14 Kasım 2012 Çarşamba

KEMALPAŞA OVACIK YAYLASI – DEDEDAĞ YÜRÜYÜŞÜ; EREN BABALARIN İZİNDE-1


14 Kasım 2012
İbrahim Fidanoğlu

Geçen yıl da bir yürüyüşümüzü gerçekleştirdiğimiz; Kemalpaşa’nın geç eren kirazı ile meşhur, yaklaşık 750 metre yüksekliğindeki Ovacık Yaylası’nda bulunan Dededağ bugünkü hedefimizdi. Halkın Dededağ; bizim ise üstündeki eren mezarı nedeniyle Çaldede diye andığımız 1387 metre yüksekliğindeki zirveye çıkmak, Ovacık’a ne zaman uğrasak aklımıza takılan bir rotaydı.

Ovacık yaylası – Çaldede (Dededağ) zirve yürüyüş rotası

Sabah 8’de Kemalpaşa yönüne gitmek üzere Bornova’dan ayrıldık. Ören’de dış duvarları kalem işi süslemelerle kaplı tarihi Çarşı Camisi’nin arkasındaki kahvelerden birinde simit, peynir ve limitsiz çay eşliğinde kahvaltımızı yaptık. Ören’den ekşi maya ekmeklerimizi de alarak kahvaltıdan sonra Ovacık yoluna koyulduk.

Ovacık yaylasına doğru döndüğümüzde kuzeyden; Manisa yönünden gelen sis, Ovacık’a bir kanyon şeklinde giren derin vadiyi esir almıştı. Bir anda bütün yolumuz sisle kaplandı. Usul usul ilerleyerek Ovacık yaylasının simgesi sayılabilecek İzmir Valisi Kazım Dirik zamanından kalma Paşa Çeşmesi’ne ulaştık. Arabamızı çeşmenin yanına bırakarak saat 10 gibi yürüyüşümüze başladık.

Ovacık, aslında bir yayla ve Haziran’ın ortasından sonra eren eşsiz lezzette kirazı, güz zamanı piyasaya giren nefis çekirdekli siyah üzümü, cevizi ve kestanesi ile pek meşhur. Tabii bir de şerbet gibi suyunu anmak gerek. Sıcak bir yaz günü Kemalpaşa Ovası cayır cayır yanarken, boğazdan gelen serinliğin eşliğinde çınar ağaçlarının altındaki Paşa Çeşmesi’ne ağzınızı dayayıp doya doya bu sudan içmenin keyfi doyumsuzdur. Ne diyelim, hala suyunu akıtanların elleri dert görmesin. Çünkü şimdilerde birçoğunun dilleri sustu bu çeşmelerin. Issız dağ geçitlerinde sessiz ve hüzün dolu yalnızlıklarını yaşamaktadırlar.

Bir 10 Kasım sonrasında; Ovacık Yaylası’nda, Paşa Çeşmesi yanındaki Atatürk Büstü'nde solan çiçekler
 Bir 10 Kasım sonrasında; Ovacık Yaylası’nda, Paşa Çeşmesi yanındaki Atatürk Büstü'nde solan çiçekler

Her gelişimizde suyundan kana kana içtiğimiz Paşa Çeşmesi’nden yol boyunca ihtiyacımız olan su ikmalimizi yaptık. 19 Kanunu Evvel (Aralık) 1932 tarihini taşıyan Paşa Çeşmesi’nin üzerinde aynen şöyle yazıyordu: “Cumhuriyet’in mübarek eserlerinden Sinancılar, Ovacık, Kızıloba, Bayındır, Tire, Aydın yolunun hatırası olarak İzmir Valisi Kazım Dirik tarafından yaptırılmışdır.” İzmir’in Gazi Mustafa Kemal Atatürk dönemindeki Valisi Kazım Dirik zamanında, İzmir civarında açılan dağları aşan bu yolların tümünde o kutlu çabanın hatırasını yâd eden çeşmeleri görmek bugün de mümkündür. Karaburun ve Foça yolunda; Kemalpaşa Karabel sapağında, Tire – İncirliova geçişinde, Ödemiş Bozdağ tırmanışında, Tire Başköy – Habibler – Germencik geçişinde ve hatta bugün Tire’nin Eğridere köyünden yukarıda Aydın’ın Paşa Yaylası’na giden bir dağ yolunda başkalaşıma uğramış olsa da; bir kısmının suyu akmasa da bu çeşmeler bir şekilde hayatını sürdürmeye çalışmaktadır.

İzmir Valisi Kazım Dirik’in yaptırdığı Paşa Çeşmesi
İzmir Valisi Kazım Dirik’in yaptırdığı Paşa Çeşmesi

Yıllardır İzmir civarındaki gezilerimizde fark edip belleğimize kazıdığımız bu kutlu eserlerin halkımızın yüksek ilgisine bir türlü mazhar olamaması; bazen zamanın ve doğanın tahribatına, ama çoğu kez de bu eserleri ardında bırakıp giden o idealist kuşağın her zaman ümit bağladığı bu halka mensup insanların şiddetine ve vurdumduymazlığına maruz kalması elbette içimizi acıtmaktadır.

Ovacık Yaylası’nda bağların güz kırmızısı

Ancak; ülkenin bugün geldiği nokta itibariyle herkesin biraz da kendisini sorgulamasının zamanı geldi de geçmektedir. Bize ne oldu da o idealist nesilden geriye bunlar kaldı? Uzak ya da yakın geçmişine sahip çıkmayan/çıkamayan, kendi varlığını anlamlandıran o geçmişin ayakta kalmış kültür varlıklarına birer taş yığını gözüyle bakan bu Vandal yaklaşım, nasıl bu topraklarda hâkim yaşam biçimi haline geldi? Bunu salt dış dinamiklerle açıklamak artık yetersiz; biraz da içimize dönüp biz nerede hata yaptık diye sormalıyız kendimize? Çünkü sonuçta sürekli duvara toslayıp içine yuvarlandığımız bu talan düzeni, aynı hataları yapıp aynı çözümleri(!) hayata geçirdiğimiz sürece nihayet bulmayacaktır. İnsan aklının yaratıcılığı ve bilimin rehberliğinden ayrılmak, bizi bu noktaya getirdi en başta… Rehberini ve hedeflerini kaybeden ya da sapıtan bir topluluğun sonu felakettir. Biz de aklımızı kullanamaz ve “nakli” davranmaya devam edersek, gideceğimiz yer orası olacaktır. Ne diyelim; ustanın dediği gibi enseyi karartmayalım; biz yola devam edelim.

Yürüyüş haritası ve krokisinde de görülebileceği gibi, önce Bayındır’ın Hisarlık köyüne ve Bayındır Ilıcaları’na inen asfalttan sağa doğru ayrılan diğer asfalt yola girdik. Aslında bu yolu ve yol üzerinde sapaklardaki “kule” levhalarını takip ederek zirvedeki yangın kulesine giden orman yoluna ulaşmak mümkündü. Biz ise, asfalttan hemen ayrılmayı yeğleyerek Dededağ yönünde ilerleyen sağdaki patikaya saptık ve büyük bir çiftlik kompleksinin yanından geçerek ormana doğru yürüdük. Patikayı takiben ormana girdikten sonra, önce iki kez sola ve en son sağa döndük. Son sapaktan aşağıya insek, ayrıldığımız asfalta yeniden ulaşacaktık. Zaten dönerken bu yolu takiben önce asfalta, daha sonra da orman içindeki bu asfalt-şose karışımı yolu takip ederek köye ulaştık.

Kiraz bahçelerinde çiğ vardı
 Kiraz bahçelerinde çiğ vardı

Ovacık’a girerken vadiyi basan sis, artık çekilmişti. Önce güneş kendini gösterdi; kuzeye doğru döndükçe de rüzgâr belirdi. Yükseldikçe sıcaklık hissedilir ölçüde azaldı. Ovada 20; Ovacık Yaylası’nda caminin yanında 14 derece olan sıcaklık zirvede 2 dereceye kadar düştü. Yani bir anlamda kışın soğuk yüzü ile bu sezon ilk kez Çaldede’nin zirvesinde yüz yüze geldik.

Hâkim bitki örtüsü yoğunlukla kızılçamlar ve meşeler; daha alçaklarda ve dere yataklarında çınar ve ceviz ağaçları; tepeye yakın yamaçlarda az da olsa karaçamlar şeklinde seyretti. Karaçamların çoğu anıtsal görünümde ve çok yaşlıydılar. Bazıları da kurumuşlardı.

Çaldede’nin zirvesine yönelen yürüyüşümüz boyunca; Sarılar köyünden motorlarıyla buraya keklik avına gelen iki avcı ve köpekleri, yukarıda bıraktığı keçilerinin yanına sepetli motoruyla çıkmakta olan Bayındır’ın Dereköy’ünden bir çoban rastladığımız yegâne yol arkadaşlarımız oldular. Tepeye doğru tırmanışımız oldukça dikleşti; hızımız azaldı. Çaldede’nin hemen altında uzanan düzlüğe geldiğimizde 40’lı yaşlarında ölmüş karı-koca iki yörüğün mezarıyla karşılaştık. Ovacık’a indiğimizde köylüler, ikisinin de hastalıktan kırıldıklarını anlattılar. Yola devam ettik; Karaçamların yıllarla birlikte kara, rüzgâra karşı eğilip bükülmüş; şekilden şekle girmiş dallarının haline saygıyla baktık.

Dededağ ve Çaldede
Dededağ ve Çaldede

Son düzlüğe çıktığımızda, neredeyse zirveye ulaşmıştık. Karşımızda Bozdağ bütün haşmetiyle bulutların arkasından bize kendini gösterdi. Nereye baksak, çevremizdeki vadilerin ve alçaktaki tepelerin üstünü sis tabakaları ve bulutlar kaplamıştı. Biz ise, Bozdağ hariç görüş açımızda bulunan her yerden yüksekte, sanki uçaktan aşağılara bakar gibiydik. Yangın kulesinin kuzey rüzgârlarına karşı korunaklı, güneye bakan verandasında bu manzarayı doya doya seyrettik.

Kuzey yönünde meşeliklerle kaplı yamaçlardan Parsa yönüne doğru alçalan vadinin daha derinlerini sis nedeniyle görebilmek neredeyse imkânsızdı. Rüzgar nedeniyle hava hareketi yoğundu; sis vadilere bir dalıp bir çıkıyordu. Gün boyunca havanın bu değişkenliği devam etti.

Zirvenin hemen batısında; Güney – Kuzey ekseninde, Yiğitler’den Pomak köyü Kurudere üzerinden Bayındır Alankıyı yaylasına doğru ulaşan vadi uzanıyordu. Bulunduğumuz noktadan Kurudere’nin kırmızı çatılı evleri bile çıplak gözle zor seçiliyordu. Doğu’da Bozdağlar, Güney Doğuda ise Aydın Dağları en arkada ve en yüksekteki dağ sıraları olarak dikkat çekiciydi.

Yeni yapıldığı her halinden belli olan yangın gözetleme kulesinin hemen arkasında, Kuzey yönünde; önce Telekom’un antenleri ve onu besleyen güneş pilleri ile onlardan biraz daha yüksekte ve 1387 metrelik zirvenin tam üstünde Çaldede’nin mezarı vardı. Mezar, kayrak taşlarla çepeçevre güçlendirilmiş; ayrıca sonradan demir parmaklıklar arasında koruma altına alınmıştı. En son olarak da mezarın üstü bir tente ile örtülerek hafiften bir türbe havasına büründürülmüştü.

 Parsa yönündeki vadilere bakış
 Parsa yönündeki vadilere bakış

Orta Asya’nın bozkırlarından Anadolu’ya yönelen göçün en Batıda son bulduğu bu topraklar, bu büyük yer değiştirmenin şifrelerini taşır gibidir. Eren babaların peşinde dağların zirvelerinde kendine yer bulan inançların izleri, bugün dahi bu zirvelerin eteğinde ya da vadi koyaklarına saklanmış kayrak taşlardan örülmüş evlerin hücrelerine sinmiştir.

Anadolu’da yüksek dağların zirvelerini mesken tutmuş bu büyük göçün önderlerinden biri de Çaldede olsa gerektir. Tire’de Dibekçiler yaylasında; Aydın Dağları’nın kendi adıyla anılan zirvelerinden birinde, Denizli’de ve Kemalpaşa’da Ovacık yaylasında; belki başka yerlerde de Çaldede’ye atfedilen eren babaların mezarları bulunmaktadır. Haziran’dan Ağustos’a; yılın belli zamanlarında; bu zirvelerin çevresindeki köy ve kasabalarda yaşayan insanlar, sanki bir hac ziyaretini yerine getirircesine, bu zirvelerdeki eren mezarlarına doğru çileli yolculuklara çıkarlar. Kimisinde hala yok olmamış mahya gelenekleri sürer; herkes imece usulüyle katkısını sunduğu kadınlı erkekli törensel toplantılarda İslamiyet’in renkleriyle boyanmış, ama kökleri çok derinlerde olan ritüellerini gerçekleştirirler. Dedeye adaklar adanır; herkes Dede’nin aracılığıyla; bizim Hıdrellez akşamlarından pek de yabancı olmadığımız şekillerde dileklerini ifade etmeye çalışırlar. Bu bazen Ovacık yaylasında Çaldede’nin mezarının başındaki demirlere bağlanmış küçük bir salıncak şeklinde beşiktir; bazen kayrak taşlardan yapılmış küçücük ev maketleridir.

Zirveye yaklaşırken karaçamlar ve Dereköylü çobanın keçileri
Zirveye yaklaşırken karaçamlar ve Dereköylü çobanın keçileri

Horasan’dan kopup gelen bu büyük göçün son temsilcileri şimdilerde giderek ticarileşmiş ve kapitalize olmuş bir hayatın içinde, göçerlik yaşamından uzaklaşmış ve yüzyıllar önce dedelerini gömdükleri zirvelerin eteklerinde günlük geçim derdinin girdabına sıkışmış bir biçimde yaşamlarını sürdürmeye çalışmaktadırlar. Bazen o kutsal yolculuklar ve önderleri, o eski inanç metaforları içinde yeniden hatırlanır; bazen bir sığınmadır; bazen çok eski bir hatıranın yeniden canlanıp meydana gelişidir sanki bu ziyaretler ve törenler.

Ovacık Yaylası’na dönüşümüzde köy kahvehanesinde köylülerle yaptığımız kısa sohbette anladığımız; yukarıda belirtilen Tire Dibekçiler yaylasındaki o geleneğin bu civarda pek de geçerli olmadığıydı. Söylenenler; daha çok, yakınlarda bulunan Hamza Baba Türbesi çevresindeki köylerde yaşayan Alevi yurttaşların Çaldede zirvesini ziyaret ettiği ve adaklar sundukları yönündeydi. İlginç olan ise, köy kahvehanesindeki bir köylünün söylediğiydi: “Büyüklerimizin dediğine göre bir zamanlar hepimiz Aleviymişiz; ancak şimdi değiliz.” Bu söz bile Anadolu’nun inanç tarihindeki bugüne doğru evrilmenin, nereden nereye ulaştığını naifçe anlatması açısından ilginç olmalıdır.

Horasan erenlerinden Çaldede
 Horasan erenlerinden Çaldede

2,5 saat süren tırmanışımıza karşılık inişimiz daha kısa sürdü. Yaklaşık 2 saatlik bir iniş sonrası Ovacık köyünün meydanına saat 16.30 civarı ulaştık. Gün devrilmek üzereydi. Kahvehanede köylülerle birlikte yorgunluk çaylarımızı yudumlarken, kısa bir sohbet yapma fırsatımız oldu. Yukarıda sözünü ettiğimiz izlenimler, o sohbete dairdir. Tarihin arka planı ile bugün yaşadığımız güncel hayat arasında ne türlü bağlar vardı? İzmir’e doğru kafamızdaki sorularla yola koyulduk.

Doğanın kalbinde geçirdiğimiz bir günün yorgunluğu ve huzuru içinde, Ovacık yaylasından Kemalpaşa ovasına doğru döne döne inmeye başladık. Zirvedeyken vadileri basan sisten eser kalmamıştı. Ören’den Ankara – İzmir karayoluna çıktığımızda, akşamın alacakaranlığı çökmüştü. İş dönüşü insan kalabalıkları ve yoğun trafik içinde, İzmir’e doğru kaybolduk gittik.
  
Çaldede’ye bırakılan adaklardan; bir beşik
Çaldede’ye bırakılan adaklardan; bir beşik

Bir yuva tarif edilmiş; Çaldede’nin aracılığıyla…

Bulutların hizasındayız; altımızda Pomak köyü Kurudere
Bulutların hizasındayız; altımızda Pomak köyü Kurudere

Heybetli Bozdağ
Heybetli Bozdağ

Gezginler Çaldede zirvesinde…
Gezginler Çaldede zirvesinde…

Alankıyı yaylasına doğru; en arkada Aydın Dağları
Alankıyı yaylasına doğru; en arkada Aydın Dağları

Anıt karaçamlar
Anıt karaçamlar

Yangın Kulesi’nin sundurma altından Bozdağ’a bakış
Yangın Kulesi’nin sundurma altından Bozdağ’a bakış

Dönüş yolunda
Dönüş yolunda

Yar başında ha uçtu ha uçacak

Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC










4 yorum:

  1. Paşa Çeşmeleri izinden giderken blogunuzu gördüm ve okudum. Gözleminize sağlık. Bu çeşmelerin yerlerini tarif eder misiniz? (erkankocabas@gmail.com)
    Esenlikler...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Erkan Bey, Merhabalar... Paşa Çeşmeleri hakkında bloğumuzda sıkça değinmeler ve fotoğraflar yer almaktadır. Bu yazılarımıza bloğumuzun fihristinden erişebilirsiniz. Ayrıca; bu çeşmelerle ilgili güzergahları, belirttiğiniz e-mail adresinize yazacağım. Bilgilerinize sunar,bloğumuza olan ilginizin ve katkılarınızın devamını dileriz. İF

      Sil
  2. Merhaba. Fırsat buldukça hayranlıkla izlediğim , faydalandığım ve bilgilendiğim güzel bloğunuz için teşekkür ediyorum. Ben de Paşa çeşmeleri hakkında araştırma peşindeyım. Karaburun ve Foça yolydakiler ile Tire Eğridere, ve Tire Başköy Habibler çeşme ziyaretlerini yapmayı istiyorum. Yer bilgileri konusunda yardımınızı talep etmekteyim. Selam ve sevgilerimle. Erol Şaşmaz ( ersasmaz@gmail.com )

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Erol Bey; ilginize teşekkürler... Ben de sizin çalışmalarınızı yakından takip ediyor ve zaman zaman onlardan yararlanıyorum. Çalışmalarınızda başarılar dilerim. İF

      Sil