MONTENEGRO
– KARADAĞ(1)
5 Temmuz
2012
İbrahim Fidanoğlu
Dalmaçya
Kıyıları Karadağ’da başlar
Karadağ’a; Arnavutluk
ile sınırdaş Ulcinj yakınlarındaki
sınır kapısından giriş yaptık. Arnavutluk hariç olmak üzere; hepsi birbirleriyle
akraba Slav kökenli halkların yaşadığı Balkan Devletleri arasında süren
yolculuklarımızda; genelde sınır kapısından geçişlerimiz, kolayca ve kısa
bekleyişlerle gerçekleşti. Tarih boyunca ve yakın geçmişte; birbirleriyle
ittifak yapıp birbirlerinin gırtlağına çöken bu akraba halkların sınır
kapılarında yaşadığımız halleri bizim için manidardı. Bu durumu; bir yandan
akrabalık köklerine, bir yandan da uzun yıllar Yugoslavya Cumhuriyeti çatısı
altında yaşamış olmanın getirdiği alışkanlıklara bağladık.
Budva’ya doğru Karadağlar(2)
Denize paralel bir duvar
gibi uzanan ve bir anlamda ülkeye adını veren ormanlarla kaplı Karadağların
(Lovcen Dağları) Balkanlar’ın iç
alanlarıyla denizin bağlantısını kopardığı coğrafyada; kara ile denizin yeniden
kurduğu ilişki, iklim ve toplumsal hayat bu zemin üzerinde şekillenmiş. Kıyıda
bıraktığı denize paralel dar bir şeridin hemen ötesinde; içerilere doğru
yükselen karstik yapılı dağların içine sokulmuş deniz, pasın demiri yediği gibi
karayı bir iğne oyası gibi işlemiş. İç alanlara doğru denizin nüfuz ettiği
kıvrım kıvrım koylar ve onların neredeyse kapanacakmış gibi duran daracık
boğazları, görülmeye değer eşsiz doğa manzaraları oluşturmuş. Bunun en güzel
örneğini; Kotor Körfezi’nde ve Türklerin bu bölgeye yönelik akınlarını
engellemek için, zamanında zincirle ağzı kapatılan ve bu yüzden günümüzde de
Türk Boğazı diye anılan daracık geçitte görmek mümkündür.
Budva’ya doğru Dalmaçya kıyılarında gün batımı(2)
Adriyatik kıyısında
Dalmaçya sahilleri boyunca ardı arkasına sıralanan Karadağ’ın irili ufaklı
şehirleri, sahil kasabaları ve köyleri her bakımdan bize denizin öbür yakasında
yer alan bir başka kültürün esintilerini sunar. İtalya, Dalmaçya kıyılarından
yaklaşık 80-90 km. uzaklıktadır. Belki de bu jeopolitik gerçek, özellikle
Ortaçağ’dan itibaren; gerek Karadağ ve gerekse Hırvatistan ve Slovenya
topraklarının uzun süre Venedik Devleti’nin nüfuzu altında kalmasını daha iyi
açıklar. Mimari yapılardan halkların müziğine kadar bu etkiyi bugün de görmek
mümkündür.
Karadağ; bugün 13.812 km2
yüzölçümüne, yaklaşık 300 km.lik Adriyatik sahil şeridine ve yine yaklaşık
650.000 kişilik bir nüfusa sahip; Hırvatistan, Bosna Hersek, Sırbistan, Kosova
ve Arnavutluk komşuluğunda, Balkanlar’ın demografik özelliklerine sahip denecek
ölçüde kozmopolit (sadece % 45’i Karadağlı), 2006 yılında bağımsızlığını ilan etmiş
Avrupa’nın en genç ülkesidir. Tarihte ilk olarak İlliryalıların yaşadığı, daha sonraları kuzeyden gelen Slav
akınlarıyla Sırpların etkinlik kazandığı bu topraklarda Karadağlılık diye bir kavramın ortaya çıkışı, herhalde Ortaçağ’da
bu kavimlerin birbirleriyle harman olması sürecine ilişkin bir sonuç olsa
gerektir. Belki de demografik özelliğinden kaynaklanan nedenlerle, Slav ırkının
bütün güzelliklerinin bir anlamda bileşkesini bağrında taşıyan Karadağ
nüfusunun bu yanına tanıklık için, Budva
kıyısında uzanan Barlar Sokağı’nda; Eski Şehir’e doğru kısa bir gezinti
yapmak yeterlidir. Avrupa’nın en uzun boylu insanlarının da Karadağlılar olduğu
gerçeğini bu gezimiz sırasında öğrendik ve aynı zamanda tanıklık ettik. Uzun
boylu olmanın belli avantajlar sağladığı sutopunda da Karadağ ulusal takımının 2008
yılında Avrupa Şampiyonu olduğunu caddelerde yer alan afiş ve yazılardan
öğrendik.
Budva’da kaldığımız otelden sahile bakış
Kısa
Tarihçe
M.S. 5-6.yy.lardan itibaren;
daha önceleri İlliryalıların yaşadığı bu topraklarda görünmeye başlayan Güney Slavları, önceleri bu toprakların
eski sahipleri ve birbirleri ile savaşan küçük prenslikler şeklinde
örgütlenmişler; giderek Sırp varlığının öne çıktığı Slav Krallıkları’na
dönüşerek (Raska, Duklja ve Zeta
prenslikleri) bu toprakların egemenleri haline gelmişlerdir. Ortaçağdan
başlayarak bölgede en güçlü ve zengin devlet konumundaki Venedik’in nüfuzu,
Karadağ topraklarını da etkisi altına almış ve 1797 yılına dek Adriyatik kıyısı
boyunca Lovcen Dağları’nın eteklerinde uzanan bu topraklar, Venediklilerin
egemenliğinde kalmıştır.