DUMANLIDAĞ DÜNYASI'NDA DOLAŞIRKEN...
22 Nisan 2019
İbrahim Fidanoğlu
Giriş
Menemen’in girişinde şimdi gömüye kapalı eski mezarlığının
arkasında yer alan ve Asarlık diye
adlandırılan tepe ile özdeşleştirilen İlkçağ yerleşimi Notion, en güneydeki
anlamında Aiolya’nın güney sınırlarını
çizer. Şimdi üzerinde iç göçlerle ortaya çıkan yeni bir sosyolojinin
şekillendiği bu yerde Notion’dan ne
kadar haber vardır; bilinmez ama Aiol
dünyasının Batı Anadolu’nun kuzeyinde Troya
ile sınırlanan ve Midilli’den Kuzey
Ege’ye dek uzanan bir coğrafyada yine göçlerle hayat bulan varlığının ilk
işaretleri gibidir.
Hatundere Kaleleri; önde Küçükkale, en arkada ise Büyükkale konisi
Yürüyüş Rotası
(Google Earth'de çizilmiştir. Çizen:MYC)
Dağa Kaçtım gezginleri, Büyükkale önlerinden Menemen Ovası'na bakarken...
Menemen Jeolojisi
Bugün Menemen Ovası, doğudan Yamanlar (Amanara) ve Dumanlıdağ (Sardene) volkanik dağ kütleleri ile
çevrilmiştir. Bu iki volkanik kütleyi birbirinden ayıran ve Menemen Ovası’nı Spil’in önünde uzanan Manisa
düzlüklerine bağlayan ise Emirâlem ya
da Menemen-Manisa Boğazıdır.
Küçükkale'den Menemen Ovası'na bakış
(Fotoğraf: MYC)
Küçükkale yamaçlarında andezit kayalıklar
(Fotoğraf: MYC)
Küçükkale'nin poligonal teras duvarlarından biri önündeyiz.
(Fotoğraf: MYC)
Gezginler, Büyükkale'ye tırmanırken...
(Fotoğraf: MYC)
“İzmir Körfezi’ni Yamanlar Dağı ile birlikte hem kuzeyden hem de kuzeybatıdan
sınırlayan Menemen Ovası, son buzul döneminin bitimi ile Gediz Irmağı’nın zaman içinde değişik yönlerde akmasıyla geniş bir
yelpaze formunda oluşmuş, İzmir Körfezi’ne
doğru ilerleyen tipik bir delta ovasıdır. Ovanın batı sınırında kuzeyden güneye
doğru sıralanan Maltepe, Taşlıtepe, Değirmentepe ve Üçtepeler
alüvyal zemine gömülmüş olarak dik yamaçlarıyla birer ada görünümündedirler.
Bunlar da Neojen’de oluşmuş volkanik oluşumlardır.
…
İzmir Körfezi ve kuzey parçası olan
Menemen Ovası, jeolojik zaman içinde iki kez oluşmuş gibi görünmektedir.
Pliosen’de (5-1,6 milyon yıl) veya bir sonraki dönem Plistosen’in (1,6 milyon
yıl-10 bin yıl) başında oluşan Manisa ve İzmir çöküntü alanlarını, Menemen’in
doğusunda bugünkü boğaz üzerinde yer alan bir eşik ayırmaktaydı. İzmir
çöküntüsüne dolan Akdeniz’in suları Menemen’in doğusuna, eşik kıyısına kadar
sokulmakta ve körfezi en geniş sınırlarına ulaştırmaktaydı. Son buzul dönemi
öncesindeki bu ilk istilada deniz seviyesinin günümüzdekinden yaklaşık 7 metre
daha yüksek olduğu ileri sürülür. Son buzul döneminde ise deniz seviyesinin 90-100
metre alçalması ile İzmir Körfezi’ni oluşturan çöküntü alanı yeniden karalaşmış
ve çevre yükseltilerden gelen akarsular bu alanda derin vadiler açarak batıya
doğru akmış olmalıydılar. Bu arada Menemen-Manisa Boğazı üzerindeki eşikte biri
doğuya; Manisa çöküntüsüne doğru, diğeri batıya; körfeze doğru akan ve aynı su
çizgisinden beslenen iki akarsudan batıya akanı zaman içinde aşınma ile
diğerini kaparak boğazı oluşturmuş, Manisa çöküntü havzasını dış drenaja
bağlamış olmalıdır. Son buzul döneminin sona ermesiyle yükselen Akdeniz’in
suları eski deltayı yeniden sular altında bırakmış ve körfez yeniden eski
genişliğine kavuşmuştur.”(1)
Yanıkköy üstündeki Neonteikhos ya da Yeni Kale
(Şubat 2016)
Neonteikhos'un sur ve tahkimat duvarları
(Şubat 2016)
Neonteikhos'da zeytin sıkımında kullanılan bir trapetum
(Şubat 2012)
Neonteikhos'un andezit ana kaya üzerinde yükselen burçlarından biri
(Şubat 2016)
Aioller ve Menemen Kaleleri
Aioller, daha kuzeyden gelen Trakyalı kavimlerin
baskısıyla, M.Ö. 11.yy.dan başlayarak Orta Yunanistan’dan Trakya ve Boğazlar
yoluyla Batı Anadolu’ya yönelen göçün sonucunda Aigai, Temnos ya da Neontheikos yerleşimlerinde olduğu gibi
savunması kolay, çevredeki topografyaya egemen yüksek tepelerin üstünde;
çoğunlukla hayvancılıkla geçinen kolonize olmuş bir çoban halk olarak karşımıza
çıkar. Nerede arasak; Aiol yerleşimlerini yalçın kayalıkların tepesinde ya da
onun hemen eteklerinde uzanan düzlüklerde buluruz. Bunun belki de tek
istisnası, Aiolya’nın başkenti ve bu bölgede kıyıya ilk çıktıkları nokta olan
Aliağa yakınlarındaki Kyme olmalıdır.
Daha çok hayvancılıkla geçinen ve Yunancayı daha kaba bir lehçeyle konuşan bu
halk, ağırlıklı olarak Gediz Irmağı
ile Bakırçay arasındaki topraklarda
kolonize olurlar. Bugünkü Menemen Ovası’ndaki Yanıkköy’ün hemen üstünde yer alan Neonteikhos’u kuran Aioller
de karaya çıktıkları Kyme önlerinden,
bugünkü Buruncuk’un üstünde yer alan Larissa’ya yönelirler. Ancak, o çağda
(İ.Ö.8 yy.lar) Larissa’da yaşayan
yerli halk Pelasglar ile bir çatışma
sürecine sürüklenirler. Bu durumda Aioller,
Larissa’yı ele geçirmek amacıyla Buruncuk’tan yaklaşık 6 km. kadar
uzaktaki; bugünkü Dumanlı Dağ’ın
yamaçlarında yer alan doğal bir kale görünümündeki bir kaya kütlesinin üzerine Neonteikhos’u yani Yeni Kale’yi inşa ederler.
Uzunhasanlar köyünün üstünde yer alan Aiol yerleşimi Tisna
(Mart 2016)
Uzunhasanlar köyünün çıkışında Sirçe Deresi'ne paralel uzanan döşeme yol
(Mart 2016)
Tisna Kalesi
(Mart 2016)
Tisna'da bir kaya mezarı
(Fotoğraf: Ahmet Bayraktar; Mayıs 2018)
İlkçağ’ın ünlü coğrafyacısı Amasyalı
Strabon, Larissa’da yaşayan Pelasglar’dan şu şekilde söz eder:
“Pelasgların
büyük bir kavim olduğuna tarih tanıklık etmektedir. Elaialı Menekrates,
“Kentlerin Kuruluşu” adlı kitabında, Mykale’den(2) başlayarak şimdiki İonia kıyılarının ve ayrıca civar
adalarının, eski zamanlarda Pelasglar tarafından iskân edildiğini
söylemektedir. … Fakat daima dolaşan ve çabuk göç eden Pelasg soyu, hızla
gelişmiş ve sonra da çabucak yok olmuştur, özellikle Aiollerin ve İonların
Asia’ya göçleri sırasında.”(3)
Temnos'un altındaki Eski Görece köyü
(Şubat 2014)
Temnos'da meşe ağaçları arasında bir arşitrav parçası
(Şubat 2014)
Temnos'da bir poligonal duvar parçası
(Şubat 2014)
Temnos Kalesi'nden Eski Görece köyüne ve Menemen Ovası'na bakış
(Şubat 2014)
Menemen Ovası’nın ziyaretçileri, bugün Dumanlıdağ volkanik kütlesinin eteklerini yalayarak kuzeye doğru
seyrederken, ovaya hafifçe yüksekten bakan sekilerin üstünde bir dizi köyün
varlığına tanıklık eder. Gediz Irmağı’nın
doğu yakasına serpilmiş bu kadim yerleşimlerin aşağı yukarı hepsinin arka
planında Aiollerin Batı Anadolu’da
göçlerin üzerine bina ettikleri bir yaşamın izleri vardır. Emirâlem yakınlarında Görece
üstündeki Temnos(4), Yanıkköy
üstündeki Neonteikhos(5), Gediz’in
Menemen Ovası’nı henüz alüvyonlarıyla
doldurmadığı zamanlarda; denize doğru bir gemi pruvası gibi uzanan Buruncuk üstündeki Leleglerin (Pelasglar) Larissa’sı, biraz daha ileride Hatundere’nin üzerindeki Küçükkale ve Büyükkale, Aliağa’nın Uzunhasanlar
köyünün hemen arkasında Güzelhisar çayının
aktığı vadiye egemen Tisna(6) birbirine yakın
konumda yer alan bölgedeki önemli Aiol
yerleşimleridir.
Larissa ya da Buruncuk Kalesi'nde Helenistik duvarlar
( Şubat 2010)
Buruncukkale düzlemi; önde Larissa'nın kesme taştan yapı malzemeleri
(Şubat 2010)
Larissa kentinin sur duvarları; kısmen poligonal, kısmen isodomik...
(Şubat 2010)
Larissa'da bir cadde ve teras duvarları; yan yana; ovada Türkeli köyü...
(Şubat 2010)
Hatundere
Bugünkü yürüyüşümüzün
başlangıcını teşkil eden Hatundere
köyü, Dumanlıdağ’ın batı kesimindeki
volkan konisinin aşınmış batı kenarı ve aynı adı taşıyan derenin kıyısında yer
alıyor. Prof. Dr. Ersin Doğer’in Menemen (ya da Tarhaniyat) Tarihi isimli
kitabında köy ile ilgili şu bilgiler aktarılıyor:
Hatundere köyü; doğu girişi
Hatundere'den Küçükkale'ye doğru; gezginler, yolun başlangıcında...
“Hatundere ile ilgili ilk yazılı
bilgi, 1531 yılındaki Tapu-Tahrir Defteri’nde (Osmanlı Döneminde
nüfus, arazi ve emlakin tespit ve kaydedilmesi işlemi olarak tanımlanan tahrir
bilgilerini içeren defterler-İF)
bulunmaktadır. Bu tahrirde köy padişah hassıdır (Osmanlı
Toprak Düzeni’nde en büyük toprak payı-İF); 40 hanesi ve 7 bekâr vergi mükellefi vardır (140 nüfus).
1575’deki tahrirde ise şehzade hassıdır ve 22 hane, 17 bekâr vergi mükellefi
kayıtlıdır (160 nüfus). Yörük defterinde 11 nefer ve Ellici cemaatinden (Osmanlı Döneminde yaptıkları bazı hizmetler nedeniyle vergi
muafiyeti kazanan Tahtacıların bir bölümüne verilen ad-İF) 3 nefer kaydı vardır. 1668 avarız (vergilendirilebilir-İF) haneleri tespitinde 10 vergi mükellefi kayıtlıdır (200
nüfus). 1826-1836 yılları Menemen Şeriye Sicili’ndeki (Osmanlı’da mahkeme kayıtları-İF) (Nr.95, 4) masraf listesi içinde adı
bulunan Hatundere köyünde 1890 Aydın
Vilayeti Salnamesi’nde (Osmanlı Döneminde
idarenin resmi yıllıkları-İF)
316 nüfus, 74 hane, 1927/1928 yılı İzmir Vilayeti Salnamesi’nde ise 314 nüfus,
43 hane kayıtlıdır. 1521 yılına ait bir berata göre Hatundere’de adını iğne işiyle ilgilenen bir kişiden alan “İbrim Asması” adında bir vakıf vardı ve
bu vakıf Dursun Fakı tasarrufunda
idi.”(7)
Yol üstündeki ilk çeşme; Hamza Karısı Ayşe Çeşmesi
Küçükkale vadileri; arkada Büyükkale konisi
Prof. Dr. Ersin Doğer, konar-göçer mezarlıkları ve antik yerleşim
harabeleri ile ilgili olarak Hatundere köyünün
yaşlılarından derlediği mevki isimlerini anmakta, ayrıca volkan konisinin güney
yamacı üzerinde defineciler tarafından tahrip edilmiş Donanma Dede isimli bir yatırdan söz etmektedir.
Hatundere vadilerine doğru bir gemi pruvası gibi uzanan Küçükkale düzlemi
Küçükkale'nin havadan görünüşü (Dron fotoğrafı: Denem Orhun)
Küçükkale sırtlarında güzelim nakıllar ya da silene sp.
Tüysü bitkiler ailesinden; lamium sp.
Küçükkale'nin güney yamaçları
Hatundere’nin tarihi arka planı ile ilgili olarak Porf. Dr. Ersin Doğer’in aynı kitapta
aktardığı bilgiler ise şunlardır:
“Hatunderelilerin ekip biçtiği, hayvan
otlattığı volkan konisinin İ.Ö. 6.yüzyıldan beri iskân gördüğü, araziye
dağılmış çeşitli antik dönem iskânlarından anlaşılmaktadır. Köyün
kuzeydoğusunda sarp bir kaya zirvesine kurulmuş olan Küçükkale ve bitişiğindeki Eşektepesi,
sahip oldukları sur duvarları ve su kaynaklarına hâkimiyetleri ile İ.Ö. 6. ve
3. yüzyıllar arasında bölgenin merkezi durumundaki Hellen-Aiol iskânlarıdır. Kelkoru, Efeyıkığı ve Kiremitlik mevkilerinde ise çanak çömlek
ile teşhis edilebilen Geç Roma Dönemi köy yerleşmeleri bulunmaktadır. Burunucu / Alabahçe’de ve Kiliseyıkığı mevkilerinde
ise 13.yüzyılda (Bizans Dönemi) faaliyet göstermiş kilise ve manastır
harabeleri mevcuttur.”(8)
Küçükkale üstünde bir kule temeli
Küçükkale duvarları içinde hayat bulan altın otları
Küçükkale sırtlarında engerek otları; echium vulgare...
Bölgede Prof. Dr. Armağan Erkanal ve Yrd. Doç. Kaan İren tarafından 2002
yılında gerçekleştirilen yüzey araştırmaları, Güney Aiolis Yüzey Araştırması(9)
başlığı altında yayınlanmış. Bu çalışmada; Hatundere
civarında rastladıkları yerleşim izleriyle ilgili olarak şu bulgular yer
alıyor:
·
Hatundere köyünün altındaki
tarlalarda Roma Dönemine ait olduğu düşünülen üç adet Tümülüs,
· Hatundere köyünün Heybelitarla mevkiinden başlayarak Kiliseyıkığı’na uzanan yollar, yol
üzerinde işlik taşları ve İlkçağ’a tarihlenen bir mezar (Ersin Doğer’in köyün yaşlılarına dayanarak Donanma Dede olarak adlandırdığı Dede Mezarı’nın yeri, bu çalışmada köyün arkasındaki kraterin doğu
ağzı üzerinde Buruncuk Kalesi’ne (Larissa) bakan bir mevkide
tanımlanmaktadır),
· Kiliseyıkığı mevkiinde defineci
saldırılarıyla şimdi tamamen yok olmuş durumdaki eski bir Bizans kilisesinin
hayal meyal izleri,
· Efeyıkığı ve Karılarpazarı mevkilerinde askeri amaçlı (savunma kuleleri ya da
bölgedeki çiftlik ağalarının kuleleri) yapı temeli kalıntıları,
· Küçükkale’de Aiol Dönemi’ne ait
savunma duvarları, kule temelleri ve yerleşim izleri, çatı kiremitleri, Bizans
Dönemine ait seramikler;
·
En
arkada Büyükkale’de tepenin üzerinde
belki gözetleme amaçlı, ama daha büyük bir olasılıkla bir münzeviye ait, bir
duvarına pencere açılmış bir mağara, iki sarnıç ve Bizans Dönemi seramik
parçaları,
·
Şaraphane mevkiinde ana kayaya
oyulmuş bir üzüm presi teknesi,
· Hatundere köyünün kuzey arkasında
yer yer antik döşeme yol parçalarıyla ulaşılan Alabahçe Tepesi’nin üstünde yer alan Bizans Dönemi’ne ait yerleşim
izleri (daha önceki dönemden kalma bir savunma yapısının üzerine bina edilmiş
bir dini yapının izleri; kayaya kazınmış bir haç ya da çift ağızlı bir balta
kabartmasının varlığı),
·
Küçükkale’nin kuzeybatısında Damtaş mevkiinde bir zeytinyağı presi ve
duvar izleri,
·
Küçükkale’nin kuzeyinde Kocamehmet Tarlası’nda Bizans
seramikleri ve zayıf duvar izleri,
· Doğuda
bir vadi ile Küçükkale’den ayrılan Eşektepesi’nde İ.Ö. 4.yy.a tarihlenen
poligonal duvarlar, Eşektepesi’ne
girişi sağlayan yol, dörtgen taşlardan yapılmış kalın
şehir surlarının kalıntıları, definecilerin açtığı
bir çukurda rastlanan dörtgen kesitli bir yapı temeli,
·
Karagöl'den Kocaköşe mevkiine ilerlerken yolda, ayrıca Kayraklı ve
Eşmece mevkilerinde
işlik ve künk parçaları,
·
10*10
metre boyutlarında bir Roma savunma kulesinin yıkıntıları olarak belirlenen Koca Köşe,
·
Koca Köşe ile diğer merkezleri
birbirine bağlayan antik yol parçaları…
Küçükkale'de poligonal teras duvarları
Küçükkale'nin güney yamacı boyunca Menemen Ovası'na bakış
Küçükkale üstünde yapı kalıntıları
(Dron fotoğrafı: Denem Orhun)
Küçükkale'nin batı yamaçlarında teras duvarları ve basamaklar
Yürüyüşün Hikâyesi
Sabah erkenden döküldük
yollara. Bugünkü yürüyüşümüzü Foça’dan gelecek arkadaşlarla birlikte
gerçekleştirecektik. Buruncuk’taki
kahve molası sonrasında, buluşma noktamız; Hatundere
kahveler önüne geldiğimizde saat 9 civarıydı. Köyün kuzeydoğu yönündeki
vadilere açılan bir patikayı takip ederek alçak sırtlarda yer alan ağılların
yanından geçtik. Hatundere köyünün arkalarındaki
daracık bir sel yatağından başlayan yürüyüşümüz, yavaş yavaş yükselen bir
topografyada sağımızda yer alan bir dere yatağı boyunca devam etti. Pırnar
meşelerinin oluşturduğu ve keçi sürülerinin yemeğe doyamadığı çalılardan
müteşekkil öbekler, baharla birlikte taze filizleriyle donanmıştı. Bunların
yanı sıra deliceler, kesmik çalıları ve melengeçler ilk bakışta andezit
kayalıklar üzerinde hayat bulan makilik bitki örtüsünün en önemli unsurlarıydı.
Küçükkale yolunda ilk çeşme; Hamza Karısı Ayşe'nin Çeşmesi
Dağa Kaçtım gezginleri, Küçükkale yolunda...
Küçükkale patikasının ilk bölümü
Yürüyüş rotamızdaki ilk
çeşmeye bu patikanın içinde rastladık. Kireç badanalı çeşme gövdesine kazınmış Hamza Karısı Ayşe’nin Çeşmesi yazısının
altındaki oluktan buz gibi bir su sürekli akmaktaydı. Çeşme, bu açıdan; bunaltıcı
yaz sıcaklarında gelen geçen yolcunun serinlediği bir kaynak olarak oldukça
işlevsel olmalıydı.
Küçükkale vadileri
Küçükkale; kuzey yönünden görünüşü
Balıklı Çeşme düzlüğü
Biraz ileride;
solumuzdaki çınarlarla kaplı dere yatağına doğru yürüdüğümüz patikadan ayrıldık.
Çalılar arasında takip ettiğimiz yeni patikamız, haznesinin içi balıklarla dolu
bir diğer çeşmeye, daha sonra ise çınar ağaçları arasından usul usul akmakta
olan bir derenin yatağına ulaştırdı bizi. Çeşmenin bulunduğu düzlükte biraz
soluklandık. Çeşmenin suyu, bir öncekine göre daha lezzetliydi. Bu çeşmeye
içindeki alabalığa benzer balık yavruları nedeniyle Balıklı Çeşme ismini verdik. Kireçle beyaza boyanmış çeşmenin
üzerinde, bir öncekinde olduğu gibi bir isim kazınmıştı, ama okuyamadık.
Balıklı Çeşme
Küçükkale eşiğinde bir konfor alanı; çınarlarla kaplı bir dere yatağı
Küçükkale'de poligonal duvar izleri; bir kule temeli
Çınarlarla kaplı dereye
ulaştığımızda muhteşem bir konfor alanıyla karşılaştık. Özellikle yaz aylarında
İzmir-Aliağa karayolunda seyrederken, uzaktan bakıldığında gösterişsiz ve bitki
örtüsü açısından oldukça fakir gibi duran Hatundere
vadilerinin bu zenginliği bizi oldukça şaşırttı doğrusu. İnsanın bu
güzelliği kolay kolay terk etmesi mümkün değildi. Ama hemen önümüzde duran
andezit kayalıklardan ibaret sarp Küçükkale
tepesi tırmanış için bizi beklemekteydi. Bir süre oyalandıktan sonra çınarlı
vadiden gönülsüzce ayrıldık.
Küçükkale düzlemindeki duvar temelleri
Küçükkale'de çatı örtü kiremitleri
Andezit kesme yapı taşları ve üzerlerine kazınmış kenet yuvaları
Pırnar çalılarıyla kaplı
dik bir patikayı takip ederek, yaklaşık 350 metre yüksekliğindeki andezit
esaslı kayalık bir düzlem üzerine kurulmuş İlkçağ yerleşimi Küçükkale’ye kısa sürede ulaştık. Küçükkale, kuzeydoğu-güneybatı ekseninde
Hatundere vadilerine ve İzmir’den
Aiol dünyasına uzanan geçişi kontrol eden hâkim bir noktada yer alıyor.
Kendisine göre daha güneydeki Buruncuk
Kalesi’ni de görebilen bir konumda yer alan kalenin; savunma refleksi göz
önüne alınarak, andezit kayalıklardan oluşan üç tarafı derin vadilerle çevrili,
son derece sarp bir tepe üzerine kurulduğu anlaşılıyor. Kalenin bulunduğu
tepenin aşağılarına dek yoğun şekilde poligonal (çokgen) teras duvarlarıyla güçlendirildiği ve tepenin vadilere
bakan üç tarafı boyunca bu teras duvarları üzerinde yer yer basamaklarla
çıkılan dar teras alanları oluşturulduğu gözlenebiliyor.
Küçükkale'de bir başka yapının temel izleri
Küçükkale teras duvarlarında göbek otları ve çiçekleri
Küçükkale'nin hemen batı yönündeki eteklerinde volkanik kayalarla çevrilmiş bir müstahkem mevkii
Teras duvarları ve
kaleyi çeviren üst düzlemdeki sur duvarlarının niteliğine bakılırsa, kalenin bu
bölgede Aiollerin yaşadığı İ.Ö. 6.-7.
yy.lardan izler taşıdığı söylenebilir. Küçükkale’nin
yer aldığı tepeden doğu yönünde bir vadiyle ayrılan ve Eşek (Eşik) Tepesi diye adlandırılan diğer bir tepede de benzer
özellikte Arkaik duvarların ve yapı temel izlerinin yer alması, bölgenin
Aioller tarafından bir yaşam mekânı olarak kullanılmış olabileceği düşüncesini
akla getiriyor. Yani salt gözetleme amaçlı bir askeri garnizon olarak düşünmek
eksik bir değerlendirme gibi duruyor. Kalenin kurulu olduğu düzlemde yer yer
izlenebilen yaklaşık 80 cm genişliğinde duvar temelleri ve kare kesitli; bir
kuleyi andıran yapı temellerinin izleri, çatı örtü kiremitleri, birkaç adet
düzgün kesimli andezit yapı elemanları üzerinde yer alan kenet yuvaları, teras
alanları arasında çok düzgün olmasa da basamaklı geçişler ve az sayıda da olsa
siyah sırlı seramik parçalarına rastladık.
Küçükkale'nin batı yönündeki teras duvarlarına örnek
Küçükkale'den Hatundere vadileri boyunca Menemen Ovası'na bakış
Küçükkale teras duvarlarına bir başka örnek
Doğuda bir vadiyle
ayrılan Eşektepesi ile ilgili olarak
yukarıda sözünü ettiğimiz Güney Aiolis
Yüzey Araştırması isimli raporda şu bilgiler yer alıyor:
“Doğuda
bir vadi ile Küçükkale’den
ayrılan tepenin adı Eşektepesi’dir. Bu tepede
görülen bazı duvarların işçilikleri Küçükkale’deki duvarlara benzer. Özellikle bu anlamda çokgen
taşlardan örülmüş sur duvarı
kalıntıları ve hala kolayca izlenebilen Eşektepesi’ne girişi
sağlayan yol, kapı ve dörtgen taşlardan yapılmış kalın şehir surlarının kalıntıları
dikkati çekmektedir. Tepe noktadaki düzlükte
defineci çukuru, dörtgen taşlardan
yapılmış bir yapının izlerini
ortaya çıkarmıştır. Her ne kadar bazı duvar izleri arkaik izlenimi vermekteyse de biz araştırmamız süresince İ.Ö. 4. yüzyıldan
daha geriye giden bir küçük buluntuya rastlamadık.”(10)
Küçükkale ve Hatundere köyü
Küçükkale düzlemi ve arkada Büyükkale konisi
Büyükkale'ye yaklaşrken
(Fotoğraf: Denem Orhun)
Papatyagillerden...
Küçükkale’yi dolaşırken poligonal duvarlar arasında hayat
bulmuş altın otları, çiçeğe durmuş göbek otları, maviden mora değişik tondaki
kara kafes otları, kekikler kale düzleminde ve eteklerinde tespit ettiğimiz
baharın ve antik yerleşimlerin vazgeçilmezleri idiler. Küçükkale’nin Buruncuk Kalesi’ne
benzer tarzda; bir gemi pruvası gibi batıya doğru uzanan burun ucundan
aşağıdaki vadilere ve Foça’dan
ötedeki denize doğru baktık. Bir yanda Buruncuk
Kalesi, diğer yanda denize dek uzanan bir geniş görüş açısı; boşuna
kurulmamıştı Küçükkale bu tepenin
üstüne…
Küçükkale'den Eşektepesi'ne giderken...
Yörük bahçeleri; Eşektepesi yolunda...
Rotamız üzerindeydi; ilginç bir kaya oluşumu
Küçükkale’den Eşektepesi’ne
doğru ilerlerken bir semeri andıran hafif eğimli bir sırtta Yörüklerin bir
dönem kullandığı yaşam mekânlarıyla karşılaştık. Küçük ve eğreti bir çeşme, meyveye
durmuş erik ağaçları, bir ev yıkıntısı ve birkaç ağıl duvarı bunların göze
çarpan bazı ayrıntılarıydı. Göz hakkı deyip bir kaç erik de biz yedik ve yola
devam ettik.
Eşektepesi'ne tırmanmadan önce; yine çınar ağaçlarıyla kaplı bir başka dere yatağı
Eşektepesi'ne doğru
Kayalık zeminden kurtulduk; çok şükür...
Yine vadilerin dibinden akmakta olan bir başka dere
Buraya kadar kolay
gelmiştik. Ama Eşektepesi’nden sonra;
makiliklerle kaplı sırtlardan inerken, işimiz o kadar kolay olmadı. İniş
sırasında volkanik malzemenin yüzlerce yıllık süreçte aşınıp ufalanarak zeminde
yürümeyi zorlaştırmış olması, hareket halindeyken düşmemek için azami dikkat
gerektiriyordu. Hele ki ot bitmemiş çıplak zeminlerde… Bütün bu dikkat dolu
çabalarımız her şeye rağmen yer yer toprakla yakınlaşmamıza engel olamadı ne
yazık ki. Ayakkabının altından bir tekerlek etkisi yaratarak kayıp giden curuf
topakları, düşüşümüzün yegâne nedeniydi.
Yolumuz üstünde pırnar meşelerinin altında rastladığımız bir mantar
Akyıldızlar
Tek başına bir gelincik; bu ne güzellik...
Yine göbek otları ve kırmızı tonunda çiçekleriyle...
Peygamberçiçeğigillerden; o ne mavi, anlatılmaz.
Eşektepesi’nden itibaren hâkim bitki örtüsü tamamen ahlat
ve meşe ağaçlarına dönüştü. Bu sarp ve zorlu zeminde tutunabilmek, ancak saygı
duyulası bu dirençli ağaçlara yakışırdı. Özellikle Büyükkale civarında rastladığımız ahlatların bazıları burada hala
çiçekteydi. Meşeler ise yeni sürgünlerini vermekle meşguldüler. Filizi yeşil ve
taptaze yapraklarıyla hepsi göz alıcıydılar. Vadilere indiğimiz anlar dışında, Büyükkale her zaman görüş açımız içinde
kaldı diyebiliriz. Ama biz ona yaklaştıkça o bizden uzaklaştı sanki. Zeminin
zorlu oluşu, inip çıktığımız vadiler, bir de sık makilik bitki örtüsü ile
boğuşmamız sayesinde, bitmek bilmez bir yolcululuğa dönüştü yürüyüşümüz sanki.
Tam karşımızda çıplak bir koniyi andıran Büyükkale
sanki bizimle dalga geçer gibiydi.
Yaklaştıkça uzaklaşıyordu Büyükkale, pırnarların ardında; o duygularla çekildi bu fotoğraf.
Büyükkale'ye doğru
(Dron fotoğrafı: Denem Orhun)
Pırnar meşelerinin kırmızı renkli meyveleri
Büyükkale yolunda keşfettiğimiz patika; ne sevinmiştik onu bulunca.
Büyükkale'ye doğru yılkı atları
At sürüsünün lideri geçişimiz boyunca bizi süzdü.
Konik formlu tepeye
doğru ulaştığını düşündüğümüz bir sırtı takip ederek ilerledik. Bir süre sonra
önümüzdeki bir açık alanda; meşe ağaçlarının arkasına sinmiş 7-8 tane yabani
atla karşılaştık. Hepsi birden pür dikkat kesilmiş vaziyette geçişimizi
izlediler, daha sonra sırttan aşağıya; doğu yönünde kaybolup gittiler. Biz ise,
Büyükkale’nin güneybatıya doğru bakan
yüzünden tırmanmaya devam ettik. Hepimizin yüzünü güldüren ise, düzgün bir
şekilde koninin etekleri boyunca ilerleyen belirgin bir patikanın varlığıydı.
Büyükkale yolunda pırnar çalılarından öbekler; ardımızda Menemen Ovası...
Büyükkale tırmanışı; yine kayalar...
Ahlat ağaçları, yükseklerde hala çiçekte...
Büyükkale'nin eteklerinde yürürken kuzeye döndüğümüz an...
Büyükkale'nin dibinde yabani menekşeler
Büyükkale sırtlarında sarı ve beyaz yan yana; akyıldızlar ve bir tür sarı papatyalar...
Ne zamanki Büyükkale konisinin kuzey yüzüne doğru
döndük, orada derin bir vadi ve oldukça sarp bir kayalık ile karşılaştık. Tek
çaremiz, bizi bir üst düzleme ulaştıracak vadinin kıyısı boyunca
izleyebildiğimiz bir başka patikayı bulmaktı. Öyle de oldu. Her taraf sayısız
meşe ağacıyla kaplıydı. Büyükkale
konisine ulaşmak için bir aşama daha kaydetmiş ve bir üst noktaya kendimizi
taşımıştık. Burası da aslında zemini daha düzgün olan ve nispeten otlarla kaplı
bir sırttı. Biraz ilerleyince Büyükkale
konisinin hemen dibinde ve güneyine düşen bir konumda; kayalıklar arasında
saklı sarnıcı andıran bir meşeliğe geldik. Kaynaklarda Büyükkale’de iki sarnıçtan söz ediliyordu. Acaba bu sarnıçlardan
birisi burası mıydı? Ama görünen oydu ki; burası doğal bir ağıl gibiydi. Çok
yüksekte olmamıza rağmen kayalıklarla çevrili kuytu bir yer özelliği taşıması
nedeniyle, yazları bu amaçla kullanılmış olması da pek muhtemeldi.
Ağaçlaşmış pırnar meşeleri; bir doğal ağılda rastladık onlara...
Büyükkale konisi; nihayet...
Büyükkale'ye güney yönünden bakış
(Dron fotoğrafı: Denem Orhun)
Büyükkale'de sarnıçlardan biri
(Fotoğraf: Cengiz Yavuz)
Büyükkale konisinde yer alan diğer sarnıç
(Fotoğraf: Cengiz Yavuz)
Büyükkale'de bir münzeviye atfedilen mağara
(Fotoğraf: Cengiz Yavuz)
Sabahtan beri dağlarda
yürümekteydik. Büyükkale’nin dibine
kadar gelmiştik. Hem yorgun, hem de acıkmış haldeydik. Koninin gölgesinde; bir
meşe ağacının dibinde; İzmir Körfezi’ni
görecek kadar bir geniş ufuk açıklığına sahip bir düzlükte yeryüzü soframızı
açtık. Dumanlıdağ ile aramızda derin
bir vadi ve şekilden şekle girmiş sarp kayalıklar vardı. Bunlardan biri çok
ilginçti. Tüm vadinin önünü kesmiş gibi duran ve bizim Dumanlı Portası diye isim koyduğumuz bu duvarı andıran kayalık,
yörede Sarıkaya olarak
adlandırılmaktaydı. Foça grubundan Cengiz arkadaşımız, daha önceleri burada
birkaç kez yürümüş olmanın deneyimi ile karşımızdaki kayalıklarda da Bizans
Döneminden kalma bir manastıra ait izlerden söz etti. Bu bilgiyi de aklımızın
bir köşesine not ederek yemek muhabbetini tamamladık. Bu arada Cengiz, her
zamanki çevikliğiyle; biz daha sofradayken, koninin tepesine kadar çıktı ve
indi. Hayret vericiydi doğrusu. Her şey 15 dakikada olup bitmişti bile. Böylece
içimizden en azından biri, Büyükkale
konisinin zirvesine (715 metre
yüksekliğinde) ulaşabilmişti. Diğerlerinde ise, göründüğü kadarıyla; bunu
yapacak takat ne yazık ki kalmamıştı.
Büyükkale ile Dumanlıdağ'ı ayıran vadi
Büyükkale civarı
(Dron fotoğrafı: Denem Orhun)
Büyükkale'den inerken uçurumun kıyısında rastladığımız yarık
Eski bir Bizans Dönemi manastırının izlerinin bulunduğu söylenen kayalıklar (uzaktan)
Kayalıkların havadan görünüşü
(Dron fotoğrafı: Denem Orhun)
Kayalıkların havadan bir başka fotoğrafı
(Dron fotoğrafı: Denem Orhun)
Büyükkale'ye veda...
Büyükkale'ye havadan da veda...
(Dron fotoğrafı: Denem Orhun)
Yukarılarda adını andığımız Güney Aiolis Yüzey Araştırması’nda ise Büyükkale ile ilgili olarak şu bilgiler
aktarılıyor:
“Büyükkale, bu bölgenin en sarp ve en
yüksek tepelerinden biridir. Tepenin üzerinde belki gözetleme amaçlı, ama
daha büyük bir olasılıkla bir münzeviye ait, bir duvarına pencere
açılmış bir
mağara vardır. Tepenin üzerinde iki adet sarnıç bulunmaktadır. Küçük buluntu olarak yerde Bizans seramikleri ve çatı kiremiti parçaları görülmektedir,
buna karşın yüzeyde herhangi bir duvar izine rastlanmamıştır”(11)
Büyükkale'den iniş yolunda; düşmek çok kolay...
Anıt meşe ağacının altında...
İniş yolunda bir düzlükte rastladığımız çeşme başında gezginlerin dinlenme anı
Vadiyi bir duvar gibi kapatan Sarıkaya; biz ona bir kapıya benzeterek Dumanlı Portası adını verdik.
Yemek sonrasında dönüş
yolunda Büyükkale’nin doğu sırtını
takip ederek yürümeye karar verdik. Bu şekilde dağdan inerken Dumanlıdağ ile bizim bulunduğumuz Büyükkale Tepesi’ni ayıran vadiyi de
izleyebilecektik. Saat 16 civarında dönüşe başladık. Vadinin karşı yakasında; Dumanlıdağ’ın sırtında bir dizi rüzgâr
enerji santralının pervaneleri sıralanmıştı. İzmir-Bergama karayolundan da fark
edilen pervanelere saatlerce yürüyerek bu kadar yaklaşmış olmak bizim için
farklı bir deneyim olmuştu.
Hepimize yürümek için yeniden güç veren çeşme
Hatundere'ye doğru sırtlarda otlayan inekler
Ardımızda bıraktığımız Dumanlıdağ dünyası
Hatundere'ye yaklaşan yollar iyice belirginleşti. Döşeme yol parçaları...
Yürümeye devam ettik. Biraz
ilerde bir anıt meşe ağacının yanından geçtik. Dik sırttan düşe kalka inerek ve
küçük bir dere yatağını aşarak yukarılardan hayal meyal fark ettiğimiz bir
çeşme başına ulaştık. Çeşme başına vardığımızda saat 17.30’u geçmişti. Çeşmenin
koyunların su içmesi için yapılmış geniş yalağı, kireçle daha yeni boyanmıştı.
Her taraf tertemizdi. Yürümekten şişmiş ayaklarımızı buz gibi suyun içinde
dinlendirdik. Onca zahmetli yoldan sonra bu anlatılmaz bir keyifti ve yolun
kalan kısmı için de güç toplamamıza yardım etmişti. Çünkü yaklaşık 400 metre
yüksekliğinde bulunan bu çoban çeşmesinden Hatundere’ye
varmak için neredeyse daha 2 saat kadar yürüyecektik.
Kulpluca Deresi ile köye yaklaşırken karşılaştık.
Döşeme antik yol ve gezgin
Köye yaklaşırken
bahçeler ve köyün yükseklerdeki ilk evleri başladı. Ama asıl ilginç olan köyün
doğu yönündeki girişinde yer alan bir döşeme yolun parçalarıydı. İri taşlarla
sınırları belirlenen yolun belli kısımları, düzensiz taş örgülerle devam
etmekteydi. Köyün yakınındaki bir köprüyle üzerinden aştığımız Kulpluca Deresi’nin kıyısında
rastladığımız çok eski zamanlardan kalma bir su kanaleti ise oldukça dikkat
çekiciydi.
Döşeme yol ve eski zamanlardan kalma bir su yolu
Hatundere köyü yakınlarında döşeme yolun güzelliği; bu taşlara basmaya kıyamaz insan. En arkada Dumanlıdağ...
Köyün doğu yönünden
girişinde, dere kıyısında; evlerin hemen yanında muntazam bahçeler vardı. Hepsi
mevsimlik sebzeler için çapalanıp arıkları açılmış, dikimleri yapılmış;
gübrelenerek her türlü hazırlığı tamamlanmıştı. Köye doğru rastladığımız ve
Kara Şimşek adını verdiği eşeğinin üstünde kontrol için gittiği tarlasından
evine doğru dönmekte olan yaşlı bir köylüyle bir süre ayaküstü lafladık.
Amcayla vedalaştıktan sonra köyün evleri arasından arabamızı bıraktığımız köyün
batı yönündeki diğer girişine doğru yürüdük.
Köyün doğu yönünden girişinde caminin yanında rastladığımız zeytin sıkma amaçlı kullanılan taş baskı tertibat
Hatundereli amca ve Kara Şimşek adını verdiği eşeği
Bir akşam vakti; Hatundere'ye dönüş zamanı...
Bu sırada köyün iki
camisinden birisi olan doğu girişindeki caminin avlu duvarının kıyısında; bir
taş baskı zeytinyağı işliğinin yanından geçtik. Hatundere köyünde arabayı bıraktığımız kahveler önüne saat 19.30’da
ulaşmıştık. Sabah 9.30 civarı başladığımız yürüyüşümüz yemek için verdiğimiz
mola ile birlikte yaklaşık 10 saat kadar sürmüştü. Volkanik bir arazide
saatlerce yürümenin zorluğu ve keyfini birlikte yaşamış, uzaktan bakıldığında
kolayca anlaşılamayabilecek; bölgenin doğal ve kültürel zenginlikleri hakkında
en azından bir fikrimiz oluşmuştu. Ama Hatundere
havzasını hakkıyla tanıyabilmek için buralara birkaç kez gelmekte yarar vardı;
10 saatlik yürüyüş sonunda vardığımız nokta ise bu olmuştu.
Küçükkale ve Büyükkale; güzel bir gündü.
(Fotoğraf: Cengiz Yavuz)
Meydandaki kahvehanelerden
birinde içilen akşam çaylarıyla günü tamamlamıştık. Günün kritiği ve beynimizde
biriken sorularla geçmişti zaman. Artık Foçalı dostlardan ayrılma ve İzmir’e
dönme zamanıydı şimdi. Vedalaşarak onlardan ayrıldık ve yönümüzü İzmir’e doğru
çevirdik. Gün boyu 15 km kadar yürümüş, yorulmuş; ama anın hakkını vererek
kaygısız ve anlamlı bir gün daha yaşamıştık dağlarda; ne mutlu bize…
Dipnotlar:
(1) Ersin Doğer, İzmir’in Smyrna’sı; Paleolitik Çağ’dan Türk Fethine Kadar; İletişim Yayınları,
1.Baskı-2006, İstanbul; sayfa:17-18
(2) Ege Denizi’ndeki Sisam (Samos)
Adası’na doğru bir dil gibi uzanan bugünkü Dilek Yarımadası
(3) Strabon, Antik Anadolu Coğrafyası, Çeviren: Prof. Dr. Adnan Pekman, Arkeoloji ve Sanat Yayınları;
3.Baskı-İstanbul 1993; Kitap XIII, Bölüm III, C621; sayfa: 126
(4) Temnos hk.da bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2014/03/gorece-kale-yuruyusu.html
(7) Ersin Doğer; Menemen (ya da Tarhaniyat) Tarihi, Sergi Yayınevi, Mart-1998;
sayfa: 228-229)
(8) Ersin Doğer; Menemen (ya da Tarhaniyat)
Tarihi, sayfa:229
(10) Armağan Erkanal Öktü, Kaan İren; 2002 Güney Aiolis Yüzey Araştırması; sayfa:247
(11) Fotoğraflar, belirtilenler
dışında İ. Fidanoğlu tarafından
çekilmiştir.