yeniköy etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yeniköy etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Şubat 2025 Cumartesi

ÇATALKAYA’NIN ETEĞİNDE; MENDERES’İN DİBİNDE, “KÖPEKLERİN GÜNÜ”NDE…

YENİKÖY’DE; BALABAN GÖLETİ ÇEVRESİNDE DOLAŞTIK.
 
30 Ocak 2025
İbrahim Fidanoğlu
 
Sabah vakti Yeniköy’de…
 
Bugün Menderes’in Kuyucak köyünün eski yerleşiminden gelen 5 aile tarafından kurulan (1) Yeniköy’den hareket ederek, köyün kuzeybatısındaki yemyeşil bir dünyada Balaban Göleti çevresinde yürüdük. Sabahleyin 9 civarında Bornova’dan Menderes’e doğru hareket ettik. Menderes-Gümüldür-Ahmetbeyli yolundan Yeniköy ve Ürkmez yönüne döndük. Bir zamanlar ülkenin gözbebeği kuruluşlarından olan Etibank’ın sahipliğindeki perlit işletmelerinin özelleştirme kapsamında yeniden ayağa kaldırılması sonrasında, yeni sahipleri tarafından işletilen Pomza Export Madencilik Sanayii ve Tic. A.Ş. Yeniköy Perlit Tesisleri’nin (2) önünden geçtik. Özelleştirme öncesi buralar uzun süre viranelik halinde kaldı. Lojmanlar ve diğer tesisler neredeyse yıkıntıya dönmüştü. Sonra toparlandı anlaşılan. Tesis, şimdi harıl harıl çalışıyordu. Fabrika alanının hemen yakınlarında ise, atış poligonları vardı. Yeniköy civarında yürürken çok uzaklardan duyduğumuz atış sesleri hiç eksilmedi.
 
Balaban Göleti
(Şubat 2025)

Yürüyüş boyunca bizimle beraber yürüyen can dostumuz "Can"...
(Şubat 2025)
 
Sabah vakti; Yeniköy'de yürüyüşün başlangıcında...
(MYC; Şubat 2025)
 
Saat 10 gibi Yeniköy’e girdik. Arabayı caminin yanındaki bir otoparka bıraktık. Hemen yürüme niyetiyle kuzeye doğru açılan bir sokağın başına ilerledik. Sokağın girişinde bizi iki köpek karşıladı. Bunlardan birinin başını okşayıp biraz ilgi gösterince, o köpek hemen peşimize takıldı. Ama ne takılış; bütün güzergahı gün boyu birlikte gezdik. Üzerine başka yol arkadaşları; başka köpekler daha geldi. Evlerin ve bahçelerin yanından geçerken hırçın köpeklerin saldırısına göğüs gerdi; ısırdı, ısırıldı; ortalık bağırış çağrış içinde “köpeklerin günü”ne döndü. Biz de ona Can dedik; yemeğimizi ve sevgimizi paylaştık. Günü birlikte geçirdik sonuç olarak.
 
Takviyeli yürüyüş ekibi, köyün çıkışında Balaban Göleti yolunda...
(MYC; Şubat 2025)
 
Dağa Kaçtım gezginleri ve Can; Balaban Göleti civarında...
(Şubat 2025)
 
Yeniköy’den Balaban Göleti’ne doğru…
 
Köyün kuzeybatı çıkışındaki Alaca Tepesi’ne doğru peşimize takılan iki köpek ile birlikte yürümeye başladık. Kahverengi köpek kısa süre sonra yanımızdan ayrılarak yeniden yolun başına doğru gitti. Ama kırçıllı ve boz renkli diğeri, bizimle yürümeye devam etti. Köyün sokakları arasından ilerlerken, avlulardaki köpekler canhıraş havlamalarıyla bizim köpeğin geçişinden mutlu olmadıklarını belli ettiler. Ama esas kapışma köyün çıkışından başlayıp Alaca Tepe’ye doğru ilerleyen toprak yolun bir kavşakla nihayetlendiği yerde oldu. Köyün çıkışında sağda solda çok sayıda kır evleri vardı. Bunlardan geniş avlulu bir tanesinin önünden geçerken, avludan fırlayan bir siyah köpek ansızın bizim Can’a dalıverdi. Ne olduğunu anlayamadık bile. Zavallı hayvancığın sağ kalçasına dişlerini geçirdi; bizimki de ona yanıt verince, tam bir it dalaşına döndü kavga. Neyse ki kısa sürede iki köpeğin dövüşü sona erdi ve siyah köpek bizimkinin karşı saldırısı karşısında geri çekilerek geldiği yere döndü.
 
Yeniköy'den çıkarken...
(Şubat 2025)
 
Sabah vakti Yeniköy sokaklarında; avlulardan köpek sesleri yükseliyor.
(MYC; Şubat 2025)

Köyden ormana doğru; uzakta sis ve duman birbirine karışmış gibi.
(Şubat 2025)
 
Alaca Tepe’yi solumuzda bırakarak, neredeyse bütün gün çevresinde dolaşacağımız Kızıl Geriş Tepesi’ne doğru yöneldik. Kızıl Geriş Tepesi’nin her yanı tamamen kızılçamlarla kaplıydı. Uzun süre önce batı, daha sonra da kuzey yönünde; tepenin etekleri boyunca kıvrılan bir toprak yolda ilerledik. Zaman zaman yanımızdan ayrılarak meraklı meraklı kızılçamların arasında gözden kaybolan Can adını verdiğimiz yol arkadaşımız, sonra birden ağaçların arasından bizim nerede olduğumuza bakarak hemen soluğu yanımızda alıyordu. Yine her zamanki gibi ormanın içindeki kızılçamların arasına atılmış öbekler halinde inşaat ve mobilya pislikleriyle karşılaştık. Bu güzelim doğaya karşı bu acımasız davranışta bulunanları nasıl anacağımıza karar veremeden yürümeye devam ettik.
 
Kızılçamlar arasından ilerleyen bir toprak yola girdik.
(Şubat 2025)

Kızıl Geriş Tepesi'nin çevresinde yürüyoruz.
(Şubat 2025)

Can'ın kızılçamlar arsından bize bakışı
(Şubat 2025)

İnsan sıfatında kimilerinin doğaya yaptıklarına örnektir.
(Şubat 2025)
 
Bu şekilde ıssız ormanın içinde ilerlerken bir çoban çeşmesinin yanına kadar geldik. Çeşmenin basit oluğundan su şırıl şırıl akıyordu. Bir süre orada eğlendik; sonra yeniden yürümeye başladık. Biraz ilerleyince, Balaban Göleti’nin ormanın derinliklerine doğru nüfuz eden ilk girintisi göründü. Daha önceden karşı kıyıya doğru devam ettiğini düşündüğümüz toprak yolun bir kısmı sular altında kalarak işlevini yitirmişti.
 
Çoban çeşmesi
(MYC; Şubat 2025)

Balaban Göleti'ne merhaba...
(MYC; Şubat 2025)
 
Kızılçamların gölgesi suya vurmuş; güzel mi güzel...
(Şubat 2025)

Balaban Göleti'nin batı kıyısı boyunca...
(Şubat 2025)
 
Balaban Göleti’nde…
 
Göletin batı kıyısı boyunca ilerledikçe, yeşile boyanmış suyun üstüne yansıyan ve ormanın aksiyle zenginleşmiş muhteşem manzara iyice ortaya çıktı. Göl yapaydı aslında, ama gerçekten huzur dolu bir ortam yaratılmıştı tüm canlılar için… Batı yönünden gelen Balaban Deresi’nin önü doğu yönünde bir bentle kesilerek, bu bendin arkasında oldukça büyük bir göl havzası oluşturulmuştu. Gölet, hem şehre hem de tarımsal alanlara su sağlamak amacıyla inşa edilmiş olmalıydı. Hafta sonları gölün çevresini piknikçilerin doldurduğuna dair her yerde alametler vardı.
 
Her yerde peşimiz sıra...
(Şubat 2025)
 
Kızılçamlar arasında...
(Şubat 2025)
 
Sete doğru yürüyoruz.
(Şubat 2025)

Balaban Göleti'nde...
(MYC; Şubat 2025)
 
Bu sırada Menderes Belediyesi’nin bir kamyonetiyle çevreye atılmış her türlü pisliği ve atık malzemeyi toplamakta olan belediye işçileriyle karşılaştık. Ormanın içindeki inşaat artıklarından bahsettik onlara; sürekli çevreden bu tür atık malzemeleri topladıklarını anlattılar ve onlar da bizim gibi “büyük insanlık”tan yakındılar. Bir süre sohbet ettikten sonra yanlarından ayrıldık. Biraz ileride kıyıda bir aile piknik yapıyordu. Ağaçların arasından küçük bir köpek daha takıldı peşimize. Önce piknikçilerin köpeği sandık; ancak onların kayıtsızlığına bakınca, çevreden bir yerlerden dolaşarak buralara geldiğini anladık. O da başladı peşimizden gelmeye. Yeni gelen, eskisiyle kısa sürede dost oldu ve birlikte peşimiz sıra yürümeye başladılar.
 
Batyı yönünden gelen Balaban Deresi'ni ilk karşılayan set ve üzerinden dökülen sular
(MYC; Şubat 2025)

Balaban Göleti; batıdan doğuya bakış...
(MYC; Şubat 2025)
 
Karşı kıyıdaki kulübeler
(Şubat 2025)
 
Gölün karşı kıyısında derme çatma bir iki kulübe vardı. Yürüdüğümüz toprak yol Kızıl Geriş Tepesi’nin kuzey etekleri boyunca dolaşarak, çok ilerilerde yeniden gölün doğu kıyısında Yeniköy’e giden bozuk asfaltla birleşiyordu. Bu rotayı izlersek yolu oldukça uzatacak ve gereksiz yere zaman kaybedecektik.
 
Sular seti aşarken...
(Şubat 2025)
 
Setin üstünden dökülen sular, önündeki bir havuzu dolduruyor. Oradan da kanalla gölete doğru akıyor.
(Şubat 2025)

Havuzun kıyısından karşı kıyıya geçerken...
(MYC; Şubat 2025)
  
Göletin batı ucuna yaklaşırken, derenin önüne yapılan bir setle karşılaştık ve setin önündeki havuzun kıyı duvarları üzerinden yürüyerek karşıya geçtik. Su oldukça boldu ve setin üstünden havuza doğru dökülüyor, oradan da kanallar aracılığıyla göle ulaşıyordu. Gölün su seviyesi de son yağmurlarla oldukça yükselmiş ve yatağını iyice doldurmuştu.
 
Köpeklerimiz bir iken iki oldu.
(MYC; Şubat 2025)

Makilikler arasında; patika arayışındayız.
(MYC; Şubat 2025)
  
Göl kıyısına yaklaştığımız anlardan biri
(MYC; Şubat 2025)
 
Karşı kıyıya ulaştığımızda yürüyebileceğimiz bir toprak yol yoktu artık. Bu nedenle daha önceden yürüyüş gruplarının geçtiği patikalardan birini bularak, gölün zaman zaman içerilere nüfuz etmesi nedeniyle geçişe izin vermeyen küçük girintili kıyısından sırta doğru çıkarak uzaklaştık. Çalılar arasından ilerleyerek, neredeyse kuzey kıyısının tam ortalarında bir yere geldik. Burada gölün bütün güzelliğini uzaktan seyredebileceğimiz çalıların fazla sık olmadığı bir açık alan vardı. Burası yemek molası için oldukça uygun bir yerdi.
 
Yemek molasında...
(MYC; Şubat 2025)

Can ile yemek molasında göle karşı paylaştığımız anlardan biri
(Şubat 2025)
 
Mutlu köpek halleri; Balaban Göleti kıyısında...
(Şubat 2025)
 
Köpekler de sağa sola dağıldılar. Can biraz sonra geldi; tam gölün karşısına kuruldu. Bizden daha çok vurgundu sanki manzaraya. Yemek molası sırasında elbette onlar da aldı nasibini. Ama seçiciydiler. Her verdiğimizi yemediler. Mola sonrası yeniden çalılar arasından ilerleyen patikayı takip ederek göletin bendine doğru yürüdük.
 
Yemek molası sonrası; savağa doğru...
(Şubat 2025)
 
Savak ve bent; bir arada...
(Şubat 2025)
 
Balaban Göleti'ne panoromik bakış; savak, bent ve kalan her şey...
(Şubat 2025)
 
Göletteki su, bendin kuzeyinde yer alan savaktan taşıp dere yatağına doğru akıyordu usul usul. Bu bile göl seviyesinin doygunluk noktasına ulaştığının işaretiydi. Savağın yanından biraz zorlu ve dik bir bayırdan Balaban Deresi’nin bendin öbür tarafına doğru aktığı düzlüğe indik. Burada bazı hayvan damları ve kulübeler vardı. Yanımızdaki köpekleri gören bu havalinin diğer köpekleri, hep bir ağızdan bağırıp çağırmaya başladılar. Bu kakafoni içinde Fındık ismini verdiğimiz bir küçük köpek daha katıldı bizim kafileye. Balaban Deresi’nin üzerinden bir köprüyü aşarak geçtik asfalta doğru. Dere, Yeniköy yönünde usul usul akıyordu.
 
Balaban Göleti'nin bendinin ötesinde akmaya devam eden Balaban Deresi
(Şubat 2025)
 
Bendin arkasında Balaban Deresi'nin kıyısı boyunca yürüyoruz.
(Şubat 2025)

Balaban Deresi; bendin ötesinde usul usul akar.
(Şubat 2025)
 
Yeniden Yeniköy’e doğru…
 
Artık Balaban Göleti’nden ayrılmış, Kızıl Geriş Tepesi’nin güney etekleri boyunca yürümeye başlamıştık. Yeniköy’e giden asfalt yoldan yürümemek için, dağın etekleri boyunca bir sırta doğru tırmandık. Yolun hemen üst düzleminde ve ona paralel ilerleyen bir su yolu vardı. Bir süre onun kıyısı boyunca yürüdük. Ancak belli bir yerde önümüz orman sınırını belirleyen bir çitle kesildi. Aşağıda ve yol kıyısı boyunca geniş avluları ile dikkat çeken kır evleri ve bahçelerinde yine çok sayıda köpek vardı. Bunlara asfalt yoldan sırta doğru çıkan başka köpekler de katıldı; başladı mı yine bir bağırış çağırış…
 
Gölet kıyısından bir an...
(MYC; Şubat 2025)
 
Savaktan dökülen suyun dere yatağına kavuştuğu an
(MYC; Şubat 2025)
 
Üçüncü köpek yoldaşımız da bu oldu; adını Fındık koyduk.
(Şubat 2025)

Bizle beraber yürümekte olan üç köpek, daha yukarılara doğru kaçıştılar. Biz de aşağıdan gelen diğer köpekleri yanımızdan uzaklaştırmaya çalıştık bu arada. Epey bir süre bu mücadelemiz sürdü. Yeniköy’ün köpeklerinden bir türlü kurtulamıyorduk. Vay ki ne vay…
 
Köpekler ve biz; Birdik, üç olduk. Hangi birini sevsek yarabbi...
(MYC; Şubat 2025)

Balaban Deresi; bendin ötesinde...
(MYC; Şubat 2025)
 
Kızılçamların arasında kendimizi kaybetmeye çalışarak, bir süre bu şekilde ilerledik. Köpek sesleri bizden uzaklaştı ve biz de selameti bir patikaya takip ederek, Yeniköy’e doğru yönelen asfalt yola inmekte bulduk. Çünkü biraz ileride ve önümüze denk gelen bir yönde bir sürünün çan sesleri geliyordu. Orada da köpek vardı muhtemelen.
 
Yeniköy asfaltına kavuştuğumuz an...
(MYC; Şubat 2025) 
 
Asfalt yolun yukarılarındaki eski bir su yolu
(MYC; Şubat 2025)
 
İndiğimiz asfalt yol tatlı bir meyille bir sırta doğru ilerliyordu. Korkumuz sabahleyin bir kavşakta bizim köpeğe saldıran siyah köpeğin evinin yakınlarına düşmekti. Tam sırtın en yüksek yerine ulaştığımızda, beş köpekle karşılaştık. Hepsi birden başladı havlamaya. Yavruydular daha ama havlamalarıyla başka köpekleri davet ediyorlardı sanki yanlarına. Bütün korkumuz yanımızdaki köpeklerdi. Hızlı bir şekilde yürüyerek bu vartayı da atlattık.
 
Kır evlerinin avlularından ve asfalttan gelen köpekleri savuşturma zamanlarındayız.
(MYC; Şubat 2025)
 
Üçü bir arada; en önde Can...
(MYC; Şubat 2025)
 
Köpeklerin günü...
(Şubat 2025)
 
Köyün dışındaki ilk evler başlamış ve köye oldukça yaklaşmıştık. En sessiz sokakları seçerek köyün merkezine doğru sızdık. Ama ne mümkün; kokularından geldiğimizi anlıyorlardı. Neyse ki kafileye sonradan katılan iki küçük köpek köyün girişinde bizden ayrılmışlardı. Geriye döndüler; yeniden geldikleri ormana doğru…
 
Yeniköy'ün sessiz sokaklarında...
(Şubat 2025)
 
Yeniköy-Ürkmez asfaltına iniyoruz.
(Şubat 2025)
 
Biz yoldaşımız Can ile yine baş başa kalmıştık. Bahçelerden gelen havlama sesleri arasında Yeniköy-Ürkmez asfaltına çıktık nihayet. Köpek yorgun, biz yorgun; kendimizi bir bakkala dar attık. Köpeğe iki somun alıp yedirdik. Bu arada mahallenin başka köpekleri de geldi yanımıza. Onlar da aldı nasiplerini. Hepsi çok açtı hayvancıkların.
 
Yeniköy-Ürkmez asfaltındayız. Başladığımız yerde...
(Şubat 2025)
 
Ama artık bizim gitme zamanımız gelmişti; otoparka doğru yürürken sadık dost Can da geldi peşimizden. Arabalara bindik; etrafında şöyle bir dolaştı hayvancık. İçli içli baktı. Araba hareket etti; o da arkasından… Bu kadar kısa zamanda arkadaş olmuştuk Can’la. Bir süre takip etti, biz hızlandık, o kaldı gerilerde. Bir günlük dostluk yaşamıştık Yeniköy ormanlarında; Balaban Göleti’nin çevresinde dolanırken. Ne mutlu bize, ne mutlu yürüyenlere…

Dipnotlar:
(3)  Fotoğraflar, belirtilenler dışında gezi sırasında İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.
 
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC

29 Aralık 2024 Pazar

BİR ANLAMDA FOÇA’DAN ALİAĞA’YA…

 ILIPINAR’DAN BOZKÖY’E DOĞRU...
BİR YOLCULUĞUN HATIRLATTIKLARI
 
18 Aralık 2024
İbrahim Fidanoğlu
 
Giriş
 
Bugün Foça’nın Ilıpınar köyünden Aliağa’nın Bozköy köyüne doğru; bazen kızılçam koruluklarının içinden, bazen geniş zeytinliklerin kıyısı boyunca, ama yer yer son yağmurlarla neredeyse suya doymuş; killi doğasından yapışkan ve inatçı bir çamura dönmüş zorlu bir zemin üzerinde yürüdük. Yürüyüş parkurumuz zorluk derecesi açısından oldukça rahattı. Çevremizde yükselen birkaç tepelik dışında pek yükselti de yoktu aslında. Zaman zaman mutedil bir şekilde yükselen topografya bir süre sonra düzleşti. Bütün derdimiz zeminin killi çamuruydu. O da bugünün çeşnisi olsun dedik; yürüdük gittik.
 
Ilıpınar köyüne doğu yönünden bakış
(Aralık 2024)

Dağa Kaçtım gezginleri; Ilıpınar'dan Bozköy'e doğru...
(Aralık 2024)
 
Ilıpınar evlerinden biri
(Aralık 2024)
 
Sabah 10 civarında başladığımız yürüyüşümüzü akşamüstü saat 16’da sonlandırdık. Bu süreye yaklaşık yarım saatlik yemek molası da dahildi. Toplamda yürüdüğümüz mesafe ise 14 km civarındaydı.
 
Ilıpınar zeytinlikleri arasında...
(Aralık 2024)
 
Sarnıcı andıran Ilıpınar Çeşmesi'ne dışardan bakış
(Aralık 2024)
 
Sabah Ilıpınar’da…
 
Foça’dan ve Yeniköy’den gelen arkadaşlarla saat 10’a doğru Ilıpınar köyünün girişindeki fırının önünde buluştuğumuzda ortalıkta sabah ayazı vardı. Buradan doğruca köyün merkezine yürüdük. Caddenin başlarındaki yeni restore edilmiş iki güzel taş bina dikkat çekiciydi. Köyün merkezindeki caminin yanında suyu akmayan ve sanki eski bir sarnıçtan bozma tarihi bir çeşme; hemen onun yanındaki çınar ağacının dibinde ise, birkaç Dorik sütun ile daha sonraki zamanlarda dibek taşı olarak kullanılmış bir İon tarzı sütun parçası bulunmaktaydı. Bu antikiteler çevredeki İon kenti Phokaia’nın İlkçağdan kalma bağlı yerleşim izlerine (belki demos’larına) işaret etmekteydi. Caminin karşısındaki kahvede birkaç kişi oturmaktaydı. Biz ise, kahvenin hemen yanındaki sokaktan doğuya doğru dönerek, köyün Bozköy yönündeki çıkışına doğru ilerledik.
 
Ilıpınar girişindeki geleeneksel mimariyi korumuş taş evlerden ikisi
(Aralık 2024)

Ilıpınar merkezine doğru...
(Aralık 2024)

Ilıpınar Camii'nin yanındaki çeşme
(Aralık 2024)

Çeşmenin yanındaki Dorik sütun parçaları
(Aralık 2024)

Zaman tünelinde dibek taşı olarak da kullanılmış bir İon tarzı sütun parçası
(Aralık 2024)
 
Köy, kabına sığmaz bir şekilde son yıllarda aldığı göçlerle her yöne doğru genişlemiş, şehir kaçkınları ya da ataları bu köyden olup da emeklilik zamanlarını doğdukları topraklarda geçirmek isteyen köyün yerlilerinin yaptırdığı modern evlerle çepeçevre sarılmış gibiydi. Köyün doğu çıkışında sade mimarisiyle dikkat çeken bir çeşme vardı. Biraz ilerideki top sahasının yanından geçerek zeytinlikler arasından ilerleyen bir toprak yola girdik.
 
Dağa Kaçtım gezginleri; Ilıpınar merkezinde yürüyüşün başlangıcında...
(Aralık 2024)

Ilıpınar Camii
(Aralık 2024)
 
Köyün doğu çıkışındaki çeşme
(Aralık 2024)
 
Zeytinliklerin bittiği yerden kızılçamlar başladı. Yürüdüğümüz toprak yolun iki yakasında genç bir orman vardı. Yürüdüğümüz zemin oldukça killiydi ve son yağmurlarla suya doyan toprak birçok yerde çamura dönmüştü. Bu nedenle yürüdükçe ayakkabıların altı kalıp gibi çamur kütleleriyle ağırlaşmakta, bir süre sonra biriken yapışkan çamur, ağırlığıyla ayakkabıların tabanını terk etmekteydi.
 
Köyün çıkışındaki top sahası ve Ilıpınar köyüne bakış
(Aralık 2024)
 
Ilıpınar zeytinlikleri arasından yürüyoruz.
(Aralık 2024)
 
Bozköy yolunda zeytinliklerden kızılçamlara doğru geçiş anı
(Aralık 2024)
 
Kızılçamlar arasından Bozköy'e doğru...
(Aralık 2024)
 
Çevredeki hâkim bitki örtüsü ağırlıklı olarak kızılçamlar, zeytinlikler, pırnar meşeleri ve diğer makiliklerden oluşmaktaydı. Ormanın içine civardaki tavuk çiftliği gibi birtakım işletmelerden atıldığını düşündüğümüz muhtelif inşaat artığı moloz, mobilya, plastik malzeme ve çöp fazlasıyla rahatsız ediciydi. Doğada yaptığımız birçok yürüyüşte rastladığımız bu berbat manzaralarla ne yazık ki Ilıpınar-Bozköy rotasında da karşılaşmıştık. İnsanımızın bu kahredici kayıtsızlığına acıyarak yolumuza devam ettik.
 
Bozköy yolunda güzelim zeytin ağaçları
(Aralık 2024)

Üzerlerinde palamutlarıyla pırnar meşeleri
(Aralık 2024)

Bozköy'e doğru yürüdüğümüz orman yolu; her iki yanında kızılçamlar...
(Aralık 2024)

Bir millet "tükeniyor"; Ilıpınar-Bozköy orman yolundan ibret manzaraları...
(Aralık 2024)
 
Yürüdüğümüz parkur, zemindeki çamur dışında son derece düzgün ve rahattı. Kızılçam ormanının içinden ilerlerken, sağımızda ya da solumuzdaki kimi tepelere doğru açılmış yangın yollarıyla karşılaştık zaman zaman. Bunun dışında yol boyunca; ormanın kıyısında yer alan tarımsal alanlarda, tarladaki ürünü; domuz gibi hayvanlardan korumak amacıyla yol kenarındaki bazı çam ağaçlarının üzerine oturtulmuş ahşaptan iptidai gözetleme mekanları ile karşılaştık. Çiftçiler geceyi bir kuş gibi bu derme çatma mekanlara tüneyerek, ürünleri uğruna burada geçiriyorlardı. Ağaç gövdelerine tırmanmak için, yine ahşaptan basit basamaklar yapmışlardı.
 
Tarladaki ürünü domuzlardan korumak için çamların üzerine kurulmuş derme çatma gözetleme mekanlarına bir örnek
(Aralık 2024)
 
Orman içinden Bozköy'e doğru...
(Aralık 2024)
 
Tepelere doğru açılmış yangın yolları
(Aralık 2024)
 
Bozköy'e yaklaşıyoruz.
(Aralık 2024)
 
Bozköy’de…
 
Bozköy’e doğru, içindeki birkaç bağ eviyle dikkat çeken; ekim dikim yapılan tarlalar ve zeytinlikler başladı yeniden. Köyün girişinde köyün ilkokulu vardı; çocuklar sınıfta dersteydiler. Okulun yola bakan beyaz badanalı duvarında Melih Cevdet Anday’ın yaşamak üzerine yazdığı “Çok Güzel Şey” isimli şiiri yazılıydı:
 
“Yaşamak güzel şey doğrusu
 Üstelik hava da güzelse
 Hele gücün kuvvetin yerindeyse
 Elin ekmek tutmuşsa bir de
 Hele tertemizse gönlün
 Hele kar gibiyse alnın
 Yani kendinden korkmuyorsan
 Kimseden korkmuyorsan dünyada
 Dostuna güveniyorsan
 İyi günler bekliyorsan hele
 İyi günlere inanıyorsan
 Üstelik hava da güzelse
 Yaşamak güzel şey
 Çok güzel şey doğrusu.”
 
Bozköy göründü.
(Aralık 2024)
 
Bozköy ilkokulu; panoromik görünüm...
(Aralık 2024)
 
Okul duvarında yer alan güzellik; Melih Cevdet Anday'ın "Çok Güzel Şey" isimli şiiri
(Aralık 2024)
 
Ata yurdumda hatırladıklarım
 
Bozköy benim de ata yurdum aslında. Bir Yörük köyü... İsmini aldığım rahmetli dedem İbrahim Dönmez’in babası; büyük dedem Yusuf Dönmez, 1920’lerde Burdur-Tefenni’den göçüp bu toprakları yurt edinmiş. Yoğunlukla tütün dikimi, bahçecilik ve zeytincilik üzerine gelişen tarımsal faaliyetler sonrasında, köyde bir un değirmeni kurup değirmencilik yapmışlar bir süre. Yunan, Kurtuluş Savaşı sonrasında Aliağa’yı terk edince, doğan imkanları değerlendirmek üzere; büyük dedem Yusuf Dönmez, 1920’li yılların sonuna doğru; oğulları İbrahim ve kardeşi Süleyman’a bir miktar sermaye vererek Aliağa’ya göndermiş iş kursunlar diye. Onların izlediği yol, rahmetli annemin anlatımına göre; eski bir balıkçı köyü olan Aliağa Çiftliği’nde genç Cumhuriyetin ilk müteşebbislerinden biri olmaya varmış sonunda. Yine bir un değirmeniyle başlayan müteşebbislik serüveni, bir yağhane ile zeytinyağı üretimine ve daha sonraları ise ilk çırçır makinasının alınmasıyla (1950 yılında) pamuk işletmeciliğine dek evrilmiş. İşte böyle filizlenmiş Dönmez Kollektif Şirketi genç Cumhuriyetin ilk yıllarında Aliağa Nahiyesi’nde.
 
Cumhuriyet döneminde Aliağa'nın ilk müteşebbisi; dedem İbrahim Dönmez
(1900-1957)
(İ.Fidanoğlu Arşivi)
 
Dedem İbrahim Dönmez'in Aliağa'daki mezarı
(Haziran 2012)
 
Aliağa-İzmir arasında çalışan Şoför Ali'nin Austin marka tek otobüsü
(İ.Fidanoğlu Arşivi)

Bu da Menemen arabası...
(İ.Fidanoğlu Arşivi)
 
O yıllarda (1950’li yıllar) Aliağa’dan İzmir’e haftada bir gün Austin marka burunlu otobüsler işlermiş. Salı günleri sabah gider, akşam dönermiş. Her gün ise, Menemen’e otobüs kalkarmış. Yine akşam dönermiş bu otobüs de Aliağa’ya… Şoför Ali’nin (Ali Sebat; Sebat Otobüs İşletmesi’nin kurucusu) otobüsü varmış bir tane, sadece o çalışırmış. Dedem; her hafta İzmir’e gidermiş. Borsada pamuk alır satarmış, diğer işlerini takip edermiş. Dedem İzmir’e her indiğinde mutlaka İzmir’den tuzlu balık getirirmiş. Kolyoz, sardalya ve levrek alırmış genelde. Dedem, akşamları mutlaka bir çay bardağı ile bir bardak rakı içermiş. Rakının yanına annemler biraz peynir, domates söğüş ve tuzlu balık çıkarırlarmış. Onları meze edermiş dedem rakıya…Fabrikada işçilerle yaşadığı günün yorgunluğunu böyle atarmış herhalde dedem. İzmir’den salamura balık getirdiğini bilen anneannemin Bozköy’deki akrabalarından kardeş çocuğu Kara Bilal Efendi de hemen haber göndertip istetirmiş bu balıklardan. Kıymetli imiş o dönemler köylük yerde tuzlu salamura balık... (1)
 
Annemin okuduğu ilkokul binası; bir zamanlar Aliağa'da  tuz ticareti ile uğraşan Levanten ailesi Baltazzi'lerin konağıydı. 1931 yılında Aliağa İlkokulu adıyla öğretime başladı. Şimi bu binanın yerinde yine ilkokul var ama yenisi...
(Aliağa Tarihi; Ersin Doğer-Aliağa Kent Kitaplığı-2017)

Annemin ilkokulu; 29 Ekim 1933'de Cumhuriyet kutlamalarında...
(Aliağa Tarihi; Ersin Doğer-Aliağa Kent Kitaplığı-2017)
 
 1957'de dedemin cenazesinin de kalktığı; Osmanlı Döneminde 19.yy.ın sonlarında Hagia Pandeleimon Kilisesi olarak inşa edilmiş; 1922 Eylül'ünde kısmen yanmış; şimdilerde Merkez ya da Çarşı Camii olarak anılan cami
(Haziran 2012)

Merkez Camii'nin bir Rum Ortodoks kilisesinden dönüştürüldüğünü gösteren yapının doğuya bakan cephesindeki apsisi
(Haziran 2012)

Merkez Camii'nin son cemaat yeri
(Mayıs 2018)
 
Anneannemlerin Aliağa’da iki katlı ve yüksek tavanlı eski bir Rum evinde geçirdiğim yaz tatillerinin Eylül’e yaklaşan son günlerinden hatırlıyorum; iki kanatlı, ahşaptan porta kapının kanatları ardına kadar açılırdı. Bozköy’den başında sarı ya da belki turuncu renkli tartamağıyla yaşlı bir köylünün kumanda ettiği; iki yanında asılı durumdaki sebze-meyve dolu küfelerinin ağırlığından asla şikâyeti olmayan bir eşek belirirdi kapıda. Kara Bilal’miş, Musa Dayıymış ve başkalarıymış; Bozköy’ün bereketini taşırlardı her hafta anneannemlere. Oradan hatırlıyorum Bozköy’ü ve Bozköylü akrabalarımızı…
 
Aliağa İskelesi
(Haziran 2012)

Aliağa İskelesi'ndeki Baltazzi evi;  zamanında depo olarak kullanılmış.
(Haziran 2012)

Aliağa Merkez Camii; harim...
(Mayıs 2018)
 
Bozköy’e güneybatı yönünden girerken gözümün önünden geçti anne atalarım birer birer. Bayramlarda kurulan yer sofralarında bir şölene dönen bayram yemekleri; kapamalar, etli pilavlar, rahmetli anacığımın terinin sindiği mis gibi kokan ekşi maya tam buğday ekmekleri, yağları bileklerimize süzülen deri tulum peynirleri, ekmek kavurmaları, softular(2) daha neler neler… Hafızamın derinliklerinden çıkıp, yürürken önüme düşüyor bir bir çocukluk günlerimin güzelim hatıraları…
 
Bozköy'e girerken; meydana doğru...
(Aralık 2024)
 
Şimdi yanmıyor bu ocaklar. Kimbilir ne ekşi maya, tam buğday ekmekler pişirilmişti zamanında.
(Aralık 2024)

İşte böyle olmalıydı; Bornova-Karaçam köyünde Fırıncı Osman'ın ekşi maya tam buğday-çavdar ekmekleri pişiyor.
(Aralık 2018)

Bozköy; meydandan köyün görünümü
(Aralık 2024)
 
Okuldan yokuş aşağı inen yol, bizi önce bir dere yatağının üstünün örtülmesiyle kazanılan meydanlığa ve daha sonra da yıllar önce İskenderun’da yedek subay olarak askerlik görevini yapmakta iken bir trafik kazasında hayatını kaybeden; annemin en küçük kuzeni Yusuf Dönmez’in adını taşıyan köyün camisinin yanına ulaştırdı. Camiye Yusuf Dönmez ismi, büyük olasılıkla Yusuf Ağabey’in vefatını takiben (1972) eski caminin ya onarılması ya da yeniden inşası sonrasında konulmuş olmalıydı.
 
Köyün camiinin son cemaat yeri;
annemin en küçük kuzeni rahmetli Yusuf Dönmez'in ismini taşıyor.
(Aralık 2024)
 
Dağa Kaçtım gezginlerinin Bozköy hatırası; çaylardan sonra...
(Aralık 2024)
 
Caminin hemen yan karşısında, yüksekteki giriş katına merdivenle ulaşılan köyün kahvehanesi vardı. Biraz soluklanmak üzere kahvehanenin yan balkonundaki tahta sandalyelere iliştik. Kahveci tarlasına gitmişti; haber verdiler, gelecekti. Bir süre sonra kahveci göründü; çayların eşliğinde yılın çoğunu Yeniköy’deki zeytinliklerinin içindeki taş evde geçirmekte olan İstanbullu dostlarımız Süleyman ve oğlu Cem kardeşimizin ikramları poğaçaları atıştırdık. Gerçekten oldukça lezizdi. Çayların ardından Bozköy haberlerini aldığımız kahveci ile vedalaşarak, yeniden Ilıpınar’a doğru dönüş yoluna vasıl olduk.
 
Bozköy çıkışında çamur temizleme seansı
(Aralık 2024)

Yeniden
aynı yollardayız; Bozköy'den Ilıpınar'a doğru...
(Aralık 2024)
 
Yeniden Ilıpınar patikalarında…
 
Aynı yolu izleyerek Bozköy’den çıktık. Bu kez okulun bahçesinde oyun oynayan öğrenciler vardı. Öğle paydosundaydılar. Biraz onlarla lafladık. Merakla elimizdeki batonlara varıncaya dek bir sürü soru sordular. Biz giderken, sanki peşimizden gelmek ister gibi bir halleri vardı. Bahçe duvarının üzerinden el salladı hepsi arkamızdan.
 
Öğle yemeği molası; piknik ateşi yakılıyor.
(Aralık 2024)

Foça tüfünün ve ateşin birlikteliği
(Aralık 2024)

Bozköy-Ilıpınar geçişinde yemek telaşı
(Aralık 2024)
 
Bozköy çıkışından yaklaşık bir saat kadar sonra, bir yol çatısındaki oldukça geniş sahanlıkta öğle yemeği molası verdik. Önce Foça tüfünden taşlarla derme çatma bir ocak yaptık kendimize. Topladığımız çalı çırpı ile yaktığımız küçük piknik ateşinde Foçalı dostumuz Nazım Bey, yanında hiç yüksünmeden getirdiği nefis dönerleri kızdırdı tavada. Teçhizat benzersizdi. Konukseverlik de öyle… Her şey düşünülmüş; Bozköy’den köy bakkalından aldığımız tazecik ekmeklerin içine döner sandviçler yapılmış ve yanında eşlikçisi olacak şalgam suyu bile unutulmamıştı. Arkasından sıcacık çaylar eşliğinden yenilen şambalilerle öğle molasının kapanışı gerçekleşti. Ateş söndürüldü; söndüğünden emin olundu ve yolun kalan kısmını yürümek üzere yeniden yola çıkıldı; Ilıpınar’a doğru…
 
Ilıpınar yolunda yemekteyiz.
(Aralık 2024)

Yeniden yürüyoruz. Ilıpınar'a doğru...
(Aralık 2024)

Kışa doğru Ilıpınar çiğdemleri...
(Aralık 2024)

Ilıpınar’a doğru yürürken; kısacık günlerin akşama doğru devrilmekte olan son ışıkları, karşı tepelerden bir hüzme şeklinde hedef almıştı sanki bizleri. Bazen köpeklerin uzaktan duyulan sesleri, bazen ışığın göz kamaştırıcı arkadaşlığı eşlik etti gezginlere; kızılçamların peşi sıra yaklaşırken köye doğru şoseden aşağı.
 
Üzerimizde ışık hüzmeleri; akşama doğru Ilıpınar yolunda...
(Aralık 2024)

Ilıpınar evleri göründü.
(Aralık 2024)
 
Ilıpınar'dayız; çeşmenin önünde...
(Aralık 2024)
 
Biraz ilerde, zeytinliklerden ötede bir sırtın doğu yüzüne yaslanmış Ilıpınar göründü uzaktan. Kimi evlerin bacalarından göğe yükselen dumanlar, habercisiydi sanki yaklaşan akşamın. Köyün doğu girişindeki çeşmeden camiye doğru kıvrıldık. Caminin bulunduğu köyün merkezine ulaştığımızda saat 16 civarındaydı. Günün kapanışı ise, biraz ilerideki yol üstü kahvehanesinde; yorgunluk çaylarının eşliğinde gerçekleşti. Bu haftayı da boş geçirmemiş, Ilıpınar’dan Bozköy’e doğru yürümüş; Bozköy meydanında çocukluk hatıralarına bir selam göndermiştik. Ne mutlu bize, ne mutlu hatırlayanlara; ne mutlu hala yürüyebilenlere…
 
Ilıpınar'a veda vakti...
(Aralık 2024)
 
Dipnotlar:
(1)   Rahmetli annem Hüsniye Fidanoğlu’nun anlattıklarından derlenmiştir.
(2)  Softu: Bayatlamış (aslında bayat olanı daha makbuldü) ekşi maya, tam buğday ve kara fırın köy ekmeğinin içinin ufalanıp yumurta ve tereyağ ile kavrulması suretiyle yapılan, müthiş lezzetli bir tür ekmek kavurması; anneannem çok iyi yapardı.
(3)  Fotoğraflar, belirtilenler dışında gezi sırasında İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.
 
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC