üzüm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
üzüm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Eylül 2015 Salı

NİKELİN KARARTTIĞI DAĞ; ÇALDAĞ



3 Temmuz 2015
İbrahim Fidanoğlu

Bu yaz ortalığı kasıp kavuran cehennem sıcaklarının eli kulağındaydı. Oldukça serin bir Temmuz sabahı yürüyüş sezonunu kapatacağımız son bir yürüyüş daha yapmak üzere, bu kez nikelin kalbi olarak bilinen ve bu yüzden de başına gelmedik kalmayan; Turgutlu Ovası’nın tam ortasındaki Çaldağ’a doğru dümeni kırdık.

 Çaldağ, Turgutlu

Saruhanlı üzerinden Turgutlu yönüne doğru planladığımız rotada, bir dizi belde eskisi; şimdi mahalle mi desek; yoksa köy mü; işte onlardan yan yana sıralanmış birkaçını arka arkaya kat ederek ulaştık Çaldağ havzasına ansızın. Ama önce sabah erkenden sahurun sessizliğinin üstüne çöktüğü o köy irisi kasabalardan söz etmesek olmaz.

 Manisa Ovası'nda sulama kanalları arasında bir döşeme yol

Önce Saruhanlı kavşağından Halitpaşa yönüne doğru saptık. Birkaç kilometre sonra ise, bizi Çaldağ Havzası’na ulaştıracak olan Mütevelli ve Koldere Kasabaları’nın bulunduğu yöne doğru dönerek Halitpaşa ve Gölmarmara güzergâhından ayrıldık. Sabahın erken saatlerinde Mütevelli’nin yorgun ve uyku mahmurluğu vurmuş sokaklarından bir hayalet gibi süzülürken, daha kepenk kaldırmamış birkaç köy kahvehanesinin önündeki sandalyelere ilişmiş birkaç kasaba sakininin dikkatini de çekmedik değil. Ama her şeye rağmen, hayat uyanmamıştı daha Mütevelli’de… Balkanlar’dan yüzyıllık bir eski hikâyenin bu ovaya savurduğu muhacirlerin torunları, beyaz badanalı evleri ve avluya açılan koca kapılarının ardında, şimdi derin bir uykudaydılar daha. Sessizce bir sonraki kasabaya doğru yol aldık.

 Manisa Ovası'nda; Gediz Havzası'nda hayıtlara merhaba dedik.

27 Ocak 2014 Pazartesi

KEMALPAŞA BAYRAMLI - KAMBERLER YÜRÜYÜŞÜ

16 Ocak 2014
Mehmet Yavuzcezzar

Perşembe sabahı yola biraz geç koyulduk. Bu haftaki yürüyüşümüzü havanın yağışlı olmasına karşın gerçekleştirmeye karar vermiştik, daha doğrusu yürüyüş için gezginler ancak bu gün uygun idi. Meteoroloji raporlarına da güvenerek yağışın kesildiği saat 9.30 gibi hareket ettik. Kemalpaşa'da fırından taze çıkmış ekmeklerimizi aldıktan sonra Armutlu yolunu takiple yönümüzü yukarıya Bayramlı köyüne çevirdik. Hemen her mevsim çok güzel görüntüler veren ve vadiler arasında kıvrım kıvrım yükselen bu yolda; meşe ve çam ormanlarının yanı sıra, çınar ve kavak ağaçları ile bezenmiş dereleri geçerek yaklaşık yarım saatlik bir yolculuktan sonra köye ulaştık.
 
Bayramlı Köyü, Kemalpaşa'nın merkezine 22 km uzaklıkta ve Bayındır sınırında yer alan küçük bir dağ köyü. 


Bayramlı

Sabah çayımızı köyün açık olan tek kahvehanesinde yudumlarken, bir taraftan da misafirperver köylülerle sohbet ederek köy ve yaşayanları hakkında bilgiler aldık. 60-70 haneden oluşan köy, yaklaşık 120 yıl önce Bulgaristan'dan göçen Pomaklar tarafından kurulmuş ve hala bu homojen yapısının korunduğu söyleniyor. Üzüm ve kirazın yetiştirildiği köyde hayvancılık da yapıldığını öğreniyoruz. Çaylarımızı ve sohbetimizi sonlandırdıktan sonra, yağmur baskısının azaldığı saat 11 gibi, yürüyüşümüze başladık.


