KNİDOS’UN
AMFORA DEPOLARI
ve
BAŞKA
ŞEYLER
21-24 Ekim 2020
Hasan Doğan-İbrahim Fidanoğlu
Betçe
yollarında
Datça’dan uzaklaştıkça,
engebelerin uyarına giderek ve kıvrım kıvrım virajlardan dönerek Betçelilerin
yolun izin olmadığı zamanlarda soluklandıkları bir belin üzerine geldik.
Kızılçamların gölgesinde; solumuzda denizin tuzlu rüzgârı yaladı tenimizi;
kuzeyimizde yükseliyordu bir duvar gibi Gocadağ…
Sındı’nın yakınlarıydık. Hasan
Hoca’nın söylediğine göre; Geneviz Mevkii’ndeydik.
Yoldan çıkarak kuzeydeki vadiye doğru yönelen bir toprak yola saparak yürümeye
başladık.
Örencik’ten
Geneviz’e yolculukta son durak; Kislehan
Geneviz
Mevkii,
Betçe’den Datça’ya doğru sabahın erken saatlerinde yola çıkan Betçelilerin
mutlaka soluklandığı bir yerdi eski zamanlarda. O günlerde engebeli Datça yarımadasının zorlu coğrafyasında
saatlerce sürerdi bu yolculuklar ve böyle yolda belde soluklanmak da yürümenin
gereğiydi bir anlamda.
(Hasan Doğan Arşivi)
Hasan Hoca bu yolculuğu eski ve yeniyi
kıyaslayarak Örencik’ten Geneviz’e doğru ilerleyen insanların
çileli yolculuklarının bir deminde anlatıyor şöyle:
"Örencik, Sındı köyünün küçük bir mahallesi. Son yıllarda biraz rağbet görmüş
ki birileri yüksek duvarları ile villalarını kondurmuşlar Örencik mahallesinin en güzel yerlerine. Bir yanda tertemiz hava ve
sessizlik, diğer yanda da denizi görebilecek denli alabildiğine geniş bir
manzara sahipliği… Bizim buralarda gerek bahçelerin, gerekse evlerin kapılarına
kilit vurmazlar. Ancak dışarıdan gelenler, bu konularda çok hassaslar. Yüksek
duvarlar, gösterişli kapılar ve arabalarına da görkemli garajlar olmazsa olmaz.
Önünüzde deniz, arkanızda da çam ormanlarıyla kaplı Gocadağ… Yerli halk bu yapılara bakarken biraz yadırgıyor tabii ki.
Hele yerli halkın üç kuruşa kaptırdığı badem bahçeleri ise, bakılmayı bırak;
öncelikle kalın duvarları ile bir rant alanı haline getiriliyor kısa sürede. Bu
yerler el değiştirince ilk göze çarpan durum ise, badem ağaçlarının aralarının
sürülmeyişidir. Hatta üzerindeki bademler bile toplanmıyor artık. Biz yerliler;
bu duruma bakıp, hemen anlıyoruz böyle yerlerin el değiştirdiğini.
(Hasan Doğan Arşivi)
Tabii ki
her el değiştirme kötü niyetli girişimlerle sonuçlanmıyor; örneğin Kislehan’ın da içinde bulunduğu ve adı
üzerinde oldukça kıraç bir bölge olan Kırtepe’de
yakınlarda burayı satın alıp muazzam bir zeytin çiftliğine dönüştürenler de
var. Kırtepe’de bir sırtta yer alan
arazi, öncelikle güzel bir şekilde teraslanmış, daha sonra da bu teraslara
zeytin fidanları dikilmiş. Sulamanın büyük problem olduğu bu alanda bu amaçla
da büyük bir bedel ödendiği anlaşılıyor. Ama geniş bir alana yayılmış bu
zeytinliğin karşısına geçip baktığınızda, ilerideki zamanları düşünüp eline
sağlık demek geliyor insanın içinden.
(Ekim 2020)
Geneviz Mevkii’ne Sındı köyünden yayan gelmek mümkün.
Tarifi ise şöyle; önce Sındı’dan Sazak mahallesine, oradan da Örencik’e kısa sürede ulaşabilirsiniz. Örencik’ten arabaların da rahatlıkla
gelebildiği dağ yolundan Geneviz
denilen bu bölgeye bugün yürüyerek gelmek ayrı bir keyif. Ama eski zamanlarda
nasıldı derseniz eğer, belki şöyle bir parantez açabiliriz:
(Ekim 2019)
(Ekim 2019)
Geçmişte Datça yolculuğu yapan insanların
belleklerinde oldukça yer etmiş bir yer burası. Bu yolculuklarda soluklanma mekânı
idi herhalde. Buradan itibaren artık tırmanış gerekecek ve doğru Ağca denilen subaşına doğru yürünecek.
Tabii ki bu arada şunu da belirtmekte yarar var; geçmişte insanlar, Kislehan’dan birkaç yüz metre doğuda Mesudiye-Avlana sapağından Döşeme yolu ile Ağca’ya ulaşırlarmış. Şimdilerde artık yeni açılmış olan Radar yolundan gidiyorlar. Bu yolculuğun
bir başka dinlenme mekânı da Ağca
denilen suyun başı imiş. Bu bölgede zakkum
bitkisine ağı anlamında Ağca diyorlar. Ağca Mevkii, bu çileli Datça yolculuğunun tahminen yarısı... Mesudiye’nin hemen kuzey doğusuna denk
gelen bu bölge, hala çeşmesi ile varlığını sürdürüyor. Sonraları bu yolculuklar
arabalarla yapılmaya başlandığında ise, Kırtepe’den
Döşeme’yi geçen arabalar, hemen Ağca çeşmesinde su molası verirlermiş.
(Ekim 2019)
(Ekim 2020)
Kislehan’a Datça-Betçe yolundan da ulaşmak oldukça kolay. Datça’dan Betçe’ye doğru
gelirken, Radar artık arkanızda
kaldığında; aşağıya doğru sallanırken, solda Mesudiye-Avlana yol sapağını, sağda ise Kırtepe’yi görürsünüz. Biraz ileride sağa sapaktan arabanızla bile
girebilirsiniz. Bu toprak yol, sizi önce Geneviz,
sonra da Örencik’e götürür. Örencik’ten de Sazak ve sonra Datça-Betçe
yoluna kavuşursunuz.”
(Ekim 2020)
Kırtepe’nin batısında; toprak yolun yokuş aşağı inilerek viraja ulaşan bölümünü
tamamlayıp batıya doğru yöneldiğinizde, kızılçamların eteğindeki bir sırta
yaslanmış durumda ve kireç taşından yapılmış oldukça eski bir yapıya
ulaşıyorsunuz. Yerli halkın buraya verdiği isim Kislehan… Her ne kadar yapı, eski bir kilise olduğuna dair bilinen
karakteristiklere sahip olmasa da, halkın hafızasında burası Rumlardan kalma
bir kilise olarak yerini almış. Yapının adına, kiliseye ek olarak bir de han
sözcüğünün eklenmiş olması, yapının bir zamanlar konaklamak amacıyla han olarak
kullanılmış olabileceğini akla getiriyor.
Kislehan'ın batı cephesi; ana binanın yanındaki tonozlu bölüm ve cephede lento ayrıntısı ile dikkat çeken pencere
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
Yapı doğu-batı doğrultulu olarak konumlanmış.
Vadiye doğru bakan bir teras üzerinde yükselen ve kireç taşı malzeme kullanarak
inşa edilmiş Kislehan yapısı, iki ana
bölümden müteşekkil. Muhtemel hatıl deliklerinden yola çıkılarak en az iki
katlı bir binayı andıran bölümü, bir yaşam mekânı olarak dikkat çekiyor. Ona
hemen bitişik konumda yer alan diğer bölüm ise, tonozlu bir tünel şeklinde
oluşturulmuş. Tonoz tünelin ağzı batıya doğru baktığı için binanın bugüne
ulaşan haliyle biraz zorlama da olsa bunun bir kır kilisesi olma olasılığından
söz edilebilir. Ama son derece dar bir mekân…
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
Yaşam mekânı olarak tanımladığımız ana yapının
ön ve arka cephesinin büyük bir bölümü yıkılmış olsa da batıya ve vadiye doğru
bakan cephede bir taş lento ile belirlenen küçük bir pencere dikkat çekiyor. Bu
yapının birkaç odası olabilir; en azından bunu hissettiren bir bölümlenme var
ilk bakıldığında. Aynı yapıya kuzey cephesinden bakıldığında ise, güney
duvarının en yukarıda kavis çizmeye niyetlendiğini gösteren bir eğim var
duvarda. Aynı mekânın doğu duvarı da güneyden yükselen ve çatıyı örtmek için
yapıldığı düşünülen bu tonoz çatıyı karşılayacak şekilde bir dairesel yol
izliyor. Bütün bunlar biri batı-doğu doğrultulu, diğeri de güney-kuzey
doğrultulu olmak üzere iki tonozlu yapının varlığına işaret ediyor sanki.
Bugüne kalan yapı izlerini takip ederek anlaması oldukça güç bir kalıntı olarak
kabul edebiliriz. Belki de son olarak; yapının Bizans döneminden kalma bir kır
kilisesi ve konaklama mekânı olarak kullanılmış olabileceğini söylersek, halkın
hafızasında yer alan bilgiyle de çelişmemiş oluruz.
Kislehan'ın içinden batıya doğru bakış
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
Kervan yolu
üzerinde tonozlu yapılar
Geneviz’den Sındı’nın mahallesi Zeytincik’e doğru ilerlerken bir virajda bir sınır taşı özelliği
taşıyan ve üzerindeki zorlukla fark edilebilen bir yazıtla ayırt edilen Damgalı’ya ulaşırsınız. Biraz ileride bu
kez yolun karşı tarafında ise halk arasında Damgalı
Mezar olarak adlandırılan dikdörtgen formatlı ve tonozlu bir İlkçağ yapısı
yer alır. Bu büyük olasılıkla içinde mezar odası olarak adlandırabilecek bir
tonoz mezar yapısı olmalıdır. Ama Knidos limanına
doğru giden; İlkçağ’dan kalma kervan yolu üzerinde bunu andıran, kuzey-güney
doğrultulu konumlanmış ve bağ olarak isimlendirilen arazilerin içinde yer alan
başka tonozlu yapılar da mevcut.
(Hasan Doğan Arşivi)
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
Antik
kaynaklar ve arkeolojik veriler, İlkçağ’da Knidos’un
önemli bir şarap üretim ve ihracat merkezi olduğuna işaret ediyor.
“Knidos’un ünlü tatlı
şarabı‘protropum’, Plinius (Plin. N.H. 14,
9.1) tarafından üretim metoduyla birlikte övgüyle anlatılmıştır. Antik
kaynakların bahsettiği deniz suyu katılmış Knidos
şarabı (Strabon 14, 1.15; Ath.
Deip. 1.3, 2.67) belki de ucuz olduğu için çok talep görmüştür. Bu yoğun talebe
bağlı olarak şarabın transportunda kullanılan Knidos orijinli amphoralara, Akdeniz havzasında birçok merkezde
sıklıkla rastlanmaktadır.
Günümüzde olduğu gibi antik dönemde de Knidos’un yer aldığı Datça
yarımadasında zeytinyağı üretimi de yapmaktadır. Antik dönemde zeytinyağı,
şarap üretimi ve ihracatına yönelik kentin hinterlandında, ihtiyaca bağlı
olarak çok miktarda amphora üretim atölyesi faaliyet göstermiştir.
Datça yarımadasında sürdürülen
arkeolojik kazı ve yüzey araştırmalarında tespit edilen amphora üretim
atölyeleri, Knidos’un amphora
üretiminin İ.Ö. 6.yüzyıldan, İ.S. 7.yüzyıla dek uzanan geniş bir periyotta
sürdürüldüğünü göstermiştir. Gerek karakteristik form ve fabrik özellikleri,
gerekse de İ.Ö. 4. yüzyıl sonu 3.yüzyılın başından, İ.S. 1.yüzyılın başlarına
dek mühürlenmiş olmalarıyla Knidos
amphoraları kolaylıkla tanınmaktadır.
Başlangıç aşamasında Knidos’ta badem ağızlı, ovoid gövdeli ve
halka kaideli amphoralar üretilirken, M.Ö. 4.yüzyılda mantar ağızlı, kısa ve
silindirik boyunlu, ovoid gövdeli, içi oyuk yüksek kaideli amphoralar
yaygınlaşmıştır. Knidos’ta İ.Ö.3.yüzyılın
ilk yıllarında üretilen amphoraların boyun, gövde ve kaide formlarında büyük
bir değişiklik olmamakla birlikte mantar ağız formu yerini dar bir banda
bırakmıştır.
(Mustafa Aydemir Koleksiyonu)
Akdeniz havzasına yayılmış Knidos’un
iyi tanınan amphoraları, İ.Ö. 4.yüzyıla tarihlendirilen mantar ağızlı
amphoralar ve İ.Ö. 3.yüzyıldan itibaren görülen yuvarlak ya da bant ağızlı,
plastik halka eklentili dipli amphoralar olmak üzere iki ana tipe ayrılmıştır.
Knidos amphorasının yüzük tipli dip detayı
Knidos’ta İ.Ö. 6.yüzyıldan İ.Ö.
3.yüzyılın başlangıcına dek üretilen amphoraların form karakteristiği açıkça
dönemsel ve bölgesel özelliklere göre şekillenmiş gibi gözükmektedir. Bu
dönemde Batı Anadolu ve Ege Adalarında üretilen amphoralar ile Knidos amphoraları benzer form
özellikleri gösterirler. Ancak İ.Ö. 3.yüzyılın 2.çeyreğinde Knidos amphoraları karakteristik
özelliklerini kazanmışlardır. Bu süreçte Knidos
atölyeleri kendi özgün karakteristik özellikleriyle birlikte standart
formlarını oluşturmuşlardır.
Knidos amphorası; İ.Ö. 1.yüzyıl
(İnayet Türkoğlu Koleksiyonu)
Standart Knidos
amphoraları yuvarlatılmış ve dışa çekik ağızlı, yüksek silindirik boyunlu ve
ovoid gövdelidir. Boyun, ağzın biraz altında, dışa hafif şişkinlik yapar.
Kulplar, üstte boynun hafif şişkinlik yaptığı bu noktada boyuna bağlanır.
Kulplar altta uçlarında, omuza dikey olarak birleşirler. Kulplar yüksektir ve
oval kesitlidir. Ancak bu amphoraların en karakteristik özelliği kaide/dipte
görülmektedir. Kaide/dip, etrafı plastik halka/bilezik eklentili içi dolu küt
ya da sivri uçlu topaç görünümlüdür. Boyun, gövde yapısında daralıp incelmeler,
kaide/dipte kısalıp uzamalar ya da küt uçtan sivri uca değişiklikler olmakla
birlikte İ.Ö. 3.yüzyıldan İ.S. 3.yüzyıla dek Knidos amphoraları, bu genel karakteristik özelliklerini
korumuşlardır. Özellikle halka eklentili kaide/dip Knidos amphoralarının en ayırt edici özelliği olmuştur. Bu nedenle Knidos orijinli amphoralar için form
özellikleri doğrultusunda ‘standart’ifadesi, bu çalışmada genel form
özellikleri ile yukarıdaki tanımlamaya uyan amphoralar için özellikle
kullanılmıştır.”(1)
(Mart 2004)
(Eylül 2006)
(Eylül 2006)
(Eylül 2006)
Hasan Hoca’nın
aktarımına göre ise; bu tarihsel kökleri olan bölgedeki zenginliği yaratan
yerlerden birisi de Yaka köyü ve Palamut Bükü olmalıdır. Özellikle Gocadağ’dan beslenen Uluçay’ın
taşıdığı zengin alüvyonlu toprakların birikimi ile oluşmuş Palamut Bükü ovası, Knidos’un
tarımsal zenginliğini yaratan önemli kaynaklardan biri olmalı. Özellikle Çeşmeköy’ün doğusunda, yine Gocadağ’dan beslenen Kemerçay’ın üzerine inşa edilmiş ve halk
arasında Kemer Köprü olarak bilinen
köprünün varlığı, Knidos limanına doğru ilerleyen bir kervan yolunun rotası
hakkında bize bir fikir vermektedir.
(Ekim 2019)
İngiliz Arkeolog George Bean’in yarımadadaki yüzey
araştırmaları sırasında tespit ettiği köprü ile ilgili yazdıkları da ilginç.
“Datça’daki Eski Knidos’tan, Kumyer’deki
Triopion’a giden bir yol olmalıydı;
gerçekten de bu yolun yönü izlenebilmektedir. Bu günkü yolu hemen yanından
takip eden antik yolun, gidiş gelişe yetecek genişlikte olduğu görülür. Yeni
şehrin kuruluşundan sonra yol, Tekir’e
kadar uzatılmıştır.
(Mart 2004)
(Mart 2004)
Bu yol, Kumyer’in hemen ötesinde bir köprü yardımıyla, bir çayın üzerinden
karşı tarafa geçer. Bu köprünün büyük bir kısmı hala ayaktadır ve antik Yunan
köprülerinin en dikkate değerleri arasındadır. Her iki kenarındaki uzun
ayaklar, bugünkü köprülere öncülük etmiştir. Suyun üzerinde kalan kısmı ise
üçgen şeklinde ya da trapezoidal bir kemer yapar (bu kısmı kaybolmuştur). Taş
işçiliğinin stili, İ.Ö. 300 civarında bir tarihte (Hellenistik
Dönem-İF) yapılmış
olduğunu gösterir. Yeni şehre yaklaşıldıkça; yolun, her iki yanında çok yoğun
şekilde mezarlarla dolu olduğu görülür.”(2)
(Ekim 2019)
(Ekim 2019)
Böyle muhteşem bir köprüden sadece insanın geçmediği kesin. Köprü kesme
taşlar kullanılarak Kemerçay’ın
üzerine inşa edilmiş ve izleyen herkesi hayrete düşürecek kadar mükemmel bir
yapı görünümünde… George Bean’in de
sözünü ettiği antik kervan yolu üzerinde yer alan bağlardan ve onların kadim
isimlerinden söz ediyor Hasan Hoca. Yarımadanın zorlu topografyasından
kaynaklanan tarıma uygun arazilerin kıtlığı açısından; Cumalı köyü ve çevresi, sahip olduğu tarımsal düzlükler nedeniyle
öne çıkıyor. Antik kervan yolu güzergâhı üzerinde yer alan ve yöredeki
yaşlılardan öğrendiğimiz isimleriyle Amdiriz
Bağı, Harman Bağı, Dalaklı Bağı, Karaköylü Bağı, Elyese Bağı, Kocalan (Kocaoğlan) Bağı, Dedebağı, Kababağ, Parsaklı Bağı,Seyman Bağı, Avraji
Bağı, Dobur Bağı, Cillan Bağı, Mağaza Bağı, Sarıbağ, Pamukbağ, Beşiktaşı
(defineciler tarafından parçalanmış bir Knidos lahdinden alıyor ismini), Başbağ,
Salihağa Bağı, Budak Bağı, Topal Hasan Bağı, Kızılca Bağı, Gırbağ, Tatarbağı gibi
mevkiler, yüzlerce yıldır tarıma uygun değerli alanlar olarak Cumalı’dan Yakaköy’e doğru bir bir sıralanıyor. Bu bağların içinde yüksekliği
fazla olmayan, şimdilerde içi toprakla dolu, dikdörtgen formatlı ve kuzey-güney
ekseninde konumlanmış bir dizi tonozlu yapının varlığı ise oldukça dikkat
çekici. Ayrıca Kızıl Kuyu, Kızıl Müş
ve Çömlekçi gibi mevki adlarının
varlığı ve bölgedeki killi toprakların yoğunluğu ise ister istemez Knidos’tan
kalma testi, küp ve amphora imalatını akla getiriyor. Bölgede dolaşırken
yüzeyde sıkça rastlanan çömlek ve amphora kırıkları da bu düşüncemize bir
dayanak oluşturuyor.
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
Yaka, Kumyer ve Palamut Bükü civarında da
sonu bağ ile biten tarla isimlerine sıkça rastlamak mümkün. Amdiriz Bağı, Cıllan Bağı ve Avraji Bağı, burada daha önce yaşamış
yerli Rumlardan kalma mevki isimleri olarak dikkat çekiyor.
(Hasan Doğan Arşivi)
(Hasan Doğan Arşivi)
Yörede yerli halkın mağara
olarak adlandırdığı bu tonozlu yapılar, kuzey-güney doğrultulu olarak
konumlanmış ve sonradan açıldığı izlenimini veren kapılara sahipler. Bu tonozlu
yapılardan kimisi Knidos sonrasında
zaman zaman yaşam mekânı olarak da kullanılmış. Bu amaçla kullanılan yapıların
bir örneği Gocaoğlan Bağı’nda
bulunuyor. Bu tarlaya yakın konumda Küp
Konağı, Külçe Damı ve Tolaz diye
bilinen mevki isimleri de oldukça dikkat çekici…
(Ekim 2020)
Bu tonozlu yapıların inşasında kiremit ya da tuğla kullanılmamış.
Tamamen taş ve Horasan harcı kullanılarak inşa edilmiş bu yapıların üstü, bir
tonoz örtüsü ile kapatılmış durumda. Bu tonoz örtüsü, zemin üzerine örülen ve
bir insanın zorlukla girebileceği yükseklikte bir duvar yükseltisinin üzerine
yerleştirilmiş. Sıcaklık değişimine karşı oldukça korunaklı durumda olan bu
yapılar, yüzlerce yıllık bir maceradan sıyrılıp çıkagelmişler bugüne sanki.
(Ekim 2020)
(Hasan Doğan Arşivi)
Yapıların içinde herhangi bir mezar odası olarak tanımlanabilecek
bölümleme mevcut değil. Tamamen dış ortamdan yalıtılmış bir şekilde düşünülmüş
bu yapıların amacı ne ola ki? Hasan Hoca’nın yaklaşımına göre; kervan yolu
üzerinde yer alan, yüksekliği fazla olmayan ve bir mahzen görünümündeki bu
tonozlu yapılar, Knidos limanına sevk
edilmeyi bekleyen; yan yana dizili ve içi şarap dolu amphoraların saklandığı
ambarlar olamaz mı?
(Ekim 2020)
Antik kaynaklara ve arkeolojik bulgulara göre Knidos kentinin en önemli ihraç ürünleri arasında şarap, sirke ve
zeytinyağı yer almaktaydı. Şarap dolu amphoraların saklanma mekânları da üretim
yapıldığı bağlara yakın konumda olsa gerekti. Keza şarabın ya da sirkenin bu
mahzenlerden Knidos limanına
aktarılması meselesinin, hemen bu tarlaların kıyısından geçip giden kervan yolu
ile ilişkilendirilmesi de pekâlâ mümkün. Özetle demek istediğimiz; “bağ”la biten isimlerin arkasına
saklanmış bu tonozlu yapılar, neden İlkçağ’ın amphora mahzenleri olmasın?
(Ekim 2020)
(Hasan Doğan Arşivi)
Gerek Cumalı köyü, gerekse Yaka köyünün yaşlıları, bu köylere gidip
gelişlerinde çocukluk anılarını anlatıyorlar. Hepsi de aşağı yukarı aynı güzergâhı
çiziyorlar. Zamanla bu yolun bazı kısımları yeni açılan tarlalara dâhil edilmiş
olsa da, Knidos limanına giden antik
kervan yolu güzergâhı, aşağı yukarı yaşlıların işaret ettiği yolla aynı
doğrultuda ilerliyor. Özellikle Yaka
köyünün altından geçen eski yolun izleri, bugün dahi aynen durmakta.
(Ekim 2020)
Kumyer mahallesinde bir küpe benzer toprağın içindeki bir haznenin ağzı; acaba Knidos şarapları için bir depolama işlevi mi görüyordu?
(Hasan Doğan Arşivi)
Yakaköy’de
bir havuz
Yakaköy’ün doğusunda Pilavcı Boğazı
ile Yangılca mevkileri arasında; Yelbeci olarak adlandırılan bölgede,
arazisi Ali Gültekin üzerinde iken
satılan, içerisinde doğu-batı doğrultulu, ölçümlerimize göre; eni 8 m, boyu ise
12 m, duvar kalınlıkları 80 cm, duvarların yüksekliği ise yaklaşık 1 m olan bir
eski havuz bulunuyor. Havuzun duvarlarının iç yüzeyleri iki kat mozaik sıva ile
sıvanmış. İki kat uygulanan sıva malzemesi birbirinden farklı değil ve farklı
zamanlarda uygulandığına dair bir iz de yok üzerlerinde. Sıva malzemesinin
bugün dahi herhangi bir bozunmaya uğramamış olması ise oldukça dikkat çekici
olsa gerek. Sıvadan bir parça koparmak bile mümkün değil; sıva, o denli sağlam
ve yüzeyle bütünleşmiş durumda.
(Hasan Doğan Arşivi)
(Hasan Doğan Arşivi)
(Hasan Doğan Arşivi)
(Hasan Doğan Arşivi)
Köyün yaşlılarının aktarımına göre, havuzun bulunduğu Pilavcı Boğazı Mevkii’nde herhangi bir
su kaynağının bulunmaması, bu havuzun içinin neyle doldurulduğunu düşündürtüyor
insana. Çevrede yer alan pek çok bağın bu havuzla bir ilgisi olabilir mi? Bu
bağlardan elde edilen üzümün sıkılıp suyunun çıkarıldığı mekânlar mıydı bu
havuzlar? Köyün yaşlılarının bu konuda herhangi bir fikirleri yok. Ne
konuşulmuş, ne de duyulmuş bu yaşlarına dek. Köyde bir kazı anında çıkarılan
bir aslan heykelinden söz ediyor köylüler. Knidos
ile bağlantılı bir hikâyesi olsa gerek aslanın. Antik kervan yolu üzerinde yer
alan Yakaköy havuzunun, üzümün ve
şıranın yükleme ve boşaltma işlemlerindeki sahip olduğu yer avantajını da göz
ardı etmemeli şüphesiz. Ama bugün için; bütün bunların hepsi, sadece sisli bir
hayalden ibaret… Bu düşüncelerin altını dolduracak olan veriye ve onu bilgiye
dönüştürecek arkeologlara gereksinim var. Asıl olan elbette ki bu… Nereye
baksak, yarımadanın her yanında Knidos’un
mührü saklı sanki… Gocadağ’ın
eteklerinde Yakaköy’de bir yol üstü
havuzu; yolcusunu nerelere alıp götürüyor yarabbi?
(Hasan Doğan Arşivi)
(Hasan Doğan Arşivi)
(Hasan Doğan Arşivi)
Zeytincik’te a(k)şam oldu.
Bağlardan sonra akşama
doğru Sındı’nın mahallesi Zeytincik’e uğradık. Yoldan ayrılıp bir
küçük yokuştan sallanınca aşağıya; kendimizi Mehmet Pehlivan’ın evinde buluverdik.
Karı koca birlikte, avludaki fırında gavur
halkası pişirmekteydiler. Yörede bal üretimi ve ticareti ile uğraşan
Pehlivan’ın anacağızı; en az 95 yaşında Fatma Teyze ile karşılaştık kapı
eşiğinde. Fatma Teyze, geçen yıl Betçe yazılarında adını andığımız Çanakkale
gazisi Topal Hasan’ın Türk eşinden
olma büyük kızı imiş. Anasının adı Hesna imiş. Fatma Teyze’nin eşi Âdem Bey,
erken yaşta ölünce; tek çocukla hayat mücadelesinde bir başına kalakalıvermiş
Fatma Teyzecik. Şimdi oğlu Mehmet Pehlivan’ın yanında yaşamının son demlerini
sürmekte inatla...
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
Zeytincik’in zamana direnen eski evleri ise ayrı bir
hikâye… Daracık sokakların üstündeki sekilere tünemiş gibi duran taş evlerin
çoğu terk edilmiş durumda. Çatıları çökmüş çoğunun; pencere ve kapı lentoları
ahşaptan, taş örgülü duvarların üzerinde yer yer dökülmüş sıvalar, iç mekânda
birbiri üzerine devrilmiş hatıllar; hepsinde yaşanmışlıkların izleri saklı
belli ki. Evlerin alâmetifarikası gibi duran bacaları ise, Likya mezarlarının birer küçük kopyası sanki… Keşke yaşasaydı,
yaşatılabilseydi Zeytincik evleri; şimdi hepsi birer mahzun mekân kıvamında;
tünedikleri alçak tepeciklerin üzerinden gelen geçen yolcusunu seyreder.
(DEVAM EDECEK)
Dipnotlar:
(1) Yeni bir Knidos Amphora Tipi: Küçük Knidos Amphoraları; Dr. Candemir Zoroğlu-Prof. Dr. Ertekin M. Doksanaltı; Belleten,
Ağustos-2020; Cilt:84, Sayı:300, Sayfa: 505-506-507
(2)
George E. Bean, Eskiçağ’da Menderes’in Ötesi; Arion Yayınevi, 1.Basım, Şubat-2000-İstanbul; Sayfa: 151
(3) Fotoğraflar, belirtilenler
dışında İ.Fidanoğlu tarafından
çekilmiştir.
Yazan: Hasan Doğan-İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
Karya imparatorluğunun olduğu yerlerin ayrı bir havası var
YanıtlaSil