bayraklı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
bayraklı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Nisan 2018 Salı

YENİDEN KAYADİBİ’NDEN İKİZGÖL’E


30 Mart 2018
İbrahim Fidanoğlu

Giriş

Bugünlerde Kayadibi çevresi, nefes aldığımız yegâne mekân gibi. Fazla uzaklara açılamıyoruz epeydir. Ama şehre 700 metre yükseklerden bakan bu güzelim köyün çevresinde yapılacak o kadar keyifli rotalar ve gidilecek o kadar cazip hedefler var ki; bitecek gibi değil bu rotalar. Bir de farklı mevsimlerde aynı rotaları bir daha yapmanın ayrı bir güzelliği var. Doğa, görene her mevsimde yeni armağanlar sunmakta. Önemli olan bunların farkında olabilmek ve doğanın bu eşsiz armağanlarıyla keyiflenebilmek… Bildiğiniz eski rotadan birazcık sapmak, andezit kayaların ve dağ patikalarının arasında kaybolmak size tahmin edemeyeceğiniz küçük sürprizlerini her zaman kuytularda hazırlamıştır. Gerisi ne gam…

 
Yamanlar Dağı'nın eteklerindeki bir vadide yer alan İkizgöl


Yürüyüş rotası; 5 km. (harita için tıklayınız)
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)

Uzaktan bakıldığında kayalık, gösterişsiz ve çorak bir görünüme sahip gibi görünse de Yamanlar Dağı, özellikle bahar aylarında saklı köşelerinde ziyaretçisine inanılmaz sürprizler hazırlar. Onlarca yıl art arda çıkan irili ufaklı yangınlarda zengin bitki örtüsünün çoğunu alevlere kurban veren zavallı Yamanlar Dağı, her şeye rağmen her bahar yeniden uyanır ve yeşil bir örtüyle kaplanır.

 
Bir tür çiğdem; yıldız çiçeği de derdik çocukken...

Bugün biz de yarattığımız dar zamanda Yamanlar’ın eteklerindeki doğanın yeşil örtüsüne kavuşmasına tanıklık etmek ve Bornova Çayı’nın doğduğu yer olan efsanevi İkizgöl’e bir de baharda bakabilmek amacıyla Kayadibi’nden İkizgöl’e doğru yürümeye başladık. Vakit öğle üzeriydi. Hava güneşli ve sıcaklık, yukarılarda 18 derece civarındaydı. Kısacası her şey yürümeye ve doğanın sürprizlerine uygundu.

 
Yamanlar Dağı; karşıdaki belden Karagöl'e gidilir.

Kayadibi’nden İkizgöl’e

Daha önceden birkaç kez yürüdüğümüz güzergâhın başlangıç noktası olan Kayadibi-Kurudere asfaltı üzerindeki hayvanları sulamak amacıyla yapılmış olan bir çeşmenin bulunduğu yerden yürümeye başladık. Tatlı bir meyille batıya doğru yükselen toprak yol, tepeye ulaştığımızda İkizgöl’ün de yer aldığı vadiye doğru alçalmaya başladı. Karagöl’e ve İkizgöl’e doğru daha önceki yürüyüşlerimizde kullandığımız şevimli patikanın altından vadiye inen bu yolu seçtik bu kez. Aşağıdaki alçak bir sırtın hafriyatla boşaltılmış yüzü, yürümekte olduğumuz yolun da bu amaçla açılmış olabileceğini düşündürttü bize.

 
Kayadibi'nden ayrıldıktan sonra bu yola girdik. Ahlatlar yapraklanmıştı bile...

 
İkizgöl'ün bulunduğu vadiye doğru iniyoruz. Eski rotalardan ayrıldığımız noktadayız.

 
İkizgöl'e bakan yamaçlarda İlkçağ'dan beri süregelen yerleşim izleri vardı.

Çevremizde pırnar meşeleri, çitlembikler ve kesme çalılarının yeni sürgünleriyle yeşermişti ortalık. Aralarında hala beyaz çiçekleriyle fark edilen birkaç badem çalısı gözümüze çarptı. Yaklaşık 700 metre yüksekliğindeki Kayadibi köyünün çevresindekilerinin bile yemyeşil yapraklarıyla donanmış olduğu bu günlerde, onların hala beyaz çiçekleriyle gelene geçene göz kırpmaları, herhalde kuzeye bakan bir sırtta bulunmalarından kaynaklanıyor olmalıydı.

 
İkizgöl'e inerken karşılaştığımız bademler, hala çiçekteydiler.

 
İkizgöl'e ve ağıla doğru ayrılan yolun başındayız.

 
Dağa Kaçtım gezginleri, İkizgöl yolunda...

Bir süre İkizgöl’ün de bulunduğu vadiye doğru indik. Güneye doğru ayrılan bir toprak yolun ilerisinde bir çit kapısı, onun ardında da derme çatma bir ağıl vardı. Biz kapıdan içeri girince koyunlar bir kenara doğru çekildi. Yolun diğer ucu da hayvanların çıkışını engellemek için kapatılmıştı. Ağaçların koyu gölgelik bir alan oluşturduğu açık ağılın çevresinde andezit kayalardan çevrilmiş güzel bir köşe vardı. Ortada yer alan iki küvet, hayvanların içmesi için suyla doldurulmuştu. Tam o sırada arkamızdan doğa yürüyüşçüsü olduğunu tahmin ettiğimiz bir kişi belirdi. Yaşı bizden daha büyüktü, ancak tek başına doğanın keyfini sürecek kadar da özgür ruhlu olmalıydı. Geriye dönüp seslendik ve bize yetişmesi için biraz durakladık. Yanımıza geldiğinde tanıştık; emekli Türkçe öğretmeni Hataylı Ali Bey’di yeni yol arkadaşımız. Ama işin ilginç yanı, o bizim sıkı bir izleyenimizdi ve ona Yamanlar Dağı’nın eteklerinde İkizgöl’ü ararken rastlamıştık. Bu da bizim için günün hoş bir sürprizi olmuştu ve bir ilkti doğrusu. İkizgöl’ü bizim yazılarımızdan okumuş ve sora sora oraya ulaşmayı umarak, Eğridere’den Kayadibi’ne dek yürümüştü. Dağın başında bize rastlaması doğrusu büyük şanstı ve biz gidilecek hedefi biliyorduk. Kısa tanışma sohbeti sonrasında ağılın diğer kapısından çıkarak, bizi İkizgöl’e ulaştıracak şirin patikaya vasıl olduk.

 
İkizgöl'e yürürken içinden geçtiğimiz ağıldan manzaralar...

 
Ağılın bir köşesindeki konfor alanı; yazın daha anlaşılır olacak.

 
Ağılın çıkışındaki çit ve kapısı; sola dönerek bizi İkizgöl'e ulaştıracak patikaya vasıl olduk.

 
Yamanlar'ın eteklerinde daha incirler uyanmamıştı.

 
Bize dağın başında ve ağıl civarında katılan yol arkadaşımız Ali Bey ile İkizgöl patikasında birlikteyiz.

 
İkizgöl'e doğru yürüdüğümüz patikadan bir görünüm  

Daha önceden iki kez Çamiçi’nden(1), bir kez de Kayadibi’nden(2) yürüyerek ulaşmıştık İkizgöl’e. Bu kez üçüncü yürüyüşümüzle kısmen ortak bir güzergâh izlesek de, zaman zaman bu rotanın dışına çıkarak yeni bir yürüyüş rotası daha oluşturduk. İkizgöl, depremselliklerle oluşmuş bir set gölü aslında. Bornova Çayı’nın doğu yamaçlarını oluşturan büyük kil katmanlarının çay yatağına kaymasıyla oluşmuş yüksek bir seki üzerindeki bu gölün çevresinde İ.Ö. 2.binlere uzanan bir yaşamın şekillendiğine dair izler bulunmuş yüzey araştırmalarında.

 
İkizgöl'e yaklaşırken...

 
Söğütlerin ve ahlatların arasından İkizgöl

 
Yamanlar'ın bağrındaki değerli habitat; İkizgöl

Prof. Dr. Ersin Döğer’in İzmir’in Smyrna’sı isimli kitabında bu konuyla ilgili olarak şu bilgiler yer alıyor:

“Yaklaşık 500 dönümlük bir tarım arazisinin ortasında, pınarlar ve yağmur sularıyla beslenen ve 30 dönümlük bir alnı kaplayan İkizgöl’ün çevresindeki düzlüklerin İ.Ö. 2.binden beri işlendiğine dair arkeolojik kanıtlar mevcuttur. Bornova Çayı’nın tabanından yaklaşık 30 metre yüksekliğindeki kil katmanların oluşturduğu sekinin batıya bakan ve halen çaya doğru kayan gevşek yamaçları üzerinde İ.Ö. 2.bine tarihli çanak çömlek parçaları ve el değirmenleri ile İ.Ö. 8.-6. yüzyıla tarihli Geometrik ve Arkaik dönemlere ait çanak çömlek, gölün çevresindeki yamaçlara sıralanmış Geç Roma Dönemi iskânları tespit edilmiştir. Dolayısıyla bu tür bir mitosun (Tantalos efsanesi ve depremle yok olan Tantalis kenti söylencesi kast ediliyor-İF) oluşması için tüm koşullar (deprem-heyelan, göl ve bir Geç Tunç Çağı iskânı) İkizgöl ve çevresinde bulunmaktadır. Gerçekten de Tantalos ile Smyrna ilişkisi göz önüne alındığında Yamanlar Dağı’nın kuzey yamaçlarında bulunan Karagöl’ün veya Manisa Dağı’nın üzerindeki herhangi bir oluşumun Eski Smyrna’nın kuruluşu öncesi bir iskâna yataklık etmeleri şansı, Bayraklı-Tepekule Höyüğü’ne çok yakın olan İkizgöl’den coğrafi bakımdan daha fazla olmamalıdır. Bununla birlikte İkizgöl’ün kıyısında heyelana kapılmış muhtemel bir Geç Tunç Çağı iskânının, en erken kültür tabakası İ.Ö. 3000’e tarihlenen Bayraklı-Tepekule’deki Eski Smyrna’dan eski olmadığı da göz önünde bulundurulmalıdır.”(3)

 
İkizgöl'de bahar vakti; karşıda söğütler...

 
Çevredeki tüm canlıların hayat kaynağı; İkizgöl...

Ağıldan ayrıldıktan sonra pırnar meşelerinin arasından ilerleyen güzelim patikadan geçerek kısa sürede İkizgöl’ün kıyısına ulaştık. Pırnar meşelerine Hatay-Erzin civarında “tırık” derlermiş. Buralarda olduğu gibi Erzin köylüleri de pırnar meşesinin çalılarından çokça fırın yakmada yararlanırlarmış. İkizgöl’e doğru yürürken Ali Bey’den dinledik çocukluğuna dair “tırık” hatıralarını.

 
İkizgöl yolunda Ali Bey'in "tırık"ları; yani pırnar meşeleri...

 
Sazlar ve söğütler; İkizgöl'de kucak kucağa bir aradalar. Sazların ardında gölün diğer bölümü var.

