Sayfalar

7 Mart 2016 Pazartesi

SİNANCILAR YÜRÜYÜŞÜ



26 Şubat 2016
İbrahim Fidanoğlu

Sinancılar, Kemalpaşa ve Bayındır geçişlerinden birinin üzerinde yer alan ihtişamlı Ovacık Yaylası’nın; kuzey yönünde derinleşerek sonunda bir kanyona dönüştüğü derin vadinin ağzında yer alan, oldukça büyük bir köy. İsmiyle dikkat çeken ve Türkçe’nin anlam yüküyle; sanki Sinan’dan yana olanların yerleştiği bir yeri anımsatan köy, ismini hemen doğu yönündeki kızılçamlarla kaplı bir sırtta yatan Sinan Dede’den almış. Sinan Dede kimmiş diye soracak olursanız; rivayet muhtelif… Bir anlatı, Bayındır’daki Hacı Sinan Külliyesi’ni de yaptıran ve uzun yıllar Bayındır’da yaşadıktan sonra Bayındırlılara kızarak yaşamının sonuna kadar bu bölgede yaşayan Hacı Sinan’a ait olduğunu söylerken, bizim daha aklımıza yatkın olan diğeri ise, Türkmenlerin Beydağlar ve Denizli üzerinden Batı Anadolu’ya doğru göçlerine önderlik eden ve bu bölgeye yerleşmelerini sağlayan bir dini-askeri önder olabileceğinden söz ediyor. Köyün isminin de Sinancılar olması; yani “Sinan Dede’nin peşinden gelip bu yöreye yerleşenler, onun takipçileri” anlamında kullanılmış olmasını daha olası kılıyor.

 
 Sinancılar-Gölet yolunda eski yıkık caminin minaresinden kalan...

Sinancılar’ın üst düzleminde yer alan Ovacık Yaylası, Kemalpaşa bölgesinin bizce en görkemli yaylalarından biri. Hem havası hem de suyunun güzelliği ile dikkat çeken bu yaylanın karşısında yer alan Dededağ’ın Çaldede Tepesi’nde de bir eren babanın mezarı var. (1) Yaylanın çevresindeki su kaynaklarının beslediği derelerden biri olan Sinancılar Deresi, oldukça derin bir vadide bazen küçük çavlanlar ve büvetler oluşturarak, bazen uslu, bazen deli; ovaya doğru bıkmadan usanmadan bin yıllardır akıp duruyor.

 
 Sinancılar Deresi

 
Sinancılar Köyü Meydanı

Yaklaşık iki haftadır yüksek basıncın ve Libya’dan gelen sıcak hava dalgasının etkisiyle buralara erken geldi bahar. Bütün bademler, bahar dalları, arkasından erikler, kayısılar ve en sonunda geçen hafta şeftaliler bile çiçek açtı ovada. Dağlarda ise, şimdilik sadece saf ve cesur bademler baş vermiş durumda. En son Karaburun ve Urla civarında nihayet erguvanlar da patladı bir sabah; dayanamadılar daha fazla. Bu durum aslında pek de hayırlı olmasa gerek. Küresel iklim oyunları üstüne türlü hikâyeler anlatıyor sesli ve sessiz medya. Ama çare yok gibi; akıbet belli. Dünyanın “gizli” sahipleri, büyük kıyametlere hazırlanmak adına nesiller sonrası için bile olsa; şimdiden uzayın en kuytu köşelerinde bir rezervasyon peydahlama peşinde. Hele durun bakalım ne olacak bu oyunun sonu? Titreyip kendine gelecek mi büyük insanlık? Kim bilir?

 
 Sinancılar dere boyunda çiçeğe durmuş bir badem ağacının dibindeyiz.

 
Sinancılar deresinde küçük bir çavlan yada şarlak

Sabah Bornova’dan yola çıktığımızda yüksek basıncın da etkisiyle yol boyunca yoğun sis vardı. Belkahve Boğazı’nı aşınca sis daha da arttı. Bağyurdu sapağından Bozdağlar silsilesinin bir parçası olan Ovacık yönündeki sırtlara doğru döndük. Rumların 19.yy.da yoğun olarak yaşadığı o yıllardan kalan ismi olan Parsa, halkın hafızasından silinmese de artık bu beldenin yeni ismi Bağyurdu. Tarihi Bağyurdu Çarşı Camisi’nin restorasyonu hala devam etmekteydi. Bağyurdu çıkışından yaklaşık 1 km kadar sonra, Sinancılar sapağından içeri doğru yöneldik. Köyün meydanında sabah mahmurluğu vardı sanki. Kahvehanenin önündeki masalarda ise, birkaç kişi vardı ancak.

 
Sinancılar köy meydanında Mustafa Amca anlatıyor; dinliyoruz.

 
Gezginler, Sinancılar'da; bademlerin resitaline ortaklar.

Meydanda kitabesi de bulunan eski bir çeşme dikkatimizi çekti. Çeşmenin ön yüzünde; defne dallarından örülü bir çelenk ve altında ise “Sinancılar; Devlet ve köylünün işbirliği ile bu su getirilmiştir. 1964” yazısı; arka yüzünde ise “Vali Kazım Paşa zamanında Sinancılarlı Hafız Kadri Efendi tarafından yaptırılmıştır. 1933” yazısı bulunmaktaydı. Ön ve arka yüzdeki tarihlerin farklı oluşu, bize; çeşmeye zaman içinde bir müdahale olduğunu hatırlattı. Meydanda tanıştığımız köyün eskilerinden 74 yaşındaki Mustafa Amca’nın anlattıkları düşüncemizi doğrular yöndeydi.

 
 Sinancılar Çeşmesi; ön yüzü

 
Sinancılar Çeşmesi, arka yüzü

Çeşme, Cumhuriyetin ilk yıllarında İzmir Vali Kazım Dirik’in; İzmir çevresindeki dağ geçitlerinde yürüttüğü yol açma faaliyetleri sırasında yaptırılmıştı. Belki de Sinancılar-Ovacık-Kızıloba-Bayındır-Tire-Aydın yolunun yapımı aşamasında bu bayındırlık faaliyetinin hatırasına güzergâh boyunca yaptırılan çeşmelerden ilkiydi bu çeşme. Mustafa Amca’nın anlattığına göre; 1933 yılında şimdi meydanın ortasında yer alan parkın üst bölümüne yerleştirilmiş olan çeşme, üzerinde yer alan diğer tarihten anlaşıldığına göre; 1964 yılında bugünkü Sinancılar Camisi’nin önündeki yeni yerine taşınmış ve kitabesinin bir kısmı silinerek mevcut haline dönüştürülmüştü. Aynı yol güzergâhında yer alan Ovacık yaylasında da daha gösterişli anıtsal bir çeşme bulunuyor.(1)

 
 Sinancılar bademleri çiçekte...

Kahvehanedeki köylülerden Sinancılar Vadisi’nde yer alan küçük çavlanlar ve yürüyüş rotası hakkında bilgi aldıktan sonra meydandan ayrıldık. Yürüyüş öncesi Sinancılar güzergâhını bilen arkadaşlardan aldığımız ön bilgiye göre şöyle bir bilgi vardı elimizde: “Sinancılar köyü çıkışından göletin bulunduğu rekreasyon alanına doğru yürü. Sinan Dede’nin türbesini geç. Türbeden sonra ormanın içine doğru toprak yolu takip et. Yaklaşık 5 dakika sonra sağa doğru bir patikaya sap. Buradan itibaren 5,5 km daha yürü. Yolda bir su kaynağına rastlayacaksın; bu noktada çatallaşan yoldan dere yatağına doğru sap; patikayı takip et. Bu yoldan hiç ayrılma.” Bize tarifle anlatılan Sinancılar Deresi üstündeki bir şelale idi. Ancak; meydandaki kahvehanede görüştüğümüz genç yaşlı köylüler, dere yatağında yüksekten dökülen bir şelale olmadığını; ancak dere boyunca üç dört metre yüksekliği bulunan ufak çavlanların ve büvetlerin bulunduğunu söylediler. Bu iki açıklama bizim kafamızı karıştırmıştı. Ancak, yürümekten başka çaremiz yoktu. Sinancılar köyünün yukarılarına doğru tırmanan yola doğru meydandan yürümeye başladık.

Yürüyüş rotası
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)


 
Gezgin, doğayla barışık...

 
Sinancılar Göleti'ne yukarıdan bakış

İlk olarak bembeyaz çiçekleriyle baharı müjdeleyen badem ağaçları karşıladı bizi. Ovacık yönüne devam eden yoldan dereye doğru ayrılarak dere yatağı boyunca yürümeye devam ettik. Bir süre sonra dere yatağında büyük bir bendin arkasında biriken suyun oluşturduğu gölete ulaşmıştık bile. Dere eriyen kar sularıyla zenginleşmiş şekilde altımızdaki vadide köpüre köpüre akmaktaydı. Dere yatağının içine doğru kanyona girdik. Kayaların üstünden biraz ilerlesek de daha fazla gidemedik. Suyu atlayarak toprak yoldan Sinan Dede’nin türbesine doğru yürümeye başladık.

 
 Sinancılar Deresi'ni geçerken

 
ve yine Sinancılar bademleri

Sinan Dede’nin türbesinin hiçbir orijinal yanı kalmamış durumda. Yakın zamanlarda hayır niyetine onarılmış olsa da evi andıran ve pencerelerle çevrili tek katlı bir oda görünümündeki türbe, şimdiye kadar gördüğümüz en garip yapılardandı. Türbeye uzanan yeşil taban seramikleriyle oluşturulmuş yeşil yol ise evlere şenlik. Alanda zaman zaman şükür yemekleri yapıldığına işaret eden çeşme ve ocak benzeri mekânlar da bulunmakta. Türbenin uzağında yer alan büyük bir çınar ağacının hemen yanındaki kırık dökük ve suyu akmayan bir başka çeşme ise, burada geçmişten kalan tek tanık gibi duruyordu.

 
 Sinan Dede Türbesi ve yeşil yol

 
Türbe alanındaki çınar ağacı ve çeşme

Eski çeşme

Sinan Dede’nin makamından; varlığımızın nedeni Türkmen atalara bir selam göndererek ormana doğru ilerledik. Yol bir süre daha devam etti. Biraz sonra ormanın içindeki açıklık bir alanda; içinden bilek kalınlığında su akan bir depoya ulaştık. Büyük olasılıkla köye su sağlayan depoydu burası. Ancak deponun kapısı açık ve içi pislik doluydu. Yola devam ettik.

 
Su deposu

 
Gezginler, ormanda patika izinde...

 
Ağaçların diliyle konuşmak

Önümüzde tarifte söz edilen patikaya benzer sağa doğru bir sapak belirdi; o yöne saptık. Zaten dere yatağı da o taraftaydı. Patika, bizi bir süre sonra hafif eğimli bir düzlüğe ve onu aştığımızda da dibinden derenin aktığı derin vadinin yamaçlarına taşıdı. Biz, dere yatağına inmek niyetiyle oldukça dik eğimli (yaklaşık 60 derece civarında) ve sık makiliklerle kaplı yamaçtan aşağıya doğru yöneldik. Bu sevda, bizim patikayı kaybetmemize ve bambaşka bir rotaya doğru evrilmemize neden oldu. Sonuçta yine dere yatağına paralel yürüyorduk; ancak arazi şartları çok zorluydu. Pırnar meşeleri, kesme çalıları, sandal ağaçları, kızılçamlar, defneler, dikenli mazılar, yer yer sarmaşıklar arasından çalılarla boğuşarak ilerlemek, sonuçta bizi epey yordu. Arazinin dik eğimi ayakta kalmayı zaman zaman güçleştiriyordu bile.

 
 Patikayı ararken; arkamızda Sinancılar köyü

 
Birlikte yaşam; ağaç ve yosunun kardeşliği

 
Meşeler ve kızılçamlar bir arada...

 
Gezginin zor parkurda ilerleyişi

Bir süre sonra derenin sesi duyulmaya başladı. Demek ki dere yatağına yaklaşıyorduk. Ancak ne kadar yüksekte olduğumuzu, bir yarın başına ulaşınca anladık. Karşı yamaçların görüntüsü benzersizdi; bir süre bir kayanın üstüne ilişip kuşların, suyun ve rüzgârın sesini dinledik. Sanki her şey, bir kanyonu andıran vadinin derinliklerinde kaybolup gidiyordu. Dikkatli bakınca; karşı sırtlarda Ovacık’a doğru giden Kazım Dirik zamanından kalma yol bile seçiliyordu. Cumhuriyet’in çalışkan valisi Kazım Dirik’in ruhuna da bu derin vadi koyaklarından bir selam gönderdik.

 
 Uçurumun kenarından vadiye bakış; kızıl gövdeleriyle sandal ağaçları hemen önümüzde...

 
Gezgin, Sinancılar Kanyonu'nun kıyısında; hemen aşağısı uçurum...

 
Sandal ağaçları

Kısa dinlenme sonrasında, uçurumun kenarından bir patikayı takip ederek sırta doğru yöneldik. Çünkü buraları çok sarptı ve dere yatağına inilecek gibi değildi. Çalılar arasındaki keçi sürülerinin açtığı dar geçitleri izleyerek, bir süre sonra kızılçamların giderek azaldığı bir sırta geldik. Yürümekte olduğumuz vadi yamacının eğimi oldukça azalmıştı. Buralardan bir yerlerden dere yatağına inebilmeyi umut ederek, yeniden aşağıya doğru yöneldik.


 
Kurumuş çınar yapraklarının arasından hayata merhaba diyen kır çiçekleri

 
Dere yatağı nihayet göründü.

Bu bölgede dev sandal ağaçları vardı. Bu kadar büyüklerini şimdiye kadar hiç görmemiştik. Kıpkızıl ve sanki zımparalanmış gibi pırıl pırıl gövdeleriyle bu sandal ağaçlarının her biri tabii anıttı aslında. Yürüdüğümüz zemin yer yer meşe yapraklarıyla örtülüydü. Kurumuş meşe yapraklarına basarken çevreye yayılan çıtır çıtır sesleri, zamanın içinden geleceğe doğru yönelen bir mesaj gibiydi; iyiliklerin ve masumiyetin sesi… Hele o çınar yaprakları arasından baş verip hayata merhaba demiş masmavi ve küçücük kır çiçekleri; üzerlerine basmamak için epey zorlandığımız hayatın kendisiydi sanki.

 
Ormandaki kaos ve düzen-sarmaşıklar, ağaçlar, yosunlar ve diğerleri; hepsi bir arada...

 
Sinancılar Deresi'nin kıyıcığındayız. Birazdan yemek vakti... 

 
Yaşam döngüsünü tamamlamış bir sandal ağacının kararmış gövdesinin anlattıkları

 
 Sinancılar Deresi

Yamaçtan ine ine dere yatağına ulaşmıştık bile. Bizim için oldukça zorlu bir yürüyüş olmuştu, ama doğrusu her şeye değmişti Sinacılar Deresi’nin kıyıcığında yaşadığımız zamanın ruhu. Yaklaşık 400 metrelik bir inişten sonra derenin kıyısındaydık şimdi. Suyun insana her şeyi unutturan akışı, biraz üstümüzde yaşam döngüsünü tamamlamış bir eski sandal ağacının kararmış gövdesindeki geçmişin izlerine dalıp gidişimiz, derin bir vadinin dibinde yediğimiz birkaç lokmanın benzersiz tadı; her şey bir bütünü tamamlar gibiydi. Biz de o eşsiz bütünün bir parçasıydık o an…

 
 Sinancılar Deresi kıyısında yemek molası

 
Sinancılar Vadisi

 
Taş, içinde taşıdığı mineraller açısından gezginin ilgisini çekmiş olmalı.

Vadinin dibi, sudan aldığı güçle tam bir çınar denizi gibiydi. İrili ufaklı yüzlerce çınar ağacı, dere yatağının iki yakasını tamamen kaplamıştı. Bir de buralara bu ağaçlar uyandığında; gelmeli diye düşündük.

 
 Karşı yamaçlarda dikkatimizi çeken yekpare kaya kütlesi

 
Gezginler, vadiden çıkarken; zorlu tırmanış anı...

 
Nasuf'un keçileri

Yaklaşık 1 saat kadar dere kıyısında kaldık. Yemeğimizi yedik, suyumuzu içtik. Zamanın lezzetini tattık. Ama artık geriye dönme zamanıydı. Yine geldiğimiz sırtı takip ederek dönecektik. Çöplerimizi toplayıp çantaları sırtlandık yeniden ve sırta doğru zorlu tırmanışa başladık. Küçük patikalar ve keçi geçitleri, bir süre sonra bizi sırta doğru yaklaştırdı. Çalıların arasından çıkış için bir yol ararken, birdenbire Sinancılar köyünden keçilerini otlatan çoban Nasuf’la karşılaştık. Çıkış yolunu bulmaya çalışan bizler için bu durum, cankurtaran simidi gibiydi.

 
Sinancılar yamaçlarında bahara merhaba diyen bir kırmızı anemon

 
 Bu da mor anemon

 
ve çiğdem çiçeği

Nasuf, bize geliş yolunda doğru ve yürümesi kolay patikadan saptığımızı söyledi ve yerini gösterdi. Zaten gelişte; tarifte sözü edilen su kaynağını da görememiştik. Nasuf’un dediğine göre o kaynak, bizim dere yatağına doğru indiğimiz noktadan daha ilerdeymiş. Artık yapacak bir şey yoktu; çünkü günü tüketmiş, neredeyse akşama yaklaşmıştık. O güzergâhı bir başka zamana bırakarak Nasuf’la vedalaştık ve Nasuf’un gösterdiği patikadan köye doğru yeniden yürümeye başladık. Gerçekten bu patika bizim gelişte yürüdüğümüz yola göre daha konforluydu. Kısa sürede köyün su deposuna ulaşmıştık bile.

 
 Gezginler, köye dönüş yolunda bir kayanın üstünde verdikleri molada...

 
Kızılçamlarla vedalaşırken...

 
Doğanın bir ağaç kabuğunun altına kazıdığı satırlar; ama ne hikayeler; anlayana tabii...

 
bir diğeri

bu da sonuncusu...

 
Ormanda yalnız ve mutlu gezgin, dönüş yolunda...

 
Sinan Dede Türbe Alanı

Sinan Dede’nin türbesine ulaştığımızda geldiğimiz rotadan ayrılarak bu kez dere yatağının doğu kıyısı boyunca yürüdük. Göründüğü kadarıyla köyde büyük baş hayvancılık önemli bir geçim kapısıydı. Yol boyunca çok sayıda irili ufaklı inek damlarına rastladık. Köy meydanına doğru; dereyi geçmeden önce, köyün belki de en yaşlı çınarlarından biri karşıladı bizi. Gövdesi oyulmuş, ama zamana direnen yaşlı çınar ağacı, görünüşe bakılırsa en az 700 yıllıktı; Köyle ve Türkmenlerin batıya doğru göçüyle yaşıttı sanki. Yanından geçerken bilge çınarı, saygıyla selamladık.

 
 Dönüş yolunda Sinancılar bahçeleri

Kayısılar bile çiçekte...

Bilge çınar, gezginleri kucaklamış.

 
Tarihi çınara diğer yüzden son bakış

 
Sinancılar Deresi'nin köyün içindeki hali; yorumsuz...

Gün akşama ermişti; sabahtan beri Sinancılar Deresi’nin kâh üstündeki dik yamaçlarda, kâh içinde yürüyüp durmuştuk. Doğayla bir arada olmanın o müthiş farkındalığını bir kez daha yaşamış; keyifli bir gün geçirmiştik sonuçta. Vakit tamamdı. Artık İzmir’e dönüş zamanıydı; dümeni İzmir’e doğru kırdık.

Dipnotlar
(1)       Kemalpaşa Ovacık Yaylası Dededağ yürüyüşü için bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2012/11/kemalpasa-ovacik-yaylasi-dededag.html
(2)      Fotoğraflar, gezi sırasında İF ve MYC tarafından çekilmiştir.


Yazan : İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC

Bumerang - Yazarkafe

3 yorum:

  1. Sayenizde adım adım bölgemizi yurdumuzu tanıyoruz-geziyoruz.Ayaklarınıza . emeklerinize sağlık. C.D.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yorumlarınızla bize verdiğiniz destek için teşekkür ederiz. En yakın zamanda Kapıkaya'ya yürüyeceğiz inşallah...
      İF

      Sil
  2. dere kenarları boyunca hatta dere içinden yürümeyi çok seviyorum.hele yazları muhteşem oluyor.bu yönde çalışma yapsanız film çekseniz

    YanıtlaSil