TEOS’UN KIRSALINDA
AİRAİ ANTİK YERLEŞİMİ ve DEMİRCİLİ KÖYÜ ÇEVRESİNDE BİR DAİRE ÇİZDİK.
22 Mart 2024
İbrahim Fidanoğlu
"Sto perigiali to krifo"
saklı ve güvercin gibi
beyaz sahilde
öğlen susamışız
ama su tuzlumsu
sarışın kumun üzerinde
onun ismini yazmışız
rüzgar ne güzel esmiş
ama yazı silinmiş
hangi kalple hangi nefesle
hangi isteklerle ve hangi tutkuyla
hayatımızı yaşamışız? yanlış!
ve hayatımızı değiştirmişiz.
Şiir: Yorgo Seferis; Müzik: Mikis Theodarakis
Giriş
Çok ilginç bir tesadüf;
ama tam 13 yıl önce aynı günde yürüdüğümüz Airai’ye
bugün farklı bir rotayı izleyerek yeniden yürüdük. Demircili sahilleri, Bugün Urla’nın güneyinde, bakir koylarındaki akvaryumu andıran berrak
deniziyle tanınır. Yazın nispeten Çeşme’nin
kalabalık ortamından uzaklarda; sakin bir deniz imkânı arayanlar için biçilmiş
kaftan gibidir Demircili. Oraya; şimdi
bir viraneliği andıran Urla’nın
19.yy.dan kalma Rum Pepe’nin
fabrikasını Ovacık yönüne doğru
geçtikten sonra, Kuşçular yol
ayrımından saparak ulaşmak, seçeneklerden birisidir. Bu rotayı takip ederseniz;
Karaburun yarımadasının güney
sahillerine paralel olarak ilerleyen asfalt yol, kızılçamlar içine saklanmış
birkaç yazlık siteyi ve buraya 13.yy.dan itibaren yerleşen Türkmenlerinin son
temsilcileri olan torunlarının işlettiği birkaç kır lokantasını geçtikten
sonra, yolcusunu önce Demircili
köyünün mezarlığına ve daha sonra da Demircili
köyüne ulaştırır. Demircili köyüne
gitmek için bir diğer seçenek ise; Urla
İçmeler Mevkii’nden Demircili yol
levhalarını ve otoyolun altından geçen virajlı bir asfaltı takip ederek, Demircili gibi yine bir Yörük köyü olan Yağcılar üzerinden Demircili’ye
ulaşmaktır.
(MYC; Mart 2024)
(Mart 2024)
Bölgeye Türkmenlerin ilk ulaştığı zamanlar 13-14.yy.lar civarı
olmalıdır. Aydınoğulları’nın bölgede
tutundukları noktalardan birisi olan Urla
ve çevresindeki ilk yerleşimlerden Kuşçular
civarı ve Denizli köyleri dikkat çekicidir. Kuşçular – Yağcılar – Demircili yayındaki Yörük obalarıyla öne
çıkan ilk yerleşimler, bugün Urla çevresindeki
banliyö yerleşimleriyle iç içe geçmiş bir modern hayatın lojistik ikmal
kaynakları gibidir. Tüketim ekonomisinin dinamikleriyle Urla kırsalındaki sürekli dönüşmekte olan bu modern hayat,
Yörüklerin torunlarını da bir şekilde içine çekerek genişlemeye devam eder,
durur.
(Mart 2024)
(Mart 2024)
Bugün yürüyüş için hava
idealdi. Sıcaklık 18 derece civarındaydı ve gün boyu; güneşli ve açık bir
havada yürüdük. Yaklaşık 14 km.lik yürüyüşümüzü saat 11 civarı Demircili’de başlayıp, molalar da dâhil
olmak üzere; yaklaşık 17’de yine Demircili
köyünün girişinde tamamladık. Toplam yürüyüş süremiz ise, yaklaşık olarak 5
saat sürdü. Ama bunların içine sağda solda; Airai’de
ve Bodrum Koyu’ndaki yaptığımız
avarelikler de dâhildir. Dolayısıyla içinde yemek ve çay molaları olmasa da,
yine de 5 saat; aslında brüt bir yürüyüş müddetidir.
(MYC; Mart 2024)
(MYC; Mart 2024)
Demircili köyü
Urla’nın yaklaşık 15 km güneybatısında yer alan ve deniz turizmi
açısından son zamanlarda bir cazibe merkezi haline gelen Demircili, akvaryum berraklığında koylarıyla ziyaretçilerini
fazlasıyla çekiyor. Bunu nereden anlıyoruz; giderek artan yapılaşmadan ve üzerinde
Airai’nin konumlandığı “ada”yı ana karaya ince bir kıstakla
bağlayan doğal liman niteliğindeki kumsalı ele geçirmiş bulunan karavan
kalabalıklarından… Ne yazık ki; insanın ve yapının hücum ettiği bütün yerlerde
olduğu gibi Demircili de giderek o
sevimli ve sakin hayatını yitiriyor. Bunun adı turizm ise; yapanlara mübarek
olsun.
Airai yakınlarında Bodrum Koyu'nda Roma döneminden kaldığı ve dalyancı ailesine ait olduğu düşünülen bir balık havuzu
(Mart 2024)
Eski bir hatıra; kaya şebboylarının içinde bir Airai manzarası; o gün hava oldukça soğukmuş anlaşılan.
(Mart 2011)
15. yüzyıl sonlarında Urla çevresindeki yaya çiftlikleri içerisinde Demircili
de yer alıyor.(1) Yaya çiftlikleri, Osmanlı Devleti’nin oluşum sürecinde fütuhat sistematiğinin
inşasında önemli rol oynarlar. Henüz tımarlı sipahilerin ve yeniçeri
ocaklarının ordunun omurgasını oluşturmadığı bir dönemde; gerek piyade ve
gerekse süvari birlikleri ve Yörük gençlerinin temel insan gücünü oluşturduğu
bu yapıyı besleyen yaya çiftlikleri(2) önemli bir konumdadır. 19.
yüzyıl sonlarında, harabe halinde de olsa birer iskân yeri özelliğini koruyan
yerlerin büyük bir kısmını bu çiftlikler oluşturmaktadır. 1826 sonlarında
hukuki özelliklerini de yitiren bu yerleşimlerden kimisi, iyice kalabalıklaşmış
ve ayrı bir iskân yeri haline gelmiştir.
(Mart 2024)
Dağa Kaçtım gezginleri; Demircili Plajı'nın arkasındaki düzlükte bir dinlenme molasındalar.
(MYC; Mart 2024)
(MYC; Mart 2024)
Demircili, 20. yüzyılın başlarında 200 nüfuslu “Yukarı Demircili” ve 365 nüfuslu “Aşağı Demircili” olmak üzere iki ayı
yerleşimden oluşmaktadır. Urla’nın güneybatısında yer alan Yukarı Demircili eskiden bir Türk köyü iken, yaşanan salgın hastalıklar
nedeniyle köy terk edilmiştir. 20. yüzyılın hemen başında Türklerin çekildiği
köye Urla, Gülbahçe, Alaçatı ve Çeşme’den gelenler yerleşir, geçimlerini
tarım ve hayvancılık ile sağlarlar. Birkaç kilometre daha güneybatıda yer alan Aşağı Demircili (bugünkü Demircili köyünün bulunduğu yer) ya da
diğer adıyla “Yeni Demircili”,
özellikle Alaçatı’dan mevsimlik işçi
olarak gelen Rumların yerleşik düzene geçmesi ile oluşmuştur. Her iki yerde de
büyüklü küçüklü ve bugün yıkılmış durumda olan kiliseler mevcuttur.
(Mart 2011)
(Mart 2024)
Bu kiliselerden birinin
kalıntıları bugün Bodrum Koyu’nun
güney ucundaki çalılıkların örttüğü bir yerde; ama asla kolay görülemeyecek bir
konumda yer alıyor. Rahmetli Hocamız Arkeolog
Şükrü Tül’ün aktarımına göre; kilisenin içindeki sütunları, doğudaki
mihrabı ve birkaç sütun kaidesiyle birlikte bazilika planlı yapı tamamen
örtülmüş durumda. 24*14 metre boyutlarındaki kilisenin sütun başlıkları ve
kemer pabuçları Demircili köyü
girişindeki caminin yanındaki ahırın duvarında kullanılmış malzeme olabilir.
Erken Hıristiyanlık döneminin karakterini veren yapının ahşap çatılı olduğu
söylenebilir. Kiliseye ilişkin olduğu söylenebilecek çatı kiremitleri Bodrum Koyu’nun tabanında, sualtında bol
sayıda görülüyorlar.
(Mart 2024)
(Ocak 2017)
Urla Malgaca Pazarı'nda 19.yy.dan kalma eski bir fabrika binasının üzerindeki tarih; 1850'li yıllara işaret ediyor. Son rakamı kazınmış ama 9 olabilir. Yani 1859; ben doğmadan 100 sene önce...
(Aralık 2007)
(Aralık 2007)
Ari Çokona, 20.Yüzyıl
Başlarında Anadolu ve Trakya’daki Rum Yerleşimleri isimli kitabında bölge
Rumları ile ilgili olarak şu bilgileri aktarıyor:
“Urla’nın
güneyinde, Sığacık Körfezi
sahillerindeki Yeni Demircili’de (Aşağı Demircili) 340 Rum ve 25 Müslüman
yaşıyor, bağcılık ve tahıl ziraatıyla geçiniyordu. Yerleşimin kilisesi Ayios Dimitrios adına vakfedilmişti ve
26 Ekim’de çevre köylerden büyük katılımla panayırı kutlanıyordu. Biri köy
içinde, biri de dışında olmak üzere sahilde iki Ayios Nikolaos Şapeli vardı. 200 nüfuslu Yukarı Demircili; Urla,
Alaçatı ve Çeşme’den gelen
göçmenler tarafından 1877’de kurulmuştu. Halkı çiftçilik ve hayvancılıkla
geçiniyordu. Kuzeyindeki Yağcılar,
18. yüzyıl sonlarına kadar Müslüman köyü iken terk edilmiş; Urla, Güzelbahçe (Yazar; her ne kadar Güzelbahçe diyorsa da, bize göre Gülbahçe olmalı; Gülbahçe, 19.yy.da yarımadanın en kalabalık Rum nüfusunu barındıran
köy; Rumlar köye Rodonas ismini
vermişler.-İF) ve adalardan gelen Rum göçmenlerle 750 nüfusa ulaşmıştı.”(3)
Urla; Rum Mahallesi; şimdi Sanat Sokağı olarak bilinen caddeye açılan 19.yy.dan kalma eski bir sokağın zemini olduğu gibi korunmuş.
(Ağustos 2018)
(Mart 2024)
Urlalı Yunan ozanı Yorgo Sepheris'in (Seferis) yaşamından bir kare; Sepheris, Ionna, Angelos, Kayıkçı Stephanis Simionis ve oğulları-Batis'in Kahvesi'nin önünde; yıl 1907...
Urlalı Yunan ozanı Yorgo Sepheris'in (Seferis) yaşamından bir kare; Sepheris, Ionna, Angelos, Kayıkçı Stephanis Simionis ve oğulları-Batis'in Kahvesi'nin önünde; yıl 1907...
Yunan anakarasından bir
başka isim; Dr. Georgios Nakracas ise,
aynı konuda “Anadolu ve Rum Göçmenleri
Kökeni; 1922 Emperyalist Yunan Politikası ve Anadolu Felaketi” isimli
kitabında şu bilgileri aktarıyor:
“Rumca konuşan salt Rum nüfus içeren
ikinci önemli köy, Yağcılar idi.
Köyün 750 Rum sakini, 19. yüzyıl başlarında oraya Urla, Gülbahçe, Çeşme ve Sakız
Adası’ndan gelerek yerleşmişlerdi. Şunu da söylemek gerekir ki, Ortodoks
Hıristiyanlar gelmezden önce, köy bir Türk mahallesiydi. Milioris’in yazdığına göre, Türkler bu köyün sakinlerini Urla’ya sürdüler, ancak üç ay sonra geri
dönmelerine müsaade ettiler; besbelli İngilizlerle işbirliği etmemişlerdi.
(1.Dünya Savaşı sırasında-İF)
Rumca konuşan Rumlardan oluşan üçüncü
büyük köy, Tolos idi. Bu köyün 1.500
sakini, Çeşme ve Kythera adasından gelerek oraya yeni yerleşmişlerdi.
Geriye kalan 10 köyün Rumca konuşan
nüfusları, önemsiz sayılacak ölçüde azdı. Boşaltılmış veya Türkler tarafından
kısa süre önce terk edilmiş olan bu köylerden Yukarı Demircili köyü; burada çevredeki bölgelerden gelen 200 Rum
vardı- 1877’e dek bu köyde kimse oturmuyordu. Aşağı Demircili köyü; burada çevredeki bölgelerden ve Samos Adası’ndan gelen 340 Rum ile 25
Türk vardı. 1800’lere dek bu köyde kimse oturmuyordu. Söğüt köyü; burada 60 Rum hane vardı ve köy sakinleri Alaçatı’dan gelmişlerdi.”(4)
(Ağustos 2018)
1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasından başlayarak 1912 Balkan Savaşları’na
dek Osmanlı’nın Rumeli topraklarında yaşanan süreç, yüzlerce yıl oraları yurt
bellemiş Türk ve Müslüman nüfusun büyük göç kafileleri şeklinde yeniden
Anadolu’ya yönelmelerine yol açtı. Rumeli’nde yaşanan savaşlar ve kıyım, bu
bölgede yüzlerce yıl süren “Osmanlı Barışı”nın da sonunu getirdi. Bir
imparatorluğun çöküş sürecindeki çaresizlikler, Balkanlar’da gelişen
milliyetçilik akımlarının İttihat ve
Terakki Cemiyeti’nin fikriyatında karşılığını bulan reaksiyoner
davranışlarla birleşince Anadolu’nun her yanını saracak ve akabinde yüz yıllık
bir tartışmayı başlatacak yeni kavgaların fitilini ateşledi.
(Ekim 2017)
(Aralık 2022)
1.Dünya Savaşı sırasında
1915-1916 yıllarında; bir yandan İngiliz torpidoları, İzmir Körfezi’nin girişindeki bugünkü Yeni Kale’yi topa tutarken, diğer yanda ise İngiliz uçakları Kadifekale eteklerindeki Türk
mahallelerinin üzerine bombalarını bırakmaktaydılar. Savaşın ateşi her yanı
sarmıştı.
"George Horton ve eşi, uzun zamandır akşamüstleri
güneş batmadan önceki saati, Frenk Caddesi’ndeki evlerinin terasında dinlenerek
geçirirdi. Buradan Smyrna Körfezi’nin manzarası, özellikle batan güneş denizin
ardında kaybolurken çok güzeldi.
23 Mayıs 1916 günü akşamüzeri de
Hortonlar yine bu manzarayı seyrederlerken, gökte çok uzakta iki siyah nokta
fark ettiler. Noktalar büyüdükçe Horton bunların şehre doğru “alçaktan ve
güneşte parlayarak çok yakından” gelen iki uçak olduğunu anladı. Kıyı şeridine
yaklaşınca daha da alçaldılar ve daha sonra Avrupa kesiminden uzaklaşarak
Kadifekale ve şehrin Türk mahallesine doğru döndüler. Pazaryerinin üzerinden
geçerken binaların üzerine bombalarını bıraktılar.
Horton, şaşkınlık içerisinde ve adeta
büyülenmiş olarak olayı seyretti. “Her bir bombayı attıklarında sanki bombanın
kaymasını sağlamak için hafifçe yana yatıyorlardı.” Uçaklar, ayrıca üzerinde
İngiliz Kraliyet Arması basılı yüzlerce duyuru attı. Alman Sahil Güvenlik
birimlerinin Smyrna Körfezi’nde demirli duran İngiliz savaş gemisine açtıkları
ateş durmadıkça bu bomba akınlarının devam edeceğini yazıyorlardı.
Hava akınlarının yarattığı hasar şehir
içindeki tansiyonu ciddi şekilde artırdı. Dört Müslüman öldü ve Türk
mahallesinin bir kısmı zarar gördü. Bombardıman Rahmi Bey (İttihatçı İzmir Valisi-İF) için de bir kriz yarattı. İstanbul’dan
verilen emirlere uyması için gittikçe artan bir baskı altındaydı. Şimdi
İngilizlerin davranışı, hala şehirde yaşayan İtilaf Devletleri’ne mensup
kişilere gösterdiği tolerans nedeniyle (Rahmi
Bey kast ediliyor-İF) Türklerin kızgınlığını artırmıştı.”(5)
Yunanistan’ın “Megali İdea” politikası çerçevesinde; Batı Anadolu’nun büyük bir
kesimini içeren toprak talebi; İttihatçıların, Makedonya’dan sonra sıranın
Anadolu’ya geldiği inancını pekiştiriyordu. Üstelik adalardan sandallarla Ege
kıyılarına geçen Yunan ve Rum çeteleri ciddi güvenlik sorunu yaratmaktaydılar. Kısacası,
Anadolu’daki ve özellikle Ege kıyısındaki Rum nüfus askeri, etnik ve politik
bir sorun olarak kodlanmış ve çaresinin de bu nüfusun Yunanistan’a gönderilmesi
olduğu düşüncesini pekiştirmişti.
(Ocak 2020)
(Ağustos 2020)
(Ağustos 2020)
Osmanlı Devleti’nin dümenindeki İttihat Terakki’nin bu probleme önerdiği
çözüm ise, Batı Anadolu’daki Rum nüfusu bir anlamda göçe zorlamaktı. Bu amaçla
Ege’nin doğu yakasında da kullanılan araçlar; aslında Balkanlar’daki Türk ve Müslüman
nüfusun bu topraklardan sökülüp atılması için, buraların yeni sahiplerinin
yakın zamanda Rumeli’nde uyguladığı yöntemlerden pek de farklı değildi.
(Ocak 2020)
(Ağustos 2020)
1.Dünya Savaşı sırasında
1915 yıllarında Ege kıyılarında yaşayan Rumların kaderi yukarıda sözü edilen
süreçte tamamen değişti.
O yıllarda İzmir’de İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin İzmir Kâtibi Mesulü
olan Celal Bayar’ın anılarını topladığı “Ben
de Yazdım” isimli 8 ciltlik eserinin 5.cildinde Mütareke yıllarında
sorgulama konusu olan “Rum Zorunlu Göçü”nden şu şekilde söz edilmektedir:
“Yunanlılar,
Balkan Savaşı’ndaki çok ucuz zaferleri ile Yanya, Selanik, Batı Trakya ve
Adalar’ı elde ettikten sonra, bütün gayretlerini memleketimizde Rumların büyük
kütleler halinde yaşadıkları Adalar Denizi kıyıları, Doğu Trakya ile Küçük Asya
üzerinde toplamışlar, yakın bir gelecekte buraları da ele geçirmek emeli ve
hülyası içinde çalışmalarını hızlandırmışlardı. Çalışma metotları bilindiği
için bu halleri gözden kaçmıyordu. Ayrıca Rumeli’nden anavatan sığınan
göçmenlerin uğradıkları felaket ve perişan halleri milli duyguları
kamçılıyordu. Bu etki altında mukabil milli bir hareket başlamış; Bergama,
Dikili, Menemen, Foça, Karaburun ve Çeşme gibi İzmir ilçelerinden ve
çerçevesinden hatırımda kaldığına göre 130 bin kadar Rum’un Yunanistan’a
göçmesi ile sonuçlanmıştı. Milletlerarası bir mesele halini alan bu hareketi
bulunduğu noktada durdurmak talimatıyla o zamanın Dâhiliye Nazırı Talat Bey
(Talat Paşa) İzmir’e gelmişti.
Kendisini
Menemen İstasyonu’nda karşıladığım zaman, bana gelişinin sebebini söylemişti.
Ertesi gün
vali konağında Nazır’ın ziyaretine gitmiştim. Konuşmamız sırasında İngiliz
Başkonsolosu’nun geldiği kendisine haber verildi. Ben gitmek için davrandım,
bırakmadı, ihtimal ki başkonsolosa söyleyeceklerini bana da işittirmek
istiyordu.
Görüşme
sırasında Dâhiliye Nazırı, İngiliz Başkonsolosu’na özetle şunları söylemişti:
“Buraya
Sadrazam Paşa’nın emriyle geldim. Paşa Hazretleri (Sait Halim Paşa)
Yunanlılarla bir harp yapmayı arzu etmemektedirler. Ben de hadiseleri durdurmak
ve vaziyeti düzeltmek için elimden geleni yapacağım.”
Başkonsolos,
Dâhiliye Nazırı’nı dinlerken onun yanında oturan beni yan gözle süzmekte
olduğunun farkında idim. Talat Paşa’nın aleyhinde dava açmaları, anlattığım bu
vakayı ilgililerin hatırlamış olmalarından ileri geldiği düşünülebilir.
Garip
tesadüftür. “Tehcir” adı verilen bu teşebbüs ve hareketin ileride Lozan
Antlaşması uyarınca tamamlanması işi, ‘Mübadele, İmar ve İskân’ Vekili
sıfatıyla benim omuzlarıma yüklenecektir.”(6)
(Mart 2024)
(Mart 2024)
Sonuç olarak 1914’de
başlayan süreç, Ege’nin her iki yakasında da 1924 Nüfus Mübadelesi ile insanları doğdukları toprakları terk edip
gittikleri yerlerde; yeni yurtlarında “iki kere yabancı” olmak pahasına
yaşamaya zorladı. Bu çileli ve hüzün dolu hayatlar, geldikleri yere duydukları
iflah olmaz özlemler; belki kuşaklar boyu, insanlar gittikleri yerlerde kök
salıp serpilip gelişene dek devam etti. Sonra geldik bugüne; geriye ise sadece
kuşakların birbirine aktardığı hüzünlü hikâyeler; hatıralar ve acı yüklü
türküler kaldı.
Urla-Ildırı civarından bir ezgi; Yalo Yalo... İstanbul Rumlarından İvi Dermancı söylüyor.
(Youtube'dan alınmıştır)
"Sto Perigiali to krifo"; şiir: Urlalı ozan Yorgo Seferis, Beste: Mikis Theodarakis, solist: Grigoris Bithikotsis
(Youtube'dan alınmıştır. Şiirin tercümesi yazının başında yer almaktadır.)
(Youtube'dan alınmıştır. Şiirin tercümesi yazının başında yer almaktadır.)
Bugün Demircili’de o eski zamanlardan ne iz
var derseniz; hiçbir şey yok. Demircili
plajını zapt etmiş bir balık çiftliği, hemen açıkta o çiftliğe ait balık
havuzları, Airai kumsalında yatan
onlarca karavan, makiliklerin altına saklanmış kilise sütunları, temel izleri
falan filan; bir de kızılçamların içinde pervasız yazlık siteler… Budur kalan Demircili’ye ve 13.yy.da Asya’dan sökün
ederek, bu topraklara gelip yurt edinen Türkmenlerin torunlarına; şimdi kıl
çadırlarında gözleme yapıp satan bacılara…
Kalanlar; karavanlar, balık havuzları, kızılçamlar içinde yazlık siteler ve Türkmen torunlarının gözleme yapıp satan kır lokantaları...
(Mart 2024)
Airai; Teos’un kırsalında bir “ada” yerleşimi(7)
Airai, İlkçağ’da adı az bilinen, Teos’a bağlı olduğu Pausanias
(XIV I-32) tarafından anılan bir İon
kentidir. Tümüyle korunaklı bir ada üstünde olan yerleşim kıyıya bir kumsalla
bağlıdır. Adanın kuzey kıyısı yüksek ve kayalık, güney kıyısı ise alçaktır. Su
kaynakları açısından fakir olmasına karşın; yerleşim olarak seçilişindeki
etmen, Teos gibi korunaklı bir liman
oluşudur. Hemen kuzeyden Klazomenai
ile komşu olan Airai’nin su
kaynakları karşı kıyıdaki Demircili
köyü vadisinde bulunuyordu.
Airai'nin konumlandığı yarımada ve arkasında Korykos (Kıran) Dağı
(Mart 2024)
(Mart 2024)
(Mart 2024)
Batı Anadolu’nun önemli
limanlarından biri olan Airai’nin
kalıntıları, Demircili köyünün
güneyinde, köylünün “Ada” olarak
adlandırdığı yarımadanın üzerinde yer almaktadır. Airai çok küçük bir yerleşim olup, Korykos, yani Kıran Dağı’nın
(Kıran Dağı, Urla’nın güneyinde Demircili Vadisi
ile Zeytineli Vadisi’ni birbirinden
ayıran, en yüksek yeri yaklaşık 457 metre rakıma sahip; güney-kuzey aksında yer
alan bir sıradağlar silsilesi) hemen doğusundadır. Denizden bağlantılara çok
açık olan kentte yapılan incelemelerde çıkan buluntular arasında; Geç Geometrik Dönem çanak çömlek kap
parçaları, Arkaik Çağ kuşlu İon kâseleri gibi bezemeli örnekler ile
birlikte, daha basit bezemeli, bantlı çanak çömlek örnekleri bulunmaktadır.
Ayrıca Airai’nin bulunduğu ve
anakaraya ince bir kumsalla bağlanan ada üzerinde, çoğunun taban ve temel
kalıntıları görülebilen en az 15 bina kalıntısı mevcuttur. Kentin yüzeyde
görülen en önemli kalıntıları, yarımadayı çepeçevre çevreleyen ve yer yer
kulelere sahip Klasik Dönem
surlarıdır. Bu surlar denizin hemen kıyısından başlamaktadır. Diğer çarpıcı
kalıntılarından biri Orta Çağ’a ve hatta sonrasına kadar kullanımı görülen
liman ve iskeleye ait olanlardır. Kentin nekropolisi
“ada”nın karaya bağlandığı alanda yer almakta ve yüzeyde çok sayıda pişmiş
toprak lahit parçalarına rastlanılmaktadır. İ.Ö. 8. ve 4. yüzyıllar arasında
yerleşilmiş, tekrar Orta Çağ’da önem kazanmış ve bugün de ziyaretçilerin uğrak
yeri olan Airai, küçük ölçekli tipik
bir İon kentidir.
(Mart 2024)
(Mart 2024)
(Mart 2011)
Kentin yüzeyden
araştırılması, hem Prof. Recep Meriç,
hem de Prof. Dr. Numan Tuna
tarafından gerçekleştirilmiş ve ayrıntılı haritası yapılmıştır. Ege’deki askeri
manevralardan çok, definecilerin saldırıları ile kent altüst edilmiş
durumdadır. Demircili köyünün pek çok
evinde kent surlarından Bizans Dönemi kilisesine
dek pek çok yapı malzemesi izlenir. Özellikle caminin doğusundaki ahırın
duvarında bulunan Bizans başlıkları
ilgi çekicidirler.
(Mart 2024)
(Mart 2024)
Kentin ilkçağ tarihçesi
üzerine bilgimiz pek kıttır. Atina ve
yandaşları ile Sparta ve müttefikleri
arasındaki savaşım döneminde; onun da Atina
bağımlıları arasına katılmak zorunda kalmışken, Khios/Sakız donanmasının desteğiyle, Atina’ya başkaldırdığını Thoukydides’den öğrenmekteyiz.
(Mart 2024)
Bugün Sığacık adını taşıyan büyük körfez, Korykos (Kıran) Dağı'nın hemen
doğusundadır. Bu dağın kuzeyinde Teos'a
ait son kasaba durumundaki, küçük fakat en azından İ. Ö. 8. yüzyılın
sonlarından beri iskân edilmiş Airai (Demircili/Ada) yer alıyordu. Thoukydides (VIII 18-19) ve Strabon'da (644) Erai adıyla anılan bu küçük kasaba, bir yarımada üzerine kurulmuştu
ve iki doğal limana sahipti.
(Mart 2011)
Strabon, Geographika
isimli eserinde Korykoslular ve Airai (Erai) ile ilgili olarak şu bilgileri aktarıyor:
“Erythrai’ye
varmadan önce, küçük bir kasaba olan ve Teoslulara
ait bulunan Erai’a ve sonra, yüksek
bir dağ olan Korykos’a ve onun
eteğindeki Kasytes limanına ve Erythras adındaki diğer bir limana ve
bundan sonra da sırasıyla birçok limana gelinir. Korykos Dağı kıyısındaki suların her yanının korsanların uğrağı
olduğunu söylerler. Korsan olarak isim yapmış olan Korykoslular, gemilere yeni bir saldırı yöntemi bulmuşlardı. Bunlar
tüccar gemilerinin demirlemiş olduğu limanlara dağılır ve konuşulanlara kulak
misafiri olarak, gemilerdeki yüklerin cinslerini ve bunların nereye gideceğini
öğrenirler ve sonra birleşerek, denize açılan ticaret gemilerine saldırarak
talan ederlerdi. Bundan ötürü başkasının işine burnunu sokan, özel ve gizli
konuşmaları dinlemeye çalışan kimselere “Korykoslu”
deriz. Şayet bir kimse, gizli bir şey yaptığını ve söylediğini zannederse ve
onu, gözetleyen ve kendilerini ilgilendirmeyen şeyleri öğrenmeye istekli
kimselerden saklamayı başaramazsa, bu olay için bir atasözü şöyle söyler: “tamam, şu halde Korykoslu bunu dinliyordu.”(8)
(Mart 2011)
Teos’un ‘territorium’u,
yani etki alanında bulunan Airai’den
kalanlar az sayıda; oraya buraya savrulmuş mimari parçalar, kıyısında liman ve
iskele kalıntılarından ibaret... Ancak Airai’de
bilimsel bir kazı çalışması yapılmadığını da belirtmek gerekiyor.
(Mart 2011)
Airai adı, Anadolulu bir adın Hellen
ağzına uydurulup, değiştirilmiş bir biçimi de olabilir. Aira sözcüğü eski Hellen
dilinde hem demircinin çekicini, hem de karamık
dediğimiz bitkiyi anlatır. (Prof. Dr. Bilge
UMAR. Ionia sayfa:90)
Adadaki yerleşimin
kuzeyden bir surla kesildiği kıyıdaki taş dizilerinden anlaşılıyor. Adanın
kuzeybatısında görülen, kıyıya paralel sur duvarı adanın tam orta noktasından
güneye yönelerek kayalık sırta doğru iki paralel duvar biçiminde ilerliyor.
Arkaik çağ tipolojisi veren duvarlar, yerel poros
taşlarıyla (Urla’nın beyaz renkte,
yumuşak ve kolay işlenebilir ama taşıyıcılığı az olan yerel taşı; yapı
malzemesi) yapılmışlar. Adanın kuzeybatı ucundan kayalık sırta doğru,
doğuya yönelen bir sokak açık biçimde gözleniyor. Evlerin eşik taşları monolitler (yekpare ve ser kayaç yapısında
taş kütlesi) ve duvarlardan arta kalmış tek sıra taşlarla yerli kayaya
oyulu duvar yatakları ev grupların rahatlıkla izlenmesine olanak veriyor.
Sokağın batısındaki küçük koyun topraklı sırtlarında ise bol sayıda İ.Ö. 8.-4.
yüzyıl seramiği gözlemleniyor. Sokağın doğu ucunda ve adanın en yüksek yerinde,
defineciler tarafından çok karıştırılmış olmasına karşın sütun ve öteki yapı
malzemesinden bir tapınağın bulunduğu sonucu çıkarılmaktadır. Adanın öteki
kesimlerinde bol sayıda yapı izi, kesme taşlar ve surlara ilişkin kalıntılar
gözlenir. Ada çevresindeki su altı ise, yoğun yerleşme evresine karşın,
silinmiş gibidir. Kuzeydeki taş döküntüleri içinde yalnızca Bizans ve Ortaçağ’dan seramikler görülmektedir. Airai’nin karşı kuzey yamaçlarında ise, 1986 yılında yapılan kaçak
kazılarda Klazomenai tipi lahitlere
rastlanmıştı. Airai’ye anlaşılan İ.Ö.
8.-4. yüzyılda yerleşilmiş, sonra terk edilmiştir. (Arkeolog
Şükrü Tül anlatımı)
Airai'nin güneyinde katmanlar halinde denize doğru bir eğik düzlem şeklinde alçalan kayaç tabakaları ve üzerlerinde bitmiş kaya şebboyları
(Mart 2011)
(Mart 2024)
Airai ya da Demircili
Limanı’nın doğusunda bulunan Bodrum
koyunda Prof Numan Tuna tarafından
çizimleri gerçekleştirilen bir Roma
villası görülür. Deniz içine uzanan kayalıkta, içine giriş ve çıkış
kanallarıyla düzenlenmiş olan havuzuyla ev tipik bir dalyancı ailesine ilişkin
olmalıdır. Evin odaları ve bölümleri yüzeydeki duvar izlerinden
çıkarılabiliyor. Prof. Tuna, bir
bölümünde mozaik olduğunu bildiriyor. Evin seramik ve duvar örgü yöntemlerine
göre tarihi İ.S. 4.-6. yüzyıllar arasından olmalı. Villanın kuzey ve doğu
kesiminde de evlerin ya da işliklerin varlığını gösterecek çok sayıda iz var. (Arkeolog
Şükrü Tül anlatımı)
(Mart 2024)
Balık havuzuna giriş çıkışa imkan veren kanallar
(Mart 2024)
(Mart 2024)
Yürüyüşün Hikâyesi
Sabah saat 11 gibi Yağcılar köy yolu sapağını geçtikten
sonra, Demircili’nin girişindeki mezarlığın
yakınlarına arabamızı bıraktık. Demircili
mezarlığının biraz ilerisinden; her iki yanı kızılçamlarla kaplı bir orman
yoluna saparak, önce doğuya ve hemen sonra güneye doğru yürümeye başladık. Paralelimizde
yer alan ve birbirinden uzakta inşa edilmiş müstakil sayfiye villalarıyla
dikkat çeken yazlık site, sık kızılçamların içinde; riskleri ve güzellikleri iç
içe barındıran bir görünümdeydi. Buraya gelirken, sapak levhalarını okuduğumuz
benzeri başka yazlık siteler de, kızılçam örtüsü içinde kendilerine yer bulmuş
olmalıydılar. Her ne kadar imarlı alanlara ormanın zaman içinde nüfuz etmesiyle
bu manzara ortaya çıkmış olsa da, yine de mevcut haliyle orman içinde böyle bir
yaşam mekânının varlığı, doğal hayatın sürdürülebilirliği açısından ne kadar
doğruydu; bilemedik açıkçası.
(Mart 2024)
(MYC; Mart 2024)
(Mart 2024)
(Mart 2024)
Yürüyüş için ideal
güzellikte tertemiz bir orman yoluydu yürüdüğümüz. Önce sapsarı çiçekleriyle
erkenci katırtırnakları, pembe ve beyaz renkli Girit ladenleri, papatyalar ve
henüz çiçeğe durmuş sakız çalıları çıktı karşımıza. Bu bölge, iyi niyetli bir
girişim olarak; devlet tarafından sakız fidanı dikim ve yetiştirme alanı olarak
belirlenmiş durumda. Öğleden sonra Demircili
Plajı’ndan, yeniden Demircili
köyüne dönerken; sakız ağacı tarımı için toprağı hazırlanıp kimine yeni sakız
fidanları dikilmiş, kimi de mevcut sakız çalılarının aşılanmasıyla oluşturulmuş
ve çevresi çitlerle çevrilmiş sakız tarlalarına tanıklık ettik. Yürüdüğümüz
orman yolunun her iki yanında uzun ve kalın gövdeli, yaşlı kızılçamların
varlığı, hemen yakınlarındaki yazlık villalarla sürdürülmekte olan ortak yaşam açısından
oldukça dikkat çekiciydi.
(Mart 2024)
(Mart 2024)
(Mart 2024)
Yol boyunca
karşılaştığımız ve beyaz-krem renkte tortul kayaları(9) andıran kayaç tabakaları, yeryüzü jeolojisi hakkında
bize fikir vermekteydi. Yürürken pırnar çalılıklarının üzerinden güneydeki
denizin maviliklerini seçebiliyorduk. Kızılçamlar ve makilikler bir aradaydı.
Kızılçamlar çiçekteydiler. Tozlaşma had safhadaydı. Dağ başında denize doğru
yürürken “özel arazidir; girilmez”
levhalarının ve araç girişlerini engellemek amaçlı iri taşlarla kapatılmış
arazi girişlerinin önünden geçtik.
(Mart 2024)
(Mart 2024)
(Mart 2024)
Denize doğru alçalan
yolun iki yanında bitki örtüsü tamamen makiliklere döndü. Günün ilk ve tek
orkidesini de bu sırada gördük. Henüz tomurcuktaydı; ya da açmak üzereydi. Bir
süre daha mükemmel bir toprak yoldan yürüdükten sonra, Samanlı Koyu’na ulaştık.
Ipıssızdı ortalık. Karşıda Sığacık ve
Akarca kıyılarına doğru uzanan
masmavi denizi seyretmek gerçekten bu sabah vaktinde benzersizdi. Bir süre
kıyıda eğleştik.
(Mart 2024)
(Mart 2024)
(Mart 2024)
Samanlı Koyu’ndan işaretlenmiş bir rotayı takip ederek sık
makiliklerle kaplı bir tepeye doğru tırmanmaya başladık. Hoş bir patika, bizi
denizi ayaklarımız altında hissedebileceğimiz kadar güzel bir yüksekliğe
taşıdı. Patikanın kıyısında; yer yer katran ardıçları, üzerinde meyveleriyle bizi
selamladılar. Tepeye ulaştığımızda çalılar arasına atılmış bir battaniye
üzerindeki Birleşmiş Milletler Mülteci
Ajansı (UN Refugee Agency) yazısı dikkatimizi çekti. Battaniye yepyeniydi.
Sanki bir kez kullanılıp atılmış gibiydi. Denize yakın bu güzergâhların
Yunanistan ve Avrupa’ya yönelik Afrika ve Asya kaynaklı kaçak mülteci akınları
için iyi birer geçiş noktası olduğuna, hem medyadan işittiğimiz sonu acıyla
biten hikâyelerden ve daha önceki farklı yürüyüş etkinliklerimizdeki
gözlemlerimizden aşinaydık. Kim bilir kimler telef olmuştu bu patikalarda? Öyle
görünüyor ki; insanlığın dramı, sürüp gidecek daha...
(Mart 2024)
Patikaya tırmanırken bir çalının dibinde; üzerinde UNHCR; The United Nations Refugees Agency (Birleşmiş Milletler Mülteciler Ajansı) yazısı okunan bir battaniye ile karşılaştık.
(Mart 2024)
Bulunduğumuz tepeden
batı yönünde bakıldığında, erkenci katırtırnaklarının ardından Bodrum Koyu görünüyordu. Biraz ileride
kayaların dibinde ortalık mora boyanmıştı. Bunun tek sebebi göz alıcı kaya
şebboylarıydı. Koyun kavisine uygun şekilde ilerleyen bir patikayı takip ederek
önce karanın içine doğru bir azmak gibi nüfuz etmiş küçücük Keçi Bükü’ne, daha sonra ise kıyıdaki
ana kayaya oyulmuş ve Prof. Dr. Numan
Tuna’ya göre; İlkçağ’dan kalma bir dalyancı ailesine ait havuzun ve Roma
villasının izlerinin bulunduğu Bodrum
Koyu’na ulaştık.
(Mart 2024)
(Mart 2024)
(Mart 2024)
Koy, yazın yazlıkçıların
istilası altında olmalıydı; zaten koyda bir günü birlik tesisin varlığını
gösteren yeterince işaret de mevcuttu. Kıyıdaki ana kayanın
şekillendirilmesiyle oluşturulmuş balık havuzunun denize açılan kanalları, ana
kaya üzerinde düzgün havuza bitişik konumda düzgün bir platform ve hemen
arkasında makilikler arasına saklanmış tonozlu bir yapı vardı. Bodrum plajının
arka planında zeytinlikler ve tarımsal alanlar bulunmaktaydı. Biz bir toprak
yolu takip ederek Bodrum Koyu’nun yukarılarından
Airai’nin bulunduğu yarımadaya doğru
yürüdük.
(Mart 2024)
Dağa Kaçtım gezginleri, Bodrum Koyu'nda Roma villasının oturduğu düzlemin üstünde...
(İzzet Berktaş; Mart 2024)
(İzzet Berktaş; Mart 2024)
(Mart 2024)
(Mart 2024)
Sık makiliklerle kaplı Bodrum Koyu’nun batısındaki tepeden Airai plajına doğru indik. Adayı
anakaraya bağlayan kıstağın iki yanındaki doğal liman, şimdi tamamen
karavanlarla kaplıydı. Belli ki burası uzun zamandır tanımlı bir karavan alanı
haline gelmişti. Antik limanın kuzey yakasında ise, sıra sıra balıkçı kayıkları
diziliydi. Liman, derme çatma tahta iskeleleriyle şimdi onların hizmetindeydi
anlaşılan.
(Mart 2024)
(Mart 2024)
(Mart 2024)
Karavanların arasından
kendimize yol bularak, Airai’nin
nekropolisinin bulunduğu yamaca doğru çıkan bir patikaya yöneldik. Peşimize Airai’nin köpekleri takıldı. Akropol
düzlemine kadar peşimizi bırakmadılar; birlikte tepeye tırmandık. Çıkışta
rastladığımız teras duvarlarının temel izlerini fotoğrafladık. Elbette
ortalıkta görünür pek bir şey yoktu. Airai’de
yüzey araştırması dışında herhangi bir arkeolojik kazı faaliyeti
gerçekleştirilmemişti. Teos, Erythrai
ya da Klazomenai kazılarının yürütücüleri
tarafından bölgede yapılan yüzey araştırmaları sırasında zaman zaman buraya da
uğranılıp bazı gözlemler not edilmişti. Burası da makilikler tarafından ele
geçirilmiş durumdaydı. Tepede çalılıkların arasına sıkışmış öbek öbek taş
yığınları, bize buradaki 2500 yıl önceki yaşama dair haberler vermekteydi.
(Mart 2024)
(Mart 2024)
(Mart 2024)
(Mart 2024)
Kentin güney yakasında;
kayaç tabakalarının birbirinin üzerinden kayar gibi denize doğru bir eğik
düzlem şeklinde alçaldığı güney yamacında dolaştık. Her yerde ada soğanları,
anemonlar, pırnar meşeleri, kesme çalıları ve sapsarı katırtırnakları vardı. Araziye
saçılmış vaziyette zamanında yapı taşı olarak kullanılmış kesme taşlar, yerde
toprağa gömülü vaziyette bir mermer mimari parça gördüğümüz antikitelerdendi.
(İzzet Berktaş; Mart 2024)
(İzzet Berktaş; Mart 2024)
(Mart 2024)
(Mart 2024)
Adanın limana bakan kuzey
yüzünde; hemen deniz kıyısından itibaren yükselen kent surlarının birkaç sıra
halinde izlenebilen duvarları yer alıyor. Kimi daha belirgin, kimisi ise temel
izleri şeklinde varlığını koruyor. Kentin esas girişi kuzey batı yönündeki
işaretli bir yolun başlangıcında yer alıyor. Bu yol da bir süre sonra
çalılıklar arasında kaybolup gidiyor. Bir süre tepede etraflıca dolaştıktan
sonra adanın tam ortasına denk gelen; çalılıklar ve taş yığınları arasında kalmış
bir düzlükte yemeğimizi yedik.
(Mart 2024)
(İzzet Berktaş; Mart 2024)
(İzzet Berktaş; Mart 2024)
Yemek sonrası yerleşimin
kuzey yönündeki anlamlı kayaların izin verdiği kapı şeklindeki bir geçişi
kullanarak Airai’den plaja doğru
indik. Airai’yi ana karaya bağlayan
kıstağı takip ederek, enginar tarlalarının kıyısından geçip Demircili plajına doğru yürüdük.
Kıyıdaki balık çiftliğinin havuz malzemeleri kenara çekilmiş vaziyette
durmaktaydı. Bunların arasından geçip, Demircili
köyünü bizden ayıran bir tepeye doğru yönelen yolu takip ederek, yeniden yükselmeye
başladık. Bu havalide oldukça yaşlı ve geniş gövdeli zeytin ağaçları vardı. İçinde
su olmayan dere yataklarından geçtik. Rahmetli Hocamız Şükrü Tül’ün Airai’nin su
kaynaklarının bulunduğu yerler diye belirttiği havali buraları olmalıydı.
(MYC; Mart 2024)
(Mart 2024)
(Mart 2024)
(Mart 2024)
(İzzet Berktaş; Mart 2024)
Sakız çalıları
çiçekteydi. Bordo renkli tomurcuklarıyla göz alıcıydılar. Krizantemler, her
yerde katırtırnakları ve bembeyaz papatya tarlaları yürüdükçe karşımıza
çıktılar yeniden. Sırta doğru çiçekleri açmış karabaş otlarıyla karşılaştık. Ve
babamın su düğün çiçekleri… Onlar da eşlik etti doğada olmanın bahtiyarlığına.
(Mart 2024)
(Mart 2024)
(Mart 2024)
Tepeyi aştıktan sonra
kuzeydoğu yönünde Demircili köyü
göründü. Sağımızda uzanan geniş düzlüklerde sakız tarımı için açılmış tarlalar vardı.
Bir kısmında makilik örtü sıyrılarak temizlenmiş ve yerlerine sakız fidanları
dikilmişti. Tarlaların çevresi beton çitlerle çevrilmekteydi. Bir kısım
direklerin dibindeki harç bile daha yeni konulmuştu; taptazeydi. Bir yandan da
iş makinalarıyla tarladaki söküm ve dikim işleri de devam etmekteydi.
(Mart 2024)
(Mart 2024)
(Mart 2024)
(Mart 2024)
(Mart 2024)
(Mart 2024)
(İzzet Berktaş; Mart 2024)
Sakız tarlalarının
arasından geçerek Demircili köyüne
ulaştık. Girişteki hırçın bir köpek bizi pek hoş karşılamadı. Sahibi de
yanındaydı; ama o da pek ses çıkarmadı. İkisi de bizleri pek sevmemişlerdi
anlaşılan. Yanlarından geçip gittik. Köyün girişindeki iki bakkalın dışında
başka bir hayat belirtisi yoktu köyde. Sabah nasıl bıraktıysak, Demircili köyünü döndüğümüzde yine aynı
ıssızlığında bulduk. Bahçelerde bize havlayan köpeklerden başka ses seda yoktu
ortalıklarda. Biz de fazla gürültü etmeden ayrıldık köyden; günü doğanın içinde
geçirmenin keyfi ve huzuruyla. Yağcılar üzerinden
İzmir’e doğru…
Dipnotlar:
(1) Urla Kent Ekosistem Platformu; bkz. https://urla.org.tr/yerlesim/demircili/
(2)
Başlangıçta
diğer sınır kuvvetleri gibi Osmanlı
Beyliği’nin asıl gücü atlı birliklere dayanıyordu. Fakat zamanla, eski Roma
ordusu savaş düzenine sahip Bizanslılar veya onların ücretli birlikleriyle
yapılan çarpışmalarda daha çok sayıda yaya askerden meydana gelen benzer tarzda
bir piyade gücüne ihtiyaç duyuldu. Bafeus
Savaşı sırasında piyadelerin koruduğu birliklerin atlı saldırılar
karşısında geri çekilmeyi başarması, bu yıllardan itibaren Osman Bey ve silâh arkadaşları için önemli bir örnek ve tecrübe
teşkil etmiş olmalıdır. Dönemin kaynaklarına göre; Osmanlı ordusunun askerî
grupları içinde yaya birliklerinin de yer aldığı tahmin edilen ilk savaş,
1329’da Pelekanon’da yapılmıştı. Orhan Bey, bugünkü Eskihisar yakınlarında Bizans
ordusunu, kuvvetlerini üç parçaya bölerek karşılamış, atlı saldırılarla üzerine
çektiği Bizans piyadelerine karşı
kendi yaya birliklerini devreye sokmuştu. Ancak bu yayaların daimi maaşlı asker
olup olmadıkları hakkında kesin bilgi yoktur. Muhtemelen I. Murad döneminde özellikle Balkanlar’da yapılan savaşlarda
düzenli ve sürekli yaya birliklerine duyulan ihtiyaç yeni bir askerî
düzenlemeyi beraberinde getirdi. İlk Osmanlı kronikleri, sefer sırasında
ücretle hizmete alınan köylü gençlerin askerî sınıfa dâhil edildiklerini,
bunlara ak börk giydirilerek timarlı atlı birliklerden ayrıldıklarını
ve bir bakıma ulûfeli hassa ordusu haline geldiklerini, bunun ise Orhan Bey’in kardeşi Alâeddin Bey tarafından
gerçekleştirildiğini belirtir ve yeniçeri teşkilâtının menşeini de buna
bağlarlar. Söz konusu kaynaklara göre o sırada Bursa kadılığı yapan Çandarlı ailesinden Kara Halil Hayreddin Paşa köylerden yaya ve atlı asker toplayıp
savaş süresince bunlara ücret verileceğini, devamlılık halinde ise her birine
geçimleri için çiftlik tahsis edileceğini bildirmiştir. Bu sebeple yaya tahriri
yapılmış, timar alamayanlar birer çiftlik edinerek askerî hizmete
girmiştir. Yaya olamayanlar ise; kendilerinin bunlara yamak yazılmasını, seferlere de nöbetleşe gidilmesini talep
etmişlerdir. Burada önemli olan husus, yaya teşkilâtının ortaya çıkışıyla
ilgili geleneksel anlatımın Orhan Bey
dönemine kadar götürülmesi ve ilk Osmanlı askerî teşkilâtı içine doğrudan
merkezden ücret alan piyadelerin dâhil edilmesidir. Bu durum, daimi asker
istihdamını sağlayacak malî imkânların mevcudiyetiyle doğrudan bağlantılıdır. I. Murad devrinde hassa askerlerinin “yeniçeri”
adıyla devlet kapısında hizmete alınmaya başlanması, muhtemelen; köylülerden
toplanan yayaları kendilerine tahsis edilen çiftliklerin geliriyle geçinen ve
ocaklar halinde teşkilâtlanan farklı bir yapıya dönüştürmüştür. Kaynaklarda
bunların sefer esnasında günlük 1 akçe aldıkları, sefer sonunda ise, günlükleri
kesilip her birinin kendi memleketinde ziraatla uğraştığı, ancak bunun
karşılığında, fevkalâde vergilerden muaf tutuldukları bildirilir. Vergi
muafiyeti hususu yaya gücünün bu durumunu ifade eden “müsellem” kelimesiyle karşılanmış, böylece atlı yahut yaya olarak
istihdam edilen bu birliklerin adı askerî terminolojide yaya ve müsellem şeklinde
yer almıştır. Kaynak: İslam Ansiklopedisi; Yaya ve Müsellem maddesi; Yaya ve atlı
birlikleri ile yaya çiftlikleri hakkında
bkz. https://islamansiklopedisi.org.tr/yaya-ve-musellem
(3) Ari Çokona,
20.Yüzyıl Başlarında Anadolu ve Trakya’daki Rum Yerleşimleri; Literatür Yayınları-771; Birinci Basım-Kasım
2016; sayfa: 287
(4) Dr. Georgios
Nakracas, Anadolu ve Rum Göçmenleri Kökeni, 1922 Emperyalist Yunan Politikası
ve Anadolu Felaketi; Yunancadan
Çeviren: İbram Onsunoğlu; Belge
Yayınları; Birinci Baskı-Şubat 2003; sayfa: 90
(5) Giles Milton,
Kayıp Cennet, Smyrna 1922; Hoşgörü
Kentinin Yıkılışı; Çeviren: Esra Aktuğlu; Şenocak Yayınları; 1.Baskı, Mart
2009; sayfa: 70
(6) Celal Bayar,
Ben de Yazdım, Sabah Kitapçılık, 1997; 5.Cilt;
Sayfa:100
(7) Airai anlatımında Arkeolog
Şükrü Tül anlatımları ve Erkmen
Senan’ın bloğundan yararlanılmıştır.
(8) Strabon, Antik
Anadolu Coğrafyası (Geographika: XII-XIII-XIV); Çeviren: Prof. Dr. Adnan Pekman; Arkeoloji ve
Sanat Yayınları, 3.Baskı; İstanbul-1993; sayfa: 163
(9) Tortul
kayaçlar; yeryüzünde en çok görülen kayaç türüdür.
Dünya'nın yüzeyinin yaklaşık yüzde 75'ini, yerkabuğunun ise yaklaşık yüzde
8'ini kaplarlar. Bu kayaçlar genellikle tabakalı olarak bulunurlar ve
içerisinde organizma kalıntıları (fosil) bulundururlar. Sarkıt ve dikitler bu
kayaçların oluşturduğu jeolojik yapılara örneklerdir. Tortul kayaçların büyük
bir kısmı, dış etmenler tarafından yeryüzünün aşındırılmasıyla meydana gelen
çeşitli büyüklükteki unsurların (sediman) taşınarak çukur sahalara (göl, deniz
ve okyanus tabanları gibi) biriktirilmesi sonucu oluşmuşlardır. Bu olaya genel
anlamda tortullaşma denir. Biriken unsurlar önceleri boşluklu gevşek bir yapıya
sahiptirler. Fakat zamanla sıkışıp sertleşirler. Bir birikme sahasında,
sonradan biriken unsurlar, öncekiler üzerinde birikerek ağırlıkları vasıtasıyla
basınç yaparlar. Bu basınç sonucu unsurlar, aralarındaki boşlukların küçülmesi
ve büyük ölçüde ortadan kalkmasıyla sıkışır ve sertleşirler. Tortul depoların
veya kayaçların oluştukları ortamlar yerden yere farklılık gösterirler. Kaynak:
Wikipedia.org
(10) Fotoğraflar, belirtilenler dışında İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
Ustadim yureklere dokunur gibi dokturmuşsun yine. Kutlarim. Uzun bir zaman almasina karsin. Degdi. Hele ketencioglunun şarkisi. Epeydir dinlenemistim. Sayende dinledim. Tesekkurler dost.
YanıtlaSilSağol İsmet ağabey... Ağzına diline sağlık. İF
YanıtlaSil