2 Mart 2021 Salı

DATÇA’DAN BETÇE’YE-2020-3

BATIR ya da HIZIRŞAH

(2.BÖLÜM)

21-24 Ekim 2020

Hasan Doğan-İbrahim Fidanoğlu

Tanrı’nın Anası Meryem’den (Theotokos) Tanrıça Afrodit’e…

İki denizin sıkıştırdığı engebeli arazinin kıvrımlı yollarından denize doğru alçalarak inerken; biraz yorgunluk, biraz bıkkınlık derken, sağ tarafınızda Datça’nın ilk köyü Emecik size el sallar. Yola devam edersiniz; biraz ilerde yolun solunda Karaincir ve sağ tarafta Apollon Kutsal Alanı karşılar yolcusunu. Artık Datça size daha yakındır ve bundan sonra dümdüz yol denize ve Datça’ya doğru devam eder. Bu kez gözleriniz artık hep öne bakacaktır. Bu dümdüz yolun solunda, yine binlerce yıllık bir birikimle oluşmuş Gebekum denilen Kumul, sağınızda ise sıraya dizilmiş yel değirmenleri yer alır. Ömürlerini tamamlamış değirmenlerden sonra artık Datça’ya varmış bile sayılırsınız.

Yarıkdağ
(H.Erdoğan Arşivi)
Yarıkdağ
(Oya Özgüven Arşivi)

Ben yıllarca bu yollarda direksiyon sallarken hep bu anlattığım yere geldiğimde, yani Gebekum’un başlangıcında; karşımda beni çok etkileyen bir dağ hep ilgimi çekmiştir. Dağa bakan her bir çift göz, onu başka bir şeylere benzetebilir. Benim için ise o dağ sanki bir kartaldır. Bu dağla ilgili olarak kartal benzetmesini pek çok kişiden de duymuşluğum vardır ayrıca. İşte Hızırşah köyünün sınırları içindeki bu dağın ismi Yarıkdağ’dır.
 
Yarıkdağ
(Hasan Doğan Arşivi) 
 
Yarıkdağ'da Papazın İni; aslında bir kaya boşluğunun duvar örgüsü ile kapatılması suretiyle oluşturulmuş bir inziva hücresi
(Datça Detay; Muzaffer Özgen Arşivi)






Datça camilerini yazan Selahattin UzunYarıkdağ’dan Hacamat Tepesi olarak söz ediyor. Birilerinden de dağın uyuyan bir insan siluetine benzetildiğini duymuştum. Onlar da dağı sonsuzluk uykusuna yatmış bir ulu kişiye ya da krala benzetmişlerdi. Yarıkdağ, Hızırşah köyünün Pustular mevkiinin güneyinde konumlanmış. Dağın kuzey yamacında ise içinde erken Hıristiyanlık dönemine ait olduğu düşünülen 4.20 metreye 3 metre boyutlarında bir freskonun yer aldığı bir mağara bulunuyor. Freskoda ortada Meryem Ana, kucağında oğlu Hz. İsa; iki yanında kanatlı halleriyle baş melekler Cebrail ve Mikail; onların da iki yanında ise iki aziz; Malatyalı Aziz Polyeuktos ve Selanikli Aziz Demetrios betimlenmiş. Freskin tam ortasından Hz. Meryem’in başına doğru uzanan bir “aziz” el ise “Tanrı’nın elini” çağrıştırıyor. İ.S. 431’deki Efes Konsili sonrasında Theotokos (Tanrı’nın anası) niteliği kazanmış Meryem Ana’nın; başının hemen üzerinde “Tanrı’nın eli” figürüyle birlikte resmedilmiş olması, Yarıkdağ’da büyük olasılıkla zamanında bir inziva mekânı olarak kullanılmış olduğunu düşündüğümüz bir mağaranın duvarında yer alan bu resmin en azından bahsedilen tarihten sonra yapıldığı düşüncesini güçlendiriyor.

Papazın İni'nin girişi
(Datça Detay; Muzaffer Özgen Arşivi)

Mağarada yer alan freskodan bir bölüm; Başmelek Mikhael ve solunda Aziz Demetrius
(Datça Detay; Muzaffer Özgen Arşivi)

İnziva mağarasında yüzey araştırması yürüten Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümünden Hatice Özyurt Özcan’ın “Karia Dönemi Bizans Dönemi Duvar Resimleri Üzerine İncelemeler-2013: Muğla’nın Yatağan, Milas ve Datça İlçelerindeki Çalışmalar” isimli makalesinde ise söz konusu fresko ile ilgili şu bilgiler aktarılıyor:

Papazın İni'nde yer alan freskonun tıpkı çizimi
(Datça Detay; Muzaffer Özgen Arşivi
 
“Mekânın doğusunu oluşturan kaya yüzeyinin bir bölümü sıvanarak tek sahneden oluşan bir fresko ile kaplanmıştır. Siyah bir dış bordürle çerçevelenmiş beş figürden oluşan sahnenin merkezine, bir taht üzerinde sol tarafına çocuk İsa’yı oturtmuş Meryem tasvir edilmiştir. Halesinin iki yanında HθЄθ TOKOΣ yazıtı yer alır. Bizans ikonografisinde sık görülmeyen bu ifadenin, 10. yüzyıldan itibaren kullanımı yok denecek kadar azdır. Meryem’in sağına ve soluna baş melekler Gabriel ve Mikhael yerleştirilmiştir. Mikhael’in Meryem ve çocuk İsa’ya doğru uzattığı, bir kısmı tahrip olmuş yazıtın üzerinde ‘Biz (Baş meleklerin)…ricalarını kabul et….’ İfadesi okunabilmektedir. Sahnenin son figürleri başları üzerindeki siyah şeritte isimleri yazan martir kıyafetleri içinde resmedilmiş aziz Demetrios ve Polyeuktostur.”(1)

Datça'nın ilk nüfus müdürü Fethi Meltem
(Filiz Kırkağaç Arşivi)

Datça-Reşadiye doğumlu ve Datça’nın bir ilçe merkezi olarak kuruluşuna tanıklık etmiş; kasabanın ilk nüfus müdürü Fethi Meltem de basılmamış notlarında bu mağaradan Hıristiyan keşişler için bir inziva yeri olarak söz ediyor ve Erken Hıristiyanlık dönemine ait olabileceğini vurguluyor. Fethi Meltem; bu basılmamış notlarında ayrıca bu inziva eylemine atıf yaparak, Müslüman din adamlarının da Datça yarımadasında Ramazan’ın son on gününde camilerde inzivaya çekildiklerini anlatıyor.

Datça Camileri; Selahattin Uzun

Yukarıda adını andığımız; şimdilerde Çeşmeköy’de aktif imamlık yapmakta olan Selahattin Uzun’un Datça Camileri isimli kitabında bir halk söylencesine dayanılarak mağarada bir kralın yattığından söz ediliyor. Söylenceye göre çok eski zamanlarda yaşayan bu kralın Dadya isminde bir oğlu ve Bedya isminde bir kızı varmış. Bu çocuklar aynı zaman da ikizmişler. Kral yaşlandığında çocuklarını yanına çağırmış ve kızı Bedya’ya güneşin solduğu yeri; yani yarımadanın batı tarafını, Dadya’ya ise güneşin doğduğu yeri; yani yarımadanın doğu tarafını vermiş. Böylelikle bizim kral ölmeden önce ülke topraklarını iki çocuğu arasında pay ederek iktidarının devamlılığını çocuklarının üzerinden sürdürmeyi planlamış. Ayrıca iki çocuğuna “Beni bu dağdaki mağaraya gömeceksiniz ve ebediyen sizi buradan izleyeceğim” şeklinde vasiyette bulunmuş. Nitekim yarımadada yaşayan daha sonraki nesiller içinden birçok insan dağın şeklini uyuyan bir krala benzetmişler hep.

Knidos'ta gün batımı
(Hasan Doğan Arşivi)

Atinalı heykeltraş Praksiteles'in eseri Knidos Afroditi'nin replikalarından biri
 
      
Bizler İzmir’den Datça’ya uzanan bu uzun yolculuklarımızda, önce karşımıza çıkan bu silueti göre göre yanına yaklaşır ve onu sol tarafımıza alıp eteklerini yalayarak arka tarafına; yani sevgili kızının memleketine; Bedya’ya (Betçe) doğru yol alırız. Ne ilginçtir ki bu yol bizi bir başka güzelin de yanına götürmektedir. İşte o yolun sonunda; Halikarnas Balıkçısı’nın eserlerinde sözünü ettiği denizde uyuyan güzelin memleketi Afrodit’in toprakları; kadim Knidos’un ruhu ve güzelliğiyle bezenmiş o benzersiz vatan size kucağını açar. Dünyanın en muhteşem ve en güzel kadınıdır o. Antik çağın bembeyaz mermerlerine yontulmuş o yuvarlak tapınakta kendine doğru gelen insanları kucaklamaktadır. Ne tesadüftür ki; “Tanrının Anası”ndan başka bir anaya; yani Eros’un anasına yani Tanrıça Afrodit’e yolculuk yaparsınız bu topraklarda. Sizler bu yolları arşınlarken, tüm dünyada bu iki kadın tüm insanlığın hayallerini süslemektedir.
 

Mesudiye yolundan Hızırşah'ın girişi
(Hasan Doğan Arşivi)

Hızırşah ya da eski bildik adıyla Batır

Hızırşah yada eski adıyla BatırDatça’nın Dadya tarafındaki köylerinden. Hızırşah’a gelmek istiyorsanız eğer, tarif şöyle; önce Reşadiye’ye geliyorsunuz, çünkü başka yol yok. Reşadiye’den sonra ışıkları geçin ve İskele yoluna devam edin. Hemen 200 metre sonra Hızırşah levhasını göreceksiniz ve o levhadan sağa sapın. Bu kez batıya doğru yol alırken, ilk önce önünüze solda Taksiarhon Kilisesi(2) gelecektir. Bu kiliseden sonra yola devam edin. Biraz ileride bu kez yine solda sizi Hızırşah Camii(3) karşılar. Beylikler dönemine tarihlendirilen bu caminin Menteşe Beylerinden Orhan Bey’in oğlu Hızır Bey tarafından yaptırıldığı söylenmektedir. Köy, Lokmaar adlı bir tepeye sırtını yaslamış konumdadır. Taksiarhon Kilisesi’nden köye ulaşan doğu-batı doğrultusundaki bu yol ile Betçe’den gelen ve Mesudiye yolu olarak bilinen güney-kuzey doğrultulu diğer yol, köyün girişindeki küçük bir meydanlığın önünde kesişirler. Çoğunlukla bu meydanlıkta köyün yaşlılarını bulabilirsiniz.


Hızırşah köy meydanı
(Hasan Doğan Arşivi)

Köyü ortadan bölen doğu-batı doğrultusundaki yol
(Hasan Doğan Arşivi)

Datça Belediyesi’nin Mart 2016 Bülteni’nde köyle ilgili olarak şu bilgiler aktarılıyor:

“Yerleşim, şu anda Hızırşah olarak adlandırılsa da, büyüklerimizin ağzındaki ismi Batır’dır. Tıpkı karşımızdaki yerleşim olan Reşadiye’nin asıl isminin Ele olduğu gibi. Batır isminin Bahadır’dan geldiği söylenmektedir. Daha önceleri ise adı Batı idi. Datça’da genelde Batır olarak tabir ederler. Zaten köyün ilk yerleşim yeri şimdikinden farklı olarak daha doğuda yer alıyormuş. 1914 yılında köyün ismi Hızırşah olarak değiştirilmiş. Köyün etrafında pek çok farklı kültürün kalıntıları yer alıyor. Bunlar arasında en bilinenler, tarihi Knidos amfora ve kiremit atölyeleri, tarihi Ortodoks Rum kilisesi (Taksiarhon Kilisesi kast ediliyor-İF) ile çeşitli küçük haberleşme kuleleridir.”

Köyün tipik taş evlerine örnekler
(Hasan Doğan Arşivi)
 
Hızırşah'ın daracık sokaklarından biri
(Hasan Doğan Arşivi
 
Daracık daracık sokaklar; Hızırşah'ta...
(Hasan Doğan Arşivi)

Hızırşah köyünün panaromik görünüşü
(Hasan Doğan Arşivi
 
Hızırşah sokaklarında...
(Hasan Doğan Arşivi

Görüldüğü gibi köyün ismi o tarihlerde değiştirilmiş, zaten köyde hangi yaşlıya sorsanız cevapları aynı oluyor. Bizim köyün eski ismi Batır idi diyorlar. Ben Betçe tarafından değirmene gelenlerle konuştuğumda da hep Batır’dan geçerken diye başlayan cümleler kuruyorlar.

Hızırşah evlerinin en güzellerinden...
(Hasan Doğan Arşivi
 
Hızırşah köyünden bir başka görünüm
(Hasan Doğan Arşivi)

Şimdi gelelim köy hakkında bazı bilgilere… Köy, yerleşim yeri açısından kuzeyli rüzgârlara açık bir konumda yer alıyor. Bu nedenle ilk dikkati çeken unsur, evlerin kuzeyli rüzgârlara karşı konumlanışıdır. Bütün eski evler dikdörtgen şeklinde iki katlı, çatılı ve üstleri de kiremit döşenmiş durumda… Evlerin kuzey duvarları tamamen sağır ve bir delik bile yok üzerlerinde. Evlerin kapı ve pencereleri ise güneye bakıyor. Evler, tamamen taştan inşa edilmiş olup üzerleri beyaz sıva ile sıvanmış. Sanki aynı ustanın elinden çıkmış izlenimi veriyor hepsi. Sonradan bu geleneksel yapı teknikleri terk edilmiş ve karmakarışık bir görüntü çıkmış ortaya. Hatta bu güzelim evler, yeni ilavelerin arasında boğulmuş kalmış gibi. Yine de karşıdan bakınca Lokmaar Dağı’nın eteğine konuşlanmış şirin bir köy izlenimi bırakıyor insanda.

Hızırşah  ve Yarıkdağ
(Hasan Doğan Arşivi
 
Mesudiye yolu üzerindeki eski mezarlıkta Batırlıoğlu ailesine mensup mezarlar
(Hasan Doğan Arşivi)

Köyün içinde seyrek de olsa dar sokaklar mevcut. Sadece insanın yürüyebileceği genişlikte olan bu sokaklarda yürürken kapı önlerinde oturanlar, sizi hoş geldin diyerek karşılarlar. Biraz duraklarsanız da nerden geldiğinizi, adınızı sanınızı sorarlar. Köyde bildiğim kadarıyla önemli sülaleler var; mesela Görgülüler, Batırlıoğulları, Cennetler, Sucular gibi… Köyün içinde; girişindeki Hızırşah Camii’nden ayrıca daha yakın zamanlarda yapılmış bir başka cami daha mevcut. Köyün meydanında ise köyün ilkokulu yer alıyor. Köye Mesudiye tarafından girişte yeni mezarlık ile yine aynı yerden girişte; solda eski mezarlık var. Eski zamanlarda Betçe tarafından gelip de Datça’ya gidecek olanlar, kestirme yol diye köyün içinden geçerlermiş. Bu yüzden pek çok Betçelinin anılarında bu köy ile hatıraları vardır. Genelde değirmene erkek çocuklar gönderildiği için, bu köyde yol kesme işleri olurmuş. Çocukluk bu işte; birbirlerine sataşırlarmış. Bu hikâyeleri bugün bizlere Yakalı Goca Mehmet Emmi anlatıyor. 

Knidos önlerinde iki ihtiyar delikanlı; Hayri Ali'si ile Goca Mehmet Emmi
(Hasan Doğan; Şubat 2020)

Goca Mehmet Emmi anlatıyor; Çocukluğumda Batır yollarında...
(Kaynak; Hasan Doğan)

Hızırşah'ta üç ayrı taş hikâyesi 

Nedir bu taşların sırrı Hızırşah’ta? Şimdi size anlatacaklarım çok ilginç… Hızırşah’ta taşlar üzerine anlatılan üç ayrı hikâye var. Bunlardan birincisini; Datça’nın ilk nüfus müdürü rahmetli Fethi Meltem basılmamış hatıralarında şöyle anlatıyor:

Hızırşah Camii
(İ.Fidanoğlu; Ekim 2020)

1900’lü yılların başında Reşadiye’de doğan Fethi Meltem, 8 yaşlarında iken babası ile birlikte Hızırşah Camii’ne giderler. Orası çevreden, yani diğer köylerden gelen vatandaşlarla dolmuştur. Fethi Meltem, çok önemli günlerde; Datçalılar bu camiyi tercih ederlerdi diyor. Hatta gelenler içinde Dadya’dan Bohor ailesi ile Karaköy’den Yahudi Çelebi ailesi de vardır. Çocuk haliyle Fethi Meltem, bunlar niye geldi diye sorduğunda baba şöyle cevap verir: Onlar da aynı Allah’ın kullarıdır der. O gün herkes çömelmiş fındık büyüklüğündeki taşları tek tek alıp, önce okuyup; sonra da dillerine sürdükten sonra önlerinde biriktirmeye başlarlar. Her köyden gelen yüzlerce insan aynı işlemi yapmaktadır. Toplam 70.000 taş sayılıp okunup ve dile sürüldükten sonra bir çuvala yerleştirilecek ve çiftçiliğe yeni adım atacak bir gencin sırtına yüklenecek ve doğru havuza taşınacaktır. Burada yerli halkın deyimi ile sırtına çuvalı yüklemiş genç suya kaptırılacak, yani gençle birlikte taşla doldurulmuş çuval havuza atılacaktır. Sonra topluca namaz ve dua ritüelinden sonra yemekler yenecektir. Bu törensel gösteri, yöredeki insanların deyimi ile bir yağmur duasıdır aslında. Kurak giden yıllarda tekrarlanan bu ritüel için özellikle bölgenin en eski camisi olan Hızırşah Camii kullanılmaktadır. Bu duaya başka dinlere mensup insanlar da katılmaktadır. Çünkü dert ortaktır. Ben bu ritüelin Betçe’de de yapıldığını öğrendim. Ama burada insanlar taş toplama işi için deniz kenarına gitmekte ve çuvala yüklenmiş genç denize kakılmaktadır.

Betçe'de Gerence koyu; bu maviliklere çuvalla dilek taşı kakılmaz mı?
(Hasan Doğan; Şubat 2021)


Bu adet bana hacca giden insanların şeytan taşlamasını hatırlattı. Tarih boyunca insanlar, kendilerine musallat olan kötülükleri savmak amaçlı topluca muhtelif törenler, tanrıya yakarış ritüelleri düzenlemişler. Bu törenlerde kullanılacak malzeme ya da kurban edilecek hayvan için gerekli harcamaları ortaklaşa yüklenmişler. Yarımadada düzenlenen bu yağmur duası etkinliklerinde de durum benzer şekilde gerçekleştiriyor olmalı.

Gerence'nin içilesi denizi
(Hasan Doğan; Şubat 2021)

Dua için bir imam ayarlanır, hatta köyden bazı kişiler de bu görevi üstlenirler. Taşların okunması ve suya dökülmesi de herhalde kötülüklerin defi bela edilmesi olarak değerlendirilebilir. Bölgedeki Hıdrellez etkinliklerinde de buna benzer işlemler yapılıyor hala. Hıdır (Hızır) karayı temsil ederken, Ellez (İlyas) de suyu temsil etmektedir. Bu törenlerde temsil edilen bu iki simgesel varlığın buluşması; kara ile denizin, su ile toprağın buluşmasıdır sanki. Suya atılan bir çuval taş ile simgelenen kötülük ve dert, o duru ve tertemiz su ile yıkanıp paklanır; bütün kötülükler ve kir insanlardan uzaklaşır. Dilek dilemek için insanların ırmak, göl ya da deniz kenarlarına gidip oralarda bir takım dileklerde bulunmaları için taş ve suyun kullanılması gibi. Yine yemekler yeniyor ve dualar ediliyor oralarda. Fethi Meltem, bunları anlatmakla çok önemli bir geleneği günümüze taşımış; ışıklar içinde uyusun.

Hızırşah çevresinde...
(Hasan Doğan; Ocak 2021)

Bir başka taş hikâyesini de aynı köyden bir dostum anlattı. O da şöyle: askerlik çağı gelen her genç önce Hızırşah Camii’nde iki rekât namaz kılarmış; sonra da caminin avlusundan biraz kum ve beş adet taşı alır, para kesesinin içine koyar ve bu keseyi de beline yerleştirirmiş. Genç, askere bu keseyle gidermiş. Askerliği bitince döndüğünde de bu aldığı emanetleri camiye bırakırmış; adağının yerine getirildiğinin kanıtı gibi. İnsanoğlunun bin yıllık adak-sunak geleneğinin bu topraklardaki bir yansıması gibi… Çok güzel bir gelenek, ama artık günümüzde uygulandığını duymadım.

Hızırşah'ta mermerden oyulmuş dilek vazosu
(Kaynak: Selahattin Uzun)

Hızırşah’ta anlatılan son taş hikâyesi de son yıllarda medyaya yansıdı, ama ne yazık ki sulandırıldı. Bu işlemde herhangi bir derdi olan insanlar; hasta olanlar, çocuğu olmayanlar, eş bulamayan gençler önce camide iki rekât namaz kılıp, sonra da caminin avlusundaki dilek havuzuna bir miktar para atarlarmış. Bundan sonra da doğru Hacet Tepesi’ne ağır adımlarla çıkarlarmış. Köyün yaslandığı küçük bir tepede insanlar taşlarla ördükleri duvarın içinde yine taşlardan bir yatak yapmışlar. Tepeye çıkanlar, bu taş yatağın üzerine yatıp uykuya dalmaya çalışırlarmış. Uykuya dalan bu insanların gördükleri rüyalar yorumlanırmış. İşte bu da Hızırşah köyünün taşla ilgili üçüncü hikâyesi…

Hızırşah
(Hasan Doğan; Ocak 2021)

Bizim kültürümüzde taş, her zaman önemli bir yer tutar. Evlenen ve hayata atılan gençler için; “taş olun baş yarın” derler. Arkadaş sözcüğü de arkasını taşa dayamaktan; sağlam bir yere yaslanmaktan gelir. “Eteğindeki taşları dökmek” deyimi de herhalde içinde biriktirdiklerini karşısındakine söylemek anlamında kullanılır. Hatta sağlık ve esenlik dilemek üzere de insanlar dostlarına “ayağına taş değmesin” derler.

Hızırşah'ta mevkii isimleri-1
(Kaynak kişi: Mehmet Görgülü; kendi el yazısıyla)
Hızırşah'ta mevkii isimleri-2
(Kaynak kişi: Mehmet Görgülü; kendi el yazısıyla)
Mehmet Görgülü ve Ailesi
(Mehmet Görgülü Arşivi)

Kıssadan Hisse; eski bir hikâye

Yine Hızırşah köyüne ait; ibretlik ve kuşaktan kuşağa aktarılarak günümüze ulaşmış, herkesin nasibini alabileceği bir hayat dersi niteliğinde eski bir hikâye... Yıllar önce köyde bir kuraklık olur ki, sormayın gitsin. Yağmurlar yağmaz, sular akmaz olur. Herkes ektiğini biçemez, biçtiğinden ürün alamaz. Evler susuz ve ekmeksiz kalır. Bunun üzerine köylüler toplanır ve içlerinden görmüş geçirmiş üç kişiye görev verirler. Bu üç kişi, köyde ermiş Hızır Dede’nin huzuruna çıkarlar. Namazlarını kılıp dualar ederler ve dedeye yalvarırlar. Hızır Dede, huzuruna çıkanlara bir yer işaret eder. Orada bir küp altın vardır ve orayı kazıp altını çıkarmalarını, sonra da tüm köylüye eşit miktarda dağıtmalarını ister. Bu üç kişi, ertesi gün işaret edilen yere giderler ve kazmaya başlarlar. Ancak içlerinden bir kişi küpün izini bulur ve arkadaşlarından gizler. Güya küpü bulamayan bu üçlü gerisin geriye evlerine dönerler. Bu üçlünün içinden uyanık olanı, ertesi gece kazı yerine gider ve sakladığı küpü yerinden çıkararak evine getirir. Altını görünce adamın aklı başından gider; yolunu şaşırır. Hemen karısını boşayıp önceden göz koyduğu bir başka kadını almaya karar verir ve kadına haber gönderir. Bu arada eşini de evden kovar. Kovar da; altınları ne durumda diye küpü merak eden bizim uyanık, bir bakar ki; küpün içinde kuru incir yaprakları dolu… Altınların yerinde yeller estiğini gören adam beyninden vurulmuşa döner ve orada yığılır kalır. Eldeki güzelim eş de gitmiştir. Köyde bu olay duyulur ve yalancılığı ortaya çıkar. Sonuçta açgözlülüğünden dolayı bunun üzerine bir de yalanla arkadaşlarını aldatmak, üstelik tüm köyün rızkına el koymak gibi birçok kötülüklerin cezasını çekmiştir. Sonuçta uyanık kişi her şeyini kaybetmiştir. En başta itibarını… İşte bir ders verici hikâye daha…

Hızırşah'ın evleri
(Hasan Doğan; Ocak 2021)

Domuz Çukuru; bir doğa harikası

Domuz ÇukuruHızırşah köyü sınırları içerisinde, köyün biraz güney batısında, ancak patika yolla ulaşılabilen bir sahil. Datça koyları arasında Alavara gibi bakir kalmış yerlerimizden. Şu anda hayatta olmayan Mehmet Deniz ve kardeşi İhsan Deniz, 1924 Nüfus Mübadelesi sonrası Yunanistan’dan buralara gelen mübadillere devletin dağıttığı bu koydaki arazileri zaman içinde onlardan satın almışlar. Bu arazilerde uzun yıllar narenciye, zeytin ve sebze yetiştiriciliği yapmışlar. İhsan Amca hala hayatta; kendisi ile görüşme fırsatımız oldu. Kendisinin en büyük dileği, şu anda bile araba ile gidilemeyen bu bakir koyun içine teknolojik bir şeylerin girmemesi… Ancak mavi yolculuk yapan teknelerle günlük turlar düzenleyen yolcu teknelerinin sıkça uğradığı bu güzelim koylar ne yazık ki buralarda eyleşen insanların kıymet bilmezliği yüzünden böyle bir potansiyel risk altında görünüyor. Son yıllarda dağcılık adına yürüyüş grupları da buralara uğrayıp fotoğrafları paylaşmaktalar.

Domuz Çukuru'nda "Gebe Kisle"
(Osman Karadeniz Arşivi)
 
Domuz Çukuru
 
(Osman Karadeniz Arşivi
Domuz Çukuru sahili
 
(Osman Karadeniz Arşivi
Osman ve İlknur Karadeniz Domuz Çukuru'nda...
(Osman Karadeniz Arşivi)

Domuz Çukuru’nun doğusundaki tepeye Ağa Tepesi diyor yaşlılar. Geçmişte salep için bu tepeleri dolaşmış bugünün yaşlıları. Onlar bu tepede sarnıç ve kuyuların varlığından söz ediyorlar. Ayrıca bir kilise de hala ayakta. Datça Yerel Tarih Grubu’ndan M. Akın Pilavcı, Domuz Çukuru’nda bu kır şapeline ek olarak, zamanında (büyük olasılıkla 19.yy.da-İF) bir ilkokul yapısının da varlığından söz ediyor. Ama ne yazık ki sadece kilise ayakta kalmış. Buralarda yıllarca ziraat yapmış İhsan Amca’nın ve Akın Pilavcı’nın aktarımlarına göre bu şapelin ismi yörede Gebe Kilise olarak anılırmış. Domuz Çukuru, bugün hala sahile kadar uzanan çam ağaçları ile mükemmel doğallığını koruyor. 20.yy.ın başlarında Kurtuluş Savaşı sonrası Rumlar, bu toprakları terk ettikten sonra kır şapeli başta olmak üzere kuyular, sarnıçlar ve diğer yapılar kendi kaderleri ile baş başa kalmışlar. Bu bölümün sonunda; Domuz Çukuru’na lütfen dokunmayın ve bu güzelim doğa harikasına kıymayın diyerek sonlandıralım sözlerimizi.

Domuz Çukuru'nda "Gebe Kisle"; batı yönündeki giriş kapısı
(Osman Karadeniz Arşivi)

Domuz Çukuru'nda "Gebe Kisle"nin kemerli kapısı üzerinde yer alan bir küçük aydınlatma penceresi mi, yoksa haç ya da kitabe yeri mi?
(Osman Karadeniz Arşivi)
 
Domuz Çukuru'nda "Gebe Kisle"nin tonozlu tavanı
(Osman Karadeniz Arşivi)

 Aşlama’dan Pustular’a yaşam izleri

Hızırşah köyünün kuzey batısında Pustular Deresi olarak bilinen küçük bir akarsu bulunuyor. Goca Mehmet'in  aktarımına göre; bu dere, zamanında üzerinde yer alan ve biri dışında Rumlar tarafından işletilen yedi adet değirmen nedeniyle Değirmendere olarak da anılıyor. Değirmendere’nin üzerindeki değirmenlerden ilki Bardakçıoğlu Değirmeni… Bu değirmen; hem çift oluklu, hem de en yüksek değirmenmiş. Yarıkdağ ile Gocadağ arasındaki Pustular olarak bilinen bu bölgeden doğup kuzeye ve Karaköy’e doğru akan dere üzerinde bu kez Karaköy’e ait değirmenler çalışırmış.

Pustular'da yapılaşma refleksleri
(Hasan Doğan; Şubat 2021)

Aşlama'da kızılçam ormanları
(Hasan Doğan; Şubat 2021)

Pustular Deresi’nin doğduğu civarda binlerce küçük ve büyük baş hayvanı ile Gaba Çörek diye anılan bir Yörük yaşarmış. Gaba Çörek yörede hayvan ticareti nedeniyle herkes tarafından tanınır ve bilinirmiş. Binlerce hayvanının barındığı ağıllardan ve yaşam mekânlarından bugüne ne kalmış derseniz eğer; yıkılmış bir kır evinden gayrı hiçbir şey kalmamış. Oraları artık yarımadanın yeni sahiplerinin ellerinde şekilleniyor gün be gün. Her yıl yerden mantar gibi biten yeni evler, yakın bir gelecekte buralarda hayatın hangi yöne doğru akacağına dair hayırlı olmayan işaretler veriyor. Ama sanki bu akışı yarımadada durduracak bir irade neredeyse yok gibi. Herkes seyrediyor; her yıl daha çok yapı ve daha çok beton yığını güzelim Datça topografyasını ele geçiriyor.

Pustular'da bir değirmen oluğu
(Hasan Doğan; Şubat 2021)

Betçe tarafından Datça’ya doğru; Yarıkdağ’ın kuzey eteklerinde seyrederken, yolun solunda uzanan topraklar, Pustular Mevkii olarak bilinir. Pustular’a gelmeden ve Yarıkdağ’ın eteklerine henüz ulaşmadan önce yolun sağ tarafındaki kızılçamlarla kaplı alan ise Aşlama Mevkii’dir. Aslında bu bölgeye ilk olarak Ağaçlama denirmiş; ama zaman içinde söylene söylene yöresel telaffuz, Aşlama’da karar kılmış anlaşılan. Eskiden Datçalılar, at, eşek, katır gibi yaşlanmış yük hayvanlarını kışı buralarda özgürce ve rahat bir şekilde geçirmesi için Aşlama’da yılkıya bırakırlarmış. Datça’da bu yılkıya bırakma işlemine azatlama adı veriliyor.

Gökyar Dağı'nda Karain Mağarası
(Osman Karadeniz Arşivi)

Karain Mağarası
(Osman Karadeniz Arşivi)

Gökyer Dağı’nda Karain Mağarası

Gökyer DağıHızırşah köyünün güney batısında; Aşlama’dan Kızıl Bük’e giden yol üzerinde yer alıyor. Bu dağda halk arasında Karain olarak bilinen bir doğal mağara oluşumu bulunuyor. Bu mağara, yıllarca yöredeki yabani hayvanlara ve çobanlara barınak olmuş, onları doğanın her türlü yıpratıcı etkisinden ve tehlikelerinden korumuş. Yapısal olarak kireç taşı ağırlıklı bir formasyona sahip olduğu anlaşılan Datça topografyasının bu özelliği, yarımadanın oldukça engebeli coğrafyasının kuzeye ve güneye bakan yamaçlarında bu tür mağara oluşumlarına imkân yaratmış olmalı.

Gökyar Dağı Kalesi
(Osman Karadeniz Arşivi
 
Datça Trekking Grubu, Gökyar Kalesi'nde...
(Osman Karadeniz Arşivi)

Eskilerden öğrendiğimiz kadarıyla Gökyer Dağı’nda; yörede kral mezarları olarak anılan mezarlar da bulunmaktaymış. Ancak defineciler tarafından bunlar da zaman içinde tahrip edilip yok olmuşlar. Dağın en tepesinde ise belki de Knidos ile ilişkilendirilebilecek surlar mevcut. Yarımadada pek çok dağ sırtında yer alan gözetleme kulelerinden biri de bu dağın üzerinde bulunuyor. Ama her zaman olduğu gibi bu yöredeki bütün gözetleme kaleleri tarumar edilmiş durumda ne yazık ki.

(DEVAM EDECEK)

Dipnotlar:

(1)     Hatice Özyurt ÖzcanMuğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü, Karia Dönemi Bizans Dönemi Duvar Resimleri Üzerine İncelemeler-2013: Muğla’nın Yatağan, Milas ve Datça İlçelerindeki Çalışmalar, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, 32. Araştırma Sonuçları Raporu; 02-04 Haziran 2014 Gaziantep; bkz. (1) (PDF) KARIA BÖLGESİ BİZANS DÖNEMİ DUVAR RESİMLERİ ÜZERİNE İNCELEMELER- 2013 ‘MUĞLA’NIN YATAĞAN, MİLAS VE DATÇA İLÇELERİNDEKİ ÇALIŞMALAR’2 | hatice özyurt özcan - Academia.edu

(2)    Taksiarhon Kilisesi hakkında bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2021/02/datcadan-betceye-2020-2.html

(3)    Hızırşah Camii hakkında bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2021/02/datcadan-betceye-2020-2.html

(4)    Fotoğraflar, altlarında yer alan referans kaynaklardan temin edilmiştir.

 

Yazan: Hasan Doğan-İbrahim Fidanoğlu

Düzenleyen: MYC

5 yorum:

  1. Güzel anlatımınız ve emeğiniz için çok sağ olun. Bir gün bu yazı dizisine son vermeye kalkarsanız, pek çok kişinin üzüleceğini bilmenizi isterim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu gidişle epey devam edecek gibi duruyor. İlginize teşekkürler...İF

      Sil
  2. Bu harika bilgiler için,çok çok teşekkürler,bu emek dolu yazılarınız bitmesin inşallah

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İlginize teşekkürler... Betçe yazılarımız bir süre daha devam edecek. Ömrümüz olursa gelecek Sonbaharda Ekim ayında gerçekleştireceğimiz yeni rotalarla inşallah bu diziyi bir süre daha sürdürmeyi planlıyoruz.İF

      Sil