(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)

Hemen köy meydanının karşısında; kuzeydoğu yönündeki parke taş sokağa girdik ve birkaç yüz metre yükselerek yürüdükten sonra toprak orman yoluna ulaştık. Sağımıza ormanı, solumuza da üzüm bağları ile kiraz bahçelerini alarak yarım saat kadar yürüdüğümüzde orman yangınlarına müdahale göletine vardık, yolu ve göleti fotoğrafladıktan sonra yolumuza devam ettik.


Yangın söndürme göleti

Dağlar, ormanlar, vadiler ve derelerle çevrili bu coğrafya; Akdeniz ikliminin tipik bitki örtüsü olan makiliklerin yanı sıra, alçaklarda meşe ve kızılçam, yükseklerde karaçam orman ağaçlarından oluşmakta. Yol boyunca kestane, vişne ve çınar ağaçlarına da rastladık.



Vadiye bakış

Sürekli yükselen yolun yaklaşık 3. kilometresinde 960 m rakımda, dağın sırtına yaslanmış küçük bir düzlükte 8-10 evden oluşan Bayramlı köylülerinin "yayla evleri"ne vardık. Bir taraftan Bayramlı'yı gören diğer taraftan Armutlu'ya kadar tüm vadi manzarasına hakim bu evleri geçip, önce kuzeye sonra da doğuya Kamberler yönüne doğru yürüyüşümüze devam ettik. 



Gezginler Kamberler'e doğru iniş yolunda

15-20 dakikalık yürüyüşten sonra "Tombak Tepe" mevkiine ulaştık. Tepe ve civarının keşfini dönüşe bırakarak yolumuza devam ettik. Gökyüzü bulutlu, yağmur yağacak gibiydi.

Oldukça rahat ve keyifli geçen yaklaşık bir saatlik yürüyüşten sonra, ağaçların arasından uzaktaki Kamberler Köyü'nün silüeti göründü. 


Uzakta ağaçların arkasında Kamberler

Kamberler'e yaklaştığımızda solumuzda; orman içinde yamaçta kale duvarını andıran güzel ve düzenli işlenmiş bir taş duvar gördük. Yanına çıktığımızda ana kayadan da yararlanılarak çevresi taşlarla örülmüş, oldukça büyük bir hayvan ağılıyla karşılaştık. 


Kayalar arasına örülmüş taş duvar

Taş ağılın içi

Taş ağılda birkaç dakika mola verip inceleme yaptığımız sırada yağmur çiselemeye başladı; biz de zaman kaybetmeden tekrar orman yoluna inip yürüyüşümüzü sürdürdük. Kamberler Köyü uzaktan görünmesine karşın kıvrım kıvrım inen yolda köye varmamız 45 dakikayı buldu.


Kamberler


Kamberler Köyü'ne ulaştığımızda hemen tüm köylerde gördüğümüz gibi parke taşlarla döşenmiş yollara rastladık. Köyün girişinde kayrak taşlarla ustaca işlenerek yapılmış evleri gördük; saat 14.30 idi. Kemalpaşa'ya 29 km uzaklıktaki Kamberler de tıpkı Bayramlı gibi küçük bir Pomak köyü ve yine diğer dağ köyleri gibi gençlerini kente göç veren köylerden birisi. Köyün işlenebilir arazisi Bayramlı Köyü'ne göre bir hayli fazla, burada da kiraz ve üzüm ana geçim kaynağı. 



Kayrak taşlarla kaplı evler


Kamberler Camisi ve köy meydanında oynayan çocuklar

200 civarındaki nüfusuyla yörenin küçük köylerinden olan Kamberler'in içimi çok hoş bir suya sahip olan çeşmesi pek meşhurmuş. Bazı kentliler, sırf bu çeşmeden su doldurmak için buraya gelirlermiş. Biz de daha önceki gelişlerimizde olduğu gibi suyundan içtik. İki yıl önce Kamberler-Osmanlar yürüyüşünü yapmak üzere geldiğimizde köylülerin misafirperverliği bizi pek mutlu etmişti, bu kez de oldukça memnun olduk. Yürüyüşümüzün ilk etabını tamamladığımız bu durakta köy meydanındaki kahvehanede yanımızdaki nevaleleri bir masaya serip taze çaylar eşliğinde bir güzel karnımızı doyurduktan ve bir süre dinlendikten sonra saat 15.30 gibi dönüş yoluna koyulduk.


Köy Çeşmesi


Meydandaki diğer çeşme

Geldiğimiz rotayı takiple; Köy mezarlığının hemen yanından doğuya yönelip önce köy okulunu, sonra da bağ ve bahçeleri geçip, çalışanları selamlayarak orman yoluna saptık. Hava hep bulutlu ve yağmur yağacak gibi görünüyordu, ama bu ana kadar öyle pek fazla yağmamıştı. 1 saati biraz aşan yürüyüşle rotamızın en yüksek rakımlı noktası olan Tombak Tepe mevkiine vardık. 


Tepeye doğru taş ağıl

Akşam karanlığı baskısı nedeniyle tepeye çıkıp inmek için zamanımız yeterli değildi, ancak merakımızı gidermek için kuzeyimizdeki zirveye doğru 15 dakika kadar yürüyüp geri dönmeye karar verdik. Burada da bir taş ağıla rastladık, zirveye yakın bir düzlükte terden ıslanan çamaşırlarımızı değiştirip biraz da dinlendik. 


Gezgin Tombak Tepe yolunda

Diğer gezgin de orada

Bulunduğumuz yerden Armutlu ve Yukarı Kızılca Köyü'nü görebiliyorduk. Vadileri ve ormanları seyredip, kuşları dinledikten sonra tekrar yola koyulduk. Geldiğimiz yolu takip ederek, yaklaşık 16 kilometrelik yürüyüşümüzü sonlandırırken Bayramlı Köyü'ne ulaştığımızda akşam ezanı okunuyordu. Sabah çayını içtiğimiz kahvehanede akşam çaylarını da yudumladık. İzmir ve civarının sağanak yağış etkisinde kaldığı bu günde; hemen hiç ıslanmadan yürüyüşümüzü tamamlamak, bizi oldukça mutlu ettiği gibi meteoroloji raporlarına olan güvenimizi de arttırmıştı. Kaslarımız ne kadar yorulduysa, kafamız da bir o kadar dingindi. Akşam karanlığı çökerken,  Armutlu asfaltında yol alıyorduk, Kemalpaşa üzerinden İzmir'e yöneldiğimizde şehrin gürültüsü ve keşmekeşliği kafamızdaki dinginliğin birazını alıp götürmüştü bile...




Yazan ve düzenleyen: M.YC

Edit: İF









6 Şubat 2012 Pazartesi

AİOL BÖLGESİNDE KALELERİN İZİNDE; SANCAKLIKALE VE NEONTEİKHOS


6 Şubat 2012
Lodos baskısı altında, ama hafta sonundan kalan bir ılıklıkta baş vermiş çiriş otlarının, badem ağaçları ve badem çalılarının erkenci çiçekleri arasından bugün de kendimize yol bulduk dağlarda; vadi koyaklarında. Meteoroloji’ye göre ertesi gün yağacak yağmurun Orta Akdeniz’den gelen gökteki habercileri ve şiddetli lodos eşliğinde İzmir’in kuzeyine doğru Aiol bölgesinde kısa yürüyüşlerle süren güzel bir gün geçirdik. Menemen’de tarihi Namlı Köftecisi’nde leziz köftelerimizi yuvarladık öğle üzeri; Arasta’da dolandık; yok olmasın diye içimizden dua ettik sessizce; çünkü aslında yapacak bir şeyimiz de kalmamıştı; daha sonra Mühürlü Sultan Türbesi’nin hemen yanındaki Kubbeli Bakkal’ı gördük ansızın. Bizi çocukluk günlerimize götüren; içine istiflenmiş bisküvilerin konduğu kırmızı kenarlıklı ve ortası cam kapaklı teneke kutularıyla, duvarlarda yer alan içi bakkaliye ile dolu camekânlı tahtadan dolaplarıyla ve büyük çuvallarda her türlü zahire ürününün satılmayı beklediği 75 yıllık bakkalda zaman sanki durmuştu. Geniş rabıtadan tahta döşemeleri dükkânla yaşıttı. Giriş kapısının hemen sağ yanında yer alan küçücük mandallı servis penceresi ise, o yıllarda arastadan gelip geçenlerin hemen dükkâna girmeden alış veriş ihtiyaçlarını görebildikleri sevimli bir imkândı. Uzunca bir zaman dükkânın içinde kaldık, dükkânı açan ilk sahibinin torunu olan Ali Haydar Amca ile sohbet ettik; raflara sinmiş on yılların kokusunu içimize çektik ve o anı yakalamanın bahtiyarlığıyla dükkândan ayrıldık.

