7 Şubat 2018
İbrahim Fidanoğlu
Ona ağaçların aptalı der bazıları(1);
yalancı bahar rüzgârlarına kanıp o güzelim çiçekleriyle erkenden uyandıkları
için… Bana göre onlar doğanın korkusuz, ama naif şövalyeleridir; yaramaz
çocuklar gibi ortalığa atıverirler kendilerini; çünkü tutkulu bir aşkla
bağlıdırlar yaşama… Erkenden yürüyüverir damarlarına yalancı baharın kışkırttığı
öz suları.
Karaburun, Boyabağ sırtlarında bir badem ağacı
(Şubat-2012)
Tire-Musalar köyü yakınlarında badem (prunus amicdalis) çiçekleri
(Şubat-2010)
Karaman yakınlarındaki volkanik Karadağ'da bulunan Erken Bizans Dönemi yerleşimi Değle'de Nisan'ın son gününde rastladığımız geçkin çiçekleriyle badem ağaçları
(Nisan-2017)
Bu hafta sonu; kısa bir avarelik için gittiğimiz Kemalpaşa-Yiğitler yolunda bu yılın çiçeğe duran ilk bademlerini gördük. Aslında kışı doğru dürüst görmeden sanki baharı müjdeler gibiydi badem ağaçları. Gerçi Datça gibi bademi ile meşhur Ege’nin nispeten güneyine düşen bölgelerde Ocak sonu, Şubat başı gibi her yıl bir beyaz şölendir badem ağaçları. Özellikle de Datça’da… Daracık bir kıstakla ana karaya bağlanan Datça Yarımadası’nın kendine özgü mikro klima koşullarında bu törensel duruş her yıl tekrarlanır. Öyle ki; son yıllarda Datça’da 17-18-19 Şubat günlerinde bu coşku artık Palamutbükü Badem Çiçeği Festivali ismiyle nerdeyse bir yöresel bayrama ve panayıra dönüşmüştür. Muğla Valiliği’nin desteğinde düzenlenen festivalde; köylülerin yerel ürünleri, badem ve badem türevleri, yöresel yemeklerin sunumu, Datça ve civarına dair folklorik oyunlar, türküler; hepsi ama hepsi bir şenlik havası içerisinde yaşanır; hep birlikte coşkuyla. Bu arada Yakaköy’den Palamutbükü’ne ve denize doğru inen yamaçlarda badem çiçeklerinin kar yağmış hissini uyandıran o bembeyaz manzarası ise benzersizdir. Ama biz şimdi oralarda değiliz; dolayısıyla İzmir’in bademleriyle yetinmeliyiz.
Datça'da badem çiçekleri
(Kaynak: internet ortamı)
Datça'da badem resitali
(Kaynak: internet ortamı)
Ovada ve dağların yükseklerinde badem ağaçları belli bir faz farkıyla
çiçeklenir. Nif Dağı’nda, Yamanlar’da; Dumanlı Dağ’ın kuytularında ya da Spil’in zirvesine yakın bölgelerde dolaşırken henüz bir çalı
görünümündeki bademler, ovada çoktan çiçeklenip yaprağa durmuşlardır bile.
Şubat-Mart ayları kış ile yazın; yaşam ile ölümün bitmek bilmeyen kavgalarının
iç içe geçtiği ve en kızıştığı zamanlardır. Doğanın kutsandığı zamanlardan kalma
ritüeller, bayramlar hep yaşamı besler, onu öne çıkarır ve ulular.
Aiol yerleşimi Temnos'un eteklerinde yer alan terk edilmiş Eski Görece köyü yakınlarında çiçeklenmiş bir badem ağacı
(Şubat-2014)
Tire-Peşrefli üstünde yer alan Karakaya eteklerindeki çiçeklenmiş bademler
(Şubat-2014)
İrene Melikoff, Uyur İdik
Uyardılar isimli kitabında bir eski Türk geleneğinden söz eder:
“Eski Türklerden biri ölünce ne zaman ölmüş olursa olsun, cesedi tuza
konarak ilkyazın gelişinde toprağa verilirdi. Bu adet, ruhun yeniden bedene
dönmesi inanışına bağlıdır. Nasıl gündüz geceyi, ilkyaz kışı izliyorsa, yaşam
da öylece ölümün yerini almaktadır ve yeni yaşam, baharda doğanın uyanışı ile
birlikte başlamaktadır.”(2)
Karaburun-İçme Kıyısı'na inerken henüz çiçeklenmemiş bir badem ağacı, bir kara servi ve bir dam eskisi; bir arada...
(Şubat-2016)
Çatalkaya'nın eteklerinde bademler ve İzmir Körfezi
(Fotoğraf: A.Aydemir; Şubat-2015)
Badem ağacı, yeryüzündeki bu döngünün ve onu ateşleyen dinamiklerin en
öne sürdüğü bir öncü gibidir. O aldanır bazen; bazen karla ve boranla boğuşur,
yenik düşer; ama yılmaz gene de ve sessizce yeniden dirilircesine; ertesi yıl
kaldığı yerden devam eder yaşamı yükseltme mücadelesine… Badem ağacının
genlerine kazınmıştır, bu kavganın kodları adeta.
Yunt Dağı'nda; Koyuneli köyü yakınlarında şeytan payamları
(Mart-2017)
Tire-Peşrefli'nin arka dünyasındaki Karakaya eteklerinde yeni yeni çiçeklenmekte olan bir badem ağacı
(Fotoğraf: MYC; Mart 2018)
Bornova Kayadibi yakınlarında günbatımında bir badem ağacı
(Fotoğraf: MYC; Mart 2018)
Beyaz ve pembe çiçekleriyle karşılar yolcusunu bademler dağlarda. Halk
arasında şeytan payamı olarak da
anılan hele o çalılar, badem çalıları; inanılmaz bir dirençle tutunmuştur bütün
kış, kara borana karşın kökleriyle toprağın derinliklerine doğru. Ama o
rengârenk bir heyecan içinde yaşamı savunuşları yok mu; ıssız dağ başlarında,
adamı çileden çıkarır; adımları sıklaşır yolcunun daracık dağ patikalarında…
Çeşme-Alaçatı yakınlarında terk edilmiş Yörük köyü Karaköy'de yeni çiçeklenmekte olan bir badem ağacı
(Şubat-2014)
Karaköy'de erkenci baharın habercileri çiçekte...
(Şubat-2014)
Çırılçıplak kupkuru dallar, tomurcuklarla kaplanır zamanla; Ocak ayının
bir açılıp bir kapanan göğüne karşın. Usulca yürür toprağın suyu gövdeye ve
dallara doğru yükselir. Bir sabah uyandığımızda; ilk utangaç çiçekler patlar
ağacın o güzelim dallarında. Sanki her şey ansızın olmuş gibidir; ama o uzun
bir hikâyedir aslında. Binlerce yıllık genlere kazınmış bir hikâye…
Ildırı-Erythrai'de tiyatronun sahne yapısının önünde henüz uyanmamış bademler...
(Ocak-2010)
(Ocak-2010)
Çocukken; bademler erkenden patladığı zamanlarda babamlar hayıflanarak “yazık; yine aldanacak bu badem ağaçları”
derlerdi. Ağaç nasıl aldanırdı; kim aldatırdı onları? Anlayamazdık doğrusu.
Büyüdükçe, bademler ve insanların aldatılması üzerine pek çok şey gördük,
öğrendik. Ama bademin bu korkusuzca; karakışı düşünmeksizin çiçeklenip
donanması yok mu; her zaman biz de yaşama sevincini ateşleyen bir fişek
gibiydi. Hayatın koşturması, sıkıntıları içinde; hele de zemheri günlerini yeni
terk etmişken, bir yol kıyısında ya da dağ başında bir patikadan geçerken;
çiçeğe dönmüş bir badem ağacı ya da çalısı ile karşılaşmak gerçekten bir
başkaydı.
Yunt Dağı'nda Kocaçay yolunda bir badem ağacı
(Mart-2008)
Kocaçay ve üstündeki Osmanlı yapısı taş köprü
(Mart-2008)
Mitolojide ümitsiz aşklarla ilişkilendirilen badem ağacının gerçek
öyküsü de karın boranın engellediği yaşam tutkusunun önünü keser bazen. O
mitolojik öykülerden biri de Trakya Kralı
Sithon’un kızı Phyllis ile Troya Savaşı’ndan dönen Demophon’un nihayete ermeyen aşkında
saklıdır.
Karaburun-Saip köyünde bir badem ağacının altındayız.
(Şubat-2010)
Saip payamları
(Şubat-2010)
Troya Savaşı’ndan dönen Atinalı kahraman Theseus’un
oğlu Demophon, gemilerinin bakımını
yapmak ve bir süre dinlenmek üzere Trakya kıyılarında karaya çıkar. Burada
Trakya kralının evlilik çağına gelmiş güzeller güzeli kızı Phyllis’i görünce ona tutulan Demophon,
bir rivayete göre orada evlenerek; bir başka anlatıma göre ise evlenmeden; ama
mutlaka yeniden sevgilisine dönme sözü ile Trakya’dan gemileriyle birlikte
ayrılır. Limanda Phyllis, Demophon’dan ayrılırken veda anında ona;
Trakya’ya dönme umudunu kaybetmedikçe asla açmaması gereken bir de kutu verir. Demophon’a tutkuyla bağlanan Phyllis, her gün onun gelişini kıyıda
bekler, ancak Demophon bir türlü çıka
gelip sevgilisine dönmez. Aylar ayları, yıllar yılları kovalar. Limana gelen
her gemiden Demophon’un çıkacağı
ümidiyle heyecanlanan Phllyis, büyük
yeisle ve ona kavuşamamanın kederi içinde bu şekilde yaşamaya daha fazla
dayanamaz ve kendini bir ağaca asarak canına kıyar. Bu sırada Demophon, yaşamını Kıbrıs’ta sürdürmektedir ve Phyllis
aklından çıkıp gitmiştir bile. Bir gün Demophon’un
eline Phyllis’in verdiği kutu geçer.
Birden aklına gelir yaşadıkları ve merakına yenilerek kutuyu açar; ama kutunun
içinde bir dehşet saklıdır. Hikâye bu ya; zavallı Phyllis’in kötü kaderi, sanki kutunun içine hapsolmuş gibidir.
Bunun etkisiyle atına atlayan Demophon,
hiç durmaksızın yol alır. O kadar hızlı sürer ki atını bir rivayete göre
Trakya’ya ulaşamadan atı tepe taklak devrilir; Demophon da kendi kılıcının üstüne düşerek orada can verir. Bir
başka anlatıya göre ise; Demophon,
Trakya’ya ulaşır ve Tanrıça Athena’nın
Phyllis’in hüzünlü aşk öyküsüne
acıyarak onu dönüştürdüğü badem ağacına sarılır ve ağlar, ağlar...(3)
Foça-Sazlıca koyunda beyazlara bürünmüş bir badem ağacı
(Şubat-2016)
Foça-Sazlıca; terk edilmiş bir Rum kulesi ve badem ağacı
(Şubat-2016)
Sazlıca bademleri
(Şubat-2016)
Anadolu’nun birçok yöresinde bademe payam
derler. Ne güzel bir isimdir payam. İzmir’de Çatalkaya’nın yükseklerinde her iki denizi de (Urla ve Seferihisar
yönü) gören şirin bir köy vardır; ismi Payamlı’dır.
Çiçekten başlayıp bademe uzanan serüven, bazen karla boranla kesilse de bademin
umurunda değildir bu durum. Gentiğinde saklı bilgi çalışır her zaman; ılık havaları
görür görmez patlar gözelerinden çiçekler. Çatalkaya’nın
derin vadilerine doğru alçalan Payamlı’nın
yamaçları, beyaza boyanır o anlarda. Aynı Payamlı’dan
iki tane de ovada vardır; Gümüldür’e
doğru… Biri Orhanlı-Ürkmez yolunda
dağın eteklerine sokulmuş bir düzlükte, diğeri ise Doğanbey plajlarına gelmeden alçak bir tepenin hemen ardında.
Şimdilerde ise Doğanbey ile Payamlı ismi birleştirilerek sahildeki
sitelerin ağırlıkla temsil ettiği bir yerleşime dönüşmüştür Doğanbey-Payamlı köyleri.
Çatalkaya üstünde Payamlı köyü; uzaktan...
(Aralık-2007)
Akşama doğru batan güneşin kızıllığı Payamlı'nın üstüne vurur.
(Aralık-2007)
Payamın çiçekten sert bademe dönüşünceye kadar geçirdiği serüven de
ilginçtir aslında. Her adımında ayrı bir lezzet saklıdır bu serüvende. Bir
sabah aniden çiçeklenmiş gördüğümüz bademin soğuklardan kırılmadan eriştiği
ikinci aşama, çiçeklerin meyveye dönüşüp çağla olma yolundaki ilerleyiş
zamanıdır. Mart ayı yöresel iklim özelliklerine bağlı olarak içinde bembeyaz
bir özsuyu saklayan çağlanın dişe gelmeye başladığı aydır. Azıcık tuza
bandırarak çağlayı sanki bir erik gibi kütür kütür yemek ne kadar lezzetlidir.
Kimisi rakısına meze yapar çağlayı; kimisi rendeleyip yoğurtlayarak ya da
salata kıvamında yemesini sever. Ama bilmem bilir misiniz; baharın bu erkenci
meyvesi çağladan yapılan enfes bir de yemeği vardır Ege’de. Taze enginar ya da
baklayı andıran; dere otuyla çeşnilendirilip zeytinyağlı ve beyaz renkli olarak
pişirilen bu yemeğin içinde ikiye bölünmüş halde; lokum kıvamındaki çağlaların
tadına doyum olmaz. Eğer yolunuz Mart ayında İzmir’in Kemeraltı Çarşısı’nda; Hisarönü
Camisi yakınlarına düşerse, Mehmet
Davar’ın küçücük lezzet durağı; Bizim
Lokanta’sına mutlaka uğramanız ve bu benzersiz lezzetteki çağla yemeğini
tatmanız şiddetle önerilir. Peki ya çağlanın turşusuna ne dersiniz? O da başlı
başına ayrı bir lezzettir sofralarda. Sarımsak, tuz ve üzüm sirkesi ile mayalanan
çağla turşusu yine benzersiz bir meze olarak sofrada yerini alır.
Gezgin, Karaburun-Küçükbahçe'de çağla lezzet testinde...
(Mart-2016)
Küçükbahçe çağlaları
(Mart-2016)
Gezginler, Küçükbahçe'de bir badem ağacının altında...
(Mart-2016)
Çağlanın yediğimiz dış kabuğu bir süre sonra sertleşerek içi özsu ile
dolu bademin çevresini bir zırhla sarar. Zamanla içindeki özsu giderek
sertleşir ve bademe dönüşür. Ama onu daha bir süre dış kabuğu sımsıkı
saklayacaktır. Datça’da her baharda
sanki bir ayin gibi önce çağlalar toplanır, daha sonra yazın o sıcak günlerinde
(20 Temmuz gibi) ise, sıra dışı sert
mi sert bir kabukla kaplı bademlere gelir; günlerce sabahın ilk ışıklarıyla
sıcağın etkisi henüz koyulaşmamışken, herkes bademliklerine doğru yola çıkar.
Kestane, zeytin silker gibi sırıklarla silkilir badem. Ne zahmetli iştir o
kavurucu sıcaklarda Datça’da badem
silkmek…
Belevi-Kuşini Mağarası yolunda bademler
(Mart-2015)
Foça-Sazlıca'da bir badem ağacı
(Şubat-2016)
Badem ağacı, gözü tok ağaçtır; yaşamını sürdürebilme anlamında, su
istemez ekmek istemez. Dağların başında, ovada ve vadi koyaklarında dirençli
genetiğine yaslanarak ayakta durmaya çalışır, kara borana ve susuzluğa karşı.
Hep direnir; tek istediği bir tımar gibi zaman zaman elinin yüzünü düzeltilmesi
yani budanıp tımarlanmasıdır. Bir de üstünde hayat bulduğu toprağının sürülüp
havalandırılması…
Kemalpaşa-Sinancılar köyü yakınlarında bir badem ağacının önündeyiz.
(Fotoğraf: MYC; Şubat-2016)
Sinancılar bademleri
(Şubat-2016)
Şimdi artık dünya ekonomik sisteminin ülke tarımına dayattığı başka yeni
ürünler (GDO’lu mısır gibi) gündeme
geldikçe, o güzelim badem ağaçlarının işlevi, artık bir tarlanın sınırını
belirlemekten öteye geçmiyor ne yazık ki. Kimse elini sürmüyor meyvelerine;
toplamıyorlar bile. Şu gerçek bilinmelidir ki; zamanında toplanmayan bademler, baharda
çiçek zamanı; o ağaç için büyük bir yüktür artık. Ama zavallı ve cefakâr badem
ağacı, her zaman olduğu gibi genetiğinin kodlarını çalıştırır ve her yıl olduğu
gibi bütün üstündeki yüke rağmen yine de açar çiçeklerini. Ne acıdır; köylünün bahçesindeki
bademlerini, narlarını, ayvalarını ağaçlardan toplayacak mecali kalmadı artık.
Ne kadar dramatik, ne kadar acınası bir durumdur bu. Badem çiçekleri açarken
ovada ve dağlarda birer birer; şimdi düşünme zamanıdır: Nerede yanlış yaptık
acep biz?
Dipnotlar:
(1) Aziz Nesin’in şiiri; Arkadaşım Badem
Ağacı: Sen ağaçların aptalı/Ben insanların/Seni
kandırır havalar/Beni sevdalar/Bir ılıman hava esmeye görsün/Düşünmeden gelecek
karakışı../Açarsın çiçeklerini../Bense hayra yorarım gördüğüm düşü.../Bir güler
yüz bir tatlı söz../Açarım yüreğimi hemen/Yemişe durmadan çarpar seni
karayel/Beni karasevda/Hem de bilerek kandırıldığımızı/Kaçıncı kez bağlanmışız
bir olmaza/Koo desinler bize şaşkın/Sonu gelmese de hiç bir aşkın/Açalım yine de
çiçeklerimizi/Senden yanayım arkadaşım/Havanı bulunca aç çiçeklerini/Nasıl
açıyorsam yüreğimi/Belki bu kez kış olmaz/Bakarsın sevdan düş olmaz/Nasıl vermişsem
kendimi son sevdama/Vur kendini sen de bu güzel havaya
(2) Irene Melikoff, Uyur İdik
Uyardılar, Çeviri: Turan Alptekin, Demos Yayınları, 3.Basım-2006; sayfa: 37
(3) Wikipedia’dan
yararlanılmıştır.
(4) Yazıda belirtilenler dışındaki fotoğraflar, muhtelif
yürüyüşlerde İ.Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu