İKİZDERE VADİSİ'NDE VE KARAGÖZLER YAYLASI'NDA DOLAŞIRKEN
27 Nisan 2016
İbrahim Fidanoğlu
Giriş
Bu hafta sevgili “öğretmen”imiz Şükrü
Tül’ün izinden gittik; Mesogisler(1) üzerinden… Aydın ve Ege
sevdalısı bu bilge adamın yaktığı ışık, bize yol gösteriyor dağlarda ve
ovalarda. Taşı toprağı, güzelim topografyayı onun sayesinde anlamlandırmasını
öğrendik. Ne mutlu bize ki, onu tanıdık ve onunla zaman geçirme bahtiyarlığını
elde ettik. Bir selam gönderdik ona bugün Mesogislerin derin vadilerinden ve Aydın’ın
bitik(2) topraklarından.
Bugün yine onun izinden gittik; 2007 yılında bir Ebruli projesi olarak
programlanmış bir rotanın ilk noktasıydı Ballıkaya. Eski bir Bizans
manastırından ve çile hücrelerinden kalan bir mağara oyuğundaki erken
Hristiyanlık dönemine ait Cebrail Freskosu, hedef noktamızdı.
Daha sonra İkizdere Vadisi’ne inip 18.yy.dan kalma Osmanlı köprüsü yıkık Çatma Köprü’nün ayaklarının dibinde
yemeğimizi yedik. Yemek molası sonrası günün ikinci yarısındaki hedefimiz Aydın
Dağları’nın daha içerlerinde; Balıkköy
ve Alatepe köyleri arasındaki vadiyi
boydan boya kaplayan ve antik Tralleis
kentine su sağlayan Thebaitos suyolunun bir parçası konumundaki üç katlı Roma Dönemi muhteşem su
kemeri Karakemer’di. İşte bu günden ve gördüklerimizden esinlenen satırlar
aşağılarda…
Şükrü Hoca'ya saygıyla; 2007 yılında Cebrail Freskosu'nu gördükten sonra İkizdere Vadisi'ndeki Kahvedağ Şelalesi'nde dinlenme anı
(Fotoğraf:İF; Nisan-2007)
Karagözler köyünden İkizdere Vadisi'nin görünümü
Gezdiğimiz coğrafya; İkizdere ve Kızılçay Vadileri
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)
(Cebrail Freskosu rotası için tıklayınız - Karakemer rotası için tıklayınız)
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)
(Cebrail Freskosu rotası için tıklayınız - Karakemer rotası için tıklayınız)
Tire’den İncirliova’ya
doğru; İkizdere Vadisi’nde
Aydın Dağları, Büyük Menderes’in “S” çizerek
ilerlediği ve yüzyıllardan beri önüne katarak getirdiği alüvyonlu topraklarla
zenginleştirdiği Menderes Ovası’nın hemen kuzeyinde boydan boya yükselen,
denize dik vaziyette konumlanmış, Dilek Yarımadası’ndan başlayarak İç Ege’ye
kadar (Buldan’a kadar) uzanan oldukça uzun bir dağ sırasıdır. Bu dağlara antik
çağda Mesogis Dağları denirmiş. Ayrıca üzerinde bol miktarda yer alan
ceviz ağaçları nedeniyle Cevizli Dağları ismiyle de anılıyor.
Güme Dağı'nın arka dünyası; Aydın Dağları, İncirliova'ya doğru alçalırken...
Aydın Dağları kuzeyden güneye doğru bir dizi doğal geçit verir. Bunları
batıdan doğuya doğru sırasıyla; Selçuk-Ortaklar;
Tire-Başköy-Habibler-Erbeyli-Germencik geçişi, İncirliova-Tire; Köşk-Mendegüme
(eskiden Pentakome; ceviz mobilyaları ile tanınmış)-Konaklı (Adagüme) Ödemiş,
Beydağ-Nazilli; güzergâhları olarak sıralayabiliriz. Bugün bize yaklaşık 1300
metrelik Kömürcü Gediği geçişi ile Aydın Dağları’nın kuzey yüzünden güney
yüzüne geçiş olanağı sağlayan bu güzergâh, Tire’yi kıvrım kıvrım vadilerle
İncirliova dünyasına bağlayan önemli bir doğal geçittir.
Güme Dağı'na tırmanırken Paşa Çeşmesi önlerinden Küçük Menderes Ovası'na ve Tire'ye bakış
Güme sırtlarında bugün bizi şemsiye gibi bembeyaz çiçekleriyle "heracleum"lar karşıladı.
Denize dik olarak uzanan
Aydın Dağları, bu yörede denize doğru
derin vadilerle bölünür. Tire-Ödemiş karayolu üzerindeki Peşrefli’nin sırtını dayadığı ulu Karakaya’dan itibaren alçalarak Dibekçiler,
Yamandere ve İkizdere vadileriyle güneye doğru taşınan topografyanın
etkileyiciliği, Kömür Gediği geçidini
geçerek Aydın Dağları’nın arka dünyasına doğru dönüldüğünde anlaşılır.
Türkmenlerin 13.yy.da Batı Anadolu’ya dek süren ve Ege Denizi’nin kıyıcığında
sonlanan büyük göçünün önderleri Eren Babaların kabirleriyle taçlandırılmış Çaldede Zirvesi, Tavşan Dağı ve Aydın’ın hemen ardında bir duvar gibi yükselen
tarihi yaylağı Paşa Yaylası (İmam
Baba Zirvesi) gibi zirveler buralarda “Gök Tengri”ye uzanan bir el gibidir.
Her yılın Eylül ayının ikinci Pazar günü mahya şenliklerinin düzenlendiği Aydın Dağları'nın Çaldede Zirvesi
(Fotoğraf:A.Aydemir; Mayıs-2014)
Çaldede Zirvesi'nin eteklerinde bir su kaynağının başında düzenlenen Çaldede Mahya Şenlikleri
(Fotoğraf:İF; Eylül-2006)
Çaldede'nin kabri
(Fotoğraf:İF; Eylül-2006)
Son yıllarda ülke
çapında gelişen konjonktürel eğilimlerin etkisi altında bir miktar
yozlaştırılmış olsa da; Eylül ayının ikinci Pazar günü Çaldede Zirvesi’nde hala
düzenlenen mahya şenlikleri, Türkmenlerin batıya yönelik o büyük göçünün yaşayan
belleği gibidir.(3)
Aydın Paşa Yaylası'nda İmam Baba Zirvesi'nde yer alan İmam Baba'nın kabri
(Fotoğraf:A.Aydemir; Mayıs-2014)
Paşa Yaylası'ndan Aydın Dağları'nın görünümü
(Fotoğraf:A.Aydemir; Mayıs-2014)
Çarpık kentleşme
baskısıyla, bugün artık dağların yüksek zirvelerine çekilen mahya şenlikleri, Aydın Dağları’nın iki yüzündeki yüzlerce
köyün şimdiki sakinlerini, atalarından yadigâr bu büyük hatıranın uğruna;
belirtilen tarihlerde hala bu dağlara taşır. Bu da bu topraklarda daha her
şeyin bitmediğini ve umudun tükenmediğini gösteren en büyük delil gibidir.
Silinmez bir hatıranın uğruna Tire ve İncirliova'nın köylerinden akınla insan gelir Çaldede'nin eteklerine.
(Fotoğraf:İF; Eylül-2006)
Zirvede ziyaretçilerin dilekleri kayrak taşlardan tasvirlerde dile gelir.
(Fotoğraf:İF; Eylül-2006)
Tire-İncirliova geçidi,
gerek Osmanlı Dönemi’nde Aydın Dağları’nın
kestanesi, cevizi, zeytini ve inciriyle bütün bereketini İzmir Limanı’na
taşıyan yük kervanlarının ve gerekse Batı Anadolu’nun Yunan kuvvetleri
tarafından 1919 yılında işgali sürecinde; her iki tarafın takip ettiği önemli
bir geçiş rotasında yer alıyordu. Bugün Musalar
sapağını geçtikten sonra katırtırnaklarının sarısına boyanmış yamaçları aşınca,
Kemerdere’den gelen derin vadinin bir
yamacındaki sekide yer alan yıkıntı görünümündeki eski Yunan askeri karakolu,
bilenlere o çileli günlerin acı hatıralarını anımsatır. Karakolun bulunduğu yer,
Kemerdere Vadisi’nin batı yamacına
yaslanmış Somak köyünün sapağındadır.
Kemerdere Vadisi'nin batı yamacındaki bir sekinin üstünde yer alan Yunan askeri karakolunun konumu
(Fotoğraf:İF; Nisan-2007)
Yunan Karakolu'nun 2007 yılındaki hali
(Fotoğraf:İF; Nisan-2007)
İncirliova yönünde
seyrederken, Köprüova’ya doğru
vadinin oldukça derinlerine inilir. Vadinin güney yamaçları, neredeyse tamamen
incir ağaçlarıyla kaplıdır. Köprüova’da
soluklanan İkizdere’nin bir kolu eski bir kervan köprüsünün altından batıya
doğru akar. Yeni köprünün üzerinden seyreden trafik, çoğu kez bu tarih kokan,
kemerli taş köprüyü yanından geçerken fark etmez bile.
İkizdere Vadisi'nde; Köprüova'da yer alan Osmanlı Dönemi kervan köprüsü
(Fotoğraf:İF; Nisan-2007)
Geçtiğimiz yıllarda İkizdere üstüne yapılan İkizdere Barajı ile vadinin topografyası
tamamen değişmiş bulunuyor. Köprüova’dan
Kahvedağ’a, oradan da İkizdere köyüne doğru ilerleyen eski
karayolunun büyük bir bölümü, artık baraj gölünün suları altında kalmış
durumda. Dolayısıyla, eski yolu takip ederek İkizdere üstünden Ballıkaya’ya
ulaşma olanağımız kalmadı. Baraj inşaatı sonrasında İkizdere Vadisi’nin doğu yamaçlarını izleyerek bitik topraklar
üzerinden ilerleyen yeni yol güzergâhı da zeminin özelliklerine uygun olarak
inşa edilmemiş olsa gerek ki, sola doğru Beyköy
ve Karagözler ayrımından sonra toprak
kayması nedeniyle yer yer tahrip olmuş durumda. Öyle ki, bazı yerlerde yol
neredeyse tek şeride düşüyor.
Somak köyü yakınlarından İkizdere Vadisi'nin topografyası; en arkada İkizdere Baraj Gölü
İkizdere Vadisi'nde nebatla da ilgilendik; sapsarı çiçekleriyle işte emzik otları (Tire'deki yerel adı)
İkizdere Baraj Gölü'nün bükleri
İkizdere Vadisi’ni kaplayan baraj gölünün sularının; arazinin
yapısına uygun olarak oluşturduğu güzelim bükleri, yukarıdaki yol güzergâhından
izlemek ne kadar güzel olsa da, bu havzanın eski halini bilenler için suların
hücum etmesiyle birlikte eskiye dair kaybolan her şey, yine de bir hüzün nedeni
olabilir.
İkizdere üzerindeki yıkık Osmanlı Dönemi köprüsü; Çatma Köprü
Çatma Köprü'nün gövdesinin orta direği
(Fotoğraf:İF; Nisan-2007)
İkizdere Vadisi’nin doğu yamaçlarından itibaren tektonik
hareketlerle yükselen konglomera özellikteki topografya, buralarda küçük
tepeciklerle Karagözler Yaylası’na
doğru tırmanmakta. Bu yaylanın bereketi anlatmakla bitmez; antik Tralleis kentinin su ihtiyacını karşılan
önemli su yollarından biri bu yaylaya kadar uzanıyordu. Bu su yolunun bir
parçası olan Roma Dönemi yapısı; görülesi azametteki Karakemer bugünkü diğer hedefimizi oluşturmakta.
İkizdere Çayı
(Fotoğraf:İF; Nisan-2007)
İkizdere Barajı yapılmadan önce eski yol üzerinden ulaşılan İkizdere köyünün hemen girişindeki
Osmanlı Dönemi’nden kalma yıkık Çatma
Köprü’ye bugün ova düzleminde ve Ballıkkaya’nın
eteğinde bulunan Dereağzı köyünün
içinden geçilerek gidilebiliyor. Bunun için önce Dereağzı köyünü ardımızda bırakmak ve baraj yönüne doğru ilerleyen
eski yola saparak İkizdere’ye doğru
yönelmek gerekiyor. Bundan sonrası ise artık kolay; İkizdere Vadisi’nin hemen ağzında 18.yy.dan kalma üç kemerli Çatma Köprü, ziyaretçisini bekliyor.
Bir eski hatıra; Şükrü Hoca, 2007 yılında İkizdere üstünde Çatma Köprü'yü anlatıyor.
(Fotoğraf:İF; Nisan-2007)
Çatma Köprü, Aydın-Tire geçişinde
İzmir Limanı’na yük taşıyan deve kervanlarının izlediği rota üzerinde yer
alması açısından 18-19.yy.larda yörede önemli bir işlev görmekteydi. Arkeolog
Şükrü Tül’e göre “18.yy.da
inşa edildiği kimi özelliklerinden saptanabilen köprü, suyu kesen mahmuzları ve
çayı aşan geniş kemer aralığının dayandığı iki ayağın içine yapılmış tonozlu
hafifletici geçitleriyle tipik bir köprüdür. Kuzey yüzünde İzmir Çakaloğlu
Hanı’nda da görülen ince beyaz taş ve tuğla kırıkları ile yapılmış balıksırtı
desenli süslemeler, Ege adalarından gelme Rum ustalarının işi olmalıdır. Aynı
balıksırtı desenli süsleme, Koçarlı Cihanoğlu Kulesi’nde de görüldüğüne göre,
köprünün 18.yy.da inşa edilmiş olması gerekir. Köprü yapımında; yöreden
sağlanan mermer antik çağ malzemesi ve Bizans Dönemi taşları kullanılmıştır.”(4)
Çatma Köprü'nün ana gövdesi üzerinde yer alan balık sırtı desenler
Bugün Ballıkaya’nın doğu yüzünde yer alan
Cebrail Freskosu’nun son halini gördükten sonra ayaklarının dibinde yemek
molası verdiğimiz Çatma Köprü, üç
parçaya bölünmüş durumda. Bütün çaresizliğine karşı barajdan artan İkizdere Çayı’nın suları, köprünün yıkık
kemerleri arasından Büyük Menderes’e doğru akıyor. Köprünün viranelik hali ise,
bu mekâna çevrede yaşayan ipsiz sapsızı çekmiş olmalı ki, gelenlerin ardında
bıraktığı her türlü piknik artığı, dere yatağına ve çevreye saçılmış durumda bulunuyor.
Ballıkaya
Ballıkaya ve Cebrail Freskosu
İzmir-Aydın otoyolunda
seyrederken İncirliova yakınlarında içerilere doğru kaba bir balta sapı gibi
yükselen kireç taşından dev bir kaya kütlesi dikkati çeker. Aydın Dağları’nın
güney yakasında pek alışık olmayan bu kireç taşı kayalığın ismi yörede Ballıkaya olarak bilinmektedir. Bu isim
kimine göre bu kayalığın üstündeki arı kovanlarının varlığından, kimine göre de
kaya kütlesinin bal rengine çalan görüntüsünden kaynaklanmaktadır. Dibindeki Dereağzı köyünün hemen üstünde yer alan
bu kayalık, erken Hristiyanlık dönemine ait bir manastır kalıntısını ve inziva
hücrelerini içermesi bakımından önemlidir. Ama onu esas bilinir kılan, doğu
yüzündeki yerden erişilmesi neredeyse olanaksız bir noktaya yerleştirilmiş olan
Başmelek Cebrail “Arkhangelos Gabriel” Freskosu’dur. Bugün oldukça harap
vaziyette ve ne yazık ki her yerde olduğu gibi definecilerin acımasız
saldırılarına maruz bırakılan bu tarihi miras, sanırız ki pek yakında delik
deşik edilecektir.
Hellenistik kaya mezarlarının bulunduğu kaya düzlemine doğu yönünden bakış
(Fotoğraf:İF; Nisan-2007)
1.kaya mezarı
1.kaya mezarının altında yer alan nişi andıran oyuntular
2007 yılında Şükrü Hoca
liderliğinde bir gezgin grubuyla ilk kez ziyaret ettiğimiz bu mekâna ulaşmak
aslında oldukça zorludur. Ancak doğu yönündeki bir dere yatağını aşıp son
derece dik bir yamacı tırmanmak, bu freskoyu görmek açısından tek seçenek
olarak görünmektedir.
2.kaya mezarının girişi yazılarla donatılmış hali-Yıl:2016
Aynı kaya mezarının girişinin yazısız hali; Yıl:2007
(Fotoğraf:İF; Nisan-2007)
2.kaya mezarının içi
Kaya mezarlarının bulunduğu kaya düzleminde yer alan anlamlı oyuklar
Ballıkaya’nın eteklerinde bulunan sel yatağını aşınca Dereağzı köyünün hemen üstünde yer alan
Hellenistik Döneme ait ana kayaya oyulmuş iki mezar yapısı karşılar sizi. Arkeolog
Şükrü Tül’ün aktarımına göre(5)
Bizans Döneminde konut ve sarnıç olarak kullanıldığı belirtilen mezarlar, bugün
yöredeki gençlerin kırmızı renkli boyalarla kendilerini ifade etmeleri için
uygun bir zemin oluşturmuş olmalılar ki, yine ne yazık ki, giriş duvarlarının
çevresi yazılar ve işaretlerle doldurulmuş durumdadır. Mezarların bulunduğu Ballıkaya’nın bu yüzünde ayrıca mevcut
olan ve nişi andıran oyuklar bu alanın başka bir amaçla da kullanıldığına
işaret etmektedir. İki kaya mezarından ilki tamamen boş bir oda görünümünde ve
yaklaşık 2,5*3 metre boyutlarındadır. İçine erişimi daha kolay olan batıdaki
mezarda içinde ana kayaya oyularak şekillendirilmiş bir kerevet bulunmaktadır.
Kaya mezarlarının önünde defineciler tarafından açılmış üç adet çukur
mevcuttur. Ana kayaya dek derinleştirilen çukurların yakın zamanlarda sondaj
amacıyla açıldığı anlaşılmaktadır.
Kaya mezarlarının önünde bulunan ve defineciler tarafından açılmış büyük çukurlardan biri
Kaya mezarlarına ulaşan
patikadan geriye doğru Ballıkaya’nın
doğu yüzüne dönüldüğünde, sizi zorlu bir tırmanış bekler. Tırmanışa başlamadan
arazinin topografyasının incelenilmesi ve eğimin en uygun noktasından yürüyüşe
başlanılması gezginlere önerilir. Çünkü yanlış bir başlangıç, daha yukarılarda
gezgini çaresiz bırakabilir. Tırmanışın mutlaka bir grupla birlikte yapılması,
baton ve zemini kaymayan sağlam ayakkabılar kullanılması da tırmanışın selameti
açısından tercih nedenidir.
Ballıkaya'nın doğu yüzündeki şimdi yerinde olmayan manastırın bağlantılı olduğu düşünülen oyuk ve yarık izleri
(Fotoğraf:İF; Nisan-2007)
Ballıkaya'nın doğu yüzünden bir başka görünüm
(Fotoğraf:İF; Nisan-2007)
Şükrü Tül Hoca,
kireçtaşından bir kütle olması nedeniyle çok uzaklardan kolaylıkla ayırt
edilmesi açısından Ballıkaya’nın; Tralleis bölgesindeki arazilerin
listesini veren bir kadastro yazıtında anılan Leukopetra=Akkaya olma olasılığından söz eder. Söz konusu listede Leukopetra
önünde Siana arazisinden söz
edilmektedir.(6) Şükrü Hoca, aynı makaledeki dip notunda bu
yazıtın Aydın yakınlarında ovada bulunmasından sonra İzmir’e götürüldüğünü,
burada önce Evangelist Mektebi koleksiyonuna 170 envanter numarası ile
yazıldığını, ardından yeni inşa edilen Homereion adlı kız okulunun cephesine
yerleştirildiğini, bir bakıma Hellen varlığının kanıtı olarak kullanılmak
istenildiğini Poljakov’a dayanarak
aktarmaktadır.(7)
Çile hücrelerinin bulunduğu doğal mağara oyuğu ve defineci merdiveninin pozisyonu
Ballıkkaya kaya mezarlarının üstünde, kayalığın doğu
yüzündeki oyuğu dolduracak şekilde Bizans Dönemine ait bir manastırın
kalıntıları bulunmaktadır. Şükrü Tül’e göre;(8) kayanın girintisine yapılmış bir duvarın
oluşturduğu, olasılıkla iki katlı ana yapının tümü yok olmuştur. Gerçekten de Ballıkaya’nın doğuya bakan yüzünde,
bugün dahi bu manastır duvarlarının ana kayaya sabitlenmesi için kullanılmış
olması muhtemel irili ufaklı onlarca oyuğu ve girintiyi izlemek mümkün.
Başmelek Cebrail Freskosu-2016
Başmelek Cebrail Freskosu-2007
(Fotoğraf:R.Alfatlı; Nisan-2007-Ebruli Turizm'in web sitesinden alınmıştır.)
Ballıkaya’nın doğu yüzünde; kayanın içine doğru açılan
doğal bir mağara ağzında günümüze ulaşmayı başarmış bir Başmelek Cebrail freskosu görülmekte. Şükrü Hoca’ya göre;(8) “bu doğal mağaradan içeriye doğru
genişleyen bölmeler olduğu dış gözlemlere dayalı olarak söylenebilir. Kayalığın
doğusunu kesen sel yatağı içinde de küçük boyutlu yapılar seçilmektedir. Cebrail’in arka planının koyu renkle
boyanmış olması, Bafa kayalıklarındaki Yediler
Manastırı’nın euktherion = “çile
hücreleri”nin(9) ve İsa Mağarası’nın resimlerine benzer.
Buradaki manastır oluşumu, yine 6.yy.da; 1.Justinianos Dönemi’nde Ephesoslu Ioannes
önderliğindeki girişimlerle açıklanabilir. Ioannes’in
ayrıntılı bir biçimde kuruluşlarını verdiği manastırlardan, Aydın Dağları’nın
aşağı vadilerindeki tanımına uygun olanı Ballıkaya
Manastırı’dır. Ballıkaya’nın kaya oyukları, doğal mağaraları esas alınmak
üzere, Hellenistik Dönem mezarlarının odalarının da kullanılmasıyla bir
manastır ve bunlara bağlı bir kilisenin şimdilik dekorasyonuna ilişkin parçalar
bütünlendiğinde; Ioannes’in
manastırlarından birinin burada olabileceği söylenebilir. Vadi içindeki ikinci
bir manastır sitesi olasılığı ise, İkizdere yolundan kuzeye doğru giderken Kahvedağ denen yükseltide aranabilir.” Bugün artık İkizdere Barajı’nın
varlığı nedeniyle, Kahvedağ’a; yeni
yol üzerinden ve baraj gölünün kuzey yakasından dolaşarak ulaşılabilmektedir.
Cebrail Freskosu'nun da bulunduğu inziva hücreleri
(Fotoğraf:İF; Nisan-2007)
Ballıkaya ve İncirliova
Gezginlerin Ballıkaya'dan dönüş yolculuğu
Kaya mezarlarının
bulunduğu düzlemden sel yatağına doğru inmeden bir patikayı takip ederek
tırmanışa geçtik. 2007’de daha uygun bir yerden tırmandığımız mağaraların
bulunduğu düzleme bu kez oldukça zorlanarak çıktık. Belki de aradan geçen
zamanın bedenimizde bıraktığı izlerdi bizi zorlayan. Ama neticede bir şekilde Ballıkaya’nın çile hücrelerinin
bulunduğu doğal mağaranın altına ulaştık. Burada bizi bekleyen sürpriz, hemen ağzında
Cebrail freskosunun bulunduğu doğal mağaraya tırmanmak için defineciler
tarafından bırakılmış ve iplerle yukarıdaki mağara ağzına sabitlenmiş
merdivenlerdi. Doğrusu pervasızlığın bu kadarına pes dedirtecek bu manzara,
hepimizi fazlasıyla şaşırttı.
Cebrail Freskosu ve definecilerin mağaranın ağzına dayadıkları merdivenleri
Definecilerin emniyet halatını sabitleme yöntemi
Defineciler, önce derme
çatma bir tahta merdiven dayamışlar. Herhalde bu merdivenden yeterli verimi
elde edememiş olacaklar ki, bu kadar sarp bir yamaca dışarıdan kocaman bir
demir merdiven getirmişler, yukarıda da belirttiğimiz gibi tırmanıştaki
emniyetlerini sağlamak için kalın halatlarla onu kayaya sabitlemişler. Bu
platformdan Aydın Müzesi ilgililerini bilgilendiriyoruz: En azından 2500 yıllık
kaya mezarları ile 1500 yıllık bir manastıra ait freskolar ve çile hücreleri,
bugün definecilerin tehdidi altındadır. Önlem alınmadığı ve ilgilenilmediği
müddetçe; bu kültürel miras, ne yazık ki yakın gelecekte bu vandallar tarafından
yok edilecektir. İlgililerin bilgilerine sunulur.
Karakemer
Bugünkü diğer hedefimiz
biraz daha uzakta; Aydın Dağları’nın
bağrında yer alıyordu. Oraya ulaşmak için epey yol kat etmemiz gerekti. Önce
Aydın’ın içinden Adnan Menderes Bulvarı’nı
takiben Hükümet Konağı’na, oradan da Topyatağı’na
çıkan yokuşa tırmandık. Topyatağı yolundan Kalfaköy
ve Danişmend köylerinin yer aldığı Tabakhane Deresi Vadisi’ne doğru
kıvrıldık. Geçen yıl Paşa Yaylası
yürüyüşü(10) sonrasında
zorlu bir toprak yoldan ulaştığımız Kalfaköy’ün
üç yol ağzındaki koyu dut gölgesi altındaki kahvehanesinde kahve molası için
durduk. Kahvehane, geçen yıla göre daha bakımlıydı ve oldukça kalabalıktı. Kısa
bir dinlenme sonrasında Tabakhane Deresi
boyunca yukarı doğru hareket ettik.
Alatepe ve Balıkköy arasındaki Kızılçay Vadisi'nde yer alan muteşem Karakemer
Yol boyunca, Tralleis’i besleyen antik Eudon (Tabakhane) suyolunun izlerini
oluşturan kemer parçalarını görebiliyorduk. Ama bizim bugünkü hedefimiz Tralleis’i besleyen diğer su yolu Thebaitos ve üzerindeki Karakemer’di.
Arkeolog Şükrü
Tül, “Bitek Topraklar Üstünde;
AYDIN” isimli kitabında Thebaitos
su yolu hakkında şu bilgileri veriyor:
“Tralleis
kentini besleyen su yolları önemli iki havzadan derlenmekteydi. Birincisi Karagözler Yaylası’ndan başlayarak Horozköy altından geçip kentin
akropolisine batıdan giren su yoluydu. “Thebaitos”
adını taşıyan su kaynağının en önemli yapısı günümüzde dev bir kalıntı
biçiminde izlenebilen Karakemer’dir. Balıkköy ile Alatepe
arasını aşan kemer, üç kattan oluşur. Birinci kat kemerleri kornişli ayaklar
üstünde kesme taştan yapılmıştır. İkinci katın çifte katlı kemer dokusu Üçgözler’in kemerlerinin yapım tekniğini
anımsatmaktadır. Ayakları kornişli ikinci kat kemerlerinden sonra daha sıkça,
yaklaşık 10 kadar kemerden oluşan üçüncü kat gelir. Kurgusundaki biçimsel
gelenekler, Ephesos yakınlarındaki Marnas
suyunu taşıyan Pollio su kemerine
benzer.(11) Vadiyi aşan
su, bundan sonra Tralleis örenine dek
yol ve heyelan kesitlerinde izlenir. Tonozlu ve içi sıvalı kanallar, kentin
kuzeybatı girişinde yine bir dizi kemerin üstünde yükselirler. Kentin en üst
düzleminden aşağıya doğru verildiklerine ilişkin bir belirti, tiyatronun
batısında yamaçta görülen su terazisine dayandırılabilir. Dıştan bakılınca bir
kuleyi andıran su terazisi, içten şişe gibi hazneye sahiptir. Olasılıkla bu
kule ve belki de başka kuleler, yukarıdan gelen suyu kentin içine basınçla
ulaştırıyor olmalıdır.”(12)
Danişmend köyünün yukarısında; bir üç yol ağzında yer alan Thebaitos su yolu üzerindeki kemer parçalarından biri
Danişmend köyü levhasından sola saparak Tabakhane Deresi Vadisi’den sola ve
yukarı doğru ayrıldık. Danişmend
köyünü sağımızda bırakarak köyün altından devam eden yola girdik. Thebaitos suyolu üzerindeki yıkık bir
kemer parçasının bulunduğu üç yol ağzında sağa ve Gözpınar Şehitliği levhasının bulunduğu yöne doğru saptık. Bitik
topraklar üzerindeki yolculuğumuz, Horozköy’ün
altından Alatepe yönüne doğru devam
etti. Alatepe, Karakemer’e yürümek için en uygun noktaydı. Köyün üst düzlemindeki
Alatepe Camisi’nin bulunduğu alana arabamızı park ederek Karakemer’in boydan boya vadiyi kapladığı dere yatağına doğru
yürümeye başladık.
Alatepe köyü
Alatepe Camisi
Gezginler, Karakemer yolunda...
Karakemer'in bulunduğu Kızılçay Vadisi
Karakemer’e, Alatepe Camisi’nden yaklaşık yarım saatlik
rahat bir yürüyüşle ulaşmak mümkün. Dere yatağına doğru inen toprak yoldan hiç
ayrılmamak gerekiyor. Bu patikadan yukarı doğru sapan ve bahçelere giden yollar
sizi şaşırtmasın; ilk girilen yoldan hiç ayrılmadan vadinin yamaçlarına doğru
ilerlemeli. Vadinin alçalan yamaçlarında sık çalıların arasından dereye doğru
inen sevimli bir patika sizi bekliyor. Bundan sonra yol, sizi dere yatağına
indiriyor. Vadinin dibindeki serin hava, derenin şırıl şırıl akan suyu ve tam
karşınızda beliren Roma Dönemi azametli Karakemer
karşısında neye uğradığınızı şaşırıyorsunuz.
Karakemer, ağaçların arasından göründü gibi...
Karakemer ve biz
Karakemer
Karakemer, yaklaşık 40 metrelik bir genişliğe sahip
vadiyi bir duvar gibi boydan boya kaplıyor. Üç katlı kemer yapısı, Karagözler Yaylası’ndan vadinin batı yamaçlarına
kuzey ve güney yönünden gelen kemerlerle iletilen suyu batı yamacına taşıyor.
Kemeri hafifletmek için boşaltılmış kemer boşluklarının kimisi daha sonradan
duvar örgüsüyle kapatılmış.
Karakemer'in ikinci ve üçüncü katları
Karakemer'in alttan görünümü
Kızılçay'ın küçük şelaleler şeklinde dev kayaların üstünden vadi tabanına dökülüşü
Karakemer'in altındayız.
Karakemer ve vadi tabanı
Vadinin doğu yakasındaki
üst düzlemden yürüyerek ulaştığımız kemerin üçüncü katından gelen su kanalı, bu
yakada güneye doğru kıvrılarak Tralleis’e
doğru yöneliyor. Su yolunun doğu yönünden güneye doğru kıvrıldığı noktada ise,
kemeri taşıyan tonozlu dört adet odacık yer alıyor. Güneydeki Tralleis’e devam eden Thebaitos suyu, aşağılara doğru da yine
kemerlerle iletiliyordu. Bunu da daha aşağılarda birkaçını bizim de gördüğümüz
kemer parçalarından anlamak mümkün. Bunlardan bir tanesi, Danişmend köyünden sonra ulaştığımız Gözpınar Şehitliği levhasının da bulunduğu üç yol ağzında yer
alıyor.
Kızılçay'ın yatağından Karakemer'in üst katlarına bakış; ışık oyunları
Karakemer'in altında gezginlerin fotoğraf telaşı
Karakemer'den bir başka görünüm
Sonradan örülerek kapatılmış kemer boşlukları
Kızılçay Vadisi, Karakemer’in
iki yakasını birbirine bağladığı ve yoğun sık ağaç örtüsüyle dikkat çeken derin
bir vadi. Karagözler Yaylası’ndan
taşınan suyun şiddeti, dev kayalarla sönümlenerek uysal bir şırıltıya dönüşüyor
dere yatağının dibinde. Kullanılan yapı taşlarının koyu griye dönmüş renginden
dolayı su kemeri, çevrede Karakemer
olarak anılıyor. Kemerin birinci ve ikinci katında yer alan kemer ayakları
kornişlerle çevrilmiş. Dev boyutlarda yapı taşlarının nerede ve nasıl yontulduğu,
vadi tabanına nasıl taşındığı ise ayrı bir sorunsal olarak duruyor karşımızda.
Karakemer'e doğu yakasından ve üst düzlemden bakış
Karagözler Yaylası'ndan ve kuzeyden gelen su yolunun Karakemer'e yine kemerlerle birleşimi
Karakemer'in doğu yakasında güneye doğru ilerleyen su yolunun altındaki tonoz kemerler
Karakemer'in batı yakasında; Karagözler Yaylası'ndan güney yoluyla iletilen suyun taşındığı kemer parçaları
Gezginler, Karakemer'in doğu yakasında, bir tonoz kemerin girişindeler.
Kızılçay Vadisi'nin yamaçlarında verem otları
Verem otu; bu daha canlıydı.
Kızılçay'ın usul usul aktığı yatağı
Karakemer’den ayrılması zor… Sık ve zengin florasıyla
dikkati çeken Kızılçay Vadisi, Balıkköy ile Alatepe arasındaki Aydın yönünde giderek derinleşen bir geçişi
temsil ediyor. Balıkköy’den ileride Gözpınar, Dağoba ve Karagözler
köyleri var. Karagözler köyünden 5-6 km kadar uzakta ise suyun kaynağı Karagözler Yaylası bulunuyor. Ama bugün
oraya kadar gidecek zamanımız yok; Karagözler
Yaylası, başka bir günü dolduracak kadar zengin bir bölge olarak dikkati
çekiyor kaynaklarda.
Gezginler, Alatepe köyünün cami avlusunda dinlenirken...
Depremsellikle yükselmiş bitik topraklar, Alatepe altından Aydın'a bakış
Karagözler köyünden İkizdere Baraj Gölü'ne bakış
Karagözler köyüne; eskiye göre bugün daha kolaylıkla İkizdere Vadisi üzerinden
ulaşılabiliyor. İkizdere Baraj Gölü
çevresinden dolaşan yoldan Şirindere-Karagözler
köylerine sapan asfalt yol, Karagözler köyüne dek çıkıyor. Yolun sağında
yükselen vadinin yamaçlarında; Tralleis’e
yayladan su getiren kemerlerin bir parçasını bitik topraklar arasından
seçebilmek mümkün. Karagözler köyü, İkizdere Baraj Gölü’ne ve vadiye son
derece hâkim bir konumda yer alıyor. Köyün evleri, bir vadinin yamacına asılı
gibi duruyor sanki. Köylülerden öğrendiğimize göre Karagözler Yaylası’na köyden
yaklaşık 5-6 km.lik bir toprak yolla ulaşmak mümkün.
Karagözler köy kahvehanesi
İkizdere Baraj Gölü
Karagözler'den İkizdere Vadisi'ne inerken karşılaştığımız küçük bir şelale
Karagözler'den Tralleis'e su taşıyan Thebaitos su yolunun güney yamacında kalan kemer parçaları; bu parçalar sonunda Karakemer'e ulaşıyordu.
Köyün en güzel yeri,
yoldan hafif yüksekçe bir sekide yer alan ve Isparta gülleriyle donatılmış
konforlu bahçesinde oturma imkânı bulunan kahvehanesi. Tabii ki günün sonunda İkizdere Vadisi’ne nazır, bu güzelim
kahvehanede yorgunluk çaylarını içmeden gitmek olmaz. Köylülerle Karagözler Yaylası ve su yolları üstüne
yapılan kısa sohbet, günün sonuna yaklaştırıyor bizi.
Dağlardan vadilere doğru; Karagözler'den gelen bereket
Dönüş yolumuz, Karagözler’den İkizdere Vadisi’ne; oradan da Köprüova
üzerinden Tire’ye doğru. Kömürcü Gediği
Geçidi’nden akşama doğru Güme Dağı’nın
kuzey yüzüne doğru dönüyoruz. Tire’de başlayan günümüz, birazdan Küçük Menderes
Ovası’nda son bulacak. Dopdolu geçen bir günün yorgunluğu, Anadolu’nun bağrında
saklı değerlerle anlam kazanıyor. Ne mutlu bize; ne mutlu bu topraklarda
yaşamanın farkına varanlara…
Dipnotlar
(1) İlkçağda Aydın Dağları’na Mesogisler denirdi. Eski Yunancada
“topraklar arasında” anlamına gelen Mesogis sözcüğünün yerel anlamda kast
ettiği topraklar, Antik Çağın bereketli toprakları Kaystros (Küçük Menderes) ve
Meandros (Büyük Menderes) ovaları olmalıdır.
(2) Bu yöre toprağına halk arasında bitik toprak adı
veriliyor. Bilimsel ismi ise konglomera...
Bu yapı; Aydın yöresine özgü deyişle; kum (en incesi), kayır (daha irice) ve çağılın (dere yataklarında görülen yumru taşlar ve çakıl da içeren,
içinde humus bulunmayan) katmanlar halinde giderek sıkışması suretiyle oluşumunu
tamamlıyor. Kolay işlenebilen ve kazılabilen bir yapıya sahip olduğu
söylenebilir. Aydın Dağları’nın jeolojik yapısını alçaktan yükseğe doğru, konglomera-mika şist-mermer yapılar
olarak tanımlamak mümkün. Zaman içinde yer hareketleriyle engebe ve çöküntü
alanlarının oluşumu sonucunda Aydın Dağları ortaya çıkmış. (Arkeolog Şükrü Tül aktarımı)
(3) Çaldede Mahya Şenlikleri için
bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2012/07/tirede-caldede-mahya-senlikleri.html
(4) Mesogis üstünde Larisa-Derira-Siderus; Şükrü TÜL-Murat AYDAŞ; Ege
Defterleri; Kış 2011-sayı:2; sayfa:18
(5) Şükrü Tül-Murat AYDAŞ; a.g.m.;
sayfa:18
(6) Şükrü Tül-Murat AYDAŞ; a.g.m.;
sayfa:18
(7) Şükrü Tül-Murat AYDAŞ; a.g.m.;
sayfa:18; dipnot no:33
(8) Şükrü Tül-Murat AYDAŞ; a.g.m.;
sayfa:18-19
(9) Yediler Manastırı ile ilgili
olarak bkz.http://dagakactim.blogspot.com/2013/10/sonbaharda-bafa-cevresi.html
(10) Aydın-Paşa Yaylası yürüyüşü için bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2014/06/aydin-daglarinda-eren-babalarin-izinde2.html
(11) Pollio Su Kemeri hakkında bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2015/01/camlik-sirince-yuruyusu.html
(12) Şükrü TÜL, Bitek Topraklar Üstünde AYDIN, Ege Yayınları, 2013; sayfa: 80
(13) Fotoğraflar, belirtilenler dışında; gezi sırasında İF / MYC tarafından çekilmiştir.
Yazan : İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
Öncelikle selamun aleyküm.Bu gün internette dolaşırken rastgele denk geldim blogunuza ve saatlerce okudum.ve sizinle berabermiş gibi hasret duyduğum egeye ve saklı hazineleri bir kez daha hayran kaldım Ayrıca anlatımınızdaki akıcılık beni aldı götürdü nasipse 2 ay sonra yeniden doğduğum topraklara geri döneceğim Şırnak tan tüm gönül dostlarına selam olsun.
YanıtlaSilDeğerli takipçimiz, tesadüfen de olsa bloğumuza göstermiş olduğunuz ilgiye ve övgü dolu sözlerinize teşekkür ederiz. Yazdıklarınızdan anlaşılıyor ki vatan savunmasındasınız. Bir an olsun; o cehennem ateşi içinde, sizin doğduğunuz topraklara olan hasretinizi dindirebildiysek ne mutlu bize. Umarız, en kısa sürede Ege'nin dost canlısı insanlarının arasına dönersiniz birgün. Allah yar ve yardımcınız olsun.
YanıtlaSilSevgili ,Aziz Gezginler, boynuz kulağa geçermiş ifadesini doğruluyorsunuz.Merhum Şükrü Tül'den feyiz almış O'nun rehberliğinde ki kazanımlarınızı , bir coğrafya ,bir arkeoloji,bir tarih dersi disiplininde bizlere aktarışınıza hayran kalmamak mümkün değil.Şairin dediği gibi bastığınız her yeri toprak deyip geçmiyor, her taşı,her vadiyi her ağacı, her kayayı her eseri ,dillendirip konuşturuyorsunuz.Bu modern zamanlar seyahatnamelerinizi okuyanlar benim gibi, hem keyif alıyorlar hem bilgileniyorlar dır eminim.Yollarınız açık,gönlünüz ferah, enerjiniz bol olsun.
YanıtlaSilSağolun Coşkun Ağabey; o sizin takdirinizdir. Gezilerimize sizleri de bekleriz her zaman. Sevgilerimizle...İF
YanıtlaSilAllah ayaklarınızın, dizlerinizin dermanını kesmesin, daim eylesin. Siz gezdikçe bizlerde görüp öğreniyoruz. Çok teşekkür ederim. Tabana kuvvet diyelim :) saygılar,
YanıtlaSilİlginize ve dileklerinize teşekkür ederiz.İF
YanıtlaSilŞükrü Tül hocanın adını duymuştum ama tanışamamıştım; sayenizde resimlerden de olsa ne kadar değerli bir insan olduğunu anlamış oluyorum, Ruhu şad olsun. Resimler harika ,bilgiler bir derya.. teşekkürler.
YanıtlaSilDeğerli takipçimiz,
SilŞükrü Hocamız, bu topraklarda kadri bilinememiş nice bilge insanlardan biriydi sadece. Eğitim aldığı bilim dalı olan arkeoloji dışında birçok disiplini içine sindirmiş, içselleştirmiş, bunları bir potada eriterek sentezlemesini bilmiş bir değerli adamdı. Bilgiyi üreten insandı. Onu gerçekten çok özlüyoruz. Hele o güçlü retoriği; anlatılmaz. Ruhu şad olsun... Yattığı yerde ışığı bol olsun.İF
Tesekkürler çok güzel görseller
YanıtlaSilEmeğinize Sağlık çok güzel görseller
YanıtlaSilemeğinize sağlık tezim için iyi bir bilgi oldu
YanıtlaSilemeğinize sağlık
YanıtlaSilAyaklarınıza sağlık sayenizde bizler de gezmiş gibi oluyoruz.
YanıtlaSilAyaklarınıza sağlık sayenizde bizler de gezmiş gibi oluyoruz
YanıtlaSilelinize ayağınıza sağlık
YanıtlaSilAyağınıza sağlık sayenizde bizler de gezmiş gibi oluyoruz
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim yerinde verdiğiniz bilgiler için. Bulduğum ilk fırsatta gidip göreceğim. 13 Ocak 2019 Pazar günü Gaziemir Dağcılık Kulübü olarak Dereağzı Köyündeki Yunan Köprüsü olarak bilinen köprüyü ve Ballıkaya'yı göreceğiz.
YanıtlaSilİlginize teşekkürler... 13 Ocak'da gideceğiniz Ballıkaya Mağarası'nda büyük tahribatla karşılaşabilirsiniz. Burada yer alan Cebrail Freskosu'nu her gittiğimizde daha kötü durumda buluyoruz. Bunları belgeleyin ve ilgili resmi makamlara raporlayın lütfen. Biz öyle yapmıştık ama pek bir faydası oldu mu bilemiyorum. Bu arada ziyaret edeceğiniz ikinci yer olarak belirttiğiniz Dereağzı'ndaki köprü aslında bir Yunan Köprüsü değil, yazıda da belirtildiği gibi 18.yy.da inşa edilmiş ve Çatma Köprü olarak bilinen bir Osmanlı yapısıdır. Bilgilerinize sunar, keyifli geziler dileriz.İF
Silmükemmel.....
YanıtlaSil