Lodos baskısı altında, ama hafta sonundan
kalan bir ılıklıkta baş vermiş çiriş otlarının, badem ağaçları ve badem
çalılarının erkenci çiçekleri arasından bugün de kendimize yol bulduk dağlarda;
vadi koyaklarında. Meteoroloji’ye göre ertesi gün yağacak yağmurun Orta
Akdeniz’den gelen gökteki habercileri ve şiddetli lodos eşliğinde İzmir’in
kuzeyine doğru Aiol bölgesinde kısa yürüyüşlerle süren güzel bir gün geçirdik.
Menemen’de tarihi Namlı Köftecisi’nde
leziz köftelerimizi yuvarladık öğle üzeri; Arasta’da dolandık; yok olmasın diye
içimizden dua ettik sessizce; çünkü aslında yapacak bir şeyimiz de kalmamıştı;
daha sonra Mühürlü Sultan Türbesi’nin hemen yanındaki Kubbeli Bakkal’ı gördük
ansızın. Bizi çocukluk günlerimize götüren; içine istiflenmiş bisküvilerin
konduğu kırmızı kenarlıklı ve ortası cam kapaklı teneke kutularıyla, duvarlarda
yer alan içi bakkaliye ile dolu camekânlı tahtadan dolaplarıyla ve büyük
çuvallarda her türlü zahire ürününün satılmayı beklediği 75 yıllık bakkalda
zaman sanki durmuştu. Geniş rabıtadan tahta döşemeleri dükkânla yaşıttı. Giriş
kapısının hemen sağ yanında yer alan küçücük mandallı servis penceresi ise, o
yıllarda arastadan gelip geçenlerin hemen dükkâna girmeden alış veriş
ihtiyaçlarını görebildikleri sevimli bir imkândı. Uzunca bir zaman dükkânın
içinde kaldık, dükkânı açan ilk sahibinin torunu olan Ali Haydar Amca ile
sohbet ettik; raflara sinmiş on yılların kokusunu içimize çektik ve o anı
yakalamanın bahtiyarlığıyla dükkândan ayrıldık.
Menemen; Arasta’da Kubbeli Bakkal’ın iç mekanı
Bugün Aiol bölgesinde iki kalenin
konumlandığı iki ayrı tepede dolaştık. Önce sabahtan Yamanlar Dağı’nın hemen
güney eteklerinde yer alan Sancaklı Kale’ye gittik. Kaleye Karşıyaka Örnekköy
yönünden, Karşıyaka Belediyesi’nin şantiyesinin de bulunduğu tali asfalta
saparak ulaştık. Yalnız bu yoldan Sancaklı köy yoluna saptığımız noktadan
itibaren “Buraya Moloz Dökmek Yasaktır.
Cezası 7105 TL.” yazılı levhaların hemen yanında öbek öbek moloz ve her
türlü inşaat artığının bu güzelim vadiye acımadan dökülmüş olduğunu gördük. Ne
yazık ki; ne konunun ilgilileri ne de bu yakınlarda oturan sevgili
vatandaşlarımız konuyla pek ilgili değillerdi. Bu ibret manzaralarını
fotoğrafladık. Koskoca Karşıyaka Belediyesi’nin o kadar
personeli ile bunu nasıl denetleyemediğine hayıflanarak ve Belediyenin
şantiyesinden sadece 500 metre kadar uzaklıktaki bu iğrenç manzaradan nasıl rahatsız
olmadıklarına bir kez daha şaşarak ve biz biçare yurttaşlarla zavallı doğanın bu
haline acıyarak yolumuza devam ettik.
Yamanlar Dağı’nın eteklerinde bir Yörük köyü olan Sancaklı’nın hemen üstünde eski adıyla Adatepe, şimdiki ismiyle Sancaklı Kalesi yer alır. M.Ö. 5-6.yy.lara tarihlenen ve doğal bir kayalık üstüne konumlanmış bu kale, Kimmer akınlarına karşı oluşan o büyük korkunun izlerini taşır. Tepekule’nin Yamanlar Dağı eteklerine saçtığı bu küçük yerleşimler, aslında İzmir – Çanakkale yönündeki geçiş yolunu denetim altında tutmaya yönelik çabalardan kaynaklanmıştır.
Eteklerinde çatı örtüsü kiremitler
ve her türlü seramik döküntünün bulunduğu tepeye tırmanırken, sekiler halinde
duvar temellerinin izleri görülür. Kayalık alanın kuzey batı yönüne bakan
yanında, uçuruma doğru çok iyi tahkim edilmiş yaklaşık 1,5 metre genişliğinde
poligonal bir kale duvarı kalıntısı ile bu düzlük alanda ve daha
yukarıda iki adet sarnıç bulunmaktadır. Kale, yerleşimden daha çok savunma
amaçlı olarak kullanılmıştır. Su ihtiyacının önemli olduğu bu bölgede,
sarnıçların bu işlevi hayati olmalıdır. Tam tepede yer alan sarnıç ise oval
yapıda ve daha büyüktür. Yakın zamanlarda yukarıdan koparak üstüne düşen dev
kaya parçası, sarnıcın üstünü kısmen kapatmış durumdadır.
Menemen’de öğle yemeği molasından sonra
rotamız Dumanlı Dağın eteğinde Çanakkale – İzmir karayolundan geçerken meraklı
yolcuların dikkatini hemen çekebilen konumda Yanıkköy’ün hemen üstünde bulunan bir doğal kaya kütlesi üzerine
konumlanmış Neonteikhos kentiydi.
Aiol kentleri içinde açıkça isminden ötürü bir ilk çağ Yunan yerleşimi olan bu
kalekent, çağlar boyunca Saruhanoğulları’na
kadar diğer kavimlerin de yerleştiği ve savunma açısından eşsiz konumu ile göze
çarpan bir özelliğe sahiptir. Neonteikhos kelimesi eski Yunan’da Yeni Duvar,
Yeni Sur, Yeni Kale anlamına gelmektedir. (Prof. Ersin Döğer; Menemen yada Tarhaniyat
Tarihi; sayfa: 275)
Kent Orta Yunanistan’dan Trakya yoluyla
Troya üzerinden güneye doğru inen ve daha çok hayvancılıkla uğraşan çoban bir
halk Aioller tarafından kurulmuştur. Tarihi kaynaklarda, Aioller’in ilk önce
Kyme’de karaya çıktıkları, daha sonra Larissa’da yaşayan yerli halk Pelasglarla
çatışma sürecine sürüklenerek bu kenti ele geçirmek için Larissa’dan 6 km.
uzaklıkta Neonteikhos’u kurdukları belirtilmektedir.
“Hellenistik Dönem’de Pergamon
Krallığı’nın egemenliği altına girmiş olan kentin bastığı bakır sikkelerin ön
yüzlerinde Athena başı, arka yüzlerinde ise baykuş motifi bulunmaktadır.
Kentin Roma egemenliği boyunca iskân
görmüş olduğu yüzeydeki yoğun çanak-çömlek buluntularından anlaşılmakta ise de,
bu dönemle ilgili antik kaynaklarda adı geçmemektedir. Bizans Dönemi’nde ise Arkhangelos (Baş Melek) adıyla Smyrna’ya
bağlı bir piskoposluk merkezi konumunda olan yerleşme, 13.yy.ın sonunda Saruhanoğulları’nın eline geçmiştir.
Menemen kazasının kuruluş yıllarında korunaklı surları ile Saruhan Beyliği’nin
Menemen bölgesindeki üslerinden biri olan ve Türkler tarafından “Kayacık” olarak adlandırılan kale,
15.yy.ın başında Çelebi Mehmet’in İzmir’e yaptığı sefer sırasında Cüneyt Bey’in
elinden kuvvet kullanılarak alınmıştır. Bu tarihten sonra da Osmanlılar
tarafından birçok kalenin başına geldiği gibi tahrip edilerek terk edilmiş
olmalıdır.” (Prof. Ersin Döğer; Menemen
yada Tarhaniyat Tarihi; sayfa: 276)
Yanıkköy’e girdikten sonra köyün camisinin
bulunduğu meydana doğru ilerledik. 19.yy.de Batı Anadolu’da yükselen etnik
milliyetçilik rüzgârları altında büyük bir ezikliğe sürüklenmiş Müslüman halka
moral vermek amacıyla II. Abdülhamit tarafından bu yöredeki camileri derleyip
toparlama çerçevesinde bir kampanya şeklinde gelişen Ayvalık sarımsak taşından
tek tip cami minaresi yapma projesinin sonuçlarından birisi ile karşılaşıyoruz meydanda.
Karaburun’un köylerinden İzmir’in içindeki Soğukkuyu ve Basmane’deki Çorakkapı
camileri ve Gediz boyunca uzanan bir dizi köy camisine kadar bu projenin
yarattığı muhtelif örneklere bugün de rastlayabiliyoruz.
Kendimize köy meydanındaki camiyi
başlangıç noktası olarak aldık ve köyün dağa doğru çıkışındaki dereyi atlayınca
bizi yukarıdaki kente götürecek taş döşeme yola ulaştık. Anıtsal melengeç
ağaçları, badem çalıları ve çok sayıda yeni açılmış defineci çukurlarının
arasından teraslar halinde düzenlenmiş kent duvarlarına eriştik. Poligonal
andezit taştan kent duvarları zaman zaman açıkça izlenebiliyordu. Biraz ilerde
makilerin arasında koyunlarını otlatan çobanlarla karşılaştık. Bizi aniden
karşılarında görünce rahatsız oldular, pişkince bir telaşa kapıldılar; ancak
açtıkları çukurlar ve çukurların yanındaki kırıp döktükleri çömlek parçaları
ile birlikte yanlarındaki çam fıstıklarını yere saçarak çam diktiklerini
söylediler; biz de inandık(!) Biraz ilerde ise, defineci çobanların özel olarak
yaptırılmış demirden ayaklı çıkrık mekanizmaları, halatlar, kazma ve kürekler
yerde açık vaziyette duruyordu. Talanın böylesi görülmüş şey değildir. Derenin
hemen başına belli ki çok yeni konulmuş, üzerinde Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nın logosunu taşıyan Neonteikhos kentini tanıtıcı albenili levha ile
bu gördüklerimiz ne kadar büyük bir çelişki oluşturuyordu.
Roma döneminde bir zeytinyağı işliğinde trapetum ve orbisin çalışma
prensibini gösteren bir resimleme(*)
Kalenin eteklerine doğru, tarih boyunca
yaşanan tüm dönemlere ait çanak – çömlek döküntülerini izleyerek tırmanışa
devam ediyoruz. Zaman zaman döşeme yol kayboluyor. Yanıkköy ve Doğaköy’ün
otlakları birbirinden bir taş duvarla ayrılmış durumda. Biraz yukarıda, hemen
kalenin üzerine konumlandığı kayalığın altında bir ağıl yer alıyor. Ağılın
altında yer alan düzlükte ise, Roma dönemine ait bir zeytinyağı işliği ve ona
ait üç adet andezit taştan yapılmış ortası delik, trapetum çanakları görüyoruz.
İlkçağda; trapetum adı verilen bu
çanakların ortasına geçirilmiş bir demir mile bağlı iki yarım taş küre ile (orbis) zeytin yada üzüm sıkımı
gerçekleştiriliyordu. Zaten bu çanağın hemen yanında bulup fotoğrafladığımız
yine andezit bir taşın üzerine işlenmiş bir kabartmada iki üzüm salkımı arasında
yer alan şarap kadehi de söylediklerimizin bir kanıtını oluşturuyor.
Trapetumlar birbiri ardına önümüze
çıkıyor. Bir tanesi kırılmış sadece orta göbeği kalmış durumda. Kalenin sur
duvarları artık karşımızda. Biraz ilerde yine andezit taştan bir köşe alınlık
parçası yerde duruyor. Kale duvarları; Aiol dönemden kalma poligonal taş
duvarlardan en yukarıda doğal kayalığa uydurulmuş devşirme malzeme ve düzgün
kesme taştan harç kullanılarak birleştirilmiş duvar parçalarına kadar geniş bir
çeşitlilik gösteriyor. Arazide yürürken her yanımızda sarnıç çukurları ile
defineci çukurları birbirine karışıyor. Öbek öbek kaldırılmış topraktan seramik
parçalar fışkırıyor. Talanın ve vandalizmin bu kadarına pes doğrusu. Açılan her
çukurdan uyuyan bir kentin acıyla dolu inlemeleri geliyor kulaklarımıza. Bir
kent var ayaklarımızın altında. Her çukurun kenarından köşesinden bir yapı
taşı, bir tonoz parçası, çanak – çömlek parçası bize hüzünle göz kırpıyor
sanki.
Binlerce yıldır Anadolu’da yeşermiş
uygarlık katmanlarına bu kadar yabancı bir halkın davranışını nasıl açıklamalı;
derin ve karmaşık duygular içindeyiz hepimiz. Yakup Kadri’nin Yaban
romanındaki kolunu kaybetmiş eski bir subay olan Ahmet Celal’in konumundan ne
değişti günümüze dek. Nuri Bilge Ceylan’ın
“Bir Zamanlar Anadolu’da” filmindeki
doktor karakteri bu topraklarda “yaban”ı yaşamanın neredeyse bir kader olduğunu
bize yeniden anlatıyor sanki. Bu geçişken coğrafyada göçerlik kültürümüzün,
toprağına kök salamamışlık dramını yüzyıllardır yaşaması ve kendini ifade
edebilecek; taklit değil, ama yaratıcılığı barındıran kendine ait bir kültürü
yaratamamış olmasından kaynaklanan bu bunalımın sonunda vardığımız nokta,
hayatın her alanında soysuzlaşmadır. Bu süreçte tek umutlandığımız an olan 1923
Türkiye Devrimi’nin özgün kültürü yaratma yolunda verdiği çabanın her ne
pahasına olursa olsun devam ettirilmesinin ve çağdaş bilimin rehberliğini
yeniden ve yeniden bayraklaştırmanın bu soysuzlaşmanın önüne geçebilecek tek
seçenek olduğunu da bu vesile ile bir kez daha vurgulamalıyız.
Akşamın alaca karanlığının ve ayazın
baskısı altında tepeden aşağıya, köye doğru yürüyüşe geçtik. Kalenin dibindeki
ağılın sahibi Tacettin Bey ile vedalaşarak döşeme yola vasıl olduk. Uzaktan;
yeni doğmuş kuzuların emmek için annelerini arayan hüzünlü meleme sesleri
duyuluyordu. Dereyi atlayıp köyün meydanına ulaştık. Menemen’e doğru yola
çıktığımızda son yağmurlarla yatağından taşmış Gediz’in bulanık sularında söğüt
ağaçları şiddetini artıran rüzgârdan iki yanına savrulup duruyordu.
Ne diyelim; “Eğil salkım söğüt eğil”, bu
gidişler gidiş değil…
(*) Trapetum ve orbis
fotoğrafı http://www.sabor-artesano.com/gb/trapetum.htm
adresinden alınmıştır. Diğer fotoğraflar bize aittir.
tesekkürler
YanıtlaSilDeğerli takipçimiz, ilginize teşekkür ederiz. Bu hafta da yine Aiol coğrafyasında; Dumanlı Dağ civarındaydık. İlginizi çekerse bir de o yazıya bakıverin. İlginizin devamlı olması dileğiyle... İF
Sil