ŞİMDİ
HATIRALAR ZAMANI
18 Nisan 2019
İbrahim Fidanoğlu
Giriş
Sabah erken saatlerde
ayrıldığımız Tire’den, Ödemiş yönünde; Kral
Yolu’nu takiben sıralanmış bir dizi köyü geçerek, Hasan Hoca’nın ata yurdu Peşrefli’ye doğru yöneldik. Gökçen kasabasına doğru ilerleyen modern
asfaltın kıyısında, geçmişin izlerini taşıyan bir döşeme yolun başında Hatip Aşa Kuyusu ilk uğrak noktamızdı
bugün.
Dereli'den Peşrefli'ye dönerken; garganlı (karabaş otu) sırtlar
Peşrefli köyü; Erenler Tepesi'nden...
(Mayıs 2011)
Bugün Hasan Hoca’nın kendi öz yaşamına dair anekdotlar ve kaybettiğimiz eski değerlerimiz üzerine kısa bölümlerle bölünecek yazı. Biraz eklektik, biraz hüzünlü; ama yine de bahara yakışan bir gezi ve yazı hedefliyoruz.
Hatip Aşa Kuyusu
Kuyunun hemen dibindeki döşeme yol
Torun (Hasan Doğan); ninesinin (Hatip Aşa) kuyusunun başında...
(Fotoğraf: Ahmet Tamer; Nisan 2019)
Hatip Aşa Kuyusu’nda başladı günümüz. Belki de 200-300 yıllık bir
kuyu burası. En son Hasan Hoca’nın anneannesi Hatip Aşa sahiplenmiş kuyuyu. Bakımını yaptırmış kuyunun, hayatı
boyunca verimkâr ve canlı kalmasını sağlamış. Şimdi döşeme yolun başında yalnız
ve hüzünlü; bomboş bir kuyu; âlemlerin ötesinde Hatip Aşa’dan kalan yadigâr gibi…
Hatip Aşa Kuyusu'nun dibinde su var.
(Fotoğraf: Ahmet Tamer; Nisan 2019)
Diyor ki Hasan Hoca
kuyunun başında girizgâh niyetine; Peşrefli
bahsine;
“Sevdim
işte köyümün akan deresinden eğilip su içmeyi. Avluda gıdaklayan tavuğun
yumurtasını, keçi derisinden yapılmış tulumuna konan peynirleri ve peynirlerin
arasında; kendiliğinden oluşan çamur peynirinden yapılmış çoban depmesini(1) sevdim yine. Sevdim yazın
sıcağında armut gölgesinde yenilen colafı.(2)
Köyümün kuyularından çektiğim kovalardan içtiğim sularını, kahvelerinde yaptığım
canlı sohbetlerini çok sevdim. En son yakınlarda anama da kucağını açan bu
topraktı beni kendisine çeken. O topraktır zaten insanı insan yapan. Ben o
toprağı sevdim kardeşim; bu topraklar, eskiden neyse; bu gün de üretsin, doğursun;
bütün arzum budur benim.”
Peşrefli'de Tokat Mevkii'nde köyün kurucu atası kabul edilen Pir Veli Beşe'nin kabri
(Kasım 2006)
Pir Veli Beşe'nin kabri başındaki en az 700 yıllık kara servi
(Kasım 2006)
Pir Veli Beşe'nin kabri başında düzenlenen şükür yemeği
(Kaynak: Ahmet Tamer Arşivi)
Peşrefli’ye Dair
Peşrefli, Tire-Ödemiş yolu üzerinde; Aydın Dağları’nın Batı yamaçlarındaki Karakaya’nın eteklerinde yer alan ve Türklerin Anadolu’ya
göçlerinin sona erdiği Tire havalisinde bu göçün şifrelerini saklayan özel bir
yerleşimdir. En az 700 yıllık bir kara servinin altında yatan Pir Veli Beşe’nin varlığı bile bu köyün
Anadolu’ya Türklerin yerleşmesi sürecinde ne değerli bilgileri sakladığının bir
delili gibidir.(3)
Pir Veli Beşe'nin başında hazırlanan şükür yemeği için keşkek kazanının başındayız.
(Mayıs 2011)
Şükür yemeği için hazırlanan yemekler
(Mayıs 2011)
Ocaklar yanıyor, yemekler pişiyor.
(Hasan Doğan Arşivi)
Ama Pir Veli’ye gelinceye kadar, Peşrefli’de iz bırakmış başka uygarlık işaretleri, bugün bile kimi Peşrefli evlerinin duvarlarına gömülü vaziyette hala varlığını korumaktadırlar. Peşrefli’yi doğudan çeviren Küçükkale ve Büyükkale, Lidya dönemine dek uzanan; Efes ve Sardes arasındaki ulaşımı sağlayan Kral Yolu boyunca kurulu bir dizi yerleşimin bölgedeki izlerini oluşturmaktadır. Lidya döneminde kale yerleşimlerin karakteristik bir şekilde Aydın Dağları’nın eteklerinde Küçük Menderes Ovası’na hâkim konumda ardı ardına dizilişleri, daha sonraki Roma ve Bizans dönemlerinde de bölgede kule ve kale yapılarıyla varlığını bir şekilde sürdürmüştür. Kral Yolu boyunca bu dizilişi, bugün Belevi’den sonra Büyükkale ve Küçükkale’den başlayarak, Tire yakınlarındaki Hisarlık Kalesi, Peşrefli’de Büyükkale ve Küçükkale, Gökçen (ya da Fata) ve Balabanlı’ya dek izlemek mümkündür. Efes ve Sardes arasındaki yolların Küçük Menderes Havzası’ndan geçmesi nedeniyle bölgede yer alan kırsal yerleşimler de bu İlkçağ yol şebekesi üzerinde kurulmuş olmalıdır.
Peşrefli'de bulunan Altı Birlik Steli
(Şubat 2019)
Bir mezar steli; Roma Dönemi, Tire Müzesi'nden...
(Şubat 2019)
Bugün Tire Müzesi’nin avlusunda sergilenen ve
mermere kazınmış zeytin dallarından oluşan çelenklerle temsil edilmiş Altı Birlik Steli, İlkçağ’daki bu
yaşanmışlıkların ve Menderes katındaki alçak tepelere yaslanmış eski medeniyet
yuvalarının birer delili gibidir. Peşrefli köyünde bulunan ve Romalı Metreas
adına hazırlanmış Altı Birlik Steli'nde; Kral Yolu üzerinde ve
çevredeki Roma Dönemine ait küçük yerleşimlerin isimleri anılmaktadır.
Peşrefli'de duvara gömülü tarih
(Ahmet Tamer Arşivi)
Peşrefli'de çeşme teknesine dönüşmüş bir mermer ostotek (küçük lahit)
(Nisan 2007)
Peşrefli'de bir evin köşe duvarına atılan imza ve antik malzemeler
(Nisan 2007)
Yine bir başka evin ön cephe duvarına gömülü mermerden bir mimari parça
(Nisan 2007)
Köyde dolaşırken caminin avlusunda, evlerin
duvarlarında ve köyün kırsalında çeşme yalaklarında rastladığımız antikite
örnekleri, Peşrefli’nin bu kadim geçmişini
ele vermektedir.
Pir Veli Beşe'nin kabrinden köye bakış
(Kasım 2006)
Bir Peşrefli evi
(Nisan 2007)
Gülay
Belen’in
Osmanlı Döneminde Tire (1478-1530)
isimli çalışmasında ise, İlkçağ’a göre günümüze daha yakın zamanlardaki Peşrefli’den şöyle söz ediliyor:
“Tire
kazasının en fazla nüfusa sahip köyü olan Pisrevlü köyü, 1478 yılında 108 hane
ve 23 mücerred (bekar) nüfusa
sahiptir. Hanelerin 53’ü çift, 33’ü bennak (evli
olup elinde çok az toprak olan ya da hiç olmayan haneler), 8’i kara (evlenmemiş, babaların yanında kalan erkekler),
8’i nim çift (yarım çiftlikten daha az
toprak sahibi olanlar), 1’i imamdır. 1512 yılında ise köyün nüfusu 207
hane, 26 mücerred, 2 imam, 1 masum, 3 pir (1 tanesi fani), 1 a’ma, 1 gaib (kayıp), 1 belirsiz ile toplam 246
neferden oluşmıştur. Köydeki hanelerin 12’si çift, 82’si bennak, 51’i kara,
62’si nim çifttir. Ayrıca bu dönemde köyde 4 tane zaviye bulunmaktadır.”(4)
Peşrefli'de bir çeşme daha...
(Ahmet Tamer Arşivi)
Peşrefli mezarlığında son dönem Osmanlı mezar taşlarından biri
(Ahmet Tamer Arşivi)
Üzerinde çarkıfelek ve lotus çiçeği desenleri bulunan mermerden bir başka mimari parça
(Ahmet Tamer Arşivi)
Köyün iktisadi faaliyetleri, yine aynı kaynakta; vergilendirilen kazanç üzerinden hububat ekimi, bağ ve bahçecilik, keten-kendir üretimi, kestane, arıcılık, armut benzeri meyvecilik üzerine bina edilmiş durumdadır.
Peşrefli sokaklarında...
(Nisan 2007)
Peşrefli'de iki lahitten oluşan çeşme tekneleri ve duvarında yer alan mimari parçalar
(Ahmet Tamer Arşivi)
Bir evin duvarında yer alan mimari parçalar ve tuğla ile yapılmış balık sırtı desenleri (Batı Anadolu'da Kiklad adalarından gelen Rum duvarcı ustalarının duvarlara attığı imzasıdır bu desenler.)
(Ahmet Tamer Arşivi)
Eyvanlı bir Peşrefli evi
(Ahmet Tamer Arşivi)
Peşrefli’de
dolaşırken
Sabah köyün meydanına bakan kahvehanelerden
birinde içilen sabah kahvelerinin ardından, köyün ara sokaklarında dolaşmaya
başladık. Bugün biraz da Hasan Hoca’nın hatıralarının izini sürdük sokaklarda.
İlk uğrağımız, yorgun bir koca kapının ardında birbirine sırt sırta vermiş,
bugünkü varislerinin ellerinde farklı paylaşımlara uğramış Hatiplerin geçmişini
temsil eden yorgun yapılar kompleksiydi.
Hatiplerin evleri
Aynı yapılar grubunun bir başka açıdan görünümü
Ah o koca kapı; dili olsa da anlatsaydı; Hasan
Hoca’nın büyük amcası Bekir de gencecik bir delikanlı iken, Çanakkale Savaşı’na
katılmak üzere işte bu koca kapıdan çıkıp gitmiş ve bir daha da geri dönmemişti
hiç.
Koca kapının ardındaki isli ocak
Hasan Hoca'nın Peşrefli'de doğduğu ev
Koca kapının ardında, is karasının vurduğu bir eski
ocak, çatının yorgun ahşap iskeleti, yüz yıllık bir yaşamın izleri; hepsi bir
şekilde varlığını bugüne taşımış gibiydi. Yanda yükselen bir duvarın ardında
iki katlı bir ev vardı; Hasan Hoca’nın doğduğu evdi burası.
Çatının yorgun ahşap iskeleti
Yerde bir yuvgu taşı
Hasan Hoca'nın "küçük anne"si; Rasime Teyze
Evin dışından dolaşarak hemen onun sırtındaki
avlulu bir başka eve geçtik daha sonra. Hasan Hoca’nın “küçük annesi” Rasime Teyze’nin kapısından cennet gibi bir bahçeye
girdik bir anda. Amcasının eşi olması nedeniyle bu köyde yenge denmez; anne
yarısı anlamında “küçük anne”
derlermiş Rasime Teyze’ye… Yine Hasan Hoca’nın ifadesine göre; Peşrefli’de küçük kardeş, abisine “efe”
diye hitap eder, ağabey demezmiş. Dedenin oğlan kardeşine “goca emmi”, onun karısına da “goca
güccane” derlermiş. Dirençli kadın; Rasime Teyze, yürüme yeteneğini
kaybetmiş halde, ama yaşama tutkun bir şekilde karşıladı bizi. Odasına buyur
etti. Tatlı sohbetiyle sarıp sarmaladı hepimizi. Tek başına bir yaşam
mücadelesi sürdürmekteydi Rasime Teyze. Evde torunları onunla birlikte
kalmaktaydı. Gündüz okula gidip, akşamları yanında yoldaşlık ediyorlardı
torunları ona. Bahçe, Rasime Teyze’nin bütün olanaksızlıklarına rağmen pırıl
pırıldı.
Bahçedeki fırın
Hasan Hoca ve yengesi Rasime Teyze
Bahçenin ortasında bir çiçeklik
Bahçeden genel bir görünüm
Eski bir ekmek fırını, ortada taşlarla çevrilmiş
bir çiçeklik, hemen yanında bir yuvgu taşı(5),
bahçede ilk anda dikkatimizi çeken unsurlardandı. Bahçenin kıyısındaki bir
başka ev ise, Rasime Teyze’nin İzmir’de yaşamakta olan bir başka oğluna aitti. Hasan
Hoca; köyün köklü sülalelerinden bazılarını ardı ardına sayıverdi hemen;
Çulfalar, Abitler, Maziler, Kocairiler, Püseriler, Hacıdokuzlar, Cabarlar,
İğciler, Gazallar, Tonballar, Kadılar, Sahler, Cibeller bunlardan bazılarıydı.
Bahçede limon çiçekleri
Rasime Teyze yuvgu taşlarını anlatıyor.
Ahmet Tamer, Rasime Teyze ve Hasan Doğan; bir Peşrefli hatırası
Rasime Teyze’ye veda ederek köyün evleri
arasından hafif bir meyille ulaştığımız Peşrefli’nin
Dereli yönündeki çıkışına doğru
ilerledik. Karakaya’nın baharla
eriyen karlarının sularıyla hayat bulan irimlerde(6) avarelik etmek bir başkaydı doğrusu. Bir süre
yürüdükten sonra bir üç yol ağzında bulunan İlimandolu
Kuyusu’nun başına geldik. Kuyunun ismi ne güzeldi.
Eski köy misafirhanesi; artık kullanılmıyor.
Hesmel Hafız Amca'ların avlusu
Ardiyede İtalyan malı eski bir çalkar
(Fotoğraf: Ahmet Tamer)
Ahmet Tamer, saman ya da bitki yığınlarını yüklemek ya da savurmak amacıyla kullanılan yaba ile...
Bir başka Peşrefli evi daha...
Dereli çıkışına doğru bir köşe ev
Bir zamanlar Küçük
Menderes Ovası’nda yaygın olarak kendir ekimi yapılırdı. Kendirler, hasat
sonrası Küçük Menderes’in kıyısında
suyun önünün toprakla kesilmesi ile oluşturulan küçük havuzcuklarda
dinlendirilir, daha sonra da suyla yüklenerek ağırlaşan ıslanmış kendir
sapları, bin bir zahmetle develere yüklenip Tire’nin sırtlarında yer alan Yavan Çeşme civarındaki daracık
sokaklarda liflerinden ayrılması işlemine tabi tutulurdu. İşte kendir
saplarının Küçük Menderes’te
dinlendirildiği bu havuzlara buralarda “iliman”
derlerdi. Bu tabirden esinlenmiş olsalar gerek ki, bu kuyunun ismi de İlimandolu Kuyusu olarak
adlandırılmıştı.
Peşrefli'nin "irim"leri
Hasan Doğan, çocukluğundaki gibi "irim"lerde; suyla beraber...
İrimler kavşağında İlimandolu kuyusu
Kuyular üstüne ne demiş Hasan Doğan; burada yine
kendisini dinleyelim:
“Bir köyün vazgeçilmezidir kuyular… Her
köyün harımları(7) vardı.
O harımların arasında ise kuyular vardı. İlimandolu, Namazlar, Çavuş Kuyusu, Kör
Kuyusu, bir de yazın ovalarda su ihtiyacını karşılayan Üçüncü Kuyusu ve Kavağı,
Sivaslı Kuyusu, Avulcuklu Kuyusu, Hatip Aşa Kuyusu, Barol Kuyu, Beş kavaklar ve
Kuyusu, Anaçların Kuyusu gibi ovadaki bu kuyuların buz gibi suları, yazın
çardak kurup tütün işleyen köylünün ovadaki yaşamlarının vazgeçilmezleriydi. Şimdilerde
bu kuyular kalmadı artık. Tütün yasaklandı; yerini pamuk aldı. Bu sefer köylü
kendi kuyusunu(!) kazdı bilinçsizce. Salma suyla sulama yapınca da yer altı
suyu çekildikçe çekildi. Eskiden 15-20 metrelerde olan yeraltı suyu, şimdi o
rakamların on katına dek aşağılara indi. Şimdilerde de pamuk bitti, hayvancılık
ve ona bağlı silajlık mısır ekilmeye başlandı ovada. Tabii bu ara salma suya
devam ediliyor. Antik çağda dünyanın en verimli arazileri olarak kabul edilen
bu yerler, sular bitince ne olacak bilmiyorum.”
Tütünler böyle dizilirdi.
(Hasan Doğan Arşivi)
Tütünler askıda böyle kurutulurdu.
(Hasan Doğan Arşivi)
Tütün tarlalarında...
(Hasan Doğan Arşivi)
Fırınlar böyle yanardı.
(Hasan Doğan Arşivi)
Ekmekler böyle pişerdi.
(Hasan Doğan Arşivi)
Fırından çıkan Küçük Menderes Havzası'nın meşhur tatlı maya "köşeli"si
(Hasan Doğan Arşivi)
Peşrefli köyünde birkaç önemli mekân var; onları kısaca isimleriyle analım. Bunlardan ilki köyün kurucu atası diye kabul edilen Pir Veli Beşe’nin kabrinin de bulunduğu Tokat Mevkii… Burası köyün önemli toplantı ve anmalarının, şükür yemeklerinin yapıldığı, aynı zamanda kutsallık da atfedilen önemli bir mekân… Son zamanlarda bu yemeklerin daha organize bir şekilde gerçekleştirilmesi için, üstü kapalı bir alan düzenlemesi de yapıldı köyde.
Tokat Mevkii, Pir Veli Beşe'nin kabri ve şükür yemekleri
(Ahmet Tamer Arşivi)
Şükür yemeği için pişen kazan kazan yemekler...
(Ahmet Tamer Arşivi)
Erek, ise köyün girişindeki
genişçe meydanlık alana verilen isim olarak dikkat çekiyor. Aslında Erek, köyün meydanı değildi. Ama köye
girmeden hemen sol tarafta bir küçük tepe ve dibinde lahitten devşirilmiş iki
yalaklı büyük bir çeşme bulunmaktaydı. Hasan Hoca’nın anlatımına göre; oynamak
için top yoktu o zaman. Ama dönemin çocukluğu bir şeyler üretmiş; belki de çok
eskilerden bugüne erişen çelik çomak, kasnak oyunları o günün çocuklarının en
önemli sokak eğlencesi olmuştu. Köye girmeden, sağ tarafta da Irak Çeşme vardı; kışları ılık, yazları
ise buz gibi akardı suyu. Çeşme, bugün hala yerli yerinde durmakta ve suyu ile
sunduğu konforu yolcusuna yaşatmakta. Ancak sözünü ettiğimiz ilk çeşme ve küçük
tepecik ise zaman içinde yok olup gitmiş.
Peşrefli’deki önemli mevkilerden
biri de köyün güneyinde yer alan Erenler
Tepesi…
“Erenler
Tepesi, köyümüzde
yaşayanlar tarafından kutsiyet atfedilmiş bir yer. Zaman zaman Toprak Anamız
susuz kaldığında; tüm köy, Erenler Tepesi’nde
toplanır ve Kuran okunur, dualar yapılır, sonra da Tokat dediğimiz; köyün kurucu atası Pir Veli Beşe’nin kabri çevresinde bir gün önceden hazırlanmış yemekler,
hiç eksiksiz herkese sunulurdu. Buna bizler yağmur duası deriz; pek çok yerde de
vardır bu etkinlik aslında. Yağmur duasının bir amacı da köydeki birlik ve
beraberliği devam ettirme geleneğidir.
Kızılcaavlu'da elde bayrak; gelin almaya gidiyorlar. Eski bir fotoğraftan...
(Mehmet Ertuğrul Arşivi)
Çocuklar; Kızılcaavlu çocukları...
(Mehmet Ertuğrul Arşivi)
Kızılcaavlu'da; okulda...
(Mehmet Ertuğrul Arşivi)
Erenler
Tepesi’nin altında Gencer Yeri’nde de dini bayramlardan
sonra, bayram geçirmesi yapılırdı. Köyün
gençlerini birbirine kaynaştıran bir gelenek olarak öne çıkan bayram geçirmesinde, Gencer Yeri’nde bayramdan bir hafta
sonra gençler salıncaklarda sallanırlar, meydanda ise satıcılar ürünlerini
satarlardı.”
Dedesi ile zeytin toplayan torun; ağaç yaşken eğiliyor.
(Hasan Doğan Arşivi)
Yine onun ağzından devam ediyoruz anlatmaya Peşrefli’nin eski hatıralarını…
“Erenler
Tepesi’nden Peşrefli’ye
bakıyorum. Neden bilemiyorum; aklıma annem geldi birden. Bir de Ara Güler’in sözü; ‘Senin için memleket nedir?’ demişler ustaya. O da ‘Ne doğduğum ne de doyduğum yerdir memleket;
benim için çocukluğumun geçtiği yerdir memleket’ diye yanıtlamış soruyu.
(Mehmet Ertuğrul Arşivi)
Aynen öyle sevgili Usta; köyümün çaylarından
binlerce kez geçmişliğim vardır. İrimlerinde
keçilerimi çok kaybettiğim; arkalarından koşarken yorulup otura kaldığım; bir
köy kuyusunun başında uyumuşluğum bile vardır. Köyün her köşesi benim çocukluk
hatıralarımı saklamıştır yıllarca bağrında. Hiç unutmam; bir keresinde
keçilerimden birini köy kuyularından birine kaçırmıştım. Korkudan soluğum
bitercesine köye koşup amcamdan yardım istemiştim.
Ovadan bir hatıra; belki bir dinlenme anı...
(Mehmet Ertuğrul Arşivi)
Köyümde çocuktum; ama çocukluk yaşadım mı
bilmiyorum. Örneğin annem elmayı soyup dilimleyip elime vermedi hiç. Zaten
elmayı da bilmezdik ki biz. Armutlu Kır’da
armutlarımız vardı. Kendi köyümüzün armutları tezeren, kokulu ve tatlı idi. İncirlerimiz vardı; sepetimizi
kolumuza takıp, sabah erkenden incire giderdik. Sepet dolunca da üstünü incirin
yaprağı ile kapatır, eve o şekilde getirirdik içi incir dolu sepetleri. Asarlıkta zeytinlerimiz vardı. Yer
yazgısı olmadan babam zeytinleri silker, biz de toprağa düşen zeytinleri
otların içinden toplardık tek tek; sabah soğuğunda donardı küçücük
parmaklarımız.
Bir çocukluk hatırası; şimdi bilya zamanı...
(Mehmet Ertuğrul Arşivi)
Peşrefli; adıyla bile özel bir köy burası. Bu isimle bir başka köy var mıdır bilinmez ama Küçük Menderes’e kadar uzanan; verimli ve doğurgan, ne eksen geri alabileceğin bir ovası, sağından Kan Dere, solundan Dereli Çayı’nın bir kolu, harımları, irimleri ve bu irimlerin belirli keşişme noktalarında yer alan kuyuları ile köyüm beni bugün dahi duygulandırıyor. Kavaklı’yı, İlimandolu Kuyusu’nu, Has Harım civarını gördüğümde karşılaştığım bu manzara, baharı karşıladığımız bugünlerde; her iki yanından akan derelerle, doğanın içinde barındırdığı her türlü canlıya bir kucak açışı gibi gelir bana. Ne mutlu…”
İrimlerden yürüdük; İlimandolu Kuyusu'na geldik.
"Gova" ile su çekiliyor.
İlimandolu Kuyusu
Kuyunun yanındaki eski bir lahitten bozma mermer tekne
Kuyudan çekilen suyla yüzümüzü yıkadık. Biraz
ileride bir başka irimin köşesindeki bir zeytinliğin içine girdik. Öğle vakti
gelmiş, karnımız acıkmıştı. Sabah kahvaltısından kalan küllürçeler, kabakçiçeği dolmaları, Sevcan Abla’nın meşhur kayısı
reçeli, Tire’nin çamur peynirleri eşliğinde ve beyaz renkli süsenlerin
kıyısında; güzel bir yer sofrası kurarak karnımızı doyurduk. Yanı başımızdaki bir
zeytin ağacının burulup, yumrulaşarak şekilden şekle girmiş ana gövdesi, bize
hayatın türlü halini anlatır gibiydi. Yumrular ve burulmalar; darbelere,
çilelere ve düşmanlara karşı direncin timsali bir zeytin ağacı; Peşrefli’de İlimandolu Kuyusu’nun yamacında bir yerde…
Süsenler...
Peşrefli'de bir zeytinlikte yemekteyiz.
Dirençli birt zeytin ağacının gövdesinde dile gelen zaman...
Sarı sarı çiçekler
Öğle yemeği sonrası Dereli’ye giden bir toprak yolu takip ederek Peşrefli’nin son evlerini arkamızda bıraktık. Dereli çayının bir kolu, yol boyunca zaman zaman bizlere eşlik
etti. Şırıl şırıl akan su bir süre sonra Dereli
asfaltı civarında Dereli çayına
kavuştu. Köyün merkezine doğru yöneldik. Daha önceleri de birkaç kez bu köye
uğramıştık. Yolun kıyısında bulunan terk edilmiş bir değirmen, suyun değirmene
doğru yönlendirilmesi amacıyla dere yatağına betondan yapılmış kademeli
basamaklar dikkat çekiciydi. Dereli’den
gelen su, bu kademelendirilmiş yükseklikten düşerek değirmeni döndürmekte, daha
sonra da çok eski olduğunu düşündüğümüz tonozlu bir köprünün altından ovaya
doğru usulca akmaktaydı. Değirmen binasında pek bir şey yoktu; her yanı ot
bürümüş, başka bir memlekette olsa müzelik bir malzemeye dönüşebilecek bu değer,
neredeyse tamamen yok olmuştu.
Dereli'ye dek bize eşlik eden Dereli çayının kolu
Dereli çayı
Değirmendeyiz; Dereli çayının döndürdüğü...
Dereli'de değirmen başındayız; Dereli çayı ve eski köprü...
Hasan Hoca aldı sözü:
“Şimdi sizlere daha yakın geçmişimizin
gerçeğini anlatalım; buğdayımızı kendimiz yetiştirir, kendimiz biçer, kendimiz
döver, kendimiz savururduk. Buğday ambarda durur; bir kısmını değirmene götürür,
yine un karşılığı öğüttürürdük. Bu şekilde 5 kuruş harcamadan unumuz evde
elimizin altında olurdu. Daha bu aralar gübre falan da bilmezdik. Evde; avluda
keçi, koyun, inek var; her evin temel bireylerinden sayılırlardı. Sütü de
peynir ve çökeleğe çevirmek evin hanımının işiydi. Her ailenin bir miktar
zeytinliği de bulunurdu. Bunlar zamanı gelince silkelenir, zeytinler toplanıp
çuvallanır; evin avlusunda düzgün zeminlerde yuvgu taşları ile ezilip yeniden
çuvallandıktan sonra, sıcak su ile ayakla ezilerek, zeytinin yağı da suyun
üzerinden taslarla alınırdı.
Zeytinlerin taş değirmende beygir yardımıyla sıkımı
Yatağan; Turgutlar köyü
(Hasan Doğan Arşivi)
Zeytin çuvallarının ayakla ezilmesi
Yatağan; Turgutlar köyü
(Hasan Doğan Arşivi)
(Hasan Doğan Arşivi)
Zeytinyağının, sulu karışımın üstünden taslarla sıyrılıp alınması
Yatağan; Turgutlar köyü
(Hasan Doğan Arşivi)
Şimdi bütün bunları niye anlattım; hiç
para harcamadan evde bunları bir araya getirin, karnınızı doyurun diye. Böyle
bir ekonomimiz vardı; bizim kimseye muhtaç olmadan, tüketim ekonomisinin bir
bireyi olmadan yaşamak, daha çok yakın tarihlerde bile böyleydi. Gayet katkısız;
paranın geçmediği bir yaşam… Sonra birileri geldi, ülkeyi dünya ekonomik
sistemine eklemleyeceğiz, serbest piyasa ekonomisine geçeceğiz diye bu toplumu bir
topan ekmeğe muhtaç eylediler.”
Dereli köy kahvehanesinde...
(Ekim 2016)
Dereli sokakları
(Ekim 2016)
Dereli köyünde... Değirmenden yukarıya; köyün tek kahvehanesinin olduğu bayıra doğru yürüdük. Çınarın gölgesinde birkaç ihtiyar, bir de kahveciden başka kimsecikler yoktu ortalıkta. Peşrefli’den ayrılalı yaklaşık yarım saat kadar olmuştu. Köyde birer bardak çay molasından sonra, köyün sessiz sokakları arasından geçerek köyün yaslandığı sırta doğru tırmandık. Tepeye ulaştığımızda gördüğümüz manzara, Dereli çayının aktığı vadinin iki yamacına saçılmış Dereli köyünün evlerinden ibaretti.
Dereli mezarlığında bir kahraman; Hacı Halil Çöp Efe...
(Ekim 2016)
Hacı Halil Çöp Efe; "küçük dev adam"
(Hasan Doğan Arşivi)
Dereli, bu yılki Kurtuluş yazılarımıza konu olan İlkkurşun ve Zincirlikuyu muharebeleri(8)
sonrasında Gökçen Hüseyin Efe’yi Kuvayı Milliye safında yer almaya ikna
eden; aynı zamanda baş kızanı Hacı Halil Çöp Efe’nin de memleketi idi.
Kurtuluş sonrasında savaşta gösterdiği yararlıklar için kendisine teklif edilen
ikbal ve zenginliği de kabul etmeyecek denli mütevazı ve tok gözlü bu küçük dev adamın mezarı şimdi Dereli çayının hemen üstünde yer alan
köy mezarlığında bulunmaktaydı.
Dereli'de bir taş değirmen
Dereli çıkışı; arkamızda kalanlar...
Hasan Hoca, sözün eriştiği bu noktada kendi aile
tarihi ile çakışan bu hikâyenin bir başka yönünü şu şekilde aktardı:
“İstiklal mücadelesi yılları; Yunan, Fata’ya
(şimdiki Gökçen kasabası) gelmiş yerleşmiş. Orada bir karakol kurmuş. Gökçen
Efe ile de oldukça iyi geçiniyorlar. Efe’yi kızdırmamak için her türlü çabayı
sarf ediyorlar. Efe, kahvelerde rahatça oturuyor; ta ki bir akşam karanlığında
kapısı çalınana dek… Gelen Dereli köyünden babası kadar sevdiği Hacı Halil Efe’dir.
Hacı Halil, Gökçen Efe’den daha yaşlı, aynı zamanda önemli kararlarda ona
danışılan bir bilge kişidir. Hacı Halil, Efe’ye biraz sert konuşur, vatan işgal
edilmiş; sen rahat rahat oturuyorsun der. Gökçen de 500 koyunu olduğunu ve düze
indiğini söyler. Bunun üzerine Hacı Halil, koyunları Gümüşlü Çiftliği’nden bir
gece vakti Pesreflili Hatip Hüseyin'in Karakaya’nın arkasındaki Ovacık
Yaylası’na götüreceğini söyler. Hatip Hüseyin, Hacı Halil’in yakın arkadaşıdır.
Sonuç olarak Gökçen’in ovadaki 500 koyununu Hatip Hüseyin, Ovacık Yaylası’na
ulaştırır. Çünkü zaten Hatip Hüseyin’in esas işi çobanlıktır.
Çakıcı Efe'nin kızanı ve akrabası Gökçen Hüseyin Efe kızıyla birlikte...
Bu bilgiler rahmetli annem Fatma Doğan
tarafından bana anlatıldı. Hatip Hüseyin de annemin anne dedesidir. Bu aile
Pesrefli’de en çok hayvan besleyen ailedir. Hatta annemin ifadesine göre;
Gökçen Efe, o yıllarda genç yaşta romatizma hastası olunca, Fatma Doğan’ın
annesi ve teyzesine kupa vurdurmaya gelirmiş.”
Dereli'den Peşrefli'ye doğru...
Sarıya boyanmış yamaçlar
Nereden nereye; bu dağlar, bu Küçük Menderes Havzası; tarih boyunca ne ayrılıklar, ne zulümler gördü? Yine de teslim olmadı; bugün olduğu kadar. Yazık, çok yazık… Tek dileğimiz bu dağlarda zeybek ateşlerinin istiklal uğruna hiç sönmemesidir.
Garganlı sırtlar; en arkada Karakaya
Önde garganlı sırtlar, arka planda sıra sıra Aydın Dağları
Dereli’den Peşrefli’ye; “Ötüz’den Beriyüz’e”(9)
Dereli köyünün güneydoğusundaki tepeyi aştıktan sonra, olağanüstü bir manzarayla karşılaştık; bir yanımız sapsarı, bir yanımız ise garganlarla kaplı morlar diyarıydı sanki. Kızıl kıyamet gibi, her yanımız mosmordu. Dağ bayır; mor renkli ve kendilerine has kokularıyla bütün arıları üzerlerine çeken olağanüstü güzellikteki karabaş otlarıyla (Peşrefli deyimiyle; garganlar) kaplıydı. Hayret verici şekilde ilk kez şahit olduğumuz beyaz karabaş otlarını da bu sırtlarda gördük. Sanki albino olmuşlardı.
Karabaş otları ya da garganlar
Beyaz ve mor garganlar; bir arada
Gezgin, garganlar arasında...
Garganlı sırtları aştıktan
sonra, önümüzde alçalan başka tepeler ve vadiler göründü. Ufuk çizgisinde göz
alabildiğine uzanan Küçük Menderes Ovası
vardı. Sırtın arkasında Peşrefli köyü
yönünde kuzeydoğuya doğru ilerleyen bir toprak yolda yürümeye başladık. Vadinin
içine doğru dönen yol, şırıl şırıl akmakta olan bir kır çeşmesinin yanına dek
götürdü bizi. Bir süre çeşmenin başında soluklandıktan sonra, zeytinlikler
arasından vadinin aşağılarına doğru indik. Amacımız Peşrefli köyünün güney girişine ulaşan vadinin dibindeki toprak
yolu bulmaktı. Yamacın alt kotlarında dikilmiş genç zeytin fidanlarını
geçtikten sonra Peşrefli’ye giden
toprak yol göründü. Yol boyunca yaban gülleri, kadın aynaları, Girit ladenleri
ve sarı papatyalar bizleri yalnız bırakmadılar.
Vadide rastladığımız kır çeşmesi
Garganlı sırtlardan Küçük Menderes Ovası'na bakış
Gelincik; özel...
Girit Ladenleri
Vadiyi, küçük bir tepeyi Peşrefli yönünde tırmanarak terk ettik. Tepeyi aştığımızda
ulaştığımız yer, Erenler Tepesi ve
hemen altımızda uzanan; ovaya doğru yayılmış konumdaki Peşrefli köyünün kırmızı çatılı evleriydi.
Peşrefli’den Dereli’ye doğru gün boyu bir yay çizmiş,
Hasan Hoca’nın çocukluğuna dair hikâyeleri onun ağzından dinlemiş, bazen
hayıflanmış, bazen neşelenmiş; garganlar,
yaban gülleri, beyaz ve pembe renkli Girit ladenleri arasından süzülerek,
baharın güzelliklerini doğanın bağrında içimize sindirmiştik. Basit ama zengin
bir coğrafyada, bir günümüz hatıralar içinde bir gelgit gibi geçmişti sanki. Ne
mutlu baharı doğada karşılayanlara, garganların
keskin kokularını derin derin içine çekebilenlere…
Dipnotlar:
(1) Çoban Depmesi: Çamur peynirin içine ekmek basmaktır. Tarlada ne yenir ki yaz günleri…
(Kaynak: Hasan Doğan)
(2) Colaf: Şekerli suyun içine peksimet ya da ekmek basmaktır. (Kaynak: Hasan Doğan)
(3) Pir Veli Beşe için bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2014/03/pir-veli-bese-icin-pesrefliden.html
(4) Gülay Belen, Osmanlı Döneminde Tire (1478-1530); Tire Belediyesi Kültür Yayınları-14;
Ocak-2017; Sayfa: 132
(5) Yuvgu Taşı: Eskiden toprak damların üzerine dökülen toprağı sıkılaştırmak için damın
üzerinde yuvarlanır ve damların bu şekilde akması önlenirdi. (Kaynak: Hasan Doğan)
(6) İrim: Bahçelere giden, dar, patika yol (Kaynak:
Hasan Doğan)
(7) Harım: Köye yakın yerde sebze üretmek amacıyla ekilip biçilen tarla (Kaynak: Hasan Doğan)
(8) İlkkurşun ve Zincirlikuyu Muharebeleri
hakkında bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2019/09/izmirin-isgalinden-ilkkursun.html
ve https://dagakactim.blogspot.com/2019/09/izmirin-isgalinden-ilkkursun_21.html
(9) Ötüz’den Beriyüz’e; yani öte yüzden beri yüze anlamında; “Peşrefli lisanı”…
(10) Fotoğraflar, belirtilenler
dışında İ. Fidanoğlu tarafından
çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
Bu yazıyı bu resimleri koyanlarin ellerine sağlık. Çok güzel olmus
YanıtlaSilBen koydum; sizin de dillerinize sağlık. İlginizin devamlılığı dileğiyle...İF
YanıtlaSilBir Peşreflili olarak okumaya doyamadım. Yazanlarin eline emeğine sağlık. Gence soyisimli kimler varsa selam olsun.
YanıtlaSilİlginize ve geri bildiriminize teşekkürler... İF
SilGerçekten muhteşem bir çalışma olmuş. Defalarca okudum 50 Yıl öncesini yaşadım. O kuyulardan eve çok su taşıdım zamanında ama şimdiki hallerini görünce yüreğim sızlıyor ama yapacak bir şey yok. o dönemlerdeki güzellikler bir daha geri gelmeyecek. Güzel Köyümün güzel insanlarına selam olsun (PEŞREFLİ)
YanıtlaSilGeri bildiriminiz için çok teşekkürler... Size o günleri biraz olsun hatırlatabildiysek ne mutlu bize. Artık o güzel günler geri gelmiyor ne yazık ki... Daha beter olmayalım da... İlginizin devamlılığı dileğiyle...
SilTeşekkür ederim. İyi çalışmalar. Erdal Gence
Sil