Menemen; Arasta’da Kubbeli Bakkal’ın iç mekanı

Bugün Aiol bölgesinde iki kalenin konumlandığı iki ayrı tepede dolaştık. Önce sabahtan Yamanlar Dağı’nın hemen güney eteklerinde yer alan Sancaklı Kale’ye gittik. Kaleye Karşıyaka Örnekköy yönünden, Karşıyaka Belediyesi’nin şantiyesinin de bulunduğu tali asfalta saparak ulaştık. Yalnız bu yoldan Sancaklı köy yoluna saptığımız noktadan itibaren “Buraya Moloz Dökmek Yasaktır. Cezası 7105 TL.” yazılı levhaların hemen yanında öbek öbek moloz ve her türlü inşaat artığının bu güzelim vadiye acımadan dökülmüş olduğunu gördük. Ne yazık ki; ne konunun ilgilileri ne de bu yakınlarda oturan sevgili vatandaşlarımız konuyla pek ilgili değillerdi. Bu ibret manzaralarını fotoğrafladık. Koskoca Karşıyaka Belediyesi’nin o kadar personeli ile bunu nasıl denetleyemediğine hayıflanarak ve Belediyenin şantiyesinden sadece 500 metre kadar uzaklıktaki bu iğrenç manzaradan nasıl rahatsız olmadıklarına bir kez daha şaşarak ve biz biçare yurttaşlarla zavallı doğanın bu haline acıyarak yolumuza devam ettik.

Sancaklı Kale rotası 2km
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)

Yamanlar Dağı’nın eteklerinde bir Yörük köyü olan Sancaklı’nın hemen üstünde eski adıyla Adatepe, şimdiki ismiyle Sancaklı Kalesi yer alır. M.Ö. 5-6.yy.lara tarihlenen ve doğal bir kayalık üstüne konumlanmış bu kale, Kimmer akınlarına karşı oluşan o büyük korkunun izlerini taşır. Tepekule’nin Yamanlar Dağı eteklerine saçtığı bu küçük yerleşimler, aslında İzmir – Çanakkale yönündeki geçiş yolunu denetim altında tutmaya yönelik çabalardan kaynaklanmıştır.

 Sancaklı Kale poligonal duvarları

 Eteklerinde çatı örtüsü kiremitler ve her türlü seramik döküntünün bulunduğu tepeye tırmanırken, sekiler halinde duvar temellerinin izleri görülür. Kayalık alanın kuzey batı yönüne bakan yanında, uçuruma doğru çok iyi tahkim edilmiş yaklaşık 1,5 metre genişliğinde poligonal bir kale duvarı kalıntısı ile bu düzlük alanda ve daha yukarıda iki adet sarnıç bulunmaktadır. Kale, yerleşimden daha çok savunma amaçlı olarak kullanılmıştır. Su ihtiyacının önemli olduğu bu bölgede, sarnıçların bu işlevi hayati olmalıdır. Tam tepede yer alan sarnıç ise oval yapıda ve daha büyüktür. Yakın zamanlarda yukarıdan koparak üstüne düşen dev kaya parçası, sarnıcın üstünü kısmen kapatmış durumdadır.

Menemen’de öğle yemeği molasından sonra rotamız Dumanlı Dağın eteğinde Çanakkale – İzmir karayolundan geçerken meraklı yolcuların dikkatini hemen çekebilen konumda Yanıkköy’ün hemen üstünde bulunan bir doğal kaya kütlesi üzerine konumlanmış Neonteikhos kentiydi. Aiol kentleri içinde açıkça isminden ötürü bir ilk çağ Yunan yerleşimi olan bu kalekent, çağlar boyunca Saruhanoğulları’na kadar diğer kavimlerin de yerleştiği ve savunma açısından eşsiz konumu ile göze çarpan bir özelliğe sahiptir. Neonteikhos kelimesi eski Yunan’da Yeni Duvar, Yeni Sur, Yeni Kale anlamına gelmektedir. (Prof. Ersin Döğer; Menemen yada Tarhaniyat Tarihi; sayfa: 275)

Kent Orta Yunanistan’dan Trakya yoluyla Troya üzerinden güneye doğru inen ve daha çok hayvancılıkla uğraşan çoban bir halk Aioller tarafından kurulmuştur. Tarihi kaynaklarda, Aioller’in ilk önce Kyme’de karaya çıktıkları, daha sonra Larissa’da yaşayan yerli halk Pelasglarla çatışma sürecine sürüklenerek bu kenti ele geçirmek için Larissa’dan 6 km. uzaklıkta Neonteikhos’u kurdukları belirtilmektedir.


“Hellenistik Dönem’de Pergamon Krallığı’nın egemenliği altına girmiş olan kentin bastığı bakır sikkelerin ön yüzlerinde Athena başı, arka yüzlerinde ise baykuş motifi bulunmaktadır.

 Neonteikhos’da zeytinyağı işliğinin duvarı

Kentin Roma egemenliği boyunca iskân görmüş olduğu yüzeydeki yoğun çanak-çömlek buluntularından anlaşılmakta ise de, bu dönemle ilgili antik kaynaklarda adı geçmemektedir. Bizans Dönemi’nde ise Arkhangelos (Baş Melek) adıyla Smyrna’ya bağlı bir piskoposluk merkezi konumunda olan yerleşme, 13.yy.ın sonunda Saruhanoğulları’nın eline geçmiştir. Menemen kazasının kuruluş yıllarında korunaklı surları ile Saruhan Beyliği’nin Menemen bölgesindeki üslerinden biri olan ve Türkler tarafından “Kayacık” olarak adlandırılan kale, 15.yy.ın başında Çelebi Mehmet’in İzmir’e yaptığı sefer sırasında Cüneyt Bey’in elinden kuvvet kullanılarak alınmıştır. Bu tarihten sonra da Osmanlılar tarafından birçok kalenin başına geldiği gibi tahrip edilerek terk edilmiş olmalıdır.” (Prof. Ersin Döğer; Menemen yada Tarhaniyat Tarihi; sayfa: 276)

Yanıkköy’e girdikten sonra köyün camisinin bulunduğu meydana doğru ilerledik. 19.yy.de Batı Anadolu’da yükselen etnik milliyetçilik rüzgârları altında büyük bir ezikliğe sürüklenmiş Müslüman halka moral vermek amacıyla II. Abdülhamit tarafından bu yöredeki camileri derleyip toparlama çerçevesinde bir kampanya şeklinde gelişen Ayvalık sarımsak taşından tek tip cami minaresi yapma projesinin sonuçlarından birisi ile karşılaşıyoruz meydanda. Karaburun’un köylerinden İzmir’in içindeki Soğukkuyu ve Basmane’deki Çorakkapı camileri ve Gediz boyunca uzanan bir dizi köy camisine kadar bu projenin yarattığı muhtelif örneklere bugün de rastlayabiliyoruz.

 Neonteikhos’da Roma dönemine ait zeytinyağı işliğinde kullanılan trapetum

Kendimize köy meydanındaki camiyi başlangıç noktası olarak aldık ve köyün dağa doğru çıkışındaki dereyi atlayınca bizi yukarıdaki kente götürecek taş döşeme yola ulaştık. Anıtsal melengeç ağaçları, badem çalıları ve çok sayıda yeni açılmış defineci çukurlarının arasından teraslar halinde düzenlenmiş kent duvarlarına eriştik. Poligonal andezit taştan kent duvarları zaman zaman açıkça izlenebiliyordu. Biraz ilerde makilerin arasında koyunlarını otlatan çobanlarla karşılaştık. Bizi aniden karşılarında görünce rahatsız oldular, pişkince bir telaşa kapıldılar; ancak açtıkları çukurlar ve çukurların yanındaki kırıp döktükleri çömlek parçaları ile birlikte yanlarındaki çam fıstıklarını yere saçarak çam diktiklerini söylediler; biz de inandık(!) Biraz ilerde ise, defineci çobanların özel olarak yaptırılmış demirden ayaklı çıkrık mekanizmaları, halatlar, kazma ve kürekler yerde açık vaziyette duruyordu. Talanın böylesi görülmüş şey değildir. Derenin hemen başına belli ki çok yeni konulmuş, üzerinde Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın logosunu taşıyan Neonteikhos kentini tanıtıcı albenili levha ile bu gördüklerimiz ne kadar büyük bir çelişki oluşturuyordu.

