26 Şubat 2016
İbrahim Fidanoğlu
Sinancılar, Kemalpaşa ve Bayındır geçişlerinden birinin
üzerinde yer alan ihtişamlı Ovacık
Yaylası’nın; kuzey yönünde derinleşerek sonunda bir kanyona dönüştüğü derin
vadinin ağzında yer alan, oldukça büyük bir köy. İsmiyle dikkat çeken ve Türkçe’nin
anlam yüküyle; sanki Sinan’dan yana olanların yerleştiği bir yeri anımsatan
köy, ismini hemen doğu yönündeki kızılçamlarla kaplı bir sırtta yatan Sinan Dede’den almış. Sinan Dede kimmiş
diye soracak olursanız; rivayet muhtelif… Bir anlatı, Bayındır’daki Hacı Sinan Külliyesi’ni de yaptıran ve
uzun yıllar Bayındır’da yaşadıktan sonra Bayındırlılara kızarak yaşamının sonuna
kadar bu bölgede yaşayan Hacı Sinan’a
ait olduğunu söylerken, bizim daha aklımıza yatkın olan diğeri ise,
Türkmenlerin Beydağlar ve Denizli üzerinden Batı Anadolu’ya doğru göçlerine
önderlik eden ve bu bölgeye yerleşmelerini sağlayan bir dini-askeri önder
olabileceğinden söz ediyor. Köyün isminin de Sinancılar olması; yani “Sinan
Dede’nin peşinden gelip bu yöreye yerleşenler, onun takipçileri” anlamında
kullanılmış olmasını daha olası kılıyor.
Sinancılar-Gölet yolunda eski yıkık caminin minaresinden kalan...
Sinancılar’ın üst düzleminde yer alan Ovacık
Yaylası, Kemalpaşa bölgesinin bizce en görkemli yaylalarından biri. Hem
havası hem de suyunun güzelliği ile dikkat çeken bu yaylanın karşısında yer
alan Dededağ’ın Çaldede Tepesi’nde de bir eren babanın mezarı var. (1) Yaylanın çevresindeki su
kaynaklarının beslediği derelerden biri olan Sinancılar Deresi, oldukça derin bir vadide bazen küçük çavlanlar
ve büvetler oluşturarak, bazen uslu, bazen deli; ovaya doğru bıkmadan usanmadan
bin yıllardır akıp duruyor.
Sinancılar Deresi
Sinancılar Köyü Meydanı
Yaklaşık iki haftadır yüksek basıncın ve Libya’dan gelen sıcak hava
dalgasının etkisiyle buralara erken geldi bahar. Bütün bademler, bahar dalları,
arkasından erikler, kayısılar ve en sonunda geçen hafta şeftaliler bile çiçek
açtı ovada. Dağlarda ise, şimdilik sadece saf ve cesur bademler baş vermiş
durumda. En son Karaburun ve Urla civarında nihayet erguvanlar da patladı bir
sabah; dayanamadılar daha fazla. Bu durum aslında pek de hayırlı olmasa gerek.
Küresel iklim oyunları üstüne türlü hikâyeler anlatıyor sesli ve sessiz medya.
Ama çare yok gibi; akıbet belli. Dünyanın “gizli” sahipleri, büyük kıyametlere
hazırlanmak adına nesiller sonrası için bile olsa; şimdiden uzayın en kuytu
köşelerinde bir rezervasyon peydahlama peşinde. Hele durun bakalım ne olacak bu
oyunun sonu? Titreyip kendine gelecek mi büyük insanlık? Kim bilir?
Sinancılar dere boyunda çiçeğe durmuş bir badem ağacının dibindeyiz.
Sinancılar deresinde küçük bir çavlan yada şarlak
Sabah Bornova’dan yola çıktığımızda yüksek basıncın da etkisiyle yol
boyunca yoğun sis vardı. Belkahve Boğazı’nı aşınca sis daha da arttı. Bağyurdu sapağından Bozdağlar silsilesinin bir parçası olan Ovacık yönündeki sırtlara
doğru döndük. Rumların 19.yy.da yoğun olarak yaşadığı o yıllardan kalan ismi olan
Parsa, halkın hafızasından silinmese
de artık bu beldenin yeni ismi Bağyurdu.
Tarihi Bağyurdu Çarşı Camisi’nin
restorasyonu hala devam etmekteydi. Bağyurdu çıkışından yaklaşık 1 km kadar
sonra, Sinancılar sapağından içeri doğru yöneldik. Köyün meydanında sabah
mahmurluğu vardı sanki. Kahvehanenin önündeki masalarda ise, birkaç kişi vardı
ancak.
Sinancılar köy meydanında Mustafa Amca anlatıyor; dinliyoruz.
Gezginler, Sinancılar'da; bademlerin resitaline ortaklar.
Meydanda kitabesi de bulunan eski bir çeşme dikkatimizi çekti. Çeşmenin
ön yüzünde; defne dallarından örülü bir çelenk ve altında ise “Sinancılar; Devlet ve köylünün işbirliği ile
bu su getirilmiştir. 1964” yazısı; arka yüzünde ise “Vali Kazım Paşa zamanında Sinancılarlı Hafız Kadri Efendi tarafından
yaptırılmıştır. 1933” yazısı bulunmaktaydı. Ön ve arka yüzdeki tarihlerin
farklı oluşu, bize; çeşmeye zaman içinde bir müdahale olduğunu hatırlattı.
Meydanda tanıştığımız köyün eskilerinden 74 yaşındaki Mustafa Amca’nın
anlattıkları düşüncemizi doğrular yöndeydi.
Sinancılar Çeşmesi; ön yüzü
Sinancılar Çeşmesi, arka yüzü
Çeşme, Cumhuriyetin ilk yıllarında İzmir Vali Kazım Dirik’in; İzmir
çevresindeki dağ geçitlerinde yürüttüğü yol açma faaliyetleri sırasında
yaptırılmıştı. Belki de Sinancılar-Ovacık-Kızıloba-Bayındır-Tire-Aydın
yolunun yapımı aşamasında bu bayındırlık faaliyetinin hatırasına güzergâh
boyunca yaptırılan çeşmelerden ilkiydi bu çeşme. Mustafa Amca’nın anlattığına
göre; 1933 yılında şimdi meydanın ortasında yer alan parkın üst bölümüne
yerleştirilmiş olan çeşme, üzerinde yer alan diğer tarihten anlaşıldığına göre;
1964 yılında bugünkü Sinancılar Camisi’nin
önündeki yeni yerine taşınmış ve kitabesinin bir kısmı silinerek mevcut haline
dönüştürülmüştü. Aynı yol güzergâhında yer alan Ovacık yaylasında da daha
gösterişli anıtsal bir çeşme bulunuyor.(1)
Sinancılar bademleri çiçekte...
Kahvehanedeki köylülerden Sinancılar
Vadisi’nde yer alan küçük çavlanlar ve yürüyüş rotası hakkında bilgi
aldıktan sonra meydandan ayrıldık. Yürüyüş öncesi Sinancılar güzergâhını bilen arkadaşlardan aldığımız ön bilgiye
göre şöyle bir bilgi vardı elimizde: “Sinancılar
köyü çıkışından göletin bulunduğu rekreasyon alanına doğru yürü. Sinan Dede’nin türbesini geç. Türbeden
sonra ormanın içine doğru toprak yolu takip et. Yaklaşık 5 dakika sonra sağa
doğru bir patikaya sap. Buradan itibaren 5,5 km daha yürü. Yolda bir su
kaynağına rastlayacaksın; bu noktada çatallaşan yoldan dere yatağına doğru sap;
patikayı takip et. Bu yoldan hiç ayrılma.” Bize tarifle anlatılan Sinancılar Deresi üstündeki bir şelale
idi. Ancak; meydandaki kahvehanede görüştüğümüz genç yaşlı köylüler, dere
yatağında yüksekten dökülen bir şelale olmadığını; ancak dere boyunca üç dört
metre yüksekliği bulunan ufak çavlanların ve büvetlerin bulunduğunu söylediler.
Bu iki açıklama bizim kafamızı karıştırmıştı. Ancak, yürümekten başka çaremiz
yoktu. Sinancılar köyünün
yukarılarına doğru tırmanan yola doğru meydandan yürümeye başladık.
Gezgin, doğayla barışık...
Sinancılar Göleti'ne yukarıdan bakış
İlk olarak bembeyaz çiçekleriyle baharı müjdeleyen badem ağaçları
karşıladı bizi. Ovacık yönüne devam eden yoldan dereye doğru ayrılarak dere
yatağı boyunca yürümeye devam ettik. Bir süre sonra dere yatağında büyük bir
bendin arkasında biriken suyun oluşturduğu gölete ulaşmıştık bile. Dere eriyen
kar sularıyla zenginleşmiş şekilde altımızdaki vadide köpüre köpüre akmaktaydı.
Dere yatağının içine doğru kanyona girdik. Kayaların üstünden biraz ilerlesek
de daha fazla gidemedik. Suyu atlayarak toprak yoldan Sinan Dede’nin türbesine doğru yürümeye başladık.
Sinancılar Deresi'ni geçerken
ve yine Sinancılar bademleri
Sinan Dede’nin türbesinin hiçbir orijinal yanı kalmamış durumda. Yakın zamanlarda
hayır niyetine onarılmış olsa da evi andıran ve pencerelerle çevrili tek katlı
bir oda görünümündeki türbe, şimdiye kadar gördüğümüz en garip yapılardandı.
Türbeye uzanan yeşil taban seramikleriyle oluşturulmuş yeşil yol ise evlere
şenlik. Alanda zaman zaman şükür yemekleri yapıldığına işaret eden çeşme ve ocak
benzeri mekânlar da bulunmakta. Türbenin uzağında yer alan büyük bir çınar
ağacının hemen yanındaki kırık dökük ve suyu akmayan bir başka çeşme ise,
burada geçmişten kalan tek tanık gibi duruyordu.
Sinan Dede Türbesi ve yeşil yol
Türbe alanındaki çınar ağacı ve çeşme
Eski çeşme
Sinan Dede’nin makamından; varlığımızın nedeni Türkmen atalara bir selam
göndererek ormana doğru ilerledik. Yol bir süre daha devam etti. Biraz sonra ormanın
içindeki açıklık bir alanda; içinden bilek kalınlığında su akan bir depoya ulaştık.
Büyük olasılıkla köye su sağlayan depoydu burası. Ancak deponun kapısı açık ve içi
pislik doluydu. Yola devam ettik.
Su deposu
Gezginler, ormanda patika izinde...
Ağaçların diliyle konuşmak
Önümüzde tarifte söz edilen patikaya benzer sağa doğru bir sapak belirdi;
o yöne saptık. Zaten dere yatağı da o taraftaydı. Patika, bizi bir süre sonra
hafif eğimli bir düzlüğe ve onu aştığımızda da dibinden derenin aktığı derin
vadinin yamaçlarına taşıdı. Biz, dere yatağına inmek niyetiyle oldukça dik
eğimli (yaklaşık 60 derece civarında) ve sık makiliklerle kaplı yamaçtan aşağıya
doğru yöneldik. Bu sevda, bizim patikayı kaybetmemize ve bambaşka bir rotaya
doğru evrilmemize neden oldu. Sonuçta yine dere yatağına paralel yürüyorduk;
ancak arazi şartları çok zorluydu. Pırnar meşeleri, kesme çalıları, sandal
ağaçları, kızılçamlar, defneler, dikenli mazılar, yer yer sarmaşıklar arasından
çalılarla boğuşarak ilerlemek, sonuçta bizi epey yordu. Arazinin dik eğimi
ayakta kalmayı zaman zaman güçleştiriyordu bile.
Patikayı ararken; arkamızda Sinancılar köyü
Birlikte yaşam; ağaç ve yosunun kardeşliği
Meşeler ve kızılçamlar bir arada...
Gezginin zor parkurda ilerleyişi
Bir süre sonra derenin sesi duyulmaya başladı. Demek ki dere yatağına
yaklaşıyorduk. Ancak ne kadar yüksekte olduğumuzu, bir yarın başına ulaşınca
anladık. Karşı yamaçların görüntüsü benzersizdi; bir süre bir kayanın üstüne
ilişip kuşların, suyun ve rüzgârın sesini dinledik. Sanki her şey, bir kanyonu
andıran vadinin derinliklerinde kaybolup gidiyordu. Dikkatli bakınca; karşı
sırtlarda Ovacık’a doğru giden Kazım Dirik zamanından kalma yol bile
seçiliyordu. Cumhuriyet’in çalışkan valisi Kazım
Dirik’in ruhuna da bu derin vadi koyaklarından bir selam gönderdik.
Uçurumun kenarından vadiye bakış; kızıl gövdeleriyle sandal ağaçları hemen önümüzde...
Gezgin, Sinancılar Kanyonu'nun kıyısında; hemen aşağısı uçurum...
Sandal ağaçları
Kısa dinlenme sonrasında, uçurumun kenarından bir patikayı takip ederek
sırta doğru yöneldik. Çünkü buraları çok sarptı ve dere yatağına inilecek gibi
değildi. Çalılar arasındaki keçi sürülerinin açtığı dar geçitleri izleyerek,
bir süre sonra kızılçamların giderek azaldığı bir sırta geldik. Yürümekte olduğumuz
vadi yamacının eğimi oldukça azalmıştı. Buralardan bir yerlerden dere yatağına
inebilmeyi umut ederek, yeniden aşağıya doğru yöneldik.
Kurumuş çınar yapraklarının arasından hayata merhaba diyen kır çiçekleri
Dere yatağı nihayet göründü.
Bu bölgede dev sandal ağaçları vardı. Bu kadar büyüklerini şimdiye kadar
hiç görmemiştik. Kıpkızıl ve sanki zımparalanmış gibi pırıl pırıl gövdeleriyle bu
sandal ağaçlarının her biri tabii anıttı aslında. Yürüdüğümüz zemin yer yer meşe
yapraklarıyla örtülüydü. Kurumuş meşe yapraklarına basarken çevreye yayılan
çıtır çıtır sesleri, zamanın içinden geleceğe doğru yönelen bir mesaj gibiydi;
iyiliklerin ve masumiyetin sesi… Hele o çınar yaprakları arasından baş verip
hayata merhaba demiş masmavi ve küçücük kır çiçekleri; üzerlerine basmamak için
epey zorlandığımız hayatın kendisiydi sanki.
Ormandaki kaos ve düzen-sarmaşıklar, ağaçlar, yosunlar ve diğerleri; hepsi bir arada...
Sinancılar Deresi'nin kıyıcığındayız. Birazdan yemek vakti...
Yaşam döngüsünü tamamlamış bir sandal ağacının kararmış gövdesinin anlattıkları
Sinancılar Deresi
Yamaçtan ine ine dere yatağına ulaşmıştık bile. Bizim için oldukça zorlu
bir yürüyüş olmuştu, ama doğrusu her şeye değmişti Sinacılar Deresi’nin kıyıcığında yaşadığımız zamanın ruhu. Yaklaşık
400 metrelik bir inişten sonra derenin kıyısındaydık şimdi. Suyun insana her
şeyi unutturan akışı, biraz üstümüzde yaşam döngüsünü tamamlamış bir eski
sandal ağacının kararmış gövdesindeki geçmişin izlerine dalıp gidişimiz, derin
bir vadinin dibinde yediğimiz birkaç lokmanın benzersiz tadı; her şey bir
bütünü tamamlar gibiydi. Biz de o eşsiz bütünün bir parçasıydık o an…
Sinancılar Deresi kıyısında yemek molası
Sinancılar Vadisi
Taş, içinde taşıdığı mineraller açısından gezginin ilgisini çekmiş olmalı.
Vadinin dibi, sudan aldığı güçle tam bir çınar denizi gibiydi. İrili
ufaklı yüzlerce çınar ağacı, dere yatağının iki yakasını tamamen kaplamıştı.
Bir de buralara bu ağaçlar uyandığında; gelmeli diye düşündük.
Karşı yamaçlarda dikkatimizi çeken yekpare kaya kütlesi
Gezginler, vadiden çıkarken; zorlu tırmanış anı...
Nasuf'un keçileri
Yaklaşık 1 saat kadar dere kıyısında kaldık. Yemeğimizi yedik, suyumuzu
içtik. Zamanın lezzetini tattık. Ama artık geriye dönme zamanıydı. Yine
geldiğimiz sırtı takip ederek dönecektik. Çöplerimizi toplayıp çantaları
sırtlandık yeniden ve sırta doğru zorlu tırmanışa başladık. Küçük patikalar ve
keçi geçitleri, bir süre sonra bizi sırta doğru yaklaştırdı. Çalıların
arasından çıkış için bir yol ararken, birdenbire Sinancılar köyünden keçilerini
otlatan çoban Nasuf’la karşılaştık. Çıkış yolunu bulmaya çalışan bizler için bu
durum, cankurtaran simidi gibiydi.
Sinancılar yamaçlarında bahara merhaba diyen bir kırmızı anemon
Bu da mor anemon
ve çiğdem çiçeği
Nasuf, bize geliş yolunda doğru ve yürümesi kolay patikadan saptığımızı
söyledi ve yerini gösterdi. Zaten gelişte; tarifte sözü edilen su kaynağını da
görememiştik. Nasuf’un dediğine göre o kaynak, bizim dere yatağına doğru
indiğimiz noktadan daha ilerdeymiş. Artık yapacak bir şey yoktu; çünkü günü
tüketmiş, neredeyse akşama yaklaşmıştık. O güzergâhı bir başka zamana bırakarak
Nasuf’la vedalaştık ve Nasuf’un gösterdiği patikadan köye doğru yeniden
yürümeye başladık. Gerçekten bu patika bizim gelişte yürüdüğümüz yola göre daha
konforluydu. Kısa sürede köyün su deposuna ulaşmıştık bile.
Gezginler, köye dönüş yolunda bir kayanın üstünde verdikleri molada...
Kızılçamlarla vedalaşırken...
Doğanın bir ağaç kabuğunun altına kazıdığı satırlar; ama ne hikayeler; anlayana tabii...
bir diğeri
bu da sonuncusu...
Ormanda yalnız ve mutlu gezgin, dönüş yolunda...
Sinan Dede Türbe Alanı
Sinan Dede’nin türbesine ulaştığımızda geldiğimiz rotadan ayrılarak bu kez dere
yatağının doğu kıyısı boyunca yürüdük. Göründüğü kadarıyla köyde büyük baş hayvancılık
önemli bir geçim kapısıydı. Yol boyunca çok sayıda irili ufaklı inek damlarına
rastladık. Köy meydanına doğru; dereyi geçmeden önce, köyün belki de en yaşlı
çınarlarından biri karşıladı bizi. Gövdesi oyulmuş, ama zamana direnen yaşlı
çınar ağacı, görünüşe bakılırsa en az 700 yıllıktı; Köyle ve Türkmenlerin
batıya doğru göçüyle yaşıttı sanki. Yanından geçerken bilge çınarı, saygıyla
selamladık.
Dönüş yolunda Sinancılar bahçeleri
Kayısılar bile çiçekte...
Bilge çınar, gezginleri kucaklamış.
Tarihi çınara diğer yüzden son bakış
Sinancılar Deresi'nin köyün içindeki hali; yorumsuz...
Gün akşama ermişti; sabahtan beri Sinancılar Deresi’nin kâh üstündeki dik
yamaçlarda, kâh içinde yürüyüp durmuştuk. Doğayla bir arada olmanın o müthiş farkındalığını
bir kez daha yaşamış; keyifli bir gün geçirmiştik sonuçta. Vakit tamamdı. Artık
İzmir’e dönüş zamanıydı; dümeni İzmir’e doğru kırdık.
Dipnotlar
(1) Kemalpaşa Ovacık Yaylası Dededağ
yürüyüşü için bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2012/11/kemalpasa-ovacik-yaylasi-dededag.html
(2) Fotoğraflar, gezi sırasında İF ve MYC tarafından çekilmiştir.
Yazan : İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
Düzenleyen: MYC
Sayenizde adım adım bölgemizi yurdumuzu tanıyoruz-geziyoruz.Ayaklarınıza . emeklerinize sağlık. C.D.
YanıtlaSilYorumlarınızla bize verdiğiniz destek için teşekkür ederiz. En yakın zamanda Kapıkaya'ya yürüyeceğiz inşallah...
SilİF
dere kenarları boyunca hatta dere içinden yürümeyi çok seviyorum.hele yazları muhteşem oluyor.bu yönde çalışma yapsanız film çekseniz
YanıtlaSil