GÖKÇEN, PEŞREFLİ ve ARAPPINARI’NDA
"AVARELİKLERİMİZ"
24 Haziran 2020
İbrahim Fidanoğlu
Giriş
Amacımız; salgın nedeniyle gecikmiş de olsa Tire civarında biraz kekik
toplamaktı. Ama epeydir uğramadığımız bu coğrafyadan nasibimizi almadan
dönmek olmazdı. Biz de öyle yaptık; Gökçen
sırtlarından kekik ve kantaron, Kahrat’tan
geleneksel nohut mayası ekmeklerimiz, Tire mandıralarından peynirlerimiz, Osman Efendi’nin enfes tulumbaları ve Ayhan Amca’nın benzersiz lezzetteki sakızlı
dondurmaları sadece yanımızda İzmir’e getirdiklerimizdi.
Gökçen sırtlarından Küçük Menderes Ovası'nın görünümü
(Haziran 2020)
Gökçen sırtlarında...
(Haziran 2020)
Gökçen sırtlarında; kekiğin peşinde…
Bu civardan önceki
yıllarda da epeyce kekik toplamıştık. Hasan Hoca’nın dediğine göre; kekiğin en
uygun toplanma zamanı Mayıs sonlarına doğrudur. Mayıs ayının sonlarına doğru
kekik bitkisi, çiçeğe durmadan önce, etken maddesi olan timolü (tyhmol) yapraklarında iyice biriktirir.
Bu onun bir anlamda doğadaki atmosferik tehditlere karşı savunma mekanizması
gibidir. Mayıs ayı, onun optimum düzeyine denk gelir. Bu yüzden hasat zamanı
olarak bu dönem en uygundur derler. Zaten Haziran başından itibaren Ege’de hemen
bastırıveren yaz sıcaklarında kekik bitkisi yaprakları ile birlikte kavrulur
kalıverir. Sıcağa dayanabilmek adına yüzeyini küçültür ve dolayısıyla bitkinin
içerdiği faydalı timol düzeyi de
giderek azalır.
Filizkin ya da limon kekiği
(Mayıs 2012)
Kaya kekikleri çiçekte...
(Mayıs 2012)
(Mayıs 2012)
Kekik çiçekleri
(Mayıs 2012)
Gökçen sırtlarında kekik toplama zamanı
(Haziran 2012)
Kekik aslında antik
zamanlardan günümüze erişebilmiş; insanlara yeri gelmiş şifa olmuş, doğanın
bize sunduğu benzersiz bitkilerden biri. İçerdiği etken maddesi timol ile öne çıkan kekiğin bