9 Haziran 2021 Çarşamba

DATÇA’DAN BETÇE’YE-2020-5

 KNİDOS’UN AMFORA DEPOLARI 
ve 
BAŞKA ŞEYLER 
21-24 Ekim 2020 
Hasan Doğan-İbrahim Fidanoğlu
  
Betçe yollarında 
 
Datça’dan uzaklaştıkça, engebelerin uyarına giderek ve kıvrım kıvrım virajlardan dönerek Betçelilerin yolun izin olmadığı zamanlarda soluklandıkları bir belin üzerine geldik. Kızılçamların gölgesinde; solumuzda denizin tuzlu rüzgârı yaladı tenimizi; kuzeyimizde yükseliyordu bir duvar gibi GocadağSındı’nın yakınlarıydık. Hasan Hoca’nın söylediğine göre; Geneviz Mevkii’ndeydik. Yoldan çıkarak kuzeydeki vadiye doğru yönelen bir toprak yola saparak yürümeye başladık. 
 
Kırtepe'den Geneviz'e doğru...
(Ekim 2020)

Sındı'nın mahallesi Örencik
(Hasan Doğan Arşivi)

  Örencik’ten Geneviz’e yolculukta son durak; Kislehan 
 
Geneviz Mevkii, Betçe’den Datça’ya doğru sabahın erken saatlerinde yola çıkan Betçelilerin mutlaka soluklandığı bir yerdi eski zamanlarda. O günlerde engebeli Datça yarımadasının zorlu coğrafyasında saatlerce sürerdi bu yolculuklar ve böyle yolda belde soluklanmak da yürümenin gereğiydi bir anlamda. 
 
Bir Örencik evi
(Hasan Doğan Arşivi)
 
Hasan Hoca bu yolculuğu eski ve yeniyi kıyaslayarak Örencik’ten Geneviz’e doğru ilerleyen insanların çileli yolculuklarının bir deminde anlatıyor şöyle: 
 
"Örencik, Sındı köyünün küçük bir mahallesi. Son yıllarda biraz rağbet görmüş ki birileri yüksek duvarları ile villalarını kondurmuşlar Örencik mahallesinin en güzel yerlerine. Bir yanda tertemiz hava ve sessizlik, diğer yanda da denizi görebilecek denli alabildiğine geniş bir manzara sahipliği… Bizim buralarda gerek bahçelerin, gerekse evlerin kapılarına kilit vurmazlar. Ancak dışarıdan gelenler, bu konularda çok hassaslar. Yüksek duvarlar, gösterişli kapılar ve arabalarına da görkemli garajlar olmazsa olmaz. Önünüzde deniz, arkanızda da çam ormanlarıyla kaplı Gocadağ… Yerli halk bu yapılara bakarken biraz yadırgıyor tabii ki. Hele yerli halkın üç kuruşa kaptırdığı badem bahçeleri ise, bakılmayı bırak; öncelikle kalın duvarları ile bir rant alanı haline getiriliyor kısa sürede. Bu yerler el değiştirince ilk göze çarpan durum ise, badem ağaçlarının aralarının sürülmeyişidir. Hatta üzerindeki bademler bile toplanmıyor artık. Biz yerliler; bu duruma bakıp, hemen anlıyoruz böyle yerlerin el değiştirdiğini. 
 
Örencik'in girişi; arkada Gocadağ...
(Hasan Doğan Arşivi)
 
Tabii ki her el değiştirme kötü niyetli girişimlerle sonuçlanmıyor; örneğin Kislehan’ın da içinde bulunduğu ve adı üzerinde oldukça kıraç bir bölge olan Kırtepe’de yakınlarda burayı satın alıp muazzam bir zeytin çiftliğine dönüştürenler de var. Kırtepe’de bir sırtta yer alan arazi, öncelikle güzel bir şekilde teraslanmış, daha sonra da bu teraslara zeytin fidanları dikilmiş. Sulamanın büyük problem olduğu bu alanda bu amaçla da büyük bir bedel ödendiği anlaşılıyor. Ama geniş bir alana yayılmış bu zeytinliğin karşısına geçip baktığınızda, ilerideki zamanları düşünüp eline sağlık demek geliyor insanın içinden.
 
Kırtepe'de emekle ortaya çıkan bir zeytin çiftliği
(Ekim 2020)
 
Geneviz Mevkii’ne Sındı köyünden yayan gelmek mümkün. Tarifi ise şöyle; önce Sındı’dan Sazak mahallesine, oradan da Örencik’e kısa sürede ulaşabilirsiniz. Örencik’ten arabaların da rahatlıkla gelebildiği dağ yolundan Geneviz denilen bu bölgeye bugün yürüyerek gelmek ayrı bir keyif. Ama eski zamanlarda nasıldı derseniz eğer, belki şöyle bir parantez açabiliriz: 
 
Çileli yolculukların güzergahı Döşeme...
(Ekim 2019)
 
Yol ayrımının ötesindeki dünya; Mezgit ve Mesudiye...
(Ekim 2019)
 
Geçmişte Datça yolculuğu yapan insanların belleklerinde oldukça yer etmiş bir yer burası. Bu yolculuklarda soluklanma mekânı idi herhalde. Buradan itibaren artık tırmanış gerekecek ve doğru Ağca denilen subaşına doğru yürünecek. Tabii ki bu arada şunu da belirtmekte yarar var; geçmişte insanlar, Kislehan’dan birkaç yüz metre doğuda Mesudiye-Avlana sapağından Döşeme yolu ile Ağca’ya ulaşırlarmış. Şimdilerde artık yeni açılmış olan Radar yolundan gidiyorlar. Bu yolculuğun bir başka dinlenme mekânı da Ağca denilen suyun başı imiş. Bu bölgede zakkum bitkisine ağı anlamında Ağca diyorlar. Ağca Mevkii, bu çileli Datça yolculuğunun tahminen yarısı... Mesudiye’nin hemen kuzey doğusuna denk gelen bu bölge, hala çeşmesi ile varlığını sürdürüyor. Sonraları bu yolculuklar arabalarla yapılmaya başlandığında ise, Kırtepe’den Döşeme’yi geçen arabalar, hemen Ağca çeşmesinde su molası verirlermiş. 
 
Mesudiye-Avlana Çeşmesi her daim akar şırıl şırıl.
(Ekim 2019)
 
Kırtepe'den Geneviz'e...
(Ekim 2020)
 
Kislehan’a Datça-Betçe yolundan da ulaşmak oldukça kolay. Datça’dan Betçe’ye doğru gelirken, Radar artık arkanızda kaldığında; aşağıya doğru sallanırken, solda Mesudiye-Avlana yol sapağını, sağda ise Kırtepe’yi görürsünüz. Biraz ileride sağa sapaktan arabanızla bile girebilirsiniz. Bu toprak yol, sizi önce Geneviz, sonra da Örencik’e götürür. Örencik’ten de Sazak ve sonra Datça-Betçe yoluna kavuşursunuz.” 
 
Geneviz Mevkii'nde kızılçamların altında bir sekinin üstüne konumlanmış Kislehan; kuzeyden bakış
(Ekim 2020)
 
Kırtepe’nin batısında; toprak yolun yokuş aşağı inilerek viraja ulaşan bölümünü tamamlayıp batıya doğru yöneldiğinizde, kızılçamların eteğindeki bir sırta yaslanmış durumda ve kireç taşından yapılmış oldukça eski bir yapıya ulaşıyorsunuz. Yerli halkın buraya verdiği isim Kislehan… Her ne kadar yapı, eski bir kilise olduğuna dair bilinen karakteristiklere sahip olmasa da, halkın hafızasında burası Rumlardan kalma bir kilise olarak yerini almış. Yapının adına, kiliseye ek olarak bir de han sözcüğünün eklenmiş olması, yapının bir zamanlar konaklamak amacıyla han olarak kullanılmış olabileceğini akla getiriyor.
 
Kislehan'ın batı cephesi; ana binanın yanındaki tonozlu bölüm ve cephede lento ayrıntısı ile dikkat çeken pencere
(Ekim 2020)
 
Yapının doğudan görünüşü
(Ekim 2020)
 
Yapıya güneyden bakış
(Ekim 2020)
 
Yapı doğu-batı doğrultulu olarak konumlanmış. Vadiye doğru bakan bir teras üzerinde yükselen ve kireç taşı malzeme kullanarak inşa edilmiş Kislehan yapısı, iki ana bölümden müteşekkil. Muhtemel hatıl deliklerinden yola çıkılarak en az iki katlı bir binayı andıran bölümü, bir yaşam mekânı olarak dikkat çekiyor. Ona hemen bitişik konumda yer alan diğer bölüm ise, tonozlu bir tünel şeklinde oluşturulmuş. Tonoz tünelin ağzı batıya doğru baktığı için binanın bugüne ulaşan haliyle biraz zorlama da olsa bunun bir kır kilisesi olma olasılığından söz edilebilir. Ama son derece dar bir mekân… 
 
Kuzeyden bakış; tonoz örtüye sahip olduğu düşünülen yaşam mekanı bölmelerden birisi
(Ekim 2020)
 
Kuzey cephesinden binanın topyekun görünüşü
(Ekim 2020)
 
Yaşam mekânı olarak tanımladığımız ana yapının ön ve arka cephesinin büyük bir bölümü yıkılmış olsa da batıya ve vadiye doğru bakan cephede bir taş lento ile belirlenen küçük bir pencere dikkat çekiyor. Bu yapının birkaç odası olabilir; en azından bunu hissettiren bir bölümlenme var ilk bakıldığında. Aynı yapıya kuzey cephesinden bakıldığında ise, güney duvarının en yukarıda kavis çizmeye niyetlendiğini gösteren bir eğim var duvarda. Aynı mekânın doğu duvarı da güneyden yükselen ve çatıyı örtmek için yapıldığı düşünülen bu tonoz çatıyı karşılayacak şekilde bir dairesel yol izliyor. Bütün bunlar biri batı-doğu doğrultulu, diğeri de güney-kuzey doğrultulu olmak üzere iki tonozlu yapının varlığına işaret ediyor sanki. Bugüne kalan yapı izlerini takip ederek anlaması oldukça güç bir kalıntı olarak kabul edebiliriz. Belki de son olarak; yapının Bizans döneminden kalma bir kır kilisesi ve konaklama mekânı olarak kullanılmış olabileceğini söylersek, halkın hafızasında yer alan bilgiyle de çelişmemiş oluruz. 
 
Kislehan'ın içinden batıya doğru bakış
(Ekim 2020)
 
Geneviz'den öteye...
(Ekim 2020)

Geneviz'in gebereleri (kapariler)
 (Ekim 2020)
 
Kervan yolu üzerinde tonozlu yapılar 
 
Geneviz’den Sındı’nın mahallesi Zeytincik’e doğru ilerlerken bir virajda bir sınır taşı özelliği taşıyan ve üzerindeki zorlukla fark edilebilen bir yazıtla ayırt edilen Damgalı’ya ulaşırsınız. Biraz ileride bu kez yolun karşı tarafında ise halk arasında Damgalı Mezar olarak adlandırılan dikdörtgen formatlı ve tonozlu bir İlkçağ yapısı yer alır. Bu büyük olasılıkla içinde mezar odası olarak adlandırabilecek bir tonoz mezar yapısı olmalıdır. Ama Knidos limanına doğru giden; İlkçağ’dan kalma kervan yolu üzerinde bunu andıran, kuzey-güney doğrultulu konumlanmış ve bağ olarak isimlendirilen arazilerin içinde yer alan başka tonozlu yapılar da mevcut. 
 
Damgalı Taş
(Hasan Doğan Arşivi)

Damgalı Mezarı
(Ekim 2020)

Damgalı Mezar; genel görünümü
(Ekim 2020)
 
Damgalı Mezar
(Ekim 2020)
 

Antik kaynaklar ve arkeolojik veriler, İlkçağ’da Knidos’un önemli bir şarap üretim ve ihracat merkezi olduğuna işaret ediyor. 
 
Knidos’un ünlü tatlı şarabı‘protropum’, Plinius (Plin. N.H. 14, 9.1) tarafından üretim metoduyla birlikte övgüyle anlatılmıştır. Antik kaynakların bahsettiği deniz suyu katılmış Knidos şarabı (Strabon 14, 1.15; Ath. Deip. 1.3, 2.67) belki de ucuz olduğu için çok talep görmüştür. Bu yoğun talebe bağlı olarak şarabın transportunda kullanılan Knidos orijinli amphoralara, Akdeniz havzasında birçok merkezde sıklıkla rastlanmaktadır. 
 
Günümüzde olduğu gibi antik dönemde de Knidos’un yer aldığı Datça yarımadasında zeytinyağı üretimi de yapmaktadır. Antik dönemde zeytinyağı, şarap üretimi ve ihracatına yönelik kentin hinterlandında, ihtiyaca bağlı olarak çok miktarda amphora üretim atölyesi faaliyet göstermiştir. 
 
Knidos amphoralarına örnekler
  
Datça yarımadasında sürdürülen arkeolojik kazı ve yüzey araştırmalarında tespit edilen amphora üretim atölyeleri, Knidos’un amphora üretiminin İ.Ö. 6.yüzyıldan, İ.S. 7.yüzyıla dek uzanan geniş bir periyotta sürdürüldüğünü göstermiştir. Gerek karakteristik form ve fabrik özellikleri, gerekse de İ.Ö. 4. yüzyıl sonu 3.yüzyılın başından, İ.S. 1.yüzyılın başlarına dek mühürlenmiş olmalarıyla Knidos amphoraları kolaylıkla tanınmaktadır. 
 
Knidos amphora mühürleri
 
Başlangıç aşamasında Knidos’ta badem ağızlı, ovoid gövdeli ve halka kaideli amphoralar üretilirken, M.Ö. 4.yüzyılda mantar ağızlı, kısa ve silindirik boyunlu, ovoid gövdeli, içi oyuk yüksek kaideli amphoralar yaygınlaşmıştır. Knidos’ta İ.Ö.3.yüzyılın ilk yıllarında üretilen amphoraların boyun, gövde ve kaide formlarında büyük bir değişiklik olmamakla birlikte mantar ağız formu yerini dar bir banda bırakmıştır. 
 
Knidos amphorası; İ.Ö. 3.yüzyıl 
(Mustafa Aydemir Koleksiyonu)
 
Akdeniz havzasına yayılmış Knidos’un iyi tanınan amphoraları, İ.Ö. 4.yüzyıla tarihlendirilen mantar ağızlı amphoralar ve İ.Ö. 3.yüzyıldan itibaren görülen yuvarlak ya da bant ağızlı, plastik halka eklentili dipli amphoralar olmak üzere iki ana tipe ayrılmıştır. 
 
Knidos amphorasının yüzük tipli dip detayı
 
Knidos’ta İ.Ö. 6.yüzyıldan İ.Ö. 3.yüzyılın başlangıcına dek üretilen amphoraların form karakteristiği açıkça dönemsel ve bölgesel özelliklere göre şekillenmiş gibi gözükmektedir. Bu dönemde Batı Anadolu ve Ege Adalarında üretilen amphoralar ile Knidos amphoraları benzer form özellikleri gösterirler. Ancak İ.Ö. 3.yüzyılın 2.çeyreğinde Knidos amphoraları karakteristik özelliklerini kazanmışlardır. Bu süreçte Knidos atölyeleri kendi özgün karakteristik özellikleriyle birlikte standart formlarını oluşturmuşlardır. 
 
Knidos amphorası; İ.Ö. 1.yüzyıl 
(İnayet Türkoğlu Koleksiyonu)
 
Standart Knidos amphoraları yuvarlatılmış ve dışa çekik ağızlı, yüksek silindirik boyunlu ve ovoid gövdelidir. Boyun, ağzın biraz altında, dışa hafif şişkinlik yapar. Kulplar, üstte boynun hafif şişkinlik yaptığı bu noktada boyuna bağlanır. Kulplar altta uçlarında, omuza dikey olarak birleşirler. Kulplar yüksektir ve oval kesitlidir. Ancak bu amphoraların en karakteristik özelliği kaide/dipte görülmektedir. Kaide/dip, etrafı plastik halka/bilezik eklentili içi dolu küt ya da sivri uçlu topaç görünümlüdür. Boyun, gövde yapısında daralıp incelmeler, kaide/dipte kısalıp uzamalar ya da küt uçtan sivri uca değişiklikler olmakla birlikte İ.Ö. 3.yüzyıldan İ.S. 3.yüzyıla dek Knidos amphoraları, bu genel karakteristik özelliklerini korumuşlardır. Özellikle halka eklentili kaide/dip Knidos amphoralarının en ayırt edici özelliği olmuştur. Bu nedenle Knidos orijinli amphoralar için form özellikleri doğrultusunda ‘standart’ifadesi, bu çalışmada genel form özellikleri ile yukarıdaki tanımlamaya uyan amphoralar için özellikle kullanılmıştır.”(1) 
 
Knidos Limanı
(Mart 2004)

Knidos Agorası
(Eylül 2006)

Knidos Agorası'nda sıra sıra dükkanlar
(Eylül 2006)
 
Knidos Tiyatrosu
(Eylül 2006)

Hasan Hoca’nın aktarımına göre ise; bu tarihsel kökleri olan bölgedeki zenginliği yaratan yerlerden birisi de Yaka köyü ve Palamut Bükü olmalıdır. Özellikle Gocadağ’dan beslenen Uluçay’ın taşıdığı zengin alüvyonlu toprakların birikimi ile oluşmuş Palamut Bükü ovası, Knidos’un tarımsal zenginliğini yaratan önemli kaynaklardan biri olmalı. Özellikle Çeşmeköy’ün doğusunda, yine Gocadağ’dan beslenen Kemerçay’ın üzerine inşa edilmiş ve halk arasında Kemer Köprü olarak bilinen köprünün varlığı, Knidos limanına doğru ilerleyen bir kervan yolunun rotası hakkında bize bir fikir vermektedir.
 
Kemerçay'ın yatağı ve Kemer Köprü
(Ekim 2019)

Kemer Köprü; Hellenistik duvarlar
 
(Ekim 2019)
 
İngiliz Arkeolog George Bean’in yarımadadaki yüzey araştırmaları sırasında tespit ettiği köprü ile ilgili yazdıkları da ilginç. 
 
“Datça’daki Eski Knidos’tan, Kumyer’deki Triopion’a giden bir yol olmalıydı; gerçekten de bu yolun yönü izlenebilmektedir. Bu günkü yolu hemen yanından takip eden antik yolun, gidiş gelişe yetecek genişlikte olduğu görülür. Yeni şehrin kuruluşundan sonra yol, Tekir’e kadar uzatılmıştır. 
 
Kumyer Kalesi
(Mart 2004)
 
Kumyer Kalesi'nin surları
(Mart 2004)
 

Bu yol, Kumyer’in hemen ötesinde bir köprü yardımıyla, bir çayın üzerinden karşı tarafa geçer. Bu köprünün büyük bir kısmı hala ayaktadır ve antik Yunan köprülerinin en dikkate değerleri arasındadır. Her iki kenarındaki uzun ayaklar, bugünkü köprülere öncülük etmiştir. Suyun üzerinde kalan kısmı ise üçgen şeklinde ya da trapezoidal bir kemer yapar (bu kısmı kaybolmuştur). Taş işçiliğinin stili, İ.Ö. 300 civarında bir tarihte (Hellenistik Dönem-İF) yapılmış olduğunu gösterir. Yeni şehre yaklaşıldıkça; yolun, her iki yanında çok yoğun şekilde mezarlarla dolu olduğu görülür.”(2) 
 
Kemerçay ile Kemer Köprü'nün buluştuğu hat; suyun aktığı düzlem...
(Ekim 2019)

Kemer Köprü'nün şekil bağlı kesme taş blokları
(Ekim 2019)
 
Böyle muhteşem bir köprüden sadece insanın geçmediği kesin. Köprü kesme taşlar kullanılarak Kemerçay’ın üzerine inşa edilmiş ve izleyen herkesi hayrete düşürecek kadar mükemmel bir yapı görünümünde… George Bean’in de sözünü ettiği antik kervan yolu üzerinde yer alan bağlardan ve onların kadim isimlerinden söz ediyor Hasan Hoca. Yarımadanın zorlu topografyasından kaynaklanan tarıma uygun arazilerin kıtlığı açısından; Cumalı köyü ve çevresi, sahip olduğu tarımsal düzlükler nedeniyle öne çıkıyor. Antik kervan yolu güzergâhı üzerinde yer alan ve yöredeki yaşlılardan öğrendiğimiz isimleriyle Amdiriz Bağı, Harman Bağı, Dalaklı Bağı, Karaköylü Bağı, Elyese Bağı, Kocalan (Kocaoğlan) Bağı, Dedebağı, Kababağ, Parsaklı Bağı,Seyman Bağı, Avraji Bağı, Dobur Bağı, Cillan Bağı, Mağaza Bağı, Sarıbağ, Pamukbağ, Beşiktaşı (defineciler tarafından parçalanmış bir Knidos lahdinden alıyor ismini), Başbağ, Salihağa Bağı, Budak Bağı, Topal Hasan Bağı, Kızılca Bağı, Gırbağ, Tatarbağı gibi mevkiler, yüzlerce yıldır tarıma uygun değerli alanlar olarak Cumalı’dan Yakaköy’e doğru bir bir sıralanıyor. Bu bağların içinde yüksekliği fazla olmayan, şimdilerde içi toprakla dolu, dikdörtgen formatlı ve kuzey-güney ekseninde konumlanmış bir dizi tonozlu yapının varlığı ise oldukça dikkat çekici. Ayrıca Kızıl Kuyu, Kızıl Müş ve Çömlekçi gibi mevki adlarının varlığı ve bölgedeki killi toprakların yoğunluğu ise ister istemez Knidos’tan kalma testi, küp ve amphora imalatını akla getiriyor. Bölgede dolaşırken yüzeyde sıkça rastlanan çömlek ve amphora kırıkları da bu düşüncemize bir dayanak oluşturuyor. 
 
Kocalan Bağı'ndaki tonozlu yapının girişi
(Ekim 2020)

Kızıl Müş
(Ekim 2020)
 
Yaka, Kumyer ve Palamut Bükü civarında da sonu bağ ile biten tarla isimlerine sıkça rastlamak mümkün. Amdiriz Bağı, Cıllan Bağı ve Avraji Bağı, burada daha önce yaşamış yerli Rumlardan kalma mevki isimleri olarak dikkat çekiyor. 
 
Amdiriz Bağı; yüzlerce yılın ardından gelen yaşama direnci, Betçe'nin yerlisi...
(Hasan Doğan Arşivi)

Amdiriz'in bin yıllık zeytinleri
(Hasan Doğan Arşivi)
 
Yörede yerli halkın mağara olarak adlandırdığı bu tonozlu yapılar, kuzey-güney doğrultulu olarak konumlanmış ve sonradan açıldığı izlenimini veren kapılara sahipler. Bu tonozlu yapılardan kimisi Knidos sonrasında zaman zaman yaşam mekânı olarak da kullanılmış. Bu amaçla kullanılan yapıların bir örneği Gocaoğlan Bağı’nda bulunuyor. Bu tarlaya yakın konumda Küp Konağı, Külçe Damı ve Tolaz diye bilinen mevki isimleri de oldukça dikkat çekici… 
 
Kızıl Müş'de bulunan tonozlu "mağara"nın içi
(Ekim 2020)

Kızıl Müş yapısının dışarıdan görünümü
(Ekim 2020)

 
Bu tonozlu yapıların inşasında kiremit ya da tuğla kullanılmamış. Tamamen taş ve Horasan harcı kullanılarak inşa edilmiş bu yapıların üstü, bir tonoz örtüsü ile kapatılmış durumda. Bu tonoz örtüsü, zemin üzerine örülen ve bir insanın zorlukla girebileceği yükseklikte bir duvar yükseltisinin üzerine yerleştirilmiş. Sıcaklık değişimine karşı oldukça korunaklı durumda olan bu yapılar, yüzlerce yıllık bir maceradan sıyrılıp çıkagelmişler bugüne sanki. 
 
Kızıl Müş'de bir anıt zeytin daha...
(Ekim 2020)

Dalaklı Bağ'ın zeytinleri
(Hasan Doğan Arşivi)
 
Yapıların içinde herhangi bir mezar odası olarak tanımlanabilecek bölümleme mevcut değil. Tamamen dış ortamdan yalıtılmış bir şekilde düşünülmüş bu yapıların amacı ne ola ki? Hasan Hoca’nın yaklaşımına göre; kervan yolu üzerinde yer alan, yüksekliği fazla olmayan ve bir mahzen görünümündeki bu tonozlu yapılar, Knidos limanına sevk edilmeyi bekleyen; yan yana dizili ve içi şarap dolu amphoraların saklandığı ambarlar olamaz mı? 
 
Kocalan Bağı'nın Knidos'dan kalma tonoz yapılı "mağara"sı
 (Ekim 2020)

Kervan yolu üzerindeki Kocalan Bağı
(Ekim 2020)
 
Antik kaynaklara ve arkeolojik bulgulara göre Knidos kentinin en önemli ihraç ürünleri arasında şarap, sirke ve zeytinyağı yer almaktaydı. Şarap dolu amphoraların saklanma mekânları da üretim yapıldığı bağlara yakın konumda olsa gerekti. Keza şarabın ya da sirkenin bu mahzenlerden Knidos limanına aktarılması meselesinin, hemen bu tarlaların kıyısından geçip giden kervan yolu ile ilişkilendirilmesi de pekâlâ mümkün. Özetle demek istediğimiz; “bağ”la biten isimlerin arkasına saklanmış bu tonozlu yapılar, neden İlkçağ’ın amphora mahzenleri olmasın? 
 
Kızıl Müş bağı
(Ekim 2020)

Dalaklı Bağ'da yaşlı bir zeytin ağacı
(Hasan Doğan Arşivi)

Gerek Cumalı köyü, gerekse Yaka köyünün yaşlıları, bu köylere gidip gelişlerinde çocukluk anılarını anlatıyorlar. Hepsi de aşağı yukarı aynı güzergâhı çiziyorlar. Zamanla bu yolun bazı kısımları yeni açılan tarlalara dâhil edilmiş olsa da, Knidos limanına giden antik kervan yolu güzergâhı, aşağı yukarı yaşlıların işaret ettiği yolla aynı doğrultuda ilerliyor. Özellikle Yaka köyünün altından geçen eski yolun izleri, bugün dahi aynen durmakta. 
 
Kocalan Bağı'nda tonozlu yapının görünümü
(Ekim 2020)
 
Kumyer mahallesinde bir küpe benzer toprağın içindeki bir haznenin ağzı; acaba Knidos şarapları için bir depolama işlevi mi görüyordu?
(Hasan Doğan Arşivi)
 

Yakaköy’de bir havuz 
 
Yakaköy’ün doğusunda Pilavcı Boğazı ile Yangılca mevkileri arasında; Yelbeci olarak adlandırılan bölgede, arazisi Ali Gültekin üzerinde iken satılan, içerisinde doğu-batı doğrultulu, ölçümlerimize göre; eni 8 m, boyu ise 12 m, duvar kalınlıkları 80 cm, duvarların yüksekliği ise yaklaşık 1 m olan bir eski havuz bulunuyor. Havuzun duvarlarının iç yüzeyleri iki kat mozaik sıva ile sıvanmış. İki kat uygulanan sıva malzemesi birbirinden farklı değil ve farklı zamanlarda uygulandığına dair bir iz de yok üzerlerinde. Sıva malzemesinin bugün dahi herhangi bir bozunmaya uğramamış olması ise oldukça dikkat çekici olsa gerek. Sıvadan bir parça koparmak bile mümkün değil; sıva, o denli sağlam ve yüzeyle bütünleşmiş durumda. 
 
Yakaköy havuzu; kervan yolu üzerinde...
(Hasan Doğan Arşivi)

Havuz duvarlarının iki katlı sıvası
(Hasan Doğan Arşivi)

Havuzun duvar kalınlığı
(Hasan Doğan Arşivi)

Havuzda duvar ve taban detayı
(Hasan Doğan Arşivi)
 
Köyün yaşlılarının aktarımına göre, havuzun bulunduğu Pilavcı Boğazı Mevkii’nde herhangi bir su kaynağının bulunmaması, bu havuzun içinin neyle doldurulduğunu düşündürtüyor insana. Çevrede yer alan pek çok bağın bu havuzla bir ilgisi olabilir mi? Bu bağlardan elde edilen üzümün sıkılıp suyunun çıkarıldığı mekânlar mıydı bu havuzlar? Köyün yaşlılarının bu konuda herhangi bir fikirleri yok. Ne konuşulmuş, ne de duyulmuş bu yaşlarına dek. Köyde bir kazı anında çıkarılan bir aslan heykelinden söz ediyor köylüler. Knidos ile bağlantılı bir hikâyesi olsa gerek aslanın. Antik kervan yolu üzerinde yer alan Yakaköy havuzunun, üzümün ve şıranın yükleme ve boşaltma işlemlerindeki sahip olduğu yer avantajını da göz ardı etmemeli şüphesiz. Ama bugün için; bütün bunların hepsi, sadece sisli bir hayalden ibaret… Bu düşüncelerin altını dolduracak olan veriye ve onu bilgiye dönüştürecek arkeologlara gereksinim var. Asıl olan elbette ki bu… Nereye baksak, yarımadanın her yanında Knidos’un mührü saklı sanki… Gocadağ’ın eteklerinde Yakaköy’de bir yol üstü havuzu; yolcusunu nerelere alıp götürüyor yarabbi?
 
Yakaköy havuzunun bir başka görünümü
(Hasan Doğan Arşivi)
 
Duvar köşeleri
(Hasan Doğan Arşivi)

Yakaköy'de Kapız Kuyusu ve başındaki asırlık zeytin ağacı
(Hasan Doğan Arşivi)
 
Zeytincik’te a(k)şam oldu. 
 
Bağlardan sonra akşama doğru Sındı’nın mahallesi Zeytincik’e uğradık. Yoldan ayrılıp bir küçük yokuştan sallanınca aşağıya; kendimizi Mehmet Pehlivan’ın evinde buluverdik. Karı koca birlikte, avludaki fırında gavur halkası pişirmekteydiler. Yörede bal üretimi ve ticareti ile uğraşan Pehlivan’ın anacağızı; en az 95 yaşında Fatma Teyze ile karşılaştık kapı eşiğinde. Fatma Teyze, geçen yıl Betçe yazılarında adını andığımız Çanakkale gazisi Topal Hasan’ın Türk eşinden olma büyük kızı imiş. Anasının adı Hesna imiş. Fatma Teyze’nin eşi Âdem Bey, erken yaşta ölünce; tek çocukla hayat mücadelesinde bir başına kalakalıvermiş Fatma Teyzecik. Şimdi oğlu Mehmet Pehlivan’ın yanında yaşamının son demlerini sürmekte inatla... 
 
Topal Hasan'ın kızı Fatma Teyze  ile Sevcan Abla'nın sohbet anı
(Ekim 2020)

Terk edilmiş Zeytincik evlerinden biri
(Ekim 2020)

Likya mezarını andıran bacalarıyla dikkat çeken Zeytincik evlerinden biri
(Ekim 2020)

Hala bir yaşam mekanı; Zeytincik evlerinden bir diğeri...
(Ekim 2020)
 
 
Zeytincik’in zamana direnen eski evleri ise ayrı bir hikâye… Daracık sokakların üstündeki sekilere tünemiş gibi duran taş evlerin çoğu terk edilmiş durumda. Çatıları çökmüş çoğunun; pencere ve kapı lentoları ahşaptan, taş örgülü duvarların üzerinde yer yer dökülmüş sıvalar, iç mekânda birbiri üzerine devrilmiş hatıllar; hepsinde yaşanmışlıkların izleri saklı belli ki. Evlerin alâmetifarikası gibi duran bacaları ise, Likya mezarlarının birer küçük kopyası sanki… Keşke yaşasaydı, yaşatılabilseydi Zeytincik evleri; şimdi hepsi birer mahzun mekân kıvamında; tünedikleri alçak tepeciklerin üzerinden gelen geçen yolcusunu seyreder. 
(DEVAM EDECEK)

Dipnotlar: 
(1)     Yeni bir Knidos Amphora Tipi: Küçük Knidos Amphoraları; Dr. Candemir Zoroğlu-Prof. Dr. Ertekin M. Doksanaltı; Belleten, Ağustos-2020; Cilt:84, Sayı:300, Sayfa: 505-506-507 
(2)  George E. Bean, Eskiçağ’da Menderes’in Ötesi; Arion Yayınevi, 1.Basım, Şubat-2000-İstanbul; Sayfa: 151 
(3)    Fotoğraflar, belirtilenler dışında İ.Fidanoğlu tarafından çekilmiştir. 
 
Yazan: Hasan Doğan-İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC

1 yorum:

  1. Karya imparatorluğunun olduğu yerlerin ayrı bir havası var

    YanıtlaSil