Roma döneminde bir zeytinyağı işliğinde trapetum ve orbisin çalışma prensibini gösteren bir resimleme(*)

Kalenin eteklerine doğru, tarih boyunca yaşanan tüm dönemlere ait çanak – çömlek döküntülerini izleyerek tırmanışa devam ediyoruz. Zaman zaman döşeme yol kayboluyor. Yanıkköy ve Doğaköy’ün otlakları birbirinden bir taş duvarla ayrılmış durumda. Biraz yukarıda, hemen kalenin üzerine konumlandığı kayalığın altında bir ağıl yer alıyor. Ağılın altında yer alan düzlükte ise, Roma dönemine ait bir zeytinyağı işliği ve ona ait üç adet andezit taştan yapılmış ortası delik, trapetum çanakları görüyoruz. İlkçağda; trapetum adı verilen bu çanakların ortasına geçirilmiş bir demir mile bağlı iki yarım taş küre ile (orbis) zeytin yada üzüm sıkımı gerçekleştiriliyordu. Zaten bu çanağın hemen yanında bulup fotoğrafladığımız yine andezit bir taşın üzerine işlenmiş bir kabartmada iki üzüm salkımı arasında yer alan şarap kadehi de söylediklerimizin bir kanıtını oluşturuyor.

Trapetumlar birbiri ardına önümüze çıkıyor. Bir tanesi kırılmış sadece orta göbeği kalmış durumda. Kalenin sur duvarları artık karşımızda. Biraz ilerde yine andezit taştan bir köşe alınlık parçası yerde duruyor. Kale duvarları; Aiol dönemden kalma poligonal taş duvarlardan en yukarıda doğal kayalığa uydurulmuş devşirme malzeme ve düzgün kesme taştan harç kullanılarak birleştirilmiş duvar parçalarına kadar geniş bir çeşitlilik gösteriyor. Arazide yürürken her yanımızda sarnıç çukurları ile defineci çukurları birbirine karışıyor. Öbek öbek kaldırılmış topraktan seramik parçalar fışkırıyor. Talanın ve vandalizmin bu kadarına pes doğrusu. Açılan her çukurdan uyuyan bir kentin acıyla dolu inlemeleri geliyor kulaklarımıza. Bir kent var ayaklarımızın altında. Her çukurun kenarından köşesinden bir yapı taşı, bir tonoz parçası, çanak – çömlek parçası bize hüzünle göz kırpıyor sanki.

 Neonteikhos Kalesi; Aiolya’dan Saruhan Beyliği’nin Kayacık Kalesi’ne bir serüvenin adı

Binlerce yıldır Anadolu’da yeşermiş uygarlık katmanlarına bu kadar yabancı bir halkın davranışını nasıl açıklamalı; derin ve karmaşık duygular içindeyiz hepimiz. Yakup Kadri’nin Yaban romanındaki kolunu kaybetmiş eski bir subay olan Ahmet Celal’in konumundan ne değişti günümüze dek. Nuri Bilge Ceylan’ın “Bir Zamanlar Anadolu’da” filmindeki doktor karakteri bu topraklarda “yaban”ı yaşamanın neredeyse bir kader olduğunu bize yeniden anlatıyor sanki. Bu geçişken coğrafyada göçerlik kültürümüzün, toprağına kök salamamışlık dramını yüzyıllardır yaşaması ve kendini ifade edebilecek; taklit değil, ama yaratıcılığı barındıran kendine ait bir kültürü yaratamamış olmasından kaynaklanan bu bunalımın sonunda vardığımız nokta, hayatın her alanında soysuzlaşmadır. Bu süreçte tek umutlandığımız an olan 1923 Türkiye Devrimi’nin özgün kültürü yaratma yolunda verdiği çabanın her ne pahasına olursa olsun devam ettirilmesinin ve çağdaş bilimin rehberliğini yeniden ve yeniden bayraklaştırmanın bu soysuzlaşmanın önüne geçebilecek tek seçenek olduğunu da bu vesile ile bir kez daha vurgulamalıyız.

Akşamın alaca karanlığının ve ayazın baskısı altında tepeden aşağıya, köye doğru yürüyüşe geçtik. Kalenin dibindeki ağılın sahibi Tacettin Bey ile vedalaşarak döşeme yola vasıl olduk. Uzaktan; yeni doğmuş kuzuların emmek için annelerini arayan hüzünlü meleme sesleri duyuluyordu. Dereyi atlayıp köyün meydanına ulaştık. Menemen’e doğru yola çıktığımızda son yağmurlarla yatağından taşmış Gediz’in bulanık sularında söğüt ağaçları şiddetini artıran rüzgârdan iki yanına savrulup duruyordu.

Ne diyelim; “Eğil salkım söğüt eğil”, bu gidişler gidiş değil…

(*) Trapetum ve orbis fotoğrafı http://www.sabor-artesano.com/gb/trapetum.htm adresinden alınmıştır. Diğer fotoğraflar bize aittir.


Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC