İbrahim Fidanoğlu
4 Haziran 2012
Bugün mazide kalmış korulukların hatırasını yâd
edercesine, onların adlarıyla anılan Çamdibi, Çınarlı ve Mersinli semtlerinin
sokaklarından geçerken kim duyar bülbüllerin, ispinozların ve kukumav
kuşlarının sesini? Aklınıza getirir misiniz hiç; buralarda bir zamanlar
balıkların oynaştığı, rüzgârlarla fısıldaşan sazların serpilip geliştiği bir
kayıp gölün hikâyesini… Anlatacaklarımız o göle ve o gölden doğan efsanevi çaya
dairdir.
19.yy. kartpostalı;
Halkapınar Gölü, önde bir kervan; hemen arkasında solda su derleme yapısı
Çok uzakta değil; zamanımızdan daha 50 sene kadar
önceleriydi. Tatlı su kaynaklarıyla şehre hayat veren bu yaşam pınarı ile
ilgili tanıklıklar hala içimizdedir ve canlılığını korumaktadır. Yazın kavurucu
sıcaklarında çevrede gelişen yeni yerleşim alanlarından yada Kadifekale’nin
eteklerine konumlanmış nispeten şehrin dar gelirli insanlarının yaşadığı
mahallelerinden buralara gelip bu cenneti keşfeden çocukların dünyasında iz
bırakan bir hatıradır şimdi yaşananlar. Aile büyükleri, Mübadele sürecinde
Selanik – Kozana’dan Manisa’nın Koldere köyüne göçen, daha sonraları 1950’lerde
de Manisa’dan kalkıp İzmir’e yerleşen Ballıkuyulu Hasan Ali Çağlar Amca,
Selvili Mescit yokuşlarında göl ve çevresi ile ilgili şunları anlattı:
“50’li yıllardı. İzmir’e Manisa’dan yeni göçmüştük.
Askerden sonra Tekel’de işe girdim. Halkapınar gölünde o zamanlar yüzmeye
giderdik. Orada çok çocuk boğuldu. Bayraklı’da şimdiki Adliye’nin denize doğru
biraz ötesinde Manda Çayı ile birlikte sulak alanlar vardı. Ördeklerin
konaklayabileceği sazlık alanlarla kaplıydı o civar. Oralara ördek avına
giderdik, vurduğumuz ördeği hemen Tekel deposundaki arkadaşlara götürürdük;
onlar hazırlar, bize bir bacağını verirler, gerisini tüm arkadaşlar birlikte
yerlerdi.”
20.yy.ın başında, iki kıyısında yavaş yavaş baş
veren fabrikalarla gelecekteki bir yok oluşun ilk işaretlerini veren kısa Meles Çayı o yıllarda kış yaz aynı
kararlılıkla taşmadan, kurumadan usul usul kaynağının bulunduğu Halkapınar
Gölü’nden körfeze doğru akardı. Yüzyıllar süren bu serüveni antik çağ yazarları
şöyle anlatıyorlar:
İ.S. 4.yy.da yaşayan Himerios’a göre; “Bu Meles
Çayı İzmir’in varoşları içinde doğar. Çayın kaynakları pek çoktur ve birbirlerinin
yanından çıkmaktadırlar. Bu kaynaklardan oluşan çay, hemen bu kaynakların
yanında bir göl halini alır ve bunun her tarafında küçük sandallar, gerek kürek
ile ve gerek sahilden yedekleme suretiyle seyredebilirler. Çayın etrafı
serviler ve zarif sazlarla bezenmiştir. Çay, çok yakın bir mesafede denize
akmaktadır. Fakat bilmem ki akmak tabirini kullanmak caiz midir? Çünkü çayın
aktığına delalet edecek bir ufacık şırıltı bile yoktur. Ve gizlice denize
karışmaktadır.” (1)
İ.S. 2.yy.da İzmirli hatip Aelius Aristides, Meles Çayı’nı
ve Diana Hamamları’nı tanımlarken,
“Şehrin sokaklarına hâkim olan Apollon’un kapılar önünde ziynet olacağı yerde
deniz perilerine ismini veren ve kaynağından denize kadar yatağını kazan Meles, şehrin kapıları önünden kolunu
uzatmaktadır. Bu kaynaklar, suları kısa bir mesafede denize akan bir hamamdır. Meles, mağaralardan, evlerden ve
ağaçlardan geçerken aynı suretle akar, yatağının ortasında parıldar ve denize
gider. İleride kaynağın yüksek kısmında havuza benzer bir duvar vardır ve kanal
burada başlar. Meles kaynağında
çağıldamaz, bunların dalgaları yavaş yavaş, sessizce denize kavuşur. Bazı
defalar rüzgârlar, tehditleri altında denizi kabartınca Meles’in sularını geri atar, o zaman ki iki suyun satıhları ayrı
ayrı görülür ve nerede birleştiklerini anlamak mümkün olmaz. Zaten Meles’in her tarafı balıkla doludur. Meles, yazın da kışın da aynı ebattadır;
hiçbir zaman yağmurlar onun taşkınlığına yol açmadıkları gibi sıcaklar da onu
kurutmamıştır. Cansız bir şeymiş gibi daima aynı şekil ve aynı rengini muhafaza
eder. Meles, serseri değildir,
yatağından uzaklaşmak elinden gelmez. Şehrin aşığıymış gibi oradan uzaklaşmaya
cesaret edemez ve şehre karşı dinmeyen bir aşk beslediği için ebedi yatağını
muhafaza eder. Bunun içindir ki şehri biraz dolaşır ve çıktığı yerde biter”
demektedir. (2)
Strabon
ise İzmir ile Meles arasındaki ilişki
için şunları anlatmaktadır:
“Kentin bir parçası tepededir ve surla çevrilidir,
fakat büyük kısmı ovada limanın, Metroon’un ve Gymnasion’un yakınındadır.
Kentin caddelere ayrılışı özel bir şekilde düzenlenmiştir. Bunlar birbirlerine
olabildiği kadar dik doğrular şeklindedir ve taşlarla döşenmiştir, alt ve üst
katları bulunan portikler vardır. Bir de içinde Homeros’un Ksoanon’u bulunan Homereion adı verilen dörtkenarlı bir
portik (stoa, revak) bulunur. Bu
nedenle Smyrnalılar Homeros üzerinde özellikle hak iddia ederler ve gerçekten
de kentin bir tip tunç sikkesi Homereion
adını taşır. Meles nehri surların yakınında akar, kent diğer kuruluşlarının
yanı sıra bir de kapatılabilen bir limana sahiptir.”(3)
19 Aralık 1907 tarihini
taşıyan bir Halkapınar kartpostalı; önde su derleme yapısı
Prof. Dr. Ersin Döğer; İzmir’in Smyrna’sı isimli kitabında artık tarihin derinliklerinde
kaybolmuş Halkapınar Gölü’nden ve buradan doğan Halkapınar Deresi’nden şöyle
söz eder:
“Bugün bulunduğu semte ismini veren Halkapınar
kaynakları ve bu kaynakların yeryüzüne çıktıktan sonra oluşturduğu gölcük,
Prehistorik çağlardan 50 yıl öncesine kadar bölgenin en büyük tatlı su rezervi
olarak hizmet verdi. Bizans Çağı’nda (13.yy.) yazar Georgios Akropolites tarafından Periklystra
(Halkapınar) olarak anılan birkaç pınarın birleşerek oluşturduğu bu yuvarlak gölcük
civarı bir mesire yeriydi. Helenistik Çağ’ın başlarında kent Bayraklı –
Tepekule’deki eski yerinden Kadifekale ve yamaçlarına taşındığında Antikçağ’ın
yazarları tarafından Homeros’un doğum yeri olarak efsaneleşen kutsal Meles Çayı’nın yeryüzüne çıktığı kaynak
olarak bilindi. Gerçekten de bazı yazarların Meles Çayı ve kaynaklarına ilişkin tanımları Halkapınar gölcüğü ve
bu gölcükten çıktıktan kısa bir süre sonra denize kavuşan Halkapınar Çayı’na uymaktadır.
19.yy. fotoğrafçısı
Rubellin’in kamerasından Halkapınar Gölü ve çevresi
Ünlü sofist Aristides
(İ.S. 2.yy.) Meles’in denizden uzak olmayan bir noktada yerden fışkırdığını,
fışkırdığı yerin bir gerdanlık gibi olduğunu söyler. Himerios ise (İ.S. 4.yy.)
Meles’in birçok kaynaktan çıktığını ve bu kaynakların bir göl oluşturduğunu
söylemektedir. Bu tanımlar da Halkapınar’ın görünümüne uygundur. Hala gölcüğün
etrafında ve iç kısmında muhtemelen Roma Çağı’na ait mermer ve diğer yapı
kalıntıları görülmektedir. Belki de bu yapı kalıntıları Bizans Çağı’ndan gelen
bazı bilgilerle birleştirilerek 19.yy.da burada Artemis’e (Diana) ait bir hamam
olduğu konusunda bir inancın oluşmasına yol açmış ve burayı ziyaret eden birçok
gezgin de Halkapınar gölcüğünü “Diana
Hamamları” olarak kayda geçirmiştir. Nitekim 13.yy. Bornova (Prinobaris) nahiyesinin bir kısmını
kapsayan İstanbul’daki Ayasofya’ya ait topraklar içinde Thermon ve Loulon
köyleriyle birlikte bir “Hora Tou
Artemisia” (Artemis Tapınağı arazisi) zikredilmektedir. Bizans Çağı’nda
Bornova arazisi içindeki bu Artemision
ve Thermon (Ilıca, sıcak su kaynağı)
adları daha sonraları ortaya çıkan “Diana
Hamamları” adıyla özdeşleştirilebilir.”(4)
Yine aynı kaynağa göre; 19.yy.da çekilmiş tüm kartpostal
fotoğraflarında yer alan bir kameriye şeklindeki su derleme yapısı günümüzde devre dışı kalmış olup İZSU tarafından
restorasyon projesi yürütülmektedir. Tarihi pompa istasyonu ise halen kısmen
kullanılmaktadır.
19.yüzyıla geldiğimizde Padişah’ın izni ile
Belçikalı bir şirket Halkapınar kaynaklarını kullanarak İzmir’in su temini
işini üstlenir. Belçikalı şirket; sarnıç, buharla çalışan merkezi pompa
istasyonu, su deposu ve su dağıtım hatlarının yapımını 1886-1897 yılları
arasında tamamlar. Kadifekale’nin eteklerinde yer alan Selvilitepe’ye de şehrin
yüksek semtlerine su basabilmek için bir su deposu ve pompa istasyonu kurar. Bu
bina halen Selvilitepe’de yerinde durmaktadır. Sistem Cumhuriyet sonrasında
İzmir Belediyesi’ne devredilir. 1970’lerde kaynakların su verme kapasitesi
giderek azalır. İZSU’nun Web Sitesi’ndeki anlatımına göre “Halkapınar
tesisleri 1897 yılından 1973 yılına kadar 76 yıl süre ile kullanılmış, bu
tarihten sonra açılan yeni kuyular nedeniyle önce pınarların doğal boşalımları
sonra da bu pınarlar sayesinde var olan Halkapınar gölü ortadan kalkmış, yeni
pompa ve su tesisleri devreye girmiştir.” (5)
Smyrna; Diana Hamamları, yani Halkapınar gölü
Bir başka yaklaşıma göre ise binlerce yıldır Halkapınar’dan fışkıran bu
su kaynakları, Nif Dağından gelen sularla beslenmekteydi. Ancak buradan gelen
suların büyük bir kısmının Bornova’ya içme suyu olarak verilmek üzere alınması
Halkapınar’ı besleyen yer altı sularının tükenmesine ve kaynakların kurumasına
yol açmıştır. Bu dramatik süreç, Halkapınar Gölü’nün giderek kuruması ve yok
olması sonucunu doğurmuştur. Bu sürecin son noktasında ise çevrede gelişen
yapılaşma; 1971 yılında İzmir’de düzenlenen Akdeniz Oyunları öncesinde buraya
yapılan Atatürk Stadı ve çevresindeki diğer yapılar, otobüs garajı ile sebze
meyve halinin buraya taşınması bu mitolojik ve tarihsel alanın üstünün beton
ile kaplanarak yok olması sonucunu getirmiştir.
Halkapınar’da 19.yy.da Belçikalılar tarafından kurulan ve işletilen
Su Fabrikası
19.yy.da İzmir’deki kozpomolit yaşamı ayrıntılı
bir şekilde anlatan Kozmas Politis’in
Yitik Kentin Kırk Yılı isimli kitabında
Halkapınar Gölü ile ilgili bir efsane anlatılır. (6) Bu anlatıda; sanki
efsanede geçen yılanın ölümü ile gölün yok oluşu arasında kehanet derecesinde
bir paralellik vardır. Kısaca özetleyelim:
“Halkapınar’da
tek kızı Marianthi ile dul bir
fırıncı kadın yaşarmış. Bir yaz günü sabahı Marianthi
gölde serinlemek için yıkanmak istemiş. Kıyıda soyunarak sevinçle suya atlamış
ve yüze yüze kıyıdan uzaklaşmış. Bu sırada gölden büyük bir su yılanı çıkıp
kızın elbiselerini bıraktığı yere kadar sürünmüş ve onun çiçekli fistanının
üzerine çöreklenmiş. Üşüyen Marianthi
giyinmek için sudan çıkınca fistanının üstündeki yılanı görmüş. Hemen
yakınındaki sopayı kaparak yılana vurmak istemiş. Yılan kıza insan diliyle
‘neden kendisini öldürmek istediğini’ sormuş ve ‘sana ne kötülük yaptım’ demiş.
Marianthi ona ‘olur da bir erkek
geçer ve beni çıplak halimle görür’ diye yanıt vermiş. Yılan da ona ‘sen bana
karım olacağına dair söz ver, ben de sana fistanını vereyim’ demiş. Kız, yılanı
‘peki, sana söz veriyorum; ancak eve gidip çeyizimi hazırlamak istiyorum; bir
ay içinde geri dönerim’ diye yanıtlamış. Yılan kızdan aldığı söz üzerine suya
atlamış, kız da evine koşmuş ve olanları annesine anlatmış. Annesi ona üç ay
evden çıkmazsa yılanın onu unutacağını söylemiş. Ancak su yılanı, kız üç ay
ortalarda görünmeyince ordusunu toplayıp fırıncı kadının evini kuşatmış. Bunu
gören anne ile kız evin tüm kapı ve pencerelerini sürmeleyip kapatmışlar. Ancak
yılanlar evin çatısına tırmanarak bacadan girip kızı kaçırmışlar. Annesi
arkalarından koşsa da çaresiz bir şey yapamamış. Kızını en son yılanla birlikte
gölün suyuna dalarken görmüş. Kızının boğulduğuna hükmeden annesi beş yıl
ağlayıp yas tutmuş.
Halkapınar(Meles) Çayı akarken; 19.yy
Annesi bir gün ekmekleri fırından çıkarırken
kızı Marianthi’nin kucağında bir kız
ve elinden tuttuğu bir oğlan çocuğuyla karşıdan gelmekte olduğunu görmüş.
Sevinçle kızını öperek ona sarılmış. Kızına çocukların kimin olduğunu sorunca,
kızı ona ‘o iyi kalpli su yılanı ile evlendiğini, gölün dibinde çok mutlu bir
şekilde yaşadıklarını’ anlatmış. Annesi bunun üzerine artık kendisi ile
birlikte kalmasını istemiş; ancak kızı, kocası yılana geri dönmek üzere söz
verdiğini söylemiş. Annesi kocasına nasıl döneceğini sorunca; Marianthi de gölün kıyısına giderek
‘sevgili yılan kocacığım çık dışarı gel beni al’ diye sesleneceğim karşılığını
vermiş. Yemeğe oturmuşlar. Yemekten sonra kızın uykusu bastırmış, oracıkta
kıvrılıp uyuyakalmış. Annesi bu sırada gölün kıyısına gidip ‘sevgili yılan
kocacığım, çık dışarı ve gel beni al’ diye seslenmiş. Karısının döndüğünü sanan
yılan, başını sudan çıkarınca kadın elindeki baltayla yılanı öldürmüş. Kadın
eve dönünce kızının uyandığını görmüş. Marianthi,
annesine dönme vaktinin geldiğini söyleyerek annesine veda etmiş ve
çocuklarıyla birlikte gölün kıyısına varmış. Su yılanı kocasının tembih ettiği
gibi ‘sevgili yılan kocacığım, çık dışarı ve gel beni al’ diye bağırmış. Ancak
seslenişine yanıt alamamış. Suya dikkatli bakınca suyun kanlı halini fark
etmiş. Bunun üzerine çocuklarını öpmüş ve ağlayarak, artık hayatta anne ve
babalarının olmayacağını, kızına bülbül olup akşamları, oğluna ispinoz olup
sabahları şarkı söylemelerini, kendisinin de kukumav kuşu olup kocasının
ölümüne ağlayacağını söylemiş.
Halkapınar’ın Selvilitepe’den şimdiki hali
Efsaneyi aktaran anlatıcıya göre, işte o
zamandan beri Halkapınar’da ispinoz ve bülbül eksik olmaz. Birkaç kere bir
kukumavın ağladığını duyarsanız bu o talihsiz Marianthi’dir.
Artık şimdi onlar da yok. Üstüne beton atıldı;
otogar, hal, sanayi sitesi ve benzeri yapılarla yer altına gömüldü bu eşsiz
güzelliklerin tümü. Eşi benzeri olmayan böyle bir yok ediş serüveni ne yazık ki
bizim topraklarımızda yaşandı. Şimdi bu şehirde, bu yok oluşu kaçımız
hatırlıyor acaba diye sorsak? Ve onu takip eden nicelerini… En son Allionai’de yaşadıklarımız, o günlerden
bugüne aktarılan “benzersiz” yönetim geleneğimizin yapı taşlarıdır. Şimdi sorma
vaktidir; bütün bu yaşananların üstüne şikâyet edecek halimiz mi kaldı?
Dipnotlar
(1)İzmir – Kuruluşundan Bugüne
Kadar; Emin Canpolat; İTÜ Mimarlık Fakültesi Yayını 1954; ÜÇ İZMİR Yapı Kredi
Yayınları; Sayfa 22; Aralık 1992
(2)a.g.e.
(3)Strabon; Antik
Anadolu Coğrafyası; sayfa:165; paragraf:37; Arkeoloji ve Sanat Yayınları
(4)Prof. Dr .Ersin Döğer;
İzmir’in Smyrna’sı; sayfa:171 Resim:7 Açıklaması; İletişim Yayınları
(5)İZSU Web Sitesi
(6)Yitik
Kentin Kırk Yılı, Kozmas Politis; Belge Yayınları; Sayfa 56-59; Temmuz 1994
(7)19 ve 20. yy. başına ait
kartpostal fotoğrafları, http://stampcircuit.com sitesinden alınmıştır.
Halkapınar havalisinin bugünkü halini gösteren fotoğraf ise, Ağustos 2011’de
İbrahim Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.
Güzel bir yazı olmuş, kutluyorum başarı dileklerimle...
YanıtlaSilSelçuk Oğuz
Teşekkür ederiz...
SilMerhaba, keşke yazınıza su ile başladığınız gibi Halkapınar'ın son fotoğrafını da su ile ilişkilendirip fabrikanın şimdiki halini yukarıdaki kareye dahil etseydiniz, daha karşılaştırmalı bir yaklaşım olurdu. Teşekkürler,,,
YanıtlaSilMerhaba, keşke Halkapınar'ın şimdiki haline Su Şirketi'ni de ekleseydiniz, su ile yaptığınız ilişkilendirme doğrultusunda daha şık bir durum olurdu.
YanıtlaSilMerhaba,
SilDilerim İbrahim Fidanoğlu saygısızlık olarak değerlendirmez; bilgisayarda "Adsız" arkadaşın yazsını okuyunca yazmak istedim. Sayın Fidanoğlu Belçikalı şirketten ve İZSU'dan söz ediyor. Su Şirketini kuran ve sonra İzmir Büyükşehir Belediyesi'ne (İZSU) devreden Belçikalı şirket. İbrahim Fidanoğlu yazsınıda söz ediyor.
Selçuk Bey;
SilDikkatiniz ve katkınız için teşekkür ederim. Saygısızlık ne demek; yanıtta gecikmişim; siz benim eksiğimi tamamlamışsınız. Tekrar teşekkür eder; çalışmalarınızda başarılar dilerim.
Çok güzel bir yazı olmuş. Teşekkürler.
YanıtlaSilHacer Özmakas
Hacer Hanım; takdirleriniz için teşekkür eder, bloğumuza olan ilginizin sürekliliğini dileriz. İF
SilMerhaba. Güzel bir çalışma elinize sağlık. birincisanayi.com diye bir site kuruyorum. Belirttiğiniz gibi kaynak belirterek resimlerinizden yararlanmak istiyorum. Teşekkür ederim. İyi günler dilerim.
YanıtlaSilİlhan Çetintürk
İlhan Bey, kaynak belirterek fotoğrafları kullanabilirsiniz. Söz konusu yazı İzmir Kültür ve Turizm Dergisi'nde de yayınlanmıştı. Bunu da bilgilerinize sunarım. Eğer korumayı aşamazsanız adresime e-mail gönderin; yardımcı olayım. İlginize teşekkür ederim. İF
SilEmeğinize sağlık. Çok yararlı bir araştırma yazısı olmuş. Teşekkürler.
YanıtlaSilOldukça eski bir yazımızdı. Bir dergi için hazırlamıştım o yıllarda. Bloğumuzda da paylaşmıştım. İlginize ve geri bildiriminize çok teşekkür ederim. Devamlılığı dileğiyle...İF
Sil