İbrahim Fidanoğlu
Geçen yıl da bir yürüyüşümüzü gerçekleştirdiğimiz; Kemalpaşa’nın geç eren
kirazı ile meşhur, yaklaşık 750 metre yüksekliğindeki Ovacık Yaylası’nda
bulunan Dededağ bugünkü hedefimizdi. Halkın Dededağ; bizim ise üstündeki eren
mezarı nedeniyle Çaldede diye andığımız 1387 metre yüksekliğindeki zirveye
çıkmak, Ovacık’a ne zaman uğrasak aklımıza takılan bir rotaydı.
Sabah 8’de Kemalpaşa yönüne gitmek üzere Bornova’dan ayrıldık. Ören’de dış
duvarları kalem işi süslemelerle kaplı tarihi Çarşı Camisi’nin arkasındaki
kahvelerden birinde simit, peynir ve limitsiz çay eşliğinde kahvaltımızı
yaptık. Ören’den ekşi maya ekmeklerimizi de alarak kahvaltıdan sonra Ovacık
yoluna koyulduk.
Ovacık yaylasına doğru döndüğümüzde kuzeyden; Manisa yönünden gelen sis,
Ovacık’a bir kanyon şeklinde giren derin vadiyi esir almıştı. Bir anda bütün
yolumuz sisle kaplandı. Usul usul ilerleyerek Ovacık yaylasının simgesi
sayılabilecek İzmir Valisi Kazım Dirik zamanından kalma Paşa Çeşmesi’ne
ulaştık. Arabamızı çeşmenin yanına bırakarak saat 10 gibi yürüyüşümüze
başladık.
Ovacık, aslında bir yayla ve Haziran’ın ortasından sonra eren eşsiz
lezzette kirazı, güz zamanı piyasaya giren nefis çekirdekli siyah üzümü, cevizi
ve kestanesi ile pek meşhur. Tabii bir de şerbet gibi suyunu anmak gerek. Sıcak
bir yaz günü Kemalpaşa Ovası cayır cayır yanarken, boğazdan gelen serinliğin
eşliğinde çınar ağaçlarının altındaki Paşa Çeşmesi’ne ağzınızı dayayıp doya
doya bu sudan içmenin keyfi doyumsuzdur. Ne diyelim, hala suyunu akıtanların
elleri dert görmesin. Çünkü şimdilerde birçoğunun dilleri sustu bu çeşmelerin.
Issız dağ geçitlerinde sessiz ve hüzün dolu yalnızlıklarını yaşamaktadırlar.
Bir 10 Kasım sonrasında; Ovacık Yaylası’nda, Paşa Çeşmesi yanındaki Atatürk Büstü'nde solan
çiçekler
Her gelişimizde suyundan kana kana içtiğimiz Paşa Çeşmesi’nden yol
boyunca ihtiyacımız olan su ikmalimizi yaptık. 19 Kanunu Evvel (Aralık) 1932
tarihini taşıyan Paşa Çeşmesi’nin üzerinde aynen şöyle yazıyordu:
“Cumhuriyet’in mübarek eserlerinden Sinancılar, Ovacık, Kızıloba, Bayındır,
Tire, Aydın yolunun hatırası olarak İzmir Valisi Kazım Dirik tarafından
yaptırılmışdır.” İzmir’in Gazi Mustafa Kemal Atatürk dönemindeki Valisi Kazım
Dirik zamanında, İzmir civarında açılan dağları aşan bu yolların tümünde o
kutlu çabanın hatırasını yâd eden çeşmeleri görmek bugün de mümkündür.
Karaburun ve Foça yolunda; Kemalpaşa Karabel sapağında, Tire – İncirliova
geçişinde, Ödemiş Bozdağ tırmanışında, Tire Başköy – Habibler – Germencik
geçişinde ve hatta bugün Tire’nin Eğridere köyünden yukarıda Aydın’ın Paşa
Yaylası’na giden bir dağ yolunda başkalaşıma uğramış olsa da; bir kısmının suyu
akmasa da bu çeşmeler bir şekilde hayatını sürdürmeye çalışmaktadır.
İzmir Valisi Kazım Dirik’in yaptırdığı Paşa Çeşmesi
Yıllardır İzmir civarındaki gezilerimizde fark edip belleğimize
kazıdığımız bu kutlu eserlerin halkımızın yüksek ilgisine bir türlü mazhar
olamaması; bazen zamanın ve doğanın tahribatına, ama çoğu kez de bu eserleri
ardında bırakıp giden o idealist kuşağın her zaman ümit bağladığı bu halka
mensup insanların şiddetine ve vurdumduymazlığına maruz kalması elbette içimizi
acıtmaktadır.
Ovacık Yaylası’nda bağların güz kırmızısı
Ancak; ülkenin bugün geldiği nokta itibariyle herkesin biraz da kendisini
sorgulamasının zamanı geldi de geçmektedir. Bize ne oldu da o idealist nesilden
geriye bunlar kaldı? Uzak ya da yakın geçmişine sahip çıkmayan/çıkamayan, kendi
varlığını anlamlandıran o geçmişin ayakta kalmış kültür varlıklarına birer taş
yığını gözüyle bakan bu Vandal yaklaşım, nasıl bu topraklarda hâkim yaşam
biçimi haline geldi? Bunu salt dış dinamiklerle açıklamak artık yetersiz; biraz
da içimize dönüp biz nerede hata yaptık diye sormalıyız kendimize? Çünkü
sonuçta sürekli duvara toslayıp içine yuvarlandığımız bu talan düzeni, aynı
hataları yapıp aynı çözümleri(!) hayata geçirdiğimiz sürece nihayet
bulmayacaktır. İnsan aklının yaratıcılığı ve bilimin rehberliğinden ayrılmak,
bizi bu noktaya getirdi en başta… Rehberini ve hedeflerini kaybeden ya da
sapıtan bir topluluğun sonu felakettir. Biz de aklımızı kullanamaz ve “nakli”
davranmaya devam edersek, gideceğimiz yer orası olacaktır. Ne diyelim; ustanın
dediği gibi enseyi karartmayalım; biz yola devam edelim.
Yürüyüş haritası ve krokisinde de görülebileceği gibi, önce Bayındır’ın Hisarlık
köyüne ve Bayındır Ilıcaları’na inen asfalttan sağa doğru ayrılan diğer asfalt
yola girdik. Aslında bu yolu ve yol üzerinde sapaklardaki “kule” levhalarını
takip ederek zirvedeki yangın kulesine giden orman yoluna ulaşmak mümkündü. Biz
ise, asfalttan hemen ayrılmayı yeğleyerek Dededağ yönünde ilerleyen sağdaki
patikaya saptık ve büyük bir çiftlik kompleksinin yanından geçerek ormana doğru
yürüdük. Patikayı takiben ormana girdikten sonra, önce iki kez sola ve en son
sağa döndük. Son sapaktan aşağıya insek, ayrıldığımız asfalta yeniden
ulaşacaktık. Zaten dönerken bu yolu takiben önce asfalta, daha sonra da orman
içindeki bu asfalt-şose karışımı yolu takip ederek köye ulaştık.
Kiraz bahçelerinde çiğ vardı
Ovacık’a girerken vadiyi basan sis, artık çekilmişti. Önce güneş kendini
gösterdi; kuzeye doğru döndükçe de rüzgâr belirdi. Yükseldikçe sıcaklık
hissedilir ölçüde azaldı. Ovada 20; Ovacık Yaylası’nda caminin yanında 14
derece olan sıcaklık zirvede 2 dereceye kadar düştü. Yani bir anlamda kışın
soğuk yüzü ile bu sezon ilk kez Çaldede’nin zirvesinde yüz yüze geldik.
Hâkim bitki örtüsü yoğunlukla kızılçamlar ve meşeler; daha alçaklarda ve
dere yataklarında çınar ve ceviz ağaçları; tepeye yakın yamaçlarda az da olsa
karaçamlar şeklinde seyretti. Karaçamların çoğu anıtsal görünümde ve çok
yaşlıydılar. Bazıları da kurumuşlardı.
Çaldede’nin zirvesine yönelen yürüyüşümüz boyunca; Sarılar köyünden
motorlarıyla buraya keklik avına gelen iki avcı ve köpekleri, yukarıda
bıraktığı keçilerinin yanına sepetli motoruyla çıkmakta olan Bayındır’ın
Dereköy’ünden bir çoban rastladığımız yegâne yol arkadaşlarımız oldular. Tepeye
doğru tırmanışımız oldukça dikleşti; hızımız azaldı. Çaldede’nin hemen altında
uzanan düzlüğe geldiğimizde 40’lı yaşlarında ölmüş karı-koca iki yörüğün
mezarıyla karşılaştık. Ovacık’a indiğimizde köylüler, ikisinin de hastalıktan kırıldıklarını
anlattılar. Yola devam ettik; Karaçamların yıllarla birlikte kara, rüzgâra
karşı eğilip bükülmüş; şekilden şekle girmiş dallarının haline saygıyla baktık.
Dededağ ve Çaldede
Son düzlüğe çıktığımızda, neredeyse zirveye ulaşmıştık. Karşımızda Bozdağ
bütün haşmetiyle bulutların arkasından bize kendini gösterdi. Nereye baksak,
çevremizdeki vadilerin ve alçaktaki tepelerin üstünü sis tabakaları ve bulutlar
kaplamıştı. Biz ise, Bozdağ hariç görüş açımızda bulunan her yerden yüksekte, sanki
uçaktan aşağılara bakar gibiydik. Yangın kulesinin kuzey rüzgârlarına karşı
korunaklı, güneye bakan verandasında bu manzarayı doya doya seyrettik.
Kuzey yönünde meşeliklerle kaplı yamaçlardan Parsa yönüne doğru alçalan
vadinin daha derinlerini sis nedeniyle görebilmek neredeyse imkânsızdı. Rüzgar
nedeniyle hava hareketi yoğundu; sis vadilere bir dalıp bir çıkıyordu. Gün
boyunca havanın bu değişkenliği devam etti.
Zirvenin hemen batısında; Güney – Kuzey ekseninde, Yiğitler’den Pomak
köyü Kurudere üzerinden Bayındır Alankıyı yaylasına doğru ulaşan vadi
uzanıyordu. Bulunduğumuz noktadan Kurudere’nin kırmızı çatılı evleri
bile çıplak gözle zor seçiliyordu. Doğu’da Bozdağlar, Güney Doğuda ise Aydın
Dağları en arkada ve en yüksekteki dağ sıraları olarak dikkat çekiciydi.
Yeni yapıldığı her halinden belli olan yangın gözetleme kulesinin hemen
arkasında, Kuzey yönünde; önce Telekom’un antenleri ve onu besleyen güneş
pilleri ile onlardan biraz daha yüksekte ve 1387 metrelik zirvenin tam üstünde
Çaldede’nin mezarı vardı. Mezar, kayrak taşlarla çepeçevre güçlendirilmiş;
ayrıca sonradan demir parmaklıklar arasında koruma altına alınmıştı. En son
olarak da mezarın üstü bir tente ile örtülerek hafiften bir türbe havasına
büründürülmüştü.
Parsa yönündeki vadilere bakış
Orta Asya’nın bozkırlarından Anadolu’ya yönelen göçün en Batıda son
bulduğu bu topraklar, bu büyük yer değiştirmenin şifrelerini taşır gibidir.
Eren babaların peşinde dağların zirvelerinde kendine yer bulan inançların
izleri, bugün dahi bu zirvelerin eteğinde ya da vadi koyaklarına saklanmış
kayrak taşlardan örülmüş evlerin hücrelerine sinmiştir.
Anadolu’da yüksek dağların zirvelerini mesken tutmuş bu büyük göçün
önderlerinden biri de Çaldede olsa gerektir. Tire’de Dibekçiler yaylasında;
Aydın Dağları’nın kendi adıyla anılan zirvelerinden birinde, Denizli’de ve
Kemalpaşa’da Ovacık yaylasında; belki başka yerlerde de Çaldede’ye atfedilen
eren babaların mezarları bulunmaktadır. Haziran’dan Ağustos’a; yılın belli
zamanlarında; bu zirvelerin çevresindeki köy ve kasabalarda yaşayan insanlar,
sanki bir hac ziyaretini yerine getirircesine, bu zirvelerdeki eren mezarlarına
doğru çileli yolculuklara çıkarlar. Kimisinde hala yok olmamış mahya
gelenekleri sürer; herkes imece usulüyle katkısını sunduğu kadınlı erkekli
törensel toplantılarda İslamiyet’in renkleriyle boyanmış, ama kökleri çok
derinlerde olan ritüellerini gerçekleştirirler. Dedeye adaklar adanır; herkes
Dede’nin aracılığıyla; bizim Hıdrellez akşamlarından pek de yabancı olmadığımız
şekillerde dileklerini ifade etmeye çalışırlar. Bu bazen Ovacık yaylasında
Çaldede’nin mezarının başındaki demirlere bağlanmış küçük bir salıncak şeklinde
beşiktir; bazen kayrak taşlardan yapılmış küçücük ev maketleridir.
Zirveye yaklaşırken karaçamlar ve Dereköylü çobanın keçileri
Horasan’dan kopup gelen bu büyük göçün son temsilcileri şimdilerde
giderek ticarileşmiş ve kapitalize olmuş bir hayatın içinde, göçerlik
yaşamından uzaklaşmış ve yüzyıllar önce dedelerini gömdükleri zirvelerin
eteklerinde günlük geçim derdinin girdabına sıkışmış bir biçimde yaşamlarını
sürdürmeye çalışmaktadırlar. Bazen o kutsal yolculuklar ve önderleri, o eski
inanç metaforları içinde yeniden hatırlanır; bazen bir sığınmadır; bazen çok
eski bir hatıranın yeniden canlanıp meydana gelişidir sanki bu ziyaretler ve
törenler.
Ovacık Yaylası’na dönüşümüzde köy kahvehanesinde köylülerle yaptığımız
kısa sohbette anladığımız; yukarıda belirtilen Tire Dibekçiler yaylasındaki o
geleneğin bu civarda pek de geçerli olmadığıydı. Söylenenler; daha çok, yakınlarda
bulunan Hamza Baba Türbesi çevresindeki köylerde yaşayan Alevi yurttaşların
Çaldede zirvesini ziyaret ettiği ve adaklar sundukları yönündeydi. İlginç olan
ise, köy kahvehanesindeki bir köylünün söylediğiydi: “Büyüklerimizin dediğine
göre bir zamanlar hepimiz Aleviymişiz; ancak şimdi değiliz.” Bu söz bile
Anadolu’nun inanç tarihindeki bugüne doğru evrilmenin, nereden nereye
ulaştığını naifçe anlatması açısından ilginç olmalıdır.
Horasan erenlerinden Çaldede
2,5 saat süren tırmanışımıza karşılık inişimiz daha kısa sürdü. Yaklaşık
2 saatlik bir iniş sonrası Ovacık köyünün meydanına saat 16.30 civarı ulaştık.
Gün devrilmek üzereydi. Kahvehanede köylülerle birlikte yorgunluk çaylarımızı yudumlarken,
kısa bir sohbet yapma fırsatımız oldu. Yukarıda sözünü ettiğimiz izlenimler, o
sohbete dairdir. Tarihin arka planı ile bugün yaşadığımız güncel hayat arasında
ne türlü bağlar vardı? İzmir’e doğru kafamızdaki sorularla yola koyulduk.
Doğanın kalbinde geçirdiğimiz bir günün yorgunluğu ve huzuru içinde,
Ovacık yaylasından Kemalpaşa ovasına doğru döne döne inmeye başladık.
Zirvedeyken vadileri basan sisten eser kalmamıştı. Ören’den Ankara – İzmir
karayoluna çıktığımızda, akşamın alacakaranlığı çökmüştü. İş dönüşü insan
kalabalıkları ve yoğun trafik içinde, İzmir’e doğru kaybolduk gittik.
Çaldede’ye bırakılan adaklardan; bir beşik
Bir yuva tarif edilmiş; Çaldede’nin aracılığıyla…
Bulutların hizasındayız; altımızda Pomak köyü Kurudere
Heybetli Bozdağ
Gezginler Çaldede zirvesinde…
Alankıyı yaylasına doğru; en arkada Aydın Dağları
Anıt karaçamlar
Yangın Kulesi’nin sundurma altından Bozdağ’a bakış
Dönüş yolunda
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
Paşa Çeşmeleri izinden giderken blogunuzu gördüm ve okudum. Gözleminize sağlık. Bu çeşmelerin yerlerini tarif eder misiniz? (erkankocabas@gmail.com)
YanıtlaSilEsenlikler...
Erkan Bey, Merhabalar... Paşa Çeşmeleri hakkında bloğumuzda sıkça değinmeler ve fotoğraflar yer almaktadır. Bu yazılarımıza bloğumuzun fihristinden erişebilirsiniz. Ayrıca; bu çeşmelerle ilgili güzergahları, belirttiğiniz e-mail adresinize yazacağım. Bilgilerinize sunar,bloğumuza olan ilginizin ve katkılarınızın devamını dileriz. İF
SilMerhaba. Fırsat buldukça hayranlıkla izlediğim , faydalandığım ve bilgilendiğim güzel bloğunuz için teşekkür ediyorum. Ben de Paşa çeşmeleri hakkında araştırma peşindeyım. Karaburun ve Foça yolydakiler ile Tire Eğridere, ve Tire Başköy Habibler çeşme ziyaretlerini yapmayı istiyorum. Yer bilgileri konusunda yardımınızı talep etmekteyim. Selam ve sevgilerimle. Erol Şaşmaz ( ersasmaz@gmail.com )
YanıtlaSilErol Bey; ilginize teşekkürler... Ben de sizin çalışmalarınızı yakından takip ediyor ve zaman zaman onlardan yararlanıyorum. Çalışmalarınızda başarılar dilerim. İF
Sil