İkizgöl’ün söğütleri baharla birlikte yapraklanarak yeşile bürünmüşlerdi. Daha önceki gelişlerimizde rastladığımız bir manzara değildi bu. Suyun içinde binlerce balık yavrusunu fark ettik. Göl tam bir habitattı. Isınan hava, doğanın tüm canlılarına suyla birlikte yepyeni bir hayat sunmuştu sanki. Gölün çevresi nispeten temiz sayılabilirdi. Gölün içinden yükselen ağaç gövdelerinin suya vuran aksi, benzersiz bir görünüm oluşturuyordu. Bir süre göl kıyısındaki çimenlerin üstüne çökerek kuşların, rüzgârın ve göldeki sazların seslerini dinledik.

 
Dağa Kaçtım gezginleri, İkizgöl kıyısında Ali Bey'in bademlerini kırarken...

 
İkizgöl'ün bahar halleri...

Ali Bey, yanındaki heybesinden bir torba kabuklu badem çıkardı. Şehir hayatında bunları kırmak da bir problemdi. O da doğada olmanın fırsatını kaçırmak istememişti. Kısacası İkizgöl’ün kıyısında imece usulüyle bir süre Ali Bey’in bademlerini kırdık hep beraber. Göl kıyısındaki huzuru doya doya içimize çektikten sonra, Kayadibi’ne doğru Bornova Çayı’nın üst düzleminden güneye doğru kıvrılan patikaya ulaşmak üzere, İkizgöl’ün arkasındaki 19.yy.dan kalma su değirmenlerinin yıkıntılarına doğru yürüdük.

 
Gezginler, İkizgöl kıyısında...

 
İkizgöl'ün fazla suyunun Bornova Çayı'na doğru boşaldığı nokta

 
İkizgöl'ün suyu, usul usul Homeros Vadisi'ne doğru akıyor.

 
İkizgöl'ün güneye bakan üst düzleminde definecilerin açtığı taze çukur; yaşanmışlıklara ve doğaya karşı hoyratlığın delilidir.

 
Vadinin doğu yakasındaki su değirmenlerinden kalan izler

İkizgöl’ün pınarlar ve yağmurla beslenen suyunun fazlası, güney yönündeki bir kanaldan Bornova Çayı’nın yatağına doğru usul usul dökülmekteydi. Bugün artık Homeros Vadisi diye adlandırılan Bornova Çayı’nın aktığı yatak boyunca, birkaç yerde yukarıda sözünü ettiğimiz değirmen kalıntılarının izleri vardı. Bornova Çayı’na dökülen suyun hemen kıyısında definecilerin açtığı taze bir çukur dikkatimizi çekti. Köstebek gibi deşmişlerdi yine toprağın bağrını. Yapı malzemesi olarak kullanılmış olabileceğini düşündüğümüz düzensiz taş parçalarından başka bir şey yoktu çukurda. Kayadibi’ne doğru ilerleyen patikaya ulaştığımızda aydınlığa kavuşmuştuk artık. Altımızda Homeros Vadisi, karşımızda Çamiçi yolu, onun üstünde bizim Kapıkaya ismini taktığımız volkanik oluşumlarla şekillenmiş dev kaya kütlesi ve daha arkada Çamiçi köyünün evleri görünmekteydi.

 
İkizgöl'den Kayadibi'ne giden patikanın başları

 
Patikada yer yer döşeme taşlarla karşılaştık.

 
Homeros Vadisi'nin karşı yakası; Çamiçi yolu
 
 
Kayadibi patikasından yukarılara doğru tırmanırken...

 
 Bir andezit kayanın üstündeki doğanın fırça darbeleri...

Yer yer bir döşeme yola dönüşen patikada uzun süre yürüdük. Bir süre sonra arabayı bıraktığımız çeşme başına ulaşmak amacıyla, sevimli patikadan kuzey-doğu yönünde saparak solumuzdaki sırta doğru tırmanmaya başladık. Üstü yosunlarla kaplı andezit kayaların arasından kendimize yollar bularak epeyce yükseldik. Hava sıcaktı ve yükselen rakımla birlikte epey terlemiştik. Bir süre kayaların üstüne ilişerek Homeros Vadisi’ni ve Bornova düzlüklerini seyrettik. Düzlük dediysek de; ortalık da binadan başka bir şey kalmamıştı. Körfez’in üstü ise, su buharıyla kaplıydı.


 
Yolun sonunda Çamiçi köyünün evleri görünüyordu. Ötesinde sadece su buharı vardı.

Kayalık sırta tırmandığımızda karşılaştığımız bir volkanik kaya kütlesi; sanki bir burç formundaydı ya da doğal ağıl gibi...


Sırtın tepesine tırmandığımızda karasuluklar çıktı meydana. Özellikle Şubat ayındaki yağışlar, etkisini göstermiş ve bahara doğru karasuluklar patlamıştı yine. Kayaların üstünden atlayarak uzaktan gördüğümüz arabaya doğru yaklaştık. Aybey, biraz ilerden sevinçle bize seslendi:

-Gelin bakın ne var burada!

 
Kayadibi sırtlarından Kavaklıdere ve Belkahve'ye doğru bakarken...

 
Hemen önümüzde Yamanlar eteklerinde sıkça rastlanan bir sulama göleti

Günün sürprizlerinden biriydi bize göstermek istediği. Yamanlar’ın yukarılarından süzülen sular, volkanik kayalar arasından kendine yol bularak küçücük bir dere oluşturmuştu. Su; arazinin tatlı eğimine uyarak, usul usul Kayadibi’ne doğru akıyordu. Bir süre kayaların üstüne oturarak onun sesini dinledik. Karşımızda İlkçağ’ın mitolojik dağları Spil ve Nif, arkamızda volkanik Yamanlar; İzmir topografyasının kıyısındaydık. Bu dağlarda binlerce yıl önce de yine bizim gibi insanlar, nebat ve hayvanat yaşamış ve bizim gibi baharı sevinçle karşılamışlardı. Yamanlar Dağı yine ordaydı; ama o zaman diliminde yaşayanlar; artık iyi ya da kötü, tüm ardında bıraktıklarıyla yok olup gitmişlerdi. Tüm canlılar olarak; hepimiz aslında “evrim”in basit birer halkasından başka bir şey değildik. Kalıcı ve gidici olanın farkındalığı içinde yaşadığımız bu anlar, hepimize iyi gelmişti.

 
Günün son sürprizi; Yamanlar'dan beslenen küçücük bir dere, gidiyordu suyunu sere sere.

Günün sonuna erişmiştik. Her güzel şey gibi bu da bitmişti yine. Ama yarın yeniden başlayacaktı her şey… Bir süre sonra arabamızı bıraktığımız çeşme başından Kayadibi’ne gitmek üzere ayrıldık. Yaklaşık 3 saatlik yeni bir İkizgöl yürüyüşünü, Kayadibi’nde Mustafa Bey’in yerinde içtiğimiz yorgunluk çaylarıyla sonlandırmıştık. Anı; dostlarla paylaşırken, Yamanlar’daki baharın alametlerine tanıklık etmiş, şehrin baskı dolu yaşamından kısa da olsa bir süreliğine uzaklaşmıştık. Ne mutlu bize…

Dipnotlar:

(1)   Çamiçi-İkizgöl yürüyüşü için bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2011/05/ikiz-goller-homeros-vadisi-yuruyusu.html
(2)  Kayadibi-İkizgöl yürüyüşü için bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2016/02/kayadibinden-ikizgole.html
(3)  İzmir’in Smyrna’sı, Ersin DÖĞER; İletişim Yayınları, 1.Baskı-2006; sayfa:58
(4)    Fotoğraflar, belirtilenler dışında M.Yavuzcezzar tarafından çekilmiştir.

Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC

10 Nisan 2017 Pazartesi

DOĞANÇAY-SANCAKLI-YAMANLAR SİVRİKAYA YÜRÜYÜŞÜ


6 Nisan 2017
İbrahim Fidanoğlu
Giriş

Karşıyaka’nın sırtını dayadığı ve onu kuzey rüzgârlarından koruyan Yamanlar Dağı’nın değerini; bahar aylarında yeşilin bin bir tonuna boyanmış onun sevimli patikalarında, küçük dereciklerle şenlenen şirin vadilerinde yürümeyen, suyundan içmeyen; yüz binlerce yıllık jeolojik tarihiyle tanışmasına vesile olacak andezit kaya kütlelerinin arasında dolaşmayan bilemez. Ona sadece uzaktan bakmak, sıradan bir kaya kütlesini seyretmek gibi gelebilir bazılarına. Ama ıssız vadi koyaklarında, yemyeşil özgür sırtlarda karşınıza çıkıveren dikenli teller, zapturapt altına alınmış, bilmem kaç yıllığına ne vaatle kiralandığı meçhul; koruma(!) altına alınmış araziler, ne yazık ki; bu değer bilmezliği önümüze seriveriyor Yamanlar Dağı’nın saklı köşelerinde bugün. İnanılır gibi değil ama doğup büyüdüğünüz topraklarda özgürce ve istediğiniz gibi adım atamıyorsunuz artık. Bir şekilde birileri çıkıyor karşınıza; benim buraları diyor; hepsi benim; orayı da ben aldım; burayı da… Kimi kıyıları yağmalamakta; kimi dağları; kimi yüzyıllardır özgürce akan derelerin çağıldayan akışını söndürmekle meşgul; kimisi ise “kentsel dönüşüm” adı altında güzelim kentlerimizi cehenneme çevirmekle… Allah, bu haris ve zavallı insanlığın bir an önce ya gözünü doyursun, ya da aklını başına getirsin; bize ve yurdunu seven herkese ise sabır ihsan eylesin diyelim ve başka bir şey demeyelim.

 
Yamanlar Dağı; en arkada antenleriyle Karatepe
 
Yamanlar dünyasında; Sivrikaya ve önünde arkasında başka andezit kaya kütleleri

Bugün iki de bir de önümüzü kesen; esir alınmış doğanın bağrına saplanmış dikenli teller nedeniyle biraz hayal kırıklığı, biraz hüzne bulansak da; Yamanlar Dağı’nın saklı köşelerinde yorulmak, hedefimiz olan Sivrikaya’nın altlarına kadar ulaşmak için biteviye didinmek, baharla coşmuş çılgın makilerle hem hal olmuş vaziyette boğuşmak yine de çok keyifliydi. İşin özeti, yaklaşık 13,5 km.lik bir yürüyüştü. İşte yürüyüşün hikâyesi ve bize yürürken anımsattıkları…

 
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC) 

 
Doğançay köyü, Barış Anıtı, Karşıyaka ve İzmir Körfezi; hepsi bir arada...
(Fotoğraf: İF; Nisan-2015)

Alurca’dan Doğançay’a; bir köyün hikâyesi

Yine dibimizdeki volkanik kütle, Yamanlar Dağı’ndayız bugün. Andezit ve trahit kaya kütlelerinin, binlerce yıllık serüveninde; ufalanarak körfeze doğru akan Laka, Naldöken ve Bostanlı dereleriyle Karşıyaka önlerine taşınması sonrasında, bugünkü Karşıyaka’nın üstüne oturduğu düzlem oluşmuş. Hatta Naldöken ya da Rumların verdiği isimle Petrota tam da bu toprak dokusunu anlatmak için konmuş gibidir sanki. Karşıdan baktığımızda kupkuru bir dağ profili çizen Yamanlar, içine girdikçe kaya kütlelerinin ilginç görünümleri, aniden derinleşen vadileri, usul usul akıp da birden irtifa kaybederek bir küçük şelaleye dönüşen saklı dereleriyle bir bilinmez dünya gibidir. İlkçağ’dan beri insan yaşamlarına mekân olmuş bu coğrafyanın keyfi baharda bir başkadır tabii.

 
Gezginler, Yamanlar Dağı'nın saklı patikalarında...


 
Doğançay çıkışındaki kaktüsler; arkada Doğançay köyü
 
 19.yy. haritalarında İzmir Körfezi'nin kuzeyi ve Yamanlar dünyası
(Levantine Heritage web sitesinden alınmıştır.)

İlkçağ’da İ.Ö. 7.yy.daki Kimmer akınlarıyla sarsılan Palaia Smynra’sındaki (Tepekule Höyüğü) silinmeyen korkunun izleri, kenti bekleyen potansiyel saldırılara karşı Bayraklı ve Karşıyaka’nın sırtlarında konumlanmış; körfezin kuzey-güney geçişine egemen Smyrna’nın ileri karakollarında hayat bulmuş olmalı. Doğançay’ın üstünde; Yamanlar Dağı’nın farklı köşelerinde o günlerden kalma olduğu düşünülen izlere bugün de rastlamak mümkün. İ.Ö. 7.yy. civarında Yamanlar sırtlarında barınan Aiol yerleşimleri, Yamanlar Dağı’nın körfeze egemen; bir anlamda bu stratejik konumu itibariyle hafızalarda yer etmiş Kimmer akınlarının kötücül etkisine karşı Smryna’yı kollayan birer ileri karakol işlevi görmüşler. İ.Ö.6.yy.da Tepekule Smyrna’sının yakılıp yıkılmasıyla sonlanan Pers istilası sonrasında Yamanlar Dağı’nın iki yakasında yine savunma ve gözetleme amaçlı küçük kaleler ve yerleşimler bulunmaktaydı. Dağın kuzey yüzündeki Emiralem’e (Herakleia) bakan Gökkaya’daki Melanpagos(1), güney yüzüne bakan Doğançay’ın üstündeki Mormonda köyleri, Sancaklı köyünün üstünde yer alan Adatepe ya da Sancaklı Kalesi(2), şimdi Karşıyaka’ya tepeden bakan İzmir’in Akropolü Büyük Kale(3), Doğançay’ın yukarılarında Çobanpınarı, Yamanlar-Karagöl yolunda gömüye kapalı Örnekköy Mezarlığı’nın hemen alt düzleminde yer alan Yamanlar Yolu Kalesi ve bugünkü Gümüşpala-Bayraklı geçişinde kıyıdaki İzmir-Çanakkale karayolunu tarayan Felswarte (Nezaret Yeri)(3) bunların bazılarını oluşturuyor.

 
Doğançay köyünün Sancaklı yönündeki çıkışında yer alan Durmuş Ali Dede Türbesi

19.yy. Avrupalı gezginlerin haritalarında Meyhaneköy ismiyle de yer alan eski Alurca; şimdiki ismiyle Doğançay köyü, Karşıyaka’yı kuzey ve doğudan saran volkanik dağ kütlesi Yamanlar’ın eteklerinde yer alıyor. Türkmenlerin Batı Anadolu’ya doğru ilerleyişlerinde denize en yakın konumdaki son duraklarından biri olan Doğançay, eski bir Tahtacı yerleşimi olarak biliniyor. Köyün kuzeye doğru Sancaklı yönündeki çıkışında yer alan Durmuş Ali Dede Türbesi, Doğançay’ın erken geçmişinin bugüne taşınan hatırasını temsil ediyor olmalı. Üzeri türlü renkteki menekşelerle bezenmiş; abartılı ölçülerdeki eliptik görünümlü Türkmen “Ulu”sunun mezarı, avlu duvarının üzerindeki Hz. Ali, Hacı Bektaş-ı Veli ve Pir Sultan resimleri ve mezarın içinden yükselen yüzlerce yıllık bir pırnar meşesinin dallarına bağlanmış çok sayıdaki bez parçası bize neler anlatıyor?

 
Durmuş Ali Dede Türbesi
 
Horasan’dan Anadolu’ya yönelen büyük göçün bu topraklara taşıdığı inancın kökleri o kadar derinde ki; hangi dağ başına gitsek, bir Türkmen “Ulu”sunun, bir eren babanın mezarı başında türlü hikâyeler dinlesek; kesmiyor bizi, anlatılanlar. Göçün bu topraklara savurduğu insan toplulukları, zaman ve mekân ekseninde; o kadar çok farklı kültür katmanının içinden geçip gelmişler ki bugüne; bir arkeolog titizliğinde bu kültür katmanlarını kaldıra kaldıra gerçeğin ruhuna varmak gerekiyor. Ama bu dediğimiz de o kadar kolay bir iş olmamalı şüphesiz. İnsanlığın binlerce yıllık serüveninde yaklaştık sanırken; hep uzaklaşmakta menzil. İşte size Ömer Hayyam’dan iki dörtlük; belki dediğimizi daha iyi anlatır.

“Ne bilginler geldi, neler buldular!
Mumlar gibi dünyaya ışık saldılar…
Hangisi yarıp geçti bu karanlığı?
Birer masal söyleyip uyuyakaldılar.”(4)

“Ne mutlu adı sanı bilinmeyene;
İpeklere, kürklere bürünmeyene;
Anka gibi iki dünyadan geçip
Bu viranede baykuşa dönmeyene”(5)

Ömer Hayyam

 
Doğançay'ın çıkışında; çiriş otlarının arasındayız.

Karşıyaka’nın arka dünyasında Yamanlar Dağı’nın eteklerinde yer alan Doğançay’ı, çocukluğumuzda Karşıyaka İstasyonu civarında sepetleri içinde buz gibi bardacıklarını, saplarındaki yeşile gömülmüş mis gibi kokularıyla domateslerini satmaya çalışan başı turuncu renkli tartamaklı köylülerinden hatırlıyorum. 1970’lerden itibaren Doğu’dan ve Orta Anadolu’dan kente yönelen göçlerden epey bir pay alan köyün Karşıyaka’ya doğru uzanan güney ucuna; bu nedenle eski dokusuyla pek de uyuşmayan yeni mahalleler eklemlenmiş durumda.

  
Doğançay Göleti ve arkada Sancaklı köyü
(Fotoğraf: İF; Nisan-2015) 

Eski Doğançay ile yüz yüze gelmek isterseniz, köyün ana aksını oluşturan caddeden kuzeye doğru yönlenmeniz gerekiyor. Beyaz badanalı evlerin arasından kıvrılarak yukarıya doğru çıkan daracık sokaklardan biri, sizi bir anda genişçe bir meydana ulaştırıyor. Meydanda yer alan bir çınar ağacının dibindeki küçük şirin kahvehanede biraz soluklanmak, bir bardak çay eşliğinde kahvedekilerle sohbete dalmak ve sonra yine daralan sokaklarda ilerleyerek köyün temiz ve bakımlı evlerinin önünden geçmek, Doğançay hakkında küçük bir fikir verebilir size.

 
Doğançay-Sancaklı asfaltı

 
Sancaklı köyü ve Sancaklı Kalesi; sabah vakti...

Doğançay’dan Sancaklı’ya doğru yürürken

Saat 10 civarı Doğançay köyünden Sancaklı yönünde yürümeye başladık. Hava açık ve güneşliydi. Gün içinde sıcaklık 23 derece civarındaydı. Kuzey İzmir’in ölülerini bağrında saklayan Doğançay Mezarlığı ile Doğançay köyünün Türkmen Dedesi Durmuş Ali Dede’nin mezarı arasından Sancaklı’ya doğru ilerleyen yolu bir süre takip ettik. Mezarlığın yakınlarına dökülen tonlarca moloz, ölülerimize ne kadar saygılı bir toplum olduğumuzu bir kez daha gözümüzün önüne serdi. Mezarlık duvarının dibinde küçük sürüsünü otlatan bir çoban, ümitsizce çevredeki çöpleri toplayarak yakıyordu. Sancaklı’ya doğru çöp yoğunluğu daha da arttı. Bir süre sonra Sancaklı Yörüklerinin yüzlerce yıl önce yerleştikleri Yamanlar Dağı’nın eteklerindeki Sancaklı köyünün evleri göründü. Biz, köye doğru giden asfalt yoldan ayrılarak önümüzdeki dere yatağını takiben vadiye girdik. Vadinin kıyısından ilerleyen düzgün bir patika bir süre bize rehberlik etti; ta ki; ilk çitlere gelene dek.

 
Sancaklı sırtları; arkada sisler içinde İzmir Körfezi

O ana kadar keyfimiz yerindeydi. Doğadaki uyanış, çiçeklerle dile gelmişti sanki. Papatyalar, çiriş otları, gelincikler, çiçeği geçmekte olan badem çalıları, özgün görüntüsüyle Tire civarında yemlik adıyla anılan pembe renkli ve çevresi dikenli çiçekler; hepsi görülmeye değerdi. Ama vadinin yukarılarına doğru karşımıza çıkan çitler, tadımızı kaçırdı. Dere yatağının kıyısına dek inen ve yürüyüşçüye alanı dar eden dikenli telleri, mümkün olduğunca çevresinden dolaşarak aşmaya çalıştık. Ancak; bazı yerlerde bu da imkânsızdı; zorunlu olarak bir şekilde çiti aştık.

 
Tire'deki yerel ismi; yemlik...

 
Sapsarı bir çayır; aslan dişleri

 
Ne güzel bir seki; birazdan sağımızdaki bu dere yatağına doğru ineceğiz.

Sağımızdaki tepelikte yer alan düzlüğe bir koyun sürüsü yayılmıştı. Biz ilk çiti, Sancaklı yönündeki yamaca tırmanarak aşmayı denedik. Bir süre her şey yolunda gitti. Ancak hedefimiz olan Sivrikaya’ya yaklaşabilmek için vadiye yeniden yöneldiğimizde bir başka kapatılmış arazinin dikenli telleriyle karşılaştık. Dere yatağına doğru indik ve baharla canlanan böğürtlen çalılarıyla boğuşarak derenin karşı kıyısına geçtik. Ne yazık ki, deredeki su seviyesi oldukça düşüktü ve bir sızıntı şeklinde akıyordu.

  
Kuzeye doğru; hep kuzeye, en arkada Karatepe...

 
Sancaklı'nın yukarılarında, arkamızda bıraktığımız teraslanmış düzlükler; ahlatlar çiçekte...

Sancaklı’nın kuzey doğusuna doğru ilerlerken, zaman zaman çok eski zamanlarda teraslanmış düzlüklerle karşılaştık. Bembeyaz çiçekleriyle ahlat ağaçları göz alıcıydı bu düzlüklerde. Bu dağlık alandaki küçük birer ovacık görünümündeki düzlükleri, eski zamanlarda tarımsal faaliyetleri sürdürmek için yapılmış teraslara benzettik.

 
Yamanlar Dağı'nda; kızılçam ormanında...

Kızılçamlar içinde

Zaman zaman yürüyüşümüz, dikenli tel engelleriyle kesikliğe uğrasa da; bir süre sonra umarsız bir şekilde kızılçamlardan oluşan sık bir ormana doğru yöneldi. Bazen karşımıza kızılçamlar arasında bize yol gösteren sevimli patikalar çıktı, bazen de kış uykusundan yeni uyanmış olmanın rehavetiyle kör yılanlar… Kızılçamların arasından bir dere yatağına doğru alçalmaya başladık. Karatepe’nin antenlerini ormanın içinden seçebiliyorduk. Kendimize ormanın içinde referans noktası aldığımız Karatepe’ye göre kuzey batı yönünde alçalan bir vadinin yamaçlarından aşağılara iniyorduk. Tam o sıralarda; ormanın içinde, kalınlığı yaklaşık 0,8 metre civarında; iri kayalarla oluşturulmuş dairesel planlı bir yapının izleri ile karşılaştık. Ortasından yaşlı bir kızılçam yükseliyordu. Yapı sanki şimdi orman içinde kalmış eski bir geçişin üzerinde bulunuyordu; çevrede de başka bir yapı izi yoktu. Acaba Sivrikaya’ya doğru ilerleyen bu geçişi denetlemek için yapılmış bir ileri karakol muydu? Bilemedik; yola devam ettik.

 
Kızılçam ormanının içinde rastladığımız oval kesitli; eski bir yapıya ait temel izleri

 
Yapının temelleri üzerinden duvar kalınlıkları kestirilebilir.

 
Yamanlar Dağı'ndan Sancaklı yönüne bakış

 
Kayanın üstünde biten minyatür bir çam fidanı; sanki bir bonzai...

 
Gezginler, henüz uyanmamış hayıtların önünde; küçük bir dereciğin kıyısındalar.

 
Dağ başında bir çitin resmidir.

Buralarda da içinde kulübeler ya da evler bulunan, çiftlik görünümlü çitle çevrilmiş araziler vardı. Biraz ileride yılkı atları dolaşıyordu. Çitlerle çevrili arazilerin arkasından ve Karagöl’e giden karayolunun altından kendimize patikalar bularak Sivrikaya’ya(6) doğru yaklaştık. Saat öğleden sonra 3’ü geçmişti. Yaklaşık 4 saattir çitlerle ve arazideki diğer doğal engellerle boğuşuyorduk. Bir süre sonra hemen hemen Sivrikaya’nın altına denk gelen bir noktada; çevresi çınarlarla kaplı bir dereciğin dibine geldik. Burası yemek molası için gayet uygundu. Yanımızdaki suları tüketmiştik; kayaların altından sızarak gelen bir su kaynağı, imdadımıza Hızır gibi yetişti. Suyun kaynağından emin olduktan sonra içmeye karar verdik; çünkü çevrede ve üst düzlemimizde yerleşimler yoğunlaşmıştı. İnsanların atıklarını olur olmaz şekilde doğaya bıraktıklarına çok tanık olmuştuk. İstenmeyen bir durumla karşılaşmamak için titiz davranmak zorundaydık. Öyle de yaptık. Su, buz gibi ve oldukça lezzetliydi; doyuncaya kadar içtik. Yemek sonrasında şişelerimizi de doldurduktan sonra Sivrikaya’nın altından ve vadinin kuzeybatı yamacından yürümeye başladık.

 
Çitlerle çevrili çiftlik arazilerinin bulunduğu bir başka vadiye bakış

 
Patikanın güzelliği

 
Dağa Kaçtım gezginleri, bembeyaz çiçekleriyle güzelim ahlatın dibinde...

 
Sivrikaya yakınlarından körfeze bakış; sis biraz dağılmış gibi...

 
Yemek molası verdiğimiz çınarlarla kaplı suyun başı

Dibinde yemek yediğimiz dev kaya kütlesinin kuzeybatı yönüne dolanmıştık. Patika bir süre sonra derin bir yarın ucunda sonlandı. Sivrikaya’ya ulaşmak için bu derin vadiyi aşmamız gerekiyordu. Bize oldukça fazla zaman kaybettirecek bu denemeden vazgeçerek geldiğimiz vadinin doğusundaki dere yatağına doğru inmeye ve Sancaklı köyüne doğru dönüşe geçmeye karar verdik. Tatlı bir meyille dere yatağına doğru alçalan vadi yamacından inerken, bir süre sonra günün sürprizlerinden küçük bir şelaleye bakan bir sekiye geldik. Şelale, tam karşımızdaki kayalıktan aşağıya doğru dökülmekteydi. Yüksekliği 20 metre civarındaydı; ancak su miktarı ne yazık ki çok azdı. Bu dere yatağı, bizim bir saat önce yemek yediğimiz yukarıdaki derenin devamıydı; ancak buradaki suyun düşüm yüksekliği dikkate alındığında, ilginç bir çöküntü alanıyla karşı karşıyaydık.

 
Gezginler, su başında yemek molasında...

 
Kızılçamlar arasından Sivrikaya'ya bakış

Şelale

 
Karatepe'ye bakış
 
Bir süre şelaleyi keyifle seyrettik. Fotoğraf seansını tamamladıktan sonra kolaylıkla vadinin dibine indik. Bulunduğumuz noktadan, dere yatağının karşı kıyısında başlayan konforlu bir patikanın ucu görünüyordu. Bundan sonra artık her şey daha kolaydı. Sığ dere yatağını geçtikten sonra patikayı takip ederek yine kızılçamların içinden ilerlemeyi sürdürdük. Kızılçamlar arasında yer yer piknik yapmaya uygun; son derece düzgün açık alanlar vardı. Bu alanlarda ağaç bulunmaması dikkat çekiciydi. Patikayı takip ederek ilk ulaştığımız nokta; Sivrikaya’yı andıran ve birbirinden ayrık konumdaki iki dev kaya kütlesi idi. Bir süre burada oyalandıktan sonra yola devam ettik. Rotamız boyunca rastladığımız düzlüklerden birinde 2015 yılında yapılmış bir çeşme ve hayvanların su içmesi için düşünülmüş yalağı vardı.

  
Dönüş yolumuzdaki kızılçamlar arasından ilerleyen konforlu patika

 
Ormanın içinde karşılaştığımız düzlüklerden biri; arkada Sivrikaya

 
Dönüş yolunda rastladığımız iki parçadan oluşan bir başka kaya kütlesi

 
Kayanın sağından yukarı doğru tırmanan ve bir merdiveni andıran doğal basamaklar

Sancaklı köyü

Bu düzlüğü de arkamızda bıraktıktan sonra bizi Sancaklı Kalesi’ne ve Sancaklı köyüne ulaştıracak toprak yola varmıştık bile. Tam bu noktada balbal taşlarının da kullanıldığı eski bir köy mezarlığıyla karşılaştık. Ancak mezarlıkta yeni mezarlar da vardı. Bu, Sancaklı köyünün mezarlığı olmalıydı. Çitlerle çevrili mezarlık oldukça büyüktü ve gömüye hala açık gibiydi. Sancaklı Mezarlığı’nın sınırlarına dek ulaşan toprak yola çıktıktan sonra işimiz iyice kolaylaşmıştı. Çevreyi ve vadileri seyrede seyrede, yaklaşık yarım saat içinde Sancaklı Kalesi’nin bulunduğu Adatepe’ye ulaştık.

 
Yamanlar Dağı'nda Sancaklı Mezarlığı

 
Ahlatlar, kızılçamlar ve en arkada Sivrikaya

 
Sancaklı yönündeki vadilere doğru bir bakış

Vadim o kadar yeşildi ki...

İ.Ö. 7.yy.dan kalma; Palaia Smyrna’sının savunma noktalarından biri olan Sancaklı Kale, güneydoğuya ve güneye doğru bakan poligonal duvarlarıyla dikkat çekiyor. Bir yandan kıyı çizgisindeki kuzey-güney geçişini kontrol eden bu Aiol kalesinin bir diğer işlevi de; Yamanlar Dağı’nın kuzey geçitlerinden şehre ulaşabilecek bir saldırıya karşı ileri karakol işlevi görebilmekti. Bugün üzerindeki sarnıçlar, surlardan kalan poligonal duvar parçalarıyla günümüze ulaşabilmiş bu İlkçağ kalesinin hemen altında ise, Sancaklı Yörüklerinin köyü Sancaklı yer alıyor. Köye girerken evlerinin önünde oturan konuksever Sancaklı köylüleri, bizi çay içmeye davet ediyorlar. Zaman darlığı nedeniyle, teşekkür edip inişe devam ediyoruz. Sürüler köye dönüyor akşama doğru; sabah yürüdüğümüz vadiden köye giriş yapan küçük bir keçi sürüsünde sevimli oğlaklar annelerinden süt emme telaşı içindeler. Köpeklerin havlama sesleri dört bir yandan ulaşıyor kulaklarımıza. Köye gelen yabancılar var; onlar da yedikleri ekmeğin hakkını verme telaşındalar. Biz ise, köyün içinden dolanarak inen kilit taşlarıyla kaplı yolu takip ederek köyden ayrılıyoruz; Doğançay’a doğru…

 
Sancaklı Kalesi

 
Sancaklı Kalesi'nin altından Sancaklı köyüne bakış

 
Sancaklı köyü ve camisi

Gün biterken

Akşam kızıllığı körfezin üstüne çöktü yine. Sabahtan beridir verdiğimiz molaları saymazsak, yaklaşık 6 saat ve toplamda 13,5 km.lik bir yürüyüş yaptık. Ancak, arazinin engebeleri ve önümüze çıkan dikenli tel engelleri nedeniyle, bazen geri dönüp rotamızı değiştirdiğimiz oldu. Bu nedenle yolu zaman zaman gereksiz yere uzatmak zorunda kaldık. Ama neticede amacımız, baharla birlikte coşan Yamanlar dünyasında dolu dolu bir gün geçirmekti. Öyle de oldu. Rüzgârla birlikte dile gelen ormandaki ağaçların, vadilerin dibinden bize doğru ulaşan akan derelerin sesini dinledik. Bazen patikalar kayboldu önümüzde; daldık sık kızılçamların bilinmezliklerine. Ama Karatepe hep karşımızdaydı ve sürekli gün boyu bize rehberlik etti durdu. Şelaleler, şirin büvetler gördük yolumuzda. Keyifliydi doğrusu gün; bütün dikenli tellere karşın…

 
Barış Anıtı'ndan İzmir Körfezi'nin görünümü

Şimdi eve dönme zamanı; Doğançay’ın üstündeki Barış Anıtı’nda akşam kızıllığına karşı verilen yorgunluk molası, günün sonunda yorgun bedenlerimize sunduğumuz bir ödül gibidir artık.



Dipnotlar
(3)   Büyük Kale ve Felswarte için bkz. KARŞIYAKA KALELERİ
(4)  Ömer Hayyam, Dörtlükler; Çeviren: Sabahattin Eyüpoğlu; Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları-12.Baskı; sayfa: 26
(5)   Ömer Hayyam; a.g.e. sayfa:78
(6)  Sivrikaya için bkz. YAMANLAR DAĞI'NDA DOLAŞIRKEN
(7)   Fotoğraflar yazıda belirtilenler dışında MYC tarafından çekilmiştir.
 
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC