yazarkafemilliyet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yazarkafemilliyet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Kasım 2013 Cuma

BOZDAĞ'IN ETEKLERİNDE, KESTANE DİYARINDA: YILANLI KALE



06 Kasım 2013
Mehmet Yavuzcezzar



Fırsat buldukça Ege'deki kalelerin izlerini sürerken, bu defaki gezimizi önceki yıllarda 400 m rakımlı Birgi'ye gittiğimizde planladığımız gibi, Bozdağ (Tmolos) eteklerindeki Yılanlı Kale'yi keşfe ayırdık. Bu sebeple; sabah 7.30 da çıktık yola, saat 9,00 da Tire'de verdik mola. Tireli dostumuz Hasan Hoca'nın park içinde hazırladığı mükellef kahvaltı sofrasında, eşinin yaptığı nefis küllürçeleri afiyetle yerken, daha önce ürettiği şarapların tadına baktığımız Müşteba Bey ile de gezilerimiz ve şarap yapımı konularında sohbet etme fırsatımız oldu. Kahvaltıdan sonra yönümüzü Birgi'ye çevirdik.


Bozdağ'ın eteklerine doğru yükselirken; Birgi

(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)

Doğu Akdeniz florasının etkin olduğu yörenin alçak kesimlerinde; makiler, zeytin, elma, incir, turunçgiller gibi meyve ağaçları ile kavak ve fıstık çamı, daha yükseklerde; meşe, laden ve menengiç ağaçları, sulak alanlardaki çınarlar dışında kalan hemen hemen tüm alanlar kestane, ceviz ve kiraz ağaçları ile kaplıydı. Yolumuzun üzerinde kızlarelması'dan (üvez) aşılama muşmulaya da rastladık.



Kızlarelması'ndan aşılama muşmula




Yol üzerinde bir çeşme ve karadut

Kıvrım kıvrım yolları geçip dağları aşarken, bir çok çeşmeye rastladık. Her çeşme başında da bir karadut ağacı vardı; yorulup çeşme başında mola veren yolcular ağacın meyvesinden yesin, sonra da suyunu içsin diye dikildiği söylenir bu ağaçların. Ne güzellik ama. İlkin yaklaşık 800m yüksekten Birgi ve Ödemiş'e bakan Hacıhasan Köyü, ardından da 1160 m rakımlı Kemerköy karşıladı bizi.


Kemerköy-köy meydanı

Kemerköy'ün meydanındaki kahvehanede çaylarımızı yudumlarken, görkemli Bozdağ eteklerinde Türkiye'nin en kaliteli kestanelerinin yetiştirildiğini öğrendik. Denizden 400 ile 1400 m yükseklerde yetişebilen bu kestanelerden Karaaşı (koyu renkli) kestanesi; içerisinde lif bulunmaması nedeniyle kestane şekeri yapan fabrikalar ile "kestane  kebap"çıların en çok tercih ettikleri türmüş; bu nedenle de en değerli olanıymış. Bu yörede yetiştirilen diğer kestane türleri de; Sarıaşı (açık renkli), fidanlarının Beydağ'dan geldiği Balyanbolu (Tahta), Anadolu ve Bursa imiş. Bozdağ yamaçlarında gördüğümüz anten vericilerinin olduğu seyir tepesine buradan çıkıldığını öğrendik; zamanımız kalırsa Yılanlı Kale dönüşünde hem birer kilo kestane alırız, hem de Kemer Sivrisi'ne çıkarız dedik ve köyü terk ederek yine kıvrımlı yollara koyulduk.



Gezginler Kemerköy'de kestaneleri inceliyor



Yılanlı Köyü'ne giderken


19 Kasım 2013 Salı

ORTA ANADOLU NOTLARI-2

ELAZIĞ

24-29 Eylül 2013
İbrahim Fidanoğlu

Kömürhan Köprüsü Harput’a bakar (mı?)

Karakaya Baraj Gölü’ne paralel Elazığ’a doğru ilerliyoruz. Karakaya Barajı’nın su tutması sonrasında, tarihi Kömürhan Köprüsü’nün , 1980’lerin ilk yarısında sular altında kalması ve yeni köprünün bu süreçte devreye alınması ile bölgedeki hayat da köprü gibi değişmiş. Şimdi 340.000 civarında nüfusu, Malatya yönünden; iki yanında yükselen modern sitelerle kaplı geniş bulvarlarından geçilerek ulaşılan Elazığ’da karşılaştığımız manzara, eskiden ne kaldı diye sorduruyor insana. Ayrıca görünmeyen bir Harput’un, artık sular altında kalmış bir eski köprü üzerinden hatırlanmış olması da ironik olsa gerek.

 Malatya'dan Elazığ'a doğru giderken Karakaya Baraj Gölü'nde Kömürhan Köprüsü yakınlarında yer alan balık çiftlikleri

Yeni Kömürhan Köprüsü’nün Malatya yönünden girişinde; Karakaya Baraj Gölü kıyısında kamyoncuların uğrağı kavurmacılar yer alıyor. Sabah kahvelerini baraj gölü kıyısında içmek üzere bunlardan birine uğruyoruz. Göl kıyısında çok sayıda balık havuzu var. Karşı kıyıda Tunceli Pertek’e giden yol seçiliyor. Göl oldukça büyük; ucu bucağı görünmüyor. Baraj gölü, Diyarbakır ili sınırları içinde yer alan Çüngüş ilçesindeki baraj ana gövdesinden; buralara ve Malatya’ya kadar uzanıyor. Baraj göllerinin yüzölçümü o kadar geniş ki, karasal iklime sahip bu topraklarda artık eskisi kadar kar yağmıyor; iklim daha ılıman artık buralarda.

 Elazığ Müzesi giriş holü

Elazığ’ın içinde

Elazığ Müzesi ile Kapalıçarşı, Elazığ kent merkezinde uğradığımız mekânlardı. Çifte kavrulmuş çok özel bir lezzeti olan Ağın leblebisi, sütle yapılan bizim çitlembik yada melengeç diye bildiğimiz çedene kahvesi, uzun uzun beyaz renkli “orcik” şekerleri, dut ve üzümden yapılmış köme ve pestil, kurutulmuş dut ve kayısı çarşıda en rağbet edilen yöresel ürünlerdi. Bu arada bizim Erzincan Tulumu diye bildiğimiz peynire benzeyen ve küplere basılı haldeki Elazığ’ın çok leziz tulum peynirlerini de unutmadan ekleyelim.

 Elazığ Müzesi, bir kolye; sanki bugünkü gibi

Elazığ Müzesi, svestika kabartmalı mühür ve diğerleri

Elazığ Müzesi, kuş gagalı çömlek kaplar; M.Ö. 2000'li yıllar

Elazığ Müzesi; geometrik desenli bir çömlek kap

 Elazığ Müzesi, kadın figürinler

Elazığ Müzesi ise, bugün Fırat Üniversitesi Kampusu sınırları içinde yer alan; taşradaki bir kentte olmasına karşın oldukça iyi düzenlenmiş iki katlı, yeni bir binada yer alıyor. Kapıdan hemen girişte; iki yana dizili Hitit döneminden kalma koyun heykelleri karşılıyor bizleri. Alt katta arkeolojik, üst katta ise etnografik eserler sergileniyor. Arkeolojik eserlerin bulunduğu bölümde; Keban ve Karakaya barajlarının inşaatı sırasında ortaya çıkarılan prehistorik buluntularla Urartu ve Hitit uygarlıklarına ait son derece önemli eserler yer alıyor. Müzenin üst katında ise, 19.yy. Elazığ yaşantısından izler taşıyan objeler var çoğunlukla. 

28 Ekim 2013 Pazartesi

ORTA ANADOLU NOTLARI-1



MALATYA’DAN KAYSERİ’YE BİR KEŞİF GEZİSİ

24-29 Eylül 2013
İbrahim Fidanoğlu

“Bozkırda bir kasabadan geçerken
Tozlu yolda iki sıralı kahveler
Öyle sakin kıpırtısız
Otobüsü süzerler
Doğdukları yerde ölenler

Sıcak öğle sonları, kan uykularda
Serinliği dipsiz kuyuların
Soğutulmuş testilerde sızıntı
Güneş birden devrilir gider
Ve geceleri titrer fenerler

Hiç şikâyet etmezler
Doğdukları yerde ölenler
Dağ başında bir köyde
Kar altında dal gibi bir kız
Munzur Dağı gibi köye yazgılı

Çeşme başındaki gülüşmeler
Dünya onlar için dönmez
Bilmezler yol yorgunluğunu
Sesleri yankı bulur
Hep aynı kayadan, aynı saat diliminden
Düşlerinde Çin ü Maçin'e giderler
Doğdukları yerde ölenler”
Zülfü Livaneli

Zülfü Livaneli’nin Neylersin albümünde yer alan bu dizeler, Anadolu’nun yüzyıllardır bir türlü değişmeyen ve üzerinde yaşayan çaresiz insan kitlelerinin yüzlerinde ifadesini bulan kaderlerinin veciz bir ifadesidir. Tarih boyunca Batı’dan Doğu’ya önemli ticaret yollarının kavşağında yer alan yaşlı Anadolu Platosu, yüksek dağlar arasına sıkışmış ve bir o kadar da yavaş seyreden zamanın esiri olmuş gibidir sanki.

Dağların arasındaki derin vadilerden akan köpük köpük ırmakları ve onların yamaçlarına dolanarak kıvrılıp giden sessiz kervan yolları gibidir hayat Orta Anadolu’da.

Henüz karı boranı başlamamışken, Eylül’ün son haftasında Malatya’nın ERHAÇ Havaalanı’na inerken yemyeşil kayısı bahçeleriyle merhabalaştığımız Orta Anadolu, bize bu gezide sürprizleri, yenilenmekte olan çehresi, yeni açılmış bulvarları, yüksek binaları ve geniş parklarıyla içi içine sığamayan kentleşme hamleleri; Arapgir’de, Eğin’de bahçeler içinde hüzünle terk edilmişlik içine sıkışmış; zamana meydan okuyan konakları, Divriği’de UNESCO Kültür Mirası Listesi’nde yer alan mücevher eser ata yadigârı Ulu Cami, Kayseri yakınlarındaki Asurluların kadim ticaret kolonisi Kültepe’de yarım yüzyıldır devam ede gelen kazılarıyla farklı bir Anadolu tipolojisi sundu diyebiliriz.

Nerdeyse bir haftaya yayılan bir butik gezide mavinin yeşile dönüştüğü rengârenk göllere, şelalelere uğradık kimi zaman. Kimi zaman iki yanımızda bir duvar gibi yükselen ve içinden Tohma Çayı’nın aktığı anlatılmaz güzellikteki Darende Kanyonu’nda yürüdük. Anadolu’nun erenlerine misafir olduk bazen; Bazen Sivas’ta olduğu gibi Anadolu’nun sesi olmuş ozanların ezgilerine ortak olduk geceleri.

Özetle söylemek gerekirse, yazının başında yer alan manzume ile çizilen sessiz ve içine kapanmış Anadolu manzarasından farklıydı karşılaştıklarımız. Öncelikle son yıllarda büyük bir değişim rüzgârının bu toprakları sardığını söyleyebiliriz. Bozkırdaki kasabaları birbirine bağlayan bölünmüş yollar, coğrafyayı bir ağ gibi sarmış sanki. Giderek ulaşım, buralarda bir problem olmaktan çıkmış neredeyse. Bu elbette, buradaki gündelik hayatı rahatlatan ve nispi bir refahı da bu bölgede yaşayanların yakınına taşıyan dinamikleri içinde barındırıyor. Bunu sakın politik bir söylem ve klişe sözcükler olarak algılamayın. Ama gördüğümüz manzarayı da anlatmamız ve anlamamız gerekiyor. Hızla artan kent nüfusları, yeni kurulan büyük alış veriş merkezleri, politik gücün bu bölgelere dağıttığı imkânlar ve son yıllarda yaratılan hammadde ve pazara kolay ulaşılabilirlik şansı sistemin de bir nebze rahatlamasına ve yeni dinamiklerin öne çıkmasına yol açmış bölgede.

Bütün bunların sonucunda iyiyle kötünün at başı gittiği, Malatya’da Battalgazi’de geleneksel mimarinin hâkim olduğu evlerle dolu sokaklarda dolaşırken, ERHAÇ Askeri Havaalanı’ndan kalkan F-16’ların Suriye sınırına doğru yaptığı keşif ve denetleme uçuşlarının kulakları sağır eden seslerinin tüylerimizi diken diken ettiği bir coğrafyadan söz ediyoruz. Zaman bir yöne akmakta… Bu Orta Anadolu’da da böyle; ancak önemli olan bu toprakların makûs talihi sonunda değişecek mi? Henüz bunu anlamak o kadar da kolay değil. Bekleyip göreceğiz nihayetinde. Bize düşen gezip gördüğümüz yerleri not etmek ve onları dostlarla paylaşmak…

MALATYA ve CİVARINDA DOLAŞMALAR

 Malatya'daki prehistorik höyük Aslantepe'nin daha sonraki yerleşimcileri Hititlerin Alanları (replika)

Aslantepe Höyüğü-M.Ö. 3000-3500'ler-Aristokrasinin doğduğu yer-Saray Kompleksi-ana galerinin başlangıcı

 Aslantepe Höyüğü-Saray Kompleksi ve tapınaklar bu aksın çevresinde konumlanıyor

 Aslantepe Höyüğü-M.Ö. 3500'lerden kalma freskler-orjinal-Bizim için açıldı.

 Aslantepe Höyüğü-yeni kazılar-İkinci tapınak alanı

18 Ekim 2013 Cuma

SONBAHAR’DA BAFA ÇEVRESİ



SEZONUN İLK YÜRÜYÜŞÜ: BAFA’DA; YEDİLER MANASTIRI VE KRAL YOLU’NDA YÜRÜDÜK

8 Ekim 2013
İbrahim Fidanoğlu

Yeni sezonun ilk yürüyüşünü Bafa Gölü civarında bulunan Yediler Manastırı’na gerçekleştirdik. Bafa Gölü, Karya’nın en önemli kentlerinden Latmos Herakleia’sını barındırmanın yanında, 9.yy.dan itibaren Arap akıncıların önünden Anadolu’ya doğru kaçan Hristiyan keşişlerin de sığındığı bir mekân olmuş. Dış saldırılara karşı doğal savunma olanakları sunan bir topoğrafyaya sahip Beşparmaklar’ın bu avantajlı konumu nedeniyle, Bafa Gölü’nün civarındaki saklı coğrafya, Hristiyan keşişlerin sığındığı bir manastırlar dünyasına dönüşmüş. 

 Gezginler, sabah Bafa Gölü kıyısında kahve molasında

Bafa havzasında yer alan manastırlar dünyasının en seçkinlerinden Yediler Manastırı’na yürümek amacıyla sabah 7’de İzmir’den ayrıldık. Sonbahar’ın serinliği sabaha yansımıştı. Yazın ılık sabahlarından eser kalmamıştı. Gün bile yeni yeni ağarıyordu. Geleneksel olarak, kahvaltı molası için durduğumuz Belevi’de Tire’den bize katılan Hasan Hoca ile buluştuk. Kahvaltı sonrası Belevi’den saat 9.30 gibi ayrıldık.





 Gölyaka Köyü

Bafa Gölü kıyısında kısa bir kahve molasını takiben, yaklaşık saat 11’de Bafa’ya ulaştık. Sezon bitmiş, kıyıdan el ayak çekilmişti. Kıyıdaki lokantalar ıpıssızdı. Göl kıyısındaki Gölyaka Köyü’ne ulaştığımızda ortalıkta kimsecikler yoktu. Arabayı henüz açılmamış bir kır lokantasının bahçesine bırakıp, hemen Gölyaka’nın merkezine doğru çıkan yokuşa doğru yürümeye başladık.

 Gölyaka'nın ara sokakları

 Bir üç yol ağzındayız; acaba nereye sapsak?

Yıllar önce bir kez daha Yediler Manastırı’na yürümüştüm; ancak aradan geçen zamanda köyün sokaklarını biraz unutmuşum; bahçelerinde gördüğümüz bir iki köylüye sorarak yolumuzun rotasını belirledik. Bu arada arkamızdan gelmekte olan iki yabancı turist de rota konusunda zorlanınca, zaman içinde bize katıldılar. Yolda onlarla tanıştık; Wofgang ve Margarit, Almanya’dan gelmişler. Yaklaşık 15 gündür Türkiye’yi geziyorlarmış. Almanya’nın Hannover kentinde yaşıyorlarmış. Yürüyüş boyunca onlar da bizim ekibe katıldılar. 

 Tırmanmya başladık; arkamızda Gölyaka'nın son evleri ve uzanıp giden masmavi Bafa Gölü


Gölyaka Köyü’nden ayrıldıktan sonra Güney Doğu yönünde, tatlı bir meyille devam eden bir tırmanışla yaklaşık 1,5 saat kadar yürüdük. Taşlarla örülü bir zeytinlik duvarını takiben ilerlerken Bafa Gölü’nün benzersiz manzarasını doya doya seyrettik. Hayıtlar ve karabaşlar geçmişti; ama zeytinler, üzerindeki meyveleriyle en bereketli zamanlarındaydı. Manastırı karşıdan ilk fark eden Margarit oldu. Yürüyüş güzergahı boyunca kayalara yada ağaçlara kırmızı beyaz renkli yağlı boya işaretler, manastıra giden yolu kolaylıkla bulmamıza yardımcı oldu. Aynı işaretler dönüş yolu boyunca da mevcuttu.

 Alman yol arkadaşlarımızla takviye edilmiş ekip, pek iştahlı yürüyor

Yediler Manastırı yolundaki mola yerinde Margarit bize bir şeyler anlatıyor 

Yediler Manastırı, Gölyaka’dan yaklaşık 3 km. uzaklıkta, köye göre Güney Doğu yönünde yer alıyor. Mağmanın yeryüzüne yükselmesiyle gün yüzüne çıkan ve yüksek sıcaklık ile basınç altında başkalaşarak bugünkü haline erişen grano-gnays kaya kütleleri, Beşparmaklar’ın genel jeolojisini oluşturuyor. Dev granit kayalar, gece ile gündüz arasındaki sıcaklık farklılıkları ve diğer atmosferik etkiler altında çatlayarak parçalanıyor ve zaman içinde şekilden şekle giriyorlar. Yağmur, fırtına, sıcaklık farkı derken dev kaya kütlelerinin iç yüzleri sanki birer kovuk gibi oyulmuş. Tarih boyunca insanoğlu, bu oyukları kendine barınak yapmış. Bafa Gölü civarına Hristiyan keşişlerin 9.yy.dan itibaren gelişlerini takiben, bu kayalar onlar için de bir sığınma ve inziva mekânı olarak işlev görmüş.

6 Ekim 2013 Pazar

PERU-BOLİVYA İZLENİMLERİ


BÖLÜM-3
CUSCO’DAN TİTİCACA’YA KADAR…

İbrahim Fidanoğlu
(27 Ocak – 8 Şubat 2010)


Ollantaytambo; Machu Picchu yolunda son durak

Machu Pichu’ya doğru son durağımız Ollantaytambo idi; İspanyol işgalciler gibi. Onlar da yaklaşık beş yüzyıl önce Kutsal Vadi’de İnka yerleşimlerini birer birer ele geçirerek ilerlerken Ollantaytambo’ya geldiklerinde ormanlar arasında saklı Machu Picchu’ya doğru değil aynı kavşakta yer alan diğer yolu takip ettikleri ve Macchu Picchu’yu bu şekilde bulamadıkları ve tahrip edemedikleri söylenmektedir. Bu sayede Cusco kentinin bir örneği olarak İmparator Pacha Kutec tarafından 1450 yılında yaptırılan bu hanedan kenti, doğal etkilerle yok olan ahşap ve saman malzeme dışında özellikle taş duvarlar ve tapınaklar günümüze olduğu gibi ulaşabilmiştir. 

 Ollantaytambo yolunda mola yerinde; pan flüt eşliğinde coşkun akan Urubamba kıyısındayız.

Ollantaytambo Kasabası'nın İnka temelleri ile bütünleşmiş evleri arasındaki daracık sokakları

 Ollantaytambo sokakları

Ollantaytambo’da İnkalar’dan kalan evlerin duvarları ve sokaklar aynen muhafaza edilmiş durumdaydı. Evler arasındaki yakın mesafeler o günkü gibi korunmuştu. Dev taşlardan örülmüş duvarların üstünde bugün köylülerin yaşadığı evleri yükseliyordu. Sokaklar arsında bir sürü kanaldan sular akıyordu. Bir avluya açılan birden fazla Ollantaytambo evinin karakteristik özelliği hepsinin bizdeki “hanay”lara benzer şekilde oldukça büyük tek bir odadan oluşması. Yerliler bu tek odalı evlerin içinde kutsal kabul edip aynı zamanda önemli günlerde kurban ederek etini yedikleri ginepick’leri ile birlikte yaşıyorlar. Bu hayvanlar fare ile tavşan arası bir tür kemirgen ve bolca otla besleniyorlar. Evlerin içinde onları beslemek için bol miktarda ot da stoklanmış durumda. Evlerin bir köşesinde kutsal atfettikleri bir takım unsurlar var: Bunların içinde atalarının kafatasları, lama fetusları ve büyücü malzemelerine benzeyen bazı pagan ritüellerini uygulamaya yönelik muhtelif malzemeler de bu köşede yer alıyor. Ayrıca yerlilerin gündelik hayatta kullandıkları avadanlık (çekiç v.b.) yerine geçecek bir takım ilkel el aletleri duvarlarda asılı vaziyette duruyor. Odanın içi oldukça loş; ev sahipleri bir masada yemek yiyorlar. Ayrıca odanın bir köşesinde zor günler için kurutulmuş et, balık, mısır ve patates yer alıyor. Ollantaytambo’da da yol boyunca gördüğümüz diğer Peru köylerindeki evlerin çatılarında iki boğa, ortasında haç, merdiven ve şişeler vardı. Bunlardan boğalar bereketi, merdiven şansı, haç kilisenin korumasını, şişelerin içindeki şeker kamışı alkolü ise evin korunmasını temsil ediyordu. 

 Ollantaytambo'da konuk olduğumuz çağların ötesinden bugüne kalan tipik bir İnka evi

Evlerin çatısındaki tılsım 

23 Eylül 2013 Pazartesi

ORTA ASYA'NIN KALBİNE DOĞRU-ÖZBEKİSTAN'A YOLCULUK-GİRİZGAH NİYETİNE


“KADR KIYMATIM, TAYANCIM; İFTİHARIMSIN MUSTAKİL ÖZBEKİSTAN”(*)

İbrahim Fidanoğlu
29 Ağustos-7 Eylül 2013

Toplumların hayatını, yaşadıkları coğrafya belirler. Bu gerçek, doğal olarak; Özbekistan için de geçerli. Okul sıralarındaki ilk tarih derslerinden kafamıza kazınan Maveraünnehir Coğrafyası, Şaman Türklerin Müslüman Araplarla ilk karşılaştığı ve o günlerden beri düşümüzde mitolojik ırmaklar olarak iz bırakmış Amu Derya ve Siri Derya ile sınırlanan o kadim toprakları tanımlıyor.

Altaylar’dan Ergenekon Miti ile Batı Anadolu’da Ege Denizi’nin kıyılarına ve Karadeniz’in kuzeyinden Orta Avrupa’nın içlerine dek ulaşan büyük göçün şifrelerini merak edenler için, aynı zamanda birbiri üstüne tabakalanmış bilgiyle dolu bir ülkeden söz ediyoruz. Oğlu tarafından katledilen Timur’un torunu büyük gökbilimci Uluğ Bey’e biçilen hazin son, belki de Türk-İslam coğrafyalarında bugün hala neden patinaj yapmaya devam ettiğimizin yanıtını içinde taşıyor olabilir.

Belki yaşadığımız günü ve ona ait sorunları daha iyi kavramanın bir yolu da “suyun ötesi” anlamına gelen Maveraünnehir havzasında biraz daha dolaşmak olmalı.

Modern Özbekistan, bağımsızlığını kazandığı 1991 Eylül’ünden beri “küresel düşmana” karşı yenik düşmüş reel sosyalizm pratiği sırasında; unutulmuş tarihin derinliklerindeki “kahramanları”nı yeniden keşfetmek ve kendisine biçilen bölgesel rol içinde yeniden bir “ulusal kimlik” yaratma derdinde.

Rusya’nın Orta Asya’ya en az üç yüz yıllık bir geçmişe sahip nüfuziyet sızmasının giderek bir egemenliğe dönüştüğü yakın tarihindeki “eski” düzenin kalıntıları, yukarıda tanımlanan bir ulusun kimliğini biçimlendirme sürecini ne kadar demokrasi ile “renklendirebilir”? Bunu, günümüzde giderek önem kazanan Orta Asya jeopolitiği ve dünyanın politik-askeri aktörleri birlikte şekillendirecek.

Ama bize düşen bu coğrafyanın dününü, bugününü ve yarınını anlamak ve bizim kadim tarihimizle de ilişkili meseleleri yeniden düşünmek adına, elimize geçen bu fırsatı en iyi şekilde değerlendirmek olmalı.

 Taşkent'in akciğerleri, yemyeşil parklar ve içinden geçen yapay su kanalları

 Özbekistan'ın Müstakillik sürecinde yeniden keşfettikleri milli kahramanları Amir Temur;bizim bildiğimiz adıyla Aksak Timur'un Taşkent'teki kendi adıyla anılan dev meydandaki heykeli

Taşkent'te Ali Şir Nevai Milli Parkı girişi

 Taşkent pazarından Özbekistan'a merhaba...

Taşkent El Sanatları Müzesi-usta işi Doğu'nun porselen çay takımları

Hiva Hanlığı'nın başkenti olan Hiva'da iç kalenin ardındaki mücevher eski şehir; kentin güney kapısı Ata Kapı; akşam güneşinin kızılllığı altında

Cebirin babalarından Asya'nın aydınlık ismi Hivalı ünlü matematikçi El Harezmi'nin Ata Kapı'nın dışındaki meydana bakan heykeli

10 Eylül 2013 Salı

ORTA YUNANİSTAN'DA GEZERKEN


BÖLÜM-3
KORFU
12-19 Eylül 2012
İbrahim Fidanoğlu


Igumenitsa’dan Korfu’ya

Igumenitsa, Korfu’ya işleyen feribotların kalktığı liman. Ayrıca bu limandan İtalya’nın Bari, Ancona ve Brindisi limanlarına da gemiler çalışıyor. Igumenitsa, yüzyıllar boyu küçük bir kasaba iken, 20.yy.da İtalya sahiline yakınlığı nedeniyle önemli bir liman kenti haline gelmiş. Bir dönem Osmanlı Padişahı Mehmet Reşat’ın tahtı çıkışı nedeniyle Reşadiye olarak anılan kasabaya bu isim 20.yy.da verilmiş. Selanik – Yanya – Igumenitsa’yı birbirine bağlayan Egnatia otobanı, bu limanda son buluyor. Buradan geçen İtalya ve Avrupa’nın diğer ülkelerine ve adalara yönelik yoğun trafik, kenti oldukça hareketli bir hale getirmiş.

 Igumenitsa feribot iskelesinde yağmuru beklerken

Akşama doğru; saat 19’da Korfu’ya bizi götürecek bizim arabalı vapurların bir benzeri feribotu beklerken, limanın ötesinde kıyı boyunca yer alan kafeteryaların birinde bir şeyler içerek vakit geçirdik. Feribota bindikten sonra, Korfu’da çok şiddetli yağış olduğu dair bir haber aldık. Yaklaşık 2 saat süren feribot yolculuğu boyunca, Korfu’ya yaklaştıkça, gök delindi sanki. Akşamın karanlığında Korfu üstünde çakan şimşekler, adanın üstünü kızıla boyuyordu. Yolculuğumuz uzun süre bu şekilde devam etti. Arkamızda Arnavutluk kıyılarının ışıkları görünüyordu.

 Korfu İskelesi'ne yağmur altında yaklaşma anı

Saat 9’a doğru feribot, Korfu İskelesi’ne yanaştı. Yağmur hala devam ediyordu. Aracımızla Korfu’nun merkezinde, Uluslararası Korfu Havaalanı’na yakın konumdaki otelimize doğru hareket ettik. Karanlığın ve ışığın karşıtlığında; Korfu’nun Venedik mimarisinden izler taşıyan ve bir İtalyan kasabası görünümündeki evlerinin üstüne düşmüş gölgelere bakarak otelimize ulaştık. Korfu’da kaldığımız süre boyunca, bizi hiç terk etmeyecek olan yağmur hala dışarıda durmamacasına yağıyordu.

 Yağmurlu bir günde bir kapıdan geçtik Korfu'da...

Neredeyse bir orak şeklinde anakaranın karşısında Arnavutluk ve Kıta Yunanistan’ı sahilleri boyunca Kuzey-Güney ekseninde uzanan Korfu yada Yunan mitolojisinden beslenen ismiyle Kerykra Adası, ilk bakışta bir İtalyan yerleşimi izlenimi verir. Kuzeyde en yüksek tepesi Pantokrator Dağı ile (911 metre) dikkat çeken engebeli topografyası, güneye doğru giderek alçalan düzlüklere dönüşür. Arnavutluk – Yunanistan sınır çizgisinin hemen hemen karşısında yer alan ve adanın yönetim merkezini oluşturan Korfu, yukarı doğru kavis yapan orağın sapının hemen başlangıcında yer alır. 1864 yılından beri Yunan egemenliğinde olan ada, yaklaşık 400 yıl kadar Venedik – İtalyan egemenliğinde kalmış. İmparator Napolyon döneminde Fransız, İkinci Dünya Savaşı’nda Alman işgaline uğrayan ada, 19.yy.da birer dönem de İngiliz ve Avusturya- Macaristan yönetimlerine bağlanmış. 1943 yılında Nazilerin bombardımanına uğrayan ada, her şeye rağmen bir uygarlık adacığı görünümünü bugün dahi koruyor. 400 yıllık Venedik egemenliğinden kaynaklanan ada nüfusunun yaklaşık %30’unun İtalyan kökenli olduğunu, kırsalda ve adanın merkezi sayılabilecek Kerkyra kentinde yaşama yansımış tam bir İtalyan etkisinin hissedildiğini söylemek mümkün.

 Korfu'nun sembolü Venediklilerden kalma Eski Kale; Fortezza

Korfu Kasabası

Venedik döneminden kalma iki kalenin sınırladığı bir yarımadaya yayılmış olan Korfu (Kerkyra) Kasabası; surları, kuleleri, sarayları ve İtalyan etkisinde yapılmış olan turuncudan pembeye; pastel renklerle boyanmış dış cepheleriyle dikkat çeken evleriyle bir Ortaçağ yerleşimini anımsatır. Spianáda’ya (Esplanade Plaza) doğru açılan birbirine paralel daracık sokakları, ortasında yer alan çeşmeleriyle birlikte gayet küçük ve hoş meydanları bu tabloyu tamamlar. 30.000 civarında bir nüfusa sahip kentte İyonya Üniversitesi’nin merkezi bulunuyor; bu da kentin demografik yapısına ayrı bir kozmopolit görünüm kazandırıyor.

 Korfu'nun insanı içine çeken daracık sokakları

Spianáda; çimenlerle kaplı, İngiliz işgal döneminden kalma kriket sahasına nazır Napolyon Fransa’sı döneminden kalma kemerli Liston binası; her bir kemerli sundurmanın altına konumlanmış bir dizi seçkin kafeterya ve lokanta, biraz daha kuzeyinde 19.yy. İngiliz işgal döneminde Maltalı taş ustaları tarafından yapılmış neoklasik saray, ortasında bir Venedik Çeşmesi ile İngiliz Valilerin ve Yunan Milli Marşı’nın sözlerinin de yazarı ünlü Yunan Şair Solomos’un heykellerinin bulunduğu geniş parklarıyla insanın saatlerce dolaşıp sıkılmadan avarelik edebileceği kentin önemli bir alanıdır aslında.

 Korfu kalbi Esplanade Plaza yada Spianáda 


 Spianáda'da İngiliz dönemi kriket sahasından kalan...


Spianáda'ya nazır Liston kafeleri 


Palaio Anaktora yada şimdi Asya Sanatları Müzesi

Liston binasının altındaki kafeteryalarda İngiliz sömürge valileri döneminden kalma kriket sahasına karşı yine onlardan kalma Ginger Beer’i yudumlarken, insan kendisini o kolonyal dönemlere doğru bir yolculuğa çıkmış gibi hissedebilir. Sıcağın hala etkili olduğu; yazın son demlerine gelen yolculuğumuzda kısa molalarda; ismiyle çocukluğumuzun gazozu Cincibir’i hatırlatan ve taze zencefil, limon, şeker ve maden suyundan yapılan bu soğuk içecek, Korfu’da içimizi ferahlatan bir kurtarıcı gibi oldu.


 Korfu'da Fortezza ve kanal

Venedikli General Schulenburg’un heykeli 

Eski Venedik Kalesi Fortezza ve yarımadanın ucundaki Aya Yorgi Kilisesi

Yarımadanın en doğu ucunda konumlanmış eski Venedik Kalesi Palaio Frourio yada Fortezza, yapay bir hendek ile ayrıldığı Korfu’ya bir Ortaçağ köprüsü ile bağlanır. 1715 yılında adayı Türklere karşı savunan Venedikli General Schulenburg’un çelenklerle süslü mermer kaidesinin üzerinde yükselen ihtişamlı bir heykeli kalenin ön cephesinde yer almaktadır. Kale, adadan yapay bir kanalla ayrılmış olup; zamanında ihtiyaç halinde açılır kapanır bir portatif ahşap köprü ile adaya bağlanmaktaydı. Bugünkü durumda kaleyi, yaklaşık 60 metre uzunluğunda modern bir köprü aynı işlevi görüyor. Kalenin konumlandığı yarımadanın ucunda ise Dor düzenli sütunlarıyla daha çok bir antik Yunan tapınağını andıran Aziz Yorgo Kilisesi yer alıyor.

 Yunan Milli Marşı'nın şairi Solomos'un Spianáda'daki heykeli

Spianáda'da İngiliz Valilerinden Sir Thomas Maitland Anıtı

Palaio Anaktora

Palaio Anaktora'nın Dorik sütunlarla kaplı ön avlusu

Palaio Anaktora'nın stoasına ulaşan kemerli büyük kapılardan sağdaki  

Kalenin girişinin karşısında yer alan büyük park alanında; eski bir İngiliz Valisinin mezarıyla, Yunan milli marşının sözlerinin sahibi Yunan şairi Solomos’un bir heykeli var. Meydanı kuzey yönünden sınırlayan önemli yapılardan birisi de sarı renkli kum taşından inşa edilmiş Palaio Anaktora adıyla anılan ve İngiliz idaresinde iken (1814-1864 yılları) İngiliz Yüksek Komiserliği binası olarak işlev gören St. Michael ve St. George Sarayı yer alıyor. Dışarıdan; Dor tarzı sütunları ve Roma etkisi taşıyan mimarisi ile ilkçağ yapılarını andıran gösterişli saray, bugün Asya Sanatları Müzesi olarak kullanılıyor. Akşamdan kalma; aniden bastıran şiddetli bir Korfu yağmurundan kaçarak sığındığımız saraydaki eşsiz parçalardan oluşan Asya Sanatları Sergisi bizim için günün sürprizi idi. 

 Palaio Anaktora'nın alt katında yer alan giriş salonu

Asya Sanatları Müzesi; Japon samuray zırhlı giysisi

Asya Sanatları Müzesi; Çin porselenleri

 Asya Sanatları Müzesi; Çin porselenleri

Asya Sanatları Müzesi; Çin Heykel Sanatı'nın bronz örneklerinden birkaçı


Asya Sanatları Müzesi’nin kurucusu olan Yunan Diplomatı Gregorios Manos’un (1850-1928) Uzak Doğu’dan topladığı Japonya, Çin, Çin Hindi ve Himalayalar havalisi halklara ait porselen, çömlek, cam kaplar, küçük ve orta büyüklükte heykeller ve mezar stellerinden oluşan değerli koleksiyon parçalarının yer aldığı sergi, tematik olarak konularına uygun şekilde salonlar halinde düzenlenmiş. 

 Asya Sanatları Müzesi'nin kurucusu Yunan Diplomatı Gregorios Manos

Asya Sanatları Müzesi; Çin'den bir porselen vazo 

Asya Sanatları Müzesi; seramik vazolar; Çin Yuan Hanedanı; 14.yy.dan kalma; Manos Koleksiyonu

En ilgi çekici ve her şeyin biribirini etkilediğini gösterircesine; sentezlenmesi gereken sahneler içeren salonda, Himalayalar’ın eteklerine saçılmış Gandharan Sanatı ile ilgili Buda motifi çevresinde geliştirilmiş mezar stelleri, Buda heykelcikleri ve diğer sanatsal objeler sergileniyordu. Gandharan Sanatı, Mathura Hint Okulu’nun kırmızı kum taşından yapılmış heykelleri ile öne çıkan ve tarihi süreçte Çin Hindi’nde Budizm’in bir güç odağı haline dönüşmesiyle bu coğrafyayı da sanatsal olarak etkisi altına alan bir akımı temsil ediyor. Ama bir başka bakış tarzı ile sergide de izlediğimiz mezar stellerine baktığımızda İlkçağ’da Büyük İskender ile bu coğrafyaya uzanan Hellenistik sanat anlayışının etkilerini de sezmemek mümkün değil. Batıda; Ege kıyılarındaki bir antik kentin mezar stellerinde karşılaşabileceğimiz bir veda sahnesine benzer uğurlayış anlarını bu stellerde yakalamak, evrensel etkileşimin en önemli ip uçlerını ve uygarlıkların da birbiri üstüne nasıl bina edildiğine dair kadim bilgiyi öne çıkarıyor. (Arkeolog Şükrü Tül’ün katkılarıyla)

 Asya Sanatları Müzesi; Hint tanrıları Vişnu'nun reenkarnosyanu Krişna ve fil burunlu Ganej'in bronz heykelcikleri; 14-17. yy.lar arası

 Asya Sanatları Müzesi; Güney Doğu Asya'nın Gandharan Sanatı örnekleri 

Asya Sanatları Müzesi; Gandharan Sanatı

Müzeden çıktığımızda yağmur yeniden şiddetini artırmıştı. Liston binasının çevresinde birbirini dik ve paralel kesen bir dizi sokağa yerleşmiş onlarca restorandan birine kendimizi dar attık. Restoran tıklım tıklım turist doluydu. Boşalmakta olan bir masanın ucuna iliştik. Korfu’nun meşhur yemeklerinden olan; sarımsaklı, domatesli bir sosla servis edilen ve makarnalı bonfileden oluşan pastitsada, namının yürümüş olmasından ötürü olsa gerek en çok tercih edilen yemeklerdendi. 

 Korfu'da yağmur altında alışveriş mekanları ve restoranlar

 Korfu'da Nikiforou Thetoki sokağında Venedik nizamı

Korfu; Ayios Spyridonas Çan Kulesi

Korfu süngerleri

 Korfu mu, Venedik mi? Sokak arasında köşedeki manav...

Korfu'nun hediyelikleri; kumkuat reçelleri ve incir ezmeleri

Bunun dışında benim de tercih ettiğim bol baharatlı, domates sosuyla birlikte pişirilen, en son taze limon suyuyla servis edilen köpekbalığı yahnisi; bourdeto, ayrıca; beyaz şarap, biber ve maydanozlu beyaz renkli bir sosla servis edilen, ince dilimlenerek kızartılmış büftek; sofrito, siyah kuru üzüm, sirke, kıyılmış sarımsak ve biberiyenin karşımından oluşan bir sosun içinde marine edilmiş küçük balıklardan oluşan savoro, gözümüze çarpan diğer ada yemekleriydi. 

 Meydanlara açılan sokaklar

Korfu'nun nefes alan küçük meydanları

Lokumades dedikleri; bizim lokmaya çok benzeyen ve ballı bir şerbetle tatlandırılmış tatlıları; Uzakdoğu’dan bu topraklara gelen mandalinin minyatürü diyebileceğimiz bir tür narenciye olan "kumkuat"tan yapılan likörleri, aktar dükkânlarından dışarıya taşan süngerler, adada yetiştirilen üzümlerden yapılan mükemmel şaraplar ve yine ada ürünü gravyer peynirleri Liston binasının hinterlandında yer alan alışveriş mekânlarının ve kafeteryaların göze çarpan malzemelerindendi.

 Venedik mimarisi etkisinde Korfu apartmanları

Liston binasının arka planında yer alan restoranlar

Nikiforou Thetoki sokağının kalabalıkları arasından çan kulelerine doğru 

Canlı bir kalabalık, zevkle döşenmiş mekânlar, birbirini dik ve paralel kesen sokaklardaki alışveriş yoğunluğu arasında epey bir avarelik ettik. Arada bir yağmur kendini gösterse de alışverişler bundan asla etkilenmedi. Zaman zaman daracık sokaklar küçücük meydanlara açıldı aniden; nefes alan küçük mekânlar; etrafında publar, kafeteryalar konumlanmış; ağaçlarla bezenmiş kentin konfor alanları soluklanmak için birer fırsattı.

 Korfu'nun daracık sokakları

 Aziz Spyridonas Kilisesi'nin girişi

Aziz Spyridonas Kilisesi'nin içi; ikonostasis

Bazen daralan, bazen meydanlarla nefes alan bu sokaklardan birisi de Liston binasının arkasından başlayarak bu alışveriş mekânlarının tam ortasından geçen Nikiforou Thetoki sokağıydı. Korfulu bir Yunan politikacının ismini taşıyan sokağın en canlı mekânlarından birisi de Agios Spyridon Meydanı idi. Meydanda Korfu’nun koruyucu azizi olan Aziz Spyridonas’a adanmış 1590’lardan kalma bir de kilise vardı. Kilisenin iç mekânlarının, İtalyan sanat geleneği ve resimleri ile donatılmış olması ise oldukça etkileyiciydi. Son derece hareketli ve yaşam dolu bir alan olan kilise meydanı, aynı zamanda ressam ve diğer peformans sanatçılarının rağbet ettiği bir etkinlik merkeziydi de.

 Korfu meydanları

Liston Binası önündeyiz

Zamana direnen Korfu evleri

Kentin önemli anıtsal yapılarından biri de Venedik döneminde Türk akınlarına karşı 1570’lerde adayı tahkim etmek amacıyla yaklaşık 2000 sivil konutun yıkılması ile ortaya çıkarılan hâkim bir mevkiye inşa edilen Yeni Kale’ydi. (Fortezza Nuova). Bizim otelin de hemen yakınlarında yer aldığı güçlü yapı, yakın çağın büyük savaşlarında önemli tahribatlara uğramış olsa da hala yükseklerden Eski Kale’ye doğru hâkim bir duruşa sahipti. Yapı, Güney burcunda yer alan ihtişamlı Venedik Aslanı kabartması ve Seramik sanatları üstüne sürekli bir sergi ile kendisini ziyaret eden turistlerin bugün de ilgisini çekmeye devam ediyor.

 Korfu Kaleleri

Kanoni

Kerkyra (Korfu) Kasabası’nın güney ucunda yer alan Kanoni Yarımadası, kentin dikkat çeken panoromik noktalarından biridir. Yarımadanın ucunda Pontikonissi adacığının hemen karşısında yer alan Kanoni’de son derece eşsiz manzaraya sahip mekânlar bulunmaktadır. Bunlardan birisinde kahvenizi yudumlayarak, Pontikonissi Adası’ndaki manastırları seyretmenin keyfini yaşayabilirsiniz. Burasının aynı zamanda antik Korfu’nun yerleşim izlerinin de bulunduğu bölge olduğunu da not etmeliyiz.

 Kanoni'den bakış; Pontikonissi adacıkları

Pontikonissi; Meryem Ana Manastırı

Modern Korfu’nun güneyindeki Garitsa Körfezi boyunca uzanan iki liman çevresinde kurulmuş ve M.Ö. 8.yy.a kadar uzanan bir geçmişe sahip Antik Korfu’dan bugüne gelindiğinde; var olan manzara bize radikal bir değişimin yaşanmış olduğunu göstermektedir. Bugün Kanoni Yarımadası’nın batı yakasında Korfu Uluslararası Havaalanı ve onun hemen bitişiğinde; bir kuş cenneti işlevi gören Halkiopulos Lagünü yer almaktadır. Havalanı yapımı sırasında pistin güneye doğru uzatılması, bu küçük körfezin ağzının bir anlamda kapanmasına yol açmış olmalıdır. Ancak; yine de bütün bu çevreye hâkim konumdaki; Fransız işgal döneminde savunma amaçlı bir bataryanın da yerleştirilmiş olduğu Kanoni Tepesi’nden tüm bu topoğrafyayı izlemek eşsizdir.

 Pontikonissi; diğer adacık üzerinde Pantokrator Manastırı

Kanoni Yarımadası’ndan karaya yakın olan ilk adacığa bir yapay yolla yürüyerek ulaşmak imkânı vardır. Karayla bağlantısı olan bu adacık üzerinde Panayia Vlaherna (Meryem Ana’ya) adanmış bir manastır; uzakta olan diğer adacık; Pontikonissi’de ise kara serviler içinde zor seçilen ve Pantokrator’a (Hz. İsa’ya) adanmış bir diğer manastır yer almaktadır.

 "Sisi"nin sarayı; Achilleion; yine yağmur altındayız.

Achilleion Sarayı

Korfu Adası’nın en dikkati çeken mekânlarından birisi de Korfu Kasabası’nın hemen güneyinde; Benitses bölgesindeki adanın doğu sahillerinde panoromik bir tepeye inşa edilmiş olan “Sisi”lakabıyla tanınan Avusturya - Macaristan İmparatoriçesi Elizabeth’in Yunan mitolojik kahramanı Aşil’e adanmış Achilleion Sarayı’dır.

 Achilleion; giriş avlusunda Hermes'in bronz heykeli; replika


Achilleion; saray girişi; üst kat balkonlarında heykeller 

Arkeolojiye son derece meraklı bir entellektüel olan Kraliçe “Sisi”, hüzünlü hikâyelerle dolu fırtınalı hayatını bu tür uğraşlarla renklendirmiş olmalıdır. Tek oğlu Rudolf’u tarihteki meşhur “Mayerling Faciası”nda kaybeden “Sisi”, bu acıyı unutmak istercesine kendisine o dönemde imparatoluk sınırları içinde yer alan Korfu’da şanına yakışır böyle bir yazlık saray yaptırır. Ne yazık ki, 1890 yılında tamamlanan sarayda “Sisi”, ancak 8 yaz geçirebilir; çünkü kendisi de Cenevre’de 1898 yılında bir İtalyan anarşistinin suikasti sonucu hayatını hazin bir şekilde sonlandırır. Sarayı Sisi’nin ölümünden sonra, bir süre; 1907’de satın alan Alman Kayzeri II. Willhelm kullanır. Yunanistan’ın bağımsızılığını takiben adanın Yunanistan’a bağlanması ile saray Yunan Devleti’nin idaresine geçer.

 Avusturya-Macaristan İmparatoriçesi Elizabeth yada "Sisi"(1)
 
Saray; mimarisi, kullanılan malzemeler, iç mekânlardaki sanatsal tablolar, Klasik Yunan Heykel Sanatı’nın en göz kamaştırıcı düzeyine tırmanan replikalarıyla dolu; antik Yunan mitolojisinden beslenen saray bahçesindeki bakımlı avluları ile görülmeye değer bir aristokrasi mabedi gibidir.

 Sarayın avlusundaki heykellerden örnekler

Sarayın tavan süslemeleri ve heykeller 

Sarayın ikinci katına çıkan merdivenler

Saray merdivenlerinde Troya Savaşı'nı ve Aşil'i betimleyen duvar resmi 

Sarayın üst kat salonlarından biri

Yağmur altında girdiğimiz sarayın bahçesinde bizi Yunan Klasik Heykel Sanatı’nın en güzel örneklerinden olan Hermes’in bronz bir heykelinin replikası karşıladı. Sarayın iç ve dış avluları buna benzer 19.yy.da yapılmış Yunan heykel sanatının seçkin replikalarıyla doluydu. İç avluda sağnak halinde yağan şiddetli yağmurun altında Yunan sanatının esin perileri “Musalar”ın heykelleri ve hemen arkalarındaki sundurmanın altında ise, İlkçağ Antik Yunan Felsefesi’nin önde gelen filozoflarının bir dizi büstünün bulunduğu açık alanı dolaştık.

 Sarayın iç avlusundaki Yunan sanatının esin perileri Musalar

 İç avludaki hemşehrimiz Ozan Homeros'un büstü

İç avludaki Musalar'dan tarihsel kahramanlık şiirlerinin esin perisi Clio


Sarayın sembolü; arka avludaki Barok Achilleus heykeli; Alman heykeltraş E. Herther'in replikası (önden)

Achilleus'un aynı heykeli; arka yüzden


Klasik Achilleus

Bu heykellerden elbette ki en önemlisi saraya adını da veren Yunan mitoloji kahramanı Achilleus’un heykeliydi. 1884’de Berlin’de Alman heykeltıraş E. Herther tarafından yapılan ve Achilleus’un Troya Savaşı’nda topuğundan vurulduktan sonra acıyla oku ayağından çıkarış sahnesinin temsil edildiği muhteşem heykel yağmurun altında “Pergamon Baroku”nun yüzyıllar ötesinden modern çağa yansıyan bir aynasıydı sanki. Acıyla kıvranan vücuttaki gerilim, kasların iyice kabarmış olması, damarların fışkırırcası bir görünüme sahip olması; bütün bunlar Pergamon Baroku’nun temel karakteristiklerini yansıtmaktaydı. Heykelin sağ ayağının parmaklarındaki gerilim; annesi Tetis’in Aşil’i ölümsüzlük suyuna batırırken tuttuğu nokta olan topuğundan yediği okun verdiği acıyla kıvranışının olağanüstü bir anlatımıydı. Aşil’in suratındaki yukarıya doğru anlamsız ve boş bakış, onun ölüme doğru giden son yolculuğunun habercisi gibiydi. Gördüğümüz bu manzara, temel olarak; Avrupa’da arkeolojinin ne kadar popüler olduğunun ve yakından izlendiğinin; aynı zamanda da 19.yy.da Batı Anadolu’da Almanlar tarafından yürütülen kazılar sonucunda gerçekleştirilen arkeolojik keşiflerde elde edilen bilgilerin nasıl birleştirildiğinin bir göstergesi olmalıdır. (Arkeolog Şükrü Tül’ün katkılarıyla)

 Sarayın iç avlusu ve ortasındaki küçük havuz

Sarayın iç avlusu

Sık ağaçlarla kaplı sarayın arka avlusundan Korfu'nun batı kıyılarına bakış

Sarayın birinci katında yer alan Kraliçe Elizabeth'ın yağlı boya portresi

Saraydaki mobilyalardan birinin üstünde yer alan "Sisi"nin kabartması

Sarayın alt katında yer alan "Sisi"nin çalışma odası

 Achilleion; ön avlu

Korfu’nun Kırsalında Pastoral Bir Yolculuk; Köyler ve Manastırlar

Korfu’daki ikinci günümüzde Korfu’nun kuzeyine doğru; Angelokastro Burnu’nun güneyinde yer alan Palaiokastritsa’ya doğru gitmek üzere, zeytinler ve servilerle süslenmiş bir topoğrafyada tatlı meyillerle keyiflenen pastoral bir yolculuğa çıktık. Bu amaçla Korfu Kasabası’ndan hareketle adayı doğudan batıya doğru katetmemiz gerekti; elbette küçücük bir adada bu o kadar da uzun bir seyahat sayılmazdı. Hele de bizi yolda bekleyen sürprizlerle, anlar daha da renklenecekse…

 Palaiokastritsa yolunda Fundana Villaları

Bunlardan ilki Palaiokastritsa yolunda, Korfu Kasabası’ndan 17 km uzaklıkta, rehberimiz Hristo’nun 25 yıldır görmediği eski bir dostu; Spyros Spathas’ın işlettiği Fundana Villaları oldu. Ortalama bir butik otel düzeyinde; mütevazı bir uğrak yeri diye beklediğimiz yer 17.yy.dan kalma bir tarımsal çiftliğin içindeki Venedik tarzı mimarisi ile öne çıkan bir ana binanın etrafında; yüz yılı aşkın sürede varolanın üstüne eklenerek bugünkü düzeyine ulaşan; tarih ve doğanın kesiştiği muhteşem bir tatil cenneti çıktı.

 Fundana Villaları; ön avlu ve su kuyusu

 Fundana Villaları'ndan yemyeşil vadiye bakış

Restoran olarak da kullanılan alt salondaki atadan kalma antika zeytinyağı presi

Fundana Villaları; merkez binanın arka avlusu

İlk bakışta tarımsal bir çiftlik izlenimi veren Fundana Villaları, aşağıdaki zeytinliklere ve tarımsal alanlara hâkim bir sekinin üstüne konumlanmış; yaklaşık 300 yıllık bir geçmişe sahip, şimdi bir zeytinyağı müzesi ve bar olarak işlev gören Venedik mimarisine sahip merkez binanın etrafında şekilleniyor. 7 bungalov, 3 stüdyo ve 2 süit villadan oluşan kompleks; sportif imkanları, doğa dostu peyzajı, rengarenk begonviller, asırlık zeytin ağaçları ve enfes lezzetleriyle siyah üzüm asmaları içinde tatilcilere eksiksiz bir konfor alanı sağlıyor.

 Fundana Villaları; arka avludaki asmalar

Kanakades ve Liapades köyleri arasında; çevreye hâkim alçak bir tepelik üstünde yer alan çiftlik arazisi, turizm faaliyeti dışında halen tarımsal uğraşısını da sürdürüyor. Hristo’nun dostu Spyros Spathas, bizleri zeytinyağı müzesi ve restoran bar olarak kullanılan tarihi evin alt salonunda ağırladı; kendi yaptıkları kumkuat likörünü sundu bizlere. Bu konuksever Korfulu, heyecanla bizlere uzun uzun çiftliğin ve evin tarihçesi hakkında bilgiler aktardı. Bina 1780’lerden kalma bir Venedik villası; babasından kendine kalmış. Ailesi ile birlikte bu işletmeyi modern çağın ihtiyaçlarına uygun bir şekilde yeniden düzenleyerek çiftliği bir tatil cenneti haline getirmişler.

İç içe avlular ve bir küçük misafir; Fundana Villaları

 Fundana Villaları

Fundana Villaları; merkez bina

Hiçbirimiz bu muhteşem ortamdan ayrılmak istemesek de Palaiokastritsa bizi bekliyordu. Yeniden yola çıktık. Yaklaşık yarım saatlik bir yolculuk sonrası Palaiokastritsa Manastırı’nın bir kartal yuvası gibi burun ucuna konumlandığı muhteşem bir coğrafyaya ulaştık. Anlatmak gerekirse, Palaiokastritsa masmavi bir denize doğru uzanan iki burunun çevresinde yer alan beş küçük koydan oluşuyor. Korfu Kasabası’na 25 km. uzaklıkta yer alan ve berrak, mavi-yeşil denizi ile Akdeniz’in tipik güzelliğine sahip bu tatil beldesi de turistlerin oldukça rağbet ettikleri yerlerden.
 
Palaiokastritsa koylarından biri

 Palaiokastritsa Manastırı giriş kapısı

Palaiokastritsa; Manastırın iç avlusu ve çan kulesi

Palaiokastritsa; avludaki begonviller

Denize dik şekilde inen sarp kayalıklardan oluşmuş iki burundan daha kuzeyde olanının üzerinde 19.yy.dan kalma bir manastır (Theotokos Manastırı) ve onun katolikonu (kilisesi) mevcut. Manastırın geçmişi, aslında 13.yy.a kadar uzanıyormuş. Manastırın tek hollü kilisesinde görülmeye değer ikonalar bulunuyor. Merdivenlerle ulaşılan begonvillerle kaplı manastırın avlusu ve gelen ziyaretçileri tek tek güleryüzüyle karşılayan yaşlı hizmetliden de söz etmeliyiz. Doğal bir kale burcu görünümünde olan burunun ucunda, Fransız işgal döneminden (19.yy.başları) kalma bir top kuzeyi işaret ediyor. Ziyaretçilerin çoğu manzaranın eşsizliği karşısında burada fotoğraf çetrimeden edemiyor. Manastır kompleksi içinde çok eski İnciller, ikonalar ve bir mamut iskeletinin de sergilendiği küçük bir de müze mevcut. Manastırın bacaları ilgimizi çekiyor; bacanın üstüne monte edilmiş ve bir kuşu andıran saç eklentiler bunlar. Siyah renge boyanmış halleri ile uzaktan bacaya konmuş kargaları andırıyor sanki.

 Palaiokastritsa; manastır kilisesinin ikonostasisi

Palaiokastritsa; Meryem ve bebek İsa

Palaiokastritsa; Kilisenin ikonostasisi; Hz. İsa'nın hayatından sahneler

Palaiokastritsa’nın biraz kuzeyinde yine bir kale yerleşimi olan Angelokastro yer alıyor. Bizans’a kadar uzanan geçmişi, 1571’de Türk akınlarından etkileniş hikayeleri; bugünkü pitoresk görüntüsüyle her şeyi unutturuyor sanki. Adanın kuzeyinde doğal savunma imkânlarını barındıran topoğrafyası ile kaleleşmiş iki yerleşimden ayrılıyoruz akşama doğru. Biraz Korfu’da vakit geçirmek gerek. Tavernadaki müzikler, mezeler, uzo çekiyor bizi bir Korfu akşamına daha.

 Palaiokastritsa; Manastır avlusundan bacalara bakış

Palaiokastritsa; kuzey yönünde uzanan 19.yy.dan kalma Fransız topu 

 Palaiokastritsa; koyun koyuna koylar

Korfu Adası’nın Güney-Batı’daki köylerine doğru; Pelakas ve Sinarades

Korfu’da son günümüzdeyiz. Sabah erkenden Korfu Kasabası’ndan adanın güney batısında yer alan birkaç köyüne uğramak üzere ayrılıyoruz. Hedefte; panoromik manzarası ile dikkatimizi çeken Pelakas ve daha güneydeki Sinarades var.


 Sinarades; köyün evleri

Sinarades; köyün eklektik yapı taşları; merdivenler ve sokaklar

Sinarades; daracık sokaklar ve kemerli bir kapı  

Topoğrafyaya hâkim bir tepenin üstüne kurulmuş Sinarades’e doğru kıvrım kıvrım bir yoldan ilerleyerek ulaştık. Burada gördüğümüz köyler, genellikle çevreye hâkim küçük tepecikler üzerine konumlanmıştı. Köyde kahvehanelerin bulunduğu küçük meydanda ortalıkta kimsecikler yoktu. Yürüyerek biraz daha yukarı doğru tırmanınca, esas meydanın köyün kilisesinin ve okulunun da bulunduğu biraz daha ilerde olduğunu anladık. Köyün ana caddesinden ayrılan daracık sokaklar bizi çekti. Kimisi merdivenli, kimisi hafif eğimli daracık yokuşlarda; kaybettik kendimizi sokak aralarında. Sırt sırta vermiş, bir duvar gibi yanımızda yükselen genelikle iki katlı köy evleri, bazen o kadar birbirlerine yakın seyrediyorlardı ki; sanki sokağın iki yakası neredeyse birbirine kavuşacaktı. Merakla dalıp çıktığımız sokaklar, birbirine eklendi gitti. Arada bir köylülerle selamlaştık; arada bir beyaz badanalı bir duvarın üstünde soluklandık. Tekrar yönümüzü aşağıya çevirdiğimizde bir başka sokaktan, yeniden köyün Balkan Savaşları sırasında verdiği kayıpları listeleyen bir onur yazıtının da bulunduğu meydanına ulaştık.

 Sinarades; merdivenli sokaklar ve tarihe direnen taş evler


Sinarades; köyün 17.yy.dan kalma kilisenin çan kulesi

Sinarades; herkes zamana direniyor; sokaklar, merdivenler ve insan

Köyün kilisesinin 17.yy.dan kalma oldukça yüksek çan kulesi dikkat çekiciydi. Köy, Korfu Kasabası’ndan yaklaşık 13 km. uzaklıktaydı. Çok eski dönemlere uzanan geçmişleri (Bizans – Venedik dönemlerine kadar uzanan bir geçmişten söz ediyorlar) ile köyün özgün evleri oldukça etkileyiciydi. Kemerli kapıları, verandaları, yeşil boyalı kepenkleri, pastel renkli badanalarıyla daha çok Venedik mimarisini andıran evleri; bazen merdivenli, bazen taş döşeme daracık sokaklarıyla hoş izler bıraktı zihnimizde Sinarades Köyü.

 Sinarades; köy meydanı

Sinarades; Venedik çizgileri taşıyan sokaklar ve evler

Sinarades; köyün meydanındaki Balkan Savaşları'nda ölen köylülerin anısına dikilen abide

Sinarades; yalnız bir sokak

Sinarades’ten kuzeye doğru birkaç kilometrelik bir yolculuk sonrasında yine bir tepenin üstüne konumlanmış Pelakas’a ulaştık. Pelakas’dan biraz öteye doğru baktığımızda denizi ve ona doğru alçalan bayırları seyretmenin keyfi doyumsuzdu. Yaklaşık 270 metrelik bir yüksekliğe sahip tepelik alanda kurulu köyün muhtelif noktalarından, tüm topoğrafyaya hâkim, eşsiz bir manzarayı seyrettik doya doya. Hele ki, köyün içinden yürüyerek ulaştığımız en tepede öyle bir nokta vardı ki; Alman Kayzeri II.Willhelm’in bile Korfu’da bulunduğu zamanlar güneşin batışını seyrettiği nokta olarak nam salmıştı. Merdivenle çıkılan, bir kale burcunu andıran ve tüm çevreye hâkim konumdaki seyirlik alan, bu nedenle bugün de Kayzer’in Tahtı olarak anılıyormuş.

 Pelakas; köyün girişindeki kilise ve meydan

 Pelakas; begonvillerle süslü bir sokak

 Pelakas; tepeye tırmanırken aşağılara doğru bakış

 Pelakas; tepeden denize bakış

 Pelakas; Kayzer'in Tahtı

 Pelakas; Kayzer II. Willhelm tatilllerini tepedeki bu villada geçiriyor olmalıydı.

 Pelakas; villa şimdi bir butik otel

 Pelakas; Kayzer'in Tahtı'ndan ovaya ve denize doğru uzanan yemyeşil coğrafya

 Pelakas; yeşille mavinin kardeşliği  



Yaşlı zeytin ağaçlarının tutunduğu denize doğru inen bayırlardan aşağılara bakmak, merkezde yer alan sarı boyalı köyün kilisesine şöyle bir girip çıkmak, karşıdaki kahvehanede soluklanıp bir okkalı Grek (belki de Türk) kahvesi içmek, evlerin balkonlarından sokağa doğru sarkan rengârenk begonvillerin güzelliğine iç geçirmek; Kayzer Tahtı’ndan aşağıda uzanıp giden yemyeşil vadiye doğru ufka bakmak; belki de son yaptıklarımızdı Pelakas’da… Korfu’nun en güzel köşelerinden birinde anı yaşamıştık. Artık Yunanistan anakarasına dönüş vaktimiz gelmişti. Feribota binmek üzere yeniden Korfu Kasabası’ndaki limana doğru yola çıktık. Hedef yine geldiğimiz iskele; Igumenitsa, daha sonra da hayallerimin şehri Yanya idi.

Dipnotlar:
(1)   Avusturya-Macaristan İmparatoriçesi Elizabeth’in fotoğrafı http://en.wikipedia.org/wiki/Empress_Elisabeth_of_Austria adresinden alınmıştır.
 

Yazan ve fotoğraflayan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: M.YC