik; köylülerle lafladık. Velhasıl bugünün özeti; Karaburun kıyılarında tatlı ve ıslak bir tembellik oldu çoğunlukla.

 Balıklıova'da sabah yağmuru

Sabah erken saatlerde Urla – Gülbahçe yoluyla ulaştığımız Balıklıova’da yağmur altında kahvaltımızı yaptık. Deniz suyu, lodosun etkisiyle epey kabarmıştı. Balıklıova’daki kahvehanenin önünde; denize uzanan derme çatma iskele, tamamen sular altında kalmıştı.

Kahvaltı sonrası kıyıyı takip ederek Kuzeye doğru yola çıktık. Yağmur sürekli yağıyordu. Yapılacak tek şey; Akdağ eteklerine serpilmiş köylere birer birer girip çıkmak, bu saklı dünyadaki yaşamı yağmurlu bir günde gözlemekti.

 Kösedere Köyü Camisi'nin 2008 yılındaki eski hali

Mordoğan sapağına yaklaşırken solumuzda Çatalkaya ve sapağı geçtikten yaklaşık 1 km. kadar sonra da süslemeleri ile meşhur Ayşe Kadın Camisi’nin de bulunduğu Eski Mordoğan Köyü’nü ardımızda bıraktık. Eğlenhoca (bu kadar güzel köy ismi olur mu?) Köyü levhasından yukarı döndük. Köyün merkezindeki camide iskeleler kuruluydu. Belli ki bir restorasyon faaliyeti sürmekteydi. Köyde durmadık; zaten yağmurdan dolayı da ortalarda kimsecikler yoktu. Kösedere’ye doğru devam ettik. Baharın bütün güzelliği, yağmurla yıkanmışlık içinde göz alıcı manzaralar sunuyordu. Erguvanlar, doğayı kendi adlarıyla anılan renklere boyamışlardı. Kösedere Köyü’nün girişindeki mezarlığı geçerek köy meydanına ulaştık.

 Kösedere Köyü Camisi'nin girişteki kitabesi

Dikkatimizi çeken konu camiyle ilgiliydi. 18.yy.dan kalma caminin daha sonraki yüzyıllarda hemen yanına yapılmış bina yıkılmıştı. Üzerinde güvercin yuvasını andıran bir rölyefle dikkat çeken caminin kemerli kapısı açıktı; içeri girdik. Caminin 19.yy.da adalı Rum ustalar tarafından yapılması kuvvetle muhtemel mihrabındaki barok alçı süslemeleri ve duvarlarda yer alan deniz ve doğayı konu alan duvar resimleri oldukça etkileyiciydi. Mihrabın solunda 19.yy.dan kalma İzmirli Rum saat ustalarının el ürünü bir ahşap gövdeli saat durmaktaydı. Camideyken bizi merak edip içeri gelen köy ihtiyar heyetinden bir köylüyle köyün kahvehanesinde sohbet ettik. Caminin yanındaki eklenti binanın kendileri tarafından yıkıldığını, Anıtlar Kurulu’ndan ilgililerin cami ile ilgili incelemelerde bulunduğunu, proje çalışmalarının yürütüldüğünü, yakın zamanda bir restorasyon planlandığını anlattı. Caminin orijinal halinde camiye bitişik halde bulunan Abdülhamit dönemi minaresinin 1940’lı yıllarda yaşanan deprem sırasında tamamen yıkıldığını, minarenin daha sonra bugün yıkılmış olan eklenti binanın ötesine ve camiden ayrık konumda yeniden yapıldığını köy azasından öğrendik. Caminin etrafında çevreden çıkarılmış olan çok sayıda mezar taşı ve antik malzeme bulunuyordu. Bunların koruma altına alınması gerektiği konusundaki temennilerimizi azaya bir kez daha söyledik ve yola devam ettik. Yağmur kısa bir süre ara vermişti. Bunu fırsat bilerek belki yürüyebiliriz umuduyla; Meli’ye doğru yarımadanın arka yüzüne, yönümüzü çevirdik.

 Caminin kemerli giriş kapısının üstündeki rölyef

Karaburun’u geçtikten sonra Tepeboz altındaki Yeni Liman’a yaklaşırken berbat bir yağmur yeniden başladı. Lodos ve Batıyla birlikte çılgın bir şekilde yağan yağmur nedeniyle köyün limana yakın kahvehanesine sığındık. Balıkçı tekneleri sıra sıra limana dizilmişti. Bugün hayat, Karaburun Yarımadası’nda sanki durmuş gibiydi; yada yağmurun etkisiyle bize öyle göründü. Çayların eşliğinde denize küçük şapkalar şeklinde düşen yağmuru uzun süre keyifle seyrettik. Biraz hafifleyince Hasseki’ye doğru yola çıktık.

 Yeni Liman'da yağmuru seyreden gezgin

Vadiye inen sis içinden ilerlerken, bayıra doğru terk edilmişlik içinde yalnızlığına sarılmış, kente akın akın göçen gençlerin ardında kalan birkaç yaşlı nüfusu ve bazı şehir kaçkınları ile yüzyılların yorgunluğunu taşıyan silüetini gösterdi bize Hasseki.

 Yağmurda Yeni Liman

Akdağ’ın Ege Denizi’ne doğru uzanan derin vadilerinde 19.yy.da sürdürülen yoğun bağcılıktan eser yok artık buralarda. Sökülen bağların sekileri zaman zaman seçilmiyor değil aslında. Ancak, son yıllarda bu derin vadilerin yamaçlarında merkezi hükümetin teşvikiyle makilik alanların sökülerek zeytin dikilmesi operasyonu yürütülüyor. Bu amansızca ve hunharca sürdürülen doğa katliamı sonunda, iktidara yakınlığın avantajlarından da yararlanılarak devlet bankalarından elde edilen teşviklerle bu güzelim yamaçlar, tamamen o doğal örtüsünden arındırılmış ve kel bir başa döndürülmüş durumda. Ancak, doğa her zamanki gibi uyarılarını ve derslerini vermekte. Yağan şiddetli yağmurlar sonrasında bu doğa tahribatının ceremesini ve sonuçlarını Badembükü, Hamzabükü gibi cennet köşesi koylara doğru akan dereciklerin taşıdığı zemin toprağının, denizi boyadığı kahverengi sularda aramak gerek. Ne diyelim sözün bittiği noktadayız artık.


Hasseki; 2008 yılında...

Karaburun Yarımadası’nın Batıya bakan yüzünde; kendini bu vadilerin korsan akınlarına kapamış saklı koyaklarında gizlemiş bir dizi köy yer alıyor. Hepsi de; II. Abdülhamit dönemi tek tip minareleri ile dikkat çeken 19.yy. camileri ve yerel malzeme kayrak taşlardan yapılmış sivil mimari örneği güzelim evleri ile ortak bir ayar tutturmuşlar sanki. Hasseki, Sarpıncık, Parlak, Salman ve Küçükbahçe bunlardan bazıları… Bazıları da var ki; Rumların Türklerle birlikte yaşamının sonlandığı 1922 sonrasındaki Mübadele’den sonra kaderleri hepten değişmiş ve doğanın ve insanın tahribatı ile günümüze kadar devam eden bir yok oluş sürecine sürüklenmişler.

 Salman Köyü Camisi; 2008 yazı

Parlak’ı geçince, yalısı olan Badembükü’ne doğru inen bayır aşağı yoldan çok rahatlıkla seçilebilen ve bize her geçişimizde Fethiye’deki Kayaköy’ü hatırlatan Sazak Köyü bunlardan en dikkate değer olanı diyebilirim. Bir de bugün yazlık sitelerin istilasına uğramış haldeki Kara Reis Çifliği’nin üstünde; terk edilmiş eski Rum Köyü Meli var. Aslında Hasseki, Parlak ve hatta Küçükbahçe’nin kendisi de; iki halkın bu ortak yaşamına yüzlerce yıl tanıklık etmiş köylerdir. Ancak, 1922’de yaşanan o büyük travma, Ege’nin her iki yakasında da bugüne dek uzanan onulmaz yaralar açmış ve zihinlerde hiç silinmeyecek izler bırakmıştır.