melengeç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
melengeç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Aralık 2019 Perşembe

KAYNAKLAR’DAN NİF DAĞI’NA DOĞRU…


21 Kasım 2019
İbrahim Fidanoğlu
Giriş

Bugün Buca’nın hemen arka dünyasında yer alan ve tarih boyunca Nif Dağı’nın eteklerinden doğan bir dizi su kaynağından beslenen derelerle İzmir’e su temin eden Kaynaklar’daydık. İsmiyle müsemma köy; eskiden belediyelik, daha sonraki zamanlarda bir mahalle kavramının içine sıkıştırılmaya çalışılan bu büyük ve tarihi yerleşimin çevresinde doğa yürüyüşçüleri için benzersiz imkânlar sunan vadiler ve dağ yolları mevcut. Bugün onlardan birinde; Kaynaklar köyünün (biz köy demeyi sürdüreceğiz) çevresinde bir yay çizen çınarlar ve kızılçamlarla kaplı bir rotadan yürüdük önce. Sonra daha yukarılarda bulunan bir yangın havuzuna ulaşıp, Nif Dağı’na doğru yönelen bir başka toprak yola saparak epeyce bu yolu takip ettik. Akşama yaklaştığımız bir anda ise, Gökdere Kanyonu’na hâkim bir noktada ve uçurumun kıyısında bulunan bir kireç taşı kütlenin üzerinde yemeğimizi yiyerek dönüşe geçtik. Dönüş yolunda kavuştuğumuz Kaynaklar köyü çevresindeki yayı takip ederek, yürüyüşümüz tamamladık ve saat 17.30 gibi kuzey yönünden köye girdik. Köyün merkezine ulaştığımızda, akşam vakti karanlık bastırmadan Kunduracı Çınarı’nın altındaki kahvehanelerden birinde ancak çay içecek kadar zamanımız kalmıştı. Toplam olarak 20 km.lik rotayı neredeyse 7,5 saatte tamamlamıştık.

 
Kaynaklar sırtlarından Kaynaklar'a ve İzmir'e bakış
(Ekim-2010)

Kaynaklar hakkında

Daha önceki yıllarda bir kez bugünkü rotanın köy çevresini dolanan yay kısmında yürümüş, daha sonraki iki yürüyüşte ise Nif Dağı ile şimdilerde zirvesinde Ege Üniversitesi’ne ait bir rasathanenin bulunduğu Kurutepe’yi birbirinden ayıran vadinin girişindeki Porta’dan (19.yy.da bölgedeki Rumların verdiği isim) başlayarak farklı iki farklı rotayı gerçekleştirmiştik(1). Bu kez ise, daha farklı bir güzergâhı takip ederek Nif Dağı’nın yamaçlarına doğru tırmandık. 

 
Arap Deresi Vadisi'nin kapısı; "Porta"
 (Nisan-2011)

 
Kaynaklar arkasında bir çeşme başı
(Ekim-2010)

 
 Aynı çeşme başı; yıl:2019...
(Aralık-2019)

Kaynaklar köyü, yukarıda da belirttiğimiz gibi İzmir’in en önemli su kaynaklarını barındırıyor. 19.yy.da “Garabunar” şeklinde telaffuz edilen Karapınar, Nif Dağı’nın eteklerinden doğuyor. Daha sonra Arap Deresi ya da bugünkü ismiyle Gökdere Vadisi boyunca doğudan batıya doğru akışını sürdürüyor. Bugün artık bu suların hepsine gem vurulmuş durumda; şehrin 1970’lerden itibaren başlayan çeperlerine sığamayıp kırsalına doğru genişleme dinamikleri, kentin su ihtiyacı açısından kritik bir noktaya taşınmasına neden olmuş. Örneğin bu dinamikler, zaman içinde Bornova’ya su temini kaygısıyla yapılan yatırımlarla kadim Halkapınar Gölü’nün de kuruması ve yok olmasına yol açmış.(2)

  
Arap Deresi'nin bir kolu
(Nisan-2011)

 
"Garabunar"dan gelen su 
(Nisan-2011)

Kaynaklar civarında, İlkçağ’dan kalma iki de gözetleme kalesi bulunuyor. Bunlardan birincisi Gökdere Kanyonu’nun kuzey ucunda yer alan ve bir koçboynuzu şeklinde kuzeye doğru uzanan Gökdere (Sivrikaya) ya da İzmirli’nin Kalesi olarak da adlandırılan kale. Bu adlandırma ise, 19.yy.da İzmir’in suyolları üstüne bir harita hazırlamış olan Georg Weber’e ait. Smirli / İzmirli yöresindeki bu kale, harita üzerinde yalnızca “kaleh” olarak anılmış ve yükseklik olarak 400 metre işaret edilmiş.(3)

 
Gökdere Kanyonu ve en arkada Kaynaklar Kalesi'nin bulunduğu tepe
(Nisan-2011)

 
Gökdere ya da İzmirli'nin Kalesi
(Ocak-2011)

  
Gökdere Kalesi; yüzeyde pek de bir şey yok. 
(Ocak-2011)

İ.Ö. 6 yy.dan 4.yy.a kadar kullanılmış olduğu tahmin edilen kalenin eteklerinden Arap Deresi dolanarak, bugünkü Gökdere köyünden aşağılara doğru akar. Kavaklıdere ile birleşen Arap Deresi, bu noktadan itibaren, bugün Bornova’daki Sanayi Sitesi’nin kıyısından geçerek denize ulaşan Manda Çayı adını alır. Bu çaya, Ortaçağ’da; şimdiki Kurutepe üzerinde olduğu düşünülen ve İzmir civarındaki birçok dönemsel yerleşim adlarını bize haber veren Lembos Manastırı kayıtlarında Mantaya ismi verilmekteydi.

 
Kaynaklar Kalesi'nde bir Hellenistik duvar parçası
(Ersin Doğer, İzmir'in Smyrna'sı; Resim-20)

 
Kaynaklar'ın arka dünyası; Porta'dan ötesi...
(Nisan-2011)

Diğer kale ise; Nif yönünde doğuya doğru uzanan, aynı vadideki bir kireç taşı kütlenin üzerinde konumlanmış Kaynaklar Kalesi’dir. İzmir’in Smynra’sı isimli değerli kitabın yazarı Prof. Ersin Doğer’e göre; bu her iki kale de, Smyrna ve Ephesos yolunun kontrolünün sağlanması için yapılmış olmalıdır. Bundan başka Kaynaklar köyünün üzerindeki sırtlarda yer alan iki gözetleme kulesi ise, yine aynı işleve dönük olarak inşa edilmiş olmalıdır; Kaynaklar-1 ve Kaynaklar-2 kuleleri…

 
İ.Ö. 1.binde (Arkaik, Klasik ve Hellenistik Çağlar) İzmir ve civarı
(Ersin Doğer, İzmir'in Smyrna'sı; Harita:2) 

Ersin Doğer, İzmir’in güney sınırını kontrol eden kaleler ile ilgili olarak şu bilgileri aktarıyor:

“İzmir çukurunun güney sınırı Nif Dağı, Kokluca Tepeleri ve Tekke Dağı arasında Arap Deresi ve Meles Çayı tarafından oyulmuş iki vadi yoluyla Küçük Menderes Havzası’na geçit vermekteydi. Arap Deresi’nin açtığı vadiyle başlayan güneydoğu geçidi Işıklar (şimdiki Işıkkent-İF)-Gökdere’den güneye modern otoyol yönünde ilerlemekte, yaklaşık 30 kilometrelik bir rota ile Ayrancılar’a ulaşmaktaydı. Bu rota üzerinde görülen Sivrikaya-Kaletepe, Kaynaklar Kalesi, Kırıklar köyünün kuzeybatısındaki Kaletepe üzerindeki 1 ve 2 numaralı gözetleme kuleleri, Demirci-Çakraktepe ve Kocadağ Kaleleri Pers yönetimi altındaki savaş dolu yüzyıllarda İzmir’e güney-güneydoğudan yaklaşımı kontrol etmiş olmaktaydı.”(4)

 
Sırtlardan İzmir'e bakış
(Nisan-2011)

 
Kurutepe
(Nisan-2011)

Yüzlerce yıllık yaşlı çınar ağaçlarının oluşturduğu, bunun altına yayılmış masalarıyla bir konfor alanı manzarası sunan Çınaraltı Meydanı, kuzeye, batıya ve güneye genişleyerek büyük bir kasaba niteliği kazanmış Kaynaklar’ın kalbini oluşturur. Hele burada şimdi mevcut olmayan, ancak yıllarca ana gövdesindeki bir büyük oyuğun içindeki küçük bir kunduracı dükkânının varlığı nedeniyle Kunduracı Çınarı adıyla anılan 1000 yaşını geçkin anıt çınar ağacı benzersizdir. Kunduracı Çınarı, belki de Bayındır-Kızıloba köyünün yakınlarındaki Aslan Kavağı(5) ismiyle bilinen anıt çınar ağacından sonra bölgedeki en yaşlı ve en muazzam ağaç olarak tanımlanabilir.

 
Kaynaklar; Kunduracı Çınarı ve kahvehaneler
(E.Gündoğan)

 
Kızıloba'daki Aslan Kavağı
(Kasım-2014)

 
Gezgin cüssesiyle ölçeklendirilmiş Aslan Kavağı
(Kasım-2014)

Buraya yaz-kış demeden yakın çevreden gelen insanlar, çınarların altındaki masalarda köylülerin hazırladığı yiyecekleri, kahvehanelerden gelen çay ve benzeri içeceklerle tüketerek vakit eylerler. Köyün doğu yönündeki dere ve onun doğu, kuzey ve güney yönündeki yamaçları boyunca yükselen vadi ise, doğa tutkunlarına mevsimine göre binbir güzellik sunar. Doğuya doğru vadinin içinden ilerleyen patikaların köyü çepeçevre dolaşan toprak yol düzleminde ve güneydoğu yönünde ulaştığı yer ise, yine çınar ağaçlarıyla kaplı bir başka benzersiz alandır. Çınar ağaçlarının altında dağdan gelen suyun doğa tutkunlarına sunulduğu iptidai çeşmeden kana kana su içmeden geçmek asla mümkün değildir.

 
Kaynaklar sırtlarına doğru; yolun başındayız.

Yürüyüşün Hikâyesi

Saat 9.30 gibi Kaynaklar-Çınaraltı’nda bugünkü yol arkadaşım Erdal ile buluştuk. Belki de İzmir’in en yüksek yerlerinden birisi olması nedeniyle, erken saatlerde sabah ayazı etkiliydi Kaynaklar’da. Meydana bakan kahvehanelerden birinde adet olduğu üzere; sabah kahvelerimizi yudumlayarak başladık güne. Saat 10 gibi köyün doğu çıkışında yer alan bir merhum dağcının heykelinin bulunduğu düzlükten başlayarak, köyün etrafında bir yay çizecek güzergâhımıza vasıl olduk.

 
Kaynaklar sırtları; kızılçamlarla kaplı...
(E.Gündoğan)

Köyün çıkışındaki toprak yol, bizi bazı çiftlik evleri ve kır lokantaları arasından doğuya ve yukarılara doğru taşıdı. Yukarıdan gelen küçük bir dereciği takip ederek ulaştığımız ilk yol sapağına dek, insanlar tarafından dereciğin içine ve makiliklerin derinliklerine bırakılmış çöp yığınlarıyla karşılaştık. Bütün doğa yürüyüşlerimizdeki rastladığımız bu manzara, köyün hemen yakınlarında yine karşımıza çıkmıştı. Üzüntü verici bir durumdu; içinde yaşadığı doğaya karşı kayıtsızca sürdürdüğü bu acımasız tutumu nedeniyle insanoğlunun zavallılığına hayıflandık doğrusu. Ümitsiz vakaydı “büyük insanlık”…

 
Çınarlı vadi
(E.Gündoğan)

  
Kaynaklar sırtlarında rastladığımız bir keçi sürüsü
(E.Gündoğan)

Kuzey yönünde biz yürüdükçe derinleşen bir vadide, baharla daha da zenginleşen bir dere ve kızılçamlardan melengeçlere, pırnar meşelerinden çınarlara dek genişleyen; türlü ağaçlarla bezenmiş zengin bir bitki örtüsü vardı. Bir süre sonra Kırıklar köyü yönüne doğru yönelen bir başka sapağı daha arkamızda bıraktık.

  
Sırtlardan Kaynaklar'a doğru bakış
(E. Gündoğan)

 
Çınarlı Vadi
(Ekim-2010)
 
Kaynaklar köyünün arkasında; doğu yönünde genişleyen vadinin çevresinde sürdürdüğümüz yürüyüşümüz sırasında, çeşmeler ve çınarlarla kaplı sel yataklarından geçtik. Vadinin kıyısında bir dizi nar ağacının bütün meyveleri çatlamış ve yerlere dökülmüştü. Yıllar önce buradan bir kez daha geçerken bu narların tadına bakmıştık. Ama şimdi aynısı mümkün değildi.

 
Bir konfor alanı; çınarlarla kaplı vadiden bir başka görünüm
(Ekim-2010)

Bir süre sonra, yolda karşılaşıp kısa bir sohbet yaptığımız Bucalı bir ailenin sözünü ettiği dut ağaçlarının bulunduğu bir düzlüğe eriştik. Onlardan öğrendiğimize göre, bu karadut ağaçlarının meyvesi oldukça lezizdi. Yer yer vadiye doğru uzanan kireç taşından kayalıklar vardı. Dut ağaçlarının altında buralara bizden önce erişmiş bir grup, sofrasını kurmuştu bile. Selamlaşıp yola devam ettik.

 
Kızarmış melengeçler
(E.Gündoğan)

 
Dutlu Vadi
(E.Gündoğan)

Dutların bulunduğu alanı biraz geçince, doğuya ve Nif Dağı’na doğru yönelen bir yol sapağına geldik. Yukarıdan gelen bir başka yürüyüş grubundan yolun nereye ulaştığı konusunda yeterli bir bilgi alamamakla birlikte, yukarılarda bir yangın havuzu ve çeşmenin olduğunu öğrendik. Biz de bu bilgi ışığında, sapaktan yukarıya doğru yürümeye başladık.

 
Yangın havuzunun altındaki çeşme ve çınarlar
(E.Gündoğan)

 
Zehra Gökçeoğlu Çeşmesi
(E.Gündoğan) 

Yangın havuzuna gelinceye dek betondan yapılmış iki orman çeşmesi daha geçtik. Tatlı bir meyille yükselen yol, bir süre sonra bizi çınarlarla kaplı bir çeşme başına ulaştırdı. Toprak yolun altında; yine çınar ağaçlarıyla kaplı, mükemmel bir düzlük ve piknik alanı mevcuttu. Çeşmenin suyu ise oldukça lezzetli idi. Üzerinde “Kırcaali Yelciler köyünden Zehra Gökçeoğlu hayratıdır” yazısı okunuyordu. Vesile olanların ruhlarına bir selam göndererek, mataralarımıza su takviyesi yaptık güzelim çeşmeden. Çevre, yürüyüş gruplarının hassasiyeti sayesinde oldukça temizdi. Zaten yol boyunca uğradığımız bütün çeşme başları ve çınarlarla kaplı konfor alanlarında, insanları çöplerini bırakmamaları yönünde uyarıcı bir dizi levha da görmüştük. Büyük olasılıkla bu levhalar, buralara çevre dostu doğa yürüyüşçüleri tarafından bırakılmıştı.

 
Kaynaklar yangın havuzu
(E.Gündoğan)

Yangın havuzu, çeşmenin bir üst düzlemindeki; çevresi tel örgülerle çevrili bir düzlükte yer almaktaydı. Etrafından dolaşarak Nif yönündeki tırmanışımızı sürdürdük. Önümüzdeki beli aşınca, tamamen kızılçamlarla kaplı ıssız bir dünya ile karşı karşıya geldik. Sık bir ormanın içinde ve yapayalnız yürümekteydik. Çevremizde alakargaların ve zaman zaman vadiye doğru dalış yapan kuzgunların haykırışları dışında hiç ses yoktu. Önce inişle süren yürüyüşümüz, daha sonra; yıllar önce yürüdüğümüz Çocuktumarı Tepesi’ne doğru ilerlediğini düşündüğümüz dik rampalarla devam etti.

 
Farklı tonda melengeçler
(E.Gündoğan)

Bir süre sonra önümüzdeki ikinci beli de aştık; Nif Dağı hala görünmüyordu önümüzde. Yeni bir vadiye ve onun çevresinden dolaşan bir başka “yay”a gelmiştik yine. Uzun bir süre bu vadinin kıyısı boyunca yürüdük. İleride sağa doğru bir sapak, Kırıklar yönüne inen bir başka yolu işaret ediyordu bize. Solumuzda ve daha yüksek bir kotta Çocuktumarı Tepesi göründü nihayet. Ama zaman artık oldukça ilerlemişti. Bu çıkışın, karanlık basmadan gerçekleştirilmesi gereken bir de inişi vardı. Üstelik de aşağılarda yarım bıraktığımız Kaynaklar köyünün çevresindeki “yay”ın tamamlanması gibi bir görevimiz de bulunmaktaydı daha. Bu nedenle yemeğimizi yiyebileceğimiz manzaralı ve vadi kıyısında bir kayalığı bulunca durduk. Üstelik bir tekneye boşalan hortumdan ibaret bir çeşmemiz de vardı yanı başımızda. Hemen uçurumun kıyısındaki kayalığın üzerine soframızı kurarak, gecikmiş öğle yemeğimizi çok uzaklardaki Gökdere Kanyonu ve Kaynaklar Kalesi’nin de içinde bulunduğu, gerçekten görülmeye değer bir manzaraya karşı yedik.

 
Yemek yediğimiz yerden Gökdere Kanyonu ve Kaynaklar Kalesi'nin bulunduğu vadilere ve İzmir'e doğru bakış
(E. Gündoğan)

Artık burası, dönüş için bir başlangıçtı. Çocuktumarı Tepesi’ne birkaç kilometrelik yolumuz kalmıştı, ama oraya yürüsek, çok gecikecektik. Yine geldiğimiz rotayı takiben Kaynaklar köyünü arkadan çeviren vadinin sınırlarına dek indik. Ama buradan itibaren daha neredeyse 5-6 km.lik bir mesafemiz daha kalmıştı köye. Vadiye inen birtakım patikalar bizi kışkırtsa da, kuzeye doğru dönen toprak yoldan hiç ayrılmadık. Yanımızdan birkaç traktör ve kamyonet geçti köye kadar.

 
Gezgin, yol üstündeki bir başka çeşme başında... 

Rakım alçaldı yavaş yavaş; sonunda Kurutepe ile Nif Dağı kütlesini birbirinden ayıran Arap Deresi vadisinin giriş kapısı diye nitelediğimiz Porta’nın çıkışına ulaştırdı bizi toprak yol. Yıllar önce yürüdüğümüz buralar oldukça değişmiş, yer yer inşaatlara alan açmak amacıyla zeytin ağaçları kesilmiş, geniş bir alanda teras duvarlarıyla çevrili inşaat alanları oluşturulmuştu. Gördüğümüz manzaradan edindiğimiz izlenime göre; herhalde içinden geçmekte olduğumuz ekonomik koşullar nedeniyle işler bir süredir sürüncemede kalmış olmalıydı. Çevrede de bir sürü kır evi ya bitmiş ya da inşa halindeydi. Bu manzara Kaynaklar havalisi için hiç de iç açıcı değildi. Ama ne yazık ki, İzmir’in kadim su kaynaklarının bulunduğu bu doğa harikası topraklar da büyük bir yapılaşma baskısı altındaydı; her yerde olduğu gibi.

 
Kaynaklar sırtlarında...
(Ekim-2010)

Bir süre sonra köyün ilk evlerine ulaştık. Kaynaklar’a köyün eski camisinin de bulunduğu kuzeydeki bir sırtını takip ederek indik. Sırtın başlangıcında arabasını yıkamakta olan bir delikanlı, teypten gelen ve can yakıcı feryatlarla sürmekte olan bir arabesk konseri neredeyse bütün mahalleye dinletmekteydi. Keyfine diyecek yoktu doğrusu. Yanından geçip gittik.

  
Kaynaklar dünyasına veda... 
(Ekim-2010)

Çınaraltı Meydanı’na ulaştığımızda saat 17.30 civarıydı. Neredeyse akşam olmak üzereydi. Doğanın içinde gördüğümüz kötü manzaraları kafamızdan silmeye çalışarak, meydana bakan kahvehanelerden birinde yorgun çaylarımızı içtik Erdal ile. Güzel bir günü daha doğada geçirmiştik keyifle. Ne mutlu bize… Ne mutlu yürüyebilenlere…

Dipnotlar:
(1)   Kaynaklar Porta-Arap Deresi yürüyüşü ve İzmir’in su kaynakları ile ilgili bilgiler için bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2011/11/kaynaklar-porta-kapi-karapinar-nif-onu.html ile Kaynaklar Porta-Çocuktumarı yürüyüşü için bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2014/01/kaynaklar-cocuktumari-mevkii-nif-zirve.html
(2)  Halkapınar Gölü’nün doğuşundan yok oluşuna dek öyküsü ve hakkındaki diğer bilgiler için bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2012/06/izmirin-kayip-golu-halkapinar.html
(3)  Arkeolog Şükrü Tül; Ebruli Turizm için hazırlanan; İzmir’in Kaleleri isimli gezi notu; Ocak-2011
(4)  Prof. Ersin Doğer; İzmir’in Smyrna’sı, Paleolitik Çağ’dan Türk Fethine Kadar, İletişim Yayınları, 1.Baskı, 2006-İstanbul; sayfa: 86-87
(6)    Fotoğraflar, belirtilenler dışında İ.Fidanoğlu tarafından çekilmiştir. Tarih belirtilmeyen fotoğraflar, yürüyüş gününe aittir.

Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC

21 Aralık 2017 Perşembe

ŞEHRİN KIYISINDA; ANSIZCA KANYONU’NDA…



14 Aralık 2017
İbrahim Fidanoğlu
 Giriş

Ansızca köyü, Spil Dağı’nın eteklerinden Bozdağlar’ın en batıdaki uzantıları Mahmut Dağı ve Nif Dağı’na dek uzanan Kemalpaşa Ovası’na kuzeyden bakan bir dizi Yörük yerleşiminden biridir. İzmir ile Anadolu’nun içlerine doğru sokulan onun arka dünyasını birbirine bağlayan Belkahve Geçidi’ni geçerek ulaşırsınız bu havzaya. Ovadan tatlı bir eğimle Spil’e doğru yükselen topografya, Ansızca ile Yenmiş köyleri arasında yaklaşık 2 km uzunluğunda; giderek derinleşen ve daralan kireç taşından dev bir yarığa dönüşür. İşte bunun adı Ansızca Kanyonu’dur. Kanyonun diğer ismi, Kapuzbaşı Kanyonu olarak bilinmektedir.

 
Ansızca Kanyonu'na yukarıdan bakış 


Yürüyüş rotası; 9 km. (harita için tıklayınız)
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)

Ansızca köyü

Ansızca köyü, Sancaklı Yörüklerinin; Spil’in güney yakasına sıralanmış birçok köy gibi yüzyıllar önce gelip yerleştikleri yerlerden biri. Köyün ismi, arasında yer aldığı iki sırtın ardından ansızın ortaya çıkıvermesi ile ilintili olsa gerek. Köyün arkasından Spil’e doğru tırmanan bozuk asfalt yol üzerinde kızılçamlar altında bulunan bir dede mezarı, köylülerin hafızasında kuruluş günlerinin hatırasını yaşatıyor olmalı. Çam Dede ismiyle anılan bu yatırdan başka köyde bir diğer dikkat çekici mekân, muhtarlık binasının arkasındaki sırtta bulunan bir anıtsal melengeç ağacının çevresi… Köylülerden öğrendiğimize göre; ortalıkta bir mezar izi olmamasına rağmen, burada da bir yatırdan söz ediliyor. Kanyona doğru zeytin silkerken rastladığımız Ansızca köyünden Kuyucu Veli’nin anlattıklarına bakılırsa; köylüler tarafından bu ağacın çevresine belli bir kutsallık atfedilmiş durumda. Kanyon dönüşü uğradığımız melengeç ağacının altında bir süre biz de oyalandık. Şimdilerde Kemalpaşa Belediyesi, bu ağacın çevresini bir çocuk parkı haline getirmiş ve dinlenme amaçlı birkaç bank yerleştirmiş.

 
Ansızca köyü

 
Spil yolunda rastladığımız  Ansızca köyü yakınlarındaki Çam Dede

 
Gezginler, Ansızca köyünün hemen doğu arkasında yer alan anıtsal melengeç ağacının altında...

 
Köyden Ansızca Kanyonu'na doğru...

Köyün eski muhtarından öğrendiğimize göre; köyde yaklaşık 350 hane var. Bu da yaklaşık 900-1000 kişilik bir nüfusa karşılık geliyor. Eskiden köyün nüfusu epey kalabalıkmış. Yaklaşık 3000 civarında bir nüfustan söz ediliyor. Şu anda bile köyün meydanında yer alan üç kahvehane, yerleşimin geçmişten günümüze aktarılan büyüklüğüne işaret etmesi bakımından önem arz ediyor. Köyde 1980’li yıllardan beri yoğunlaşan ve İzmir’in bir dönem çeperinde yer alan Altındağ, Gültepe ve Çamdibi gibi semtlerine yönelen genç nüfusun göçü söz konusu. Köylünün anlatımına göre; tarımsal faaliyetlerin ülke çapında yeterince desteklenmemesi ve özelinde Kemalpaşa Ovası’nın giderek sanayi ağırlıklı olarak değerlendirilmesi sonucunda, ilk adımda düzlüklerde yürüyen bağcılık faaliyetleri sona ermiş. Bütün bağlar bozulmuş. Şimdi köyde tarımsal faaliyet adına zeytin, kiraz üretimi ile hayvancılık ön planda yer alıyor. Kiraz bahçeleri daha çok Spil’e doğru Ansızca Kanyonu’nun üst düzleminde ağırlık kazanmış. Daha alçak yamaçlarda ise yoğun olarak zeytinlikler mevcut.

 
Köyün alametifarikası anıtsal melengeç ağacı

 
Ansızca köyünün merkezi; kahvehanelerin önü

Ansızca Kanyonu

Ansızca Kanyonu, Ansızca ile Yenmiş köyleri arasında; Ansızca’nın hafifçe kuzey doğusunda yer alıyor. Kanyona ulaşmak için doğu yönünde zeytinlikler arasına doğru ilerleyen ve köyün alâmetifarikası gibi duran anıtsal melengeç ağacının yakınlarındaki bir toprak yoldan yürümek gerekiyor. Bayır aşağıya birkaç kilometrelik bir yürüyüş sonrasında kanyonun güney yönündeki başlangıcı diyebileceğimiz dere yatağına ulaşılıyor. Yapraklarından kurtulmuş hayıt çalılarıyla kaplı dere yatağında suyun en az olduğu bir dönemde kanyona gelmemizden olacak; kanyonun daraldığı bir iki nokta dışında neredeyse suyla hiç karşılaşmıyoruz.

 
Gezginler, kanyona doğru yürürken...

 
Ansızca Kanyonu'nun başlangıcı; dere yatağı

 
Ansızca Kanyonu'nun derinliklerine doğru...

  
Kanyonda rastladığımız ilk mağara oluşumu

 
Dağa Kaçtım gezginleri, kanyonda... 

Spil Dağı’nın kireç taşı ağırlıklı yapısından dolayı bu dağ kütlesinin muhtelif yerlerinde bu tür kanyon oluşumları mevcut. Bunlardan bir tanesi de Damlacık köyünün arkasında yer alan kanyon… Ansızca Kanyonu’nun yaklaşık 2 km kadar süren ilk bölümü, yer yer 500 metrelik bir derinliğe sahip. Kanyonun iki duvarının birbirine iyice yaklaşarak daraldığı bazı yerlerde ise; vadi dibindeki genişlik, yaklaşık 1,5-2 metreye dek azalıyor. Bir süre sonra Spil yönünde genişleyerek bir vadiye dönüşen Ansızca Kanyonu daha aşağılardaki o hırçın görünümünden uzaklaşıyor.

 
Ansızca Kanyonu; ilk bölüm

 
Gezgin, Ansızca Kanyonu'nun daralan bölümlerinden birinde...

Kanyonda yürürken tepemizde uçan kuzgunların çıkarttığı sesler dışında ortalık ıpıssızdı. Dere yatağında rastladığımız hayıtlar, melengeçler, ak kesme çalıları, pırnar meşeleri kanyonun dibindeki bitki örtüsünün en önemli unsurlarıydı. Suyun parlattığı irili ufaklı taşların üzerinden yürümek, elbette pek konforlu değildi; ancak yine de keyifle yürüdük kanyon boyunca. İki yanımızda birer duvar gibi yükselen kanyonun iki yüzünde, kireç taşı malzemenin suyun etkisi sonucu erimesiyle ortaya çıkmış mağara oluşumlarına rastladık. Özellikle öğleden sonra arabayla devam ettiğimiz Spil yolundan ayrılarak ulaştığımız Ansızca Kanyonu’nun üst düzleminden görünen kemerli mağara oldukça ilginçti.
 
 
Kanyonun dibinde biriken dere kumu dikkat çekiciydi.

 
Ansızca Kanyonu'nun en dar yerlerinden birindeyiz.

 
Kanyonda su olan yerleri böyle geçtik.

 
Biz kızılçamlara doğru yürürken kanyon kuzeye doğru devam ediyordu. 
 
Yaklaşık 2 km kadar kanyonun içinden yürüdükten sonra yürüyüş grupları tarafından işaretlenmiş bir patikayı takip ederek kanyondan çıktık ve kızılçamlarla kaplı bir sırta doğru tırmandık. Köy fazla uzakta değildi. Yemeğimizi, yürüyüşe başladığımız toprak yolun içinden geçtiği zeytinliklerle kaplı bir sırtta yedik. Çevremizde tarlalardan köylülerin zeytin silkme sesleri geliyordu. Aşağıdan bizi gören bir köylü yanımıza geldi. İsmi Yusuf idi; Ansızca köyündendi. Zeytinlik onunmuş; bir süre kendisiyle sohbet ettik. Tarımın düşürüldüğü çıkmazdan ve köylünün çaresizliğinden söz etti. Ona göre hiçbir şey para etmiyordu. Tarımsal faaliyetler için yeterli su yoktu. Spil’in sularını toplamaya yönelik olarak vadide yapılması öngörülen sulama barajı, onlar için bir ümit ışığıydı. Ancak bu barajın kanyona ve çevresindeki dokuya nasıl bir etkisi olacaktı; doğrusu biz de onu merak ettik.


 
Ansızca köyü muhtarlık binası ve tarihi dibek taşları

Yemekten sonra bir süre köyün merkezindeki kahvehanelerden birinde kahve molası verdik. Karşımızdaki muhtarlık binasının avlusunun kıyısına beş tane dibek taşı diziliydi. Çok eski zamanlardan kalma bu taşların içinde büyük olasılıkla bulgur dövülmüştü. Kahvehanede birkaç yaşlıdan başka kimsecik yoktu. Onlarla kısa süren bir sohbet sonrası Spil’e doğru hareket ettik.


 
Spil yolundan Ansızca Kanyonu'na doğru ilerlerken; önümüze bu atış poligonu çıktı.


  
Yenmiş köyü civarındaki Cennet Yolu Mezarlığı'nda bu yazı ile karşılaştık.

 
Ansızca Kanyonu'na doğru...

Pomak köyü Beşpınar’ın görüş alanımız içine girdiği bir noktada yol iki çatala ayrıldı ve bozuk asfalt burada bitti. Bundan ötesi toprak yoldu. Yukarıda Ansızca köyünün kirazlıkları vardı. Biz Ansızca Kanyonu’nu bir de yukarıdan görmek amacıyla kanyonun hemen üst düzleminde yer alan ve uzaktan bir koloniyi andıran kireç taşı kayalıklara doğru yürüdük.

 
Ansızca Kanyonu'na yukarıdan baktığımız Spil yolundan Kemalpaşa Ovası'nın görünümü

 
Kanyona doğru inen düzlük

Bulunduğumuz bayır tatlı bir eğimle kuzey doğuya; kanyonun vadiye doğru açılan ağzına yöneliyordu. Bizim amacımız kanyonu yukarıdan izlemekti. Son yağmurlarla yemyeşil bir çayır halini alan bayırın vadiye doğru alçalan bölümünde doğu-batı eksenli bir atış poligonu dikkatimizi çekti. Atış poligonu olduğunu yerdeki boş mermi kovanlarından ve plastik hedef artıklarından anlamıştık. Ortalık, bunların artıklarıyla bir pislik denizine dönmüştü. Doğanın bu güzelim köşesini ne hale çevirmişlerdi? Anlaşılır gibi değildi. Bu dağ başında yine canımızı sıkacak bir şeyleri bulmuştuk işte. Kızsak mı; çaresizliğimize üzülsek mi bilemedik ve kanyona doğru yürüdük.

Doğanın bağrında bir meşe ağacı; yanında bir ahlat ve diğerleri...

 
Atış poligonu ve onun neden olduğu çevre kirliğinin resmidir.

 
Bu pisliğe ne demeli?

 
Ansızca Kanyonu; arkada solda kemerli mağara...

 
Dağa Kaçtım gezginleri, Sakarkaya'da; Ansızca Kanyonu'nun kıyısında...

 
Ansızca Kanyonu; bütün hırçınlığıyla güneye doğru uzanıyor.

Kanyonun kıyısındaki kireç taşından kayalıklar (Sakarkaya) oldukça gösterişliydi. Ama esas manzara hemen uçurumun kıyısındaydı. Yüzlerce metre aşağılardaki kanyonun dibinin görünümü gerçekten benzersizdi. Bir süre bir kayanın üstüne ilişerek bu manzarayı doya doya seyrettik. Seyir esnasında, kanyonun karşı yakasında; girişi bir kemeri andıran mağarayı fark ettik. Buradan ona ulaşmamız imkânsızdı, ama biz ona kemerli mağara adını verdik. Kalkerli kayaların arasından hayat bularak çıkan bir ardıç ağacı, meyvelerini kanyona sunarcasına sanki başını uzatmıştı uçuruma doğru. Biraz ileride meşeler, ahlat armutları; onun dallarına yapışarak özsuyunu emen asalak ökse otları, yamacın aşağılarına doğru yoğunlaşan kızılçamlar çevremizdeki bitki örtüsünün dikkati çeken diğer unsurlarıydı.

  
Gezginler, Anzısca Kanyonu'nun üst düzleminde; Sakarkaya üstünde...

 
Uçurumun kenarındaki ardıç ağacı

 
 Bu da meyveleri...

 
Ansızca Kanyonu; yukarıdan...

 
Ahlat ağacı ve onun asalağı ökse otu; ahlatın dalına nasıl yapışmış!

 
Kanyonda başka mağaralar

 Gezginler, Ansızca Kanyonu'nun kıyısında...

Bir başka zamanda kanyona doğru alçalan bu yamaçlardan başlayan bir yürüyüş yapmayı planlayarak Ansızca Kanyonu’na komşu; kireç taşı kütlenin yanından ayrıldık. Vakit akşama yaklaşmıştı. Artık İzmir’e dönüş zamanıydı. Yeniden geldiğimiz yolu takip ederek önce ovaya; daha sonra da bizi İzmir’e ulaştıracak olan İzmir-Ankara otoyolunun Kemalpaşa’ya kadar açılmış olan ilk bölümüne vasıl olduk.

Dipnotlar:
(1)     Fotoğraflar, gezi sırasında M. Yavuzcezzar tarafından çekilmiştir.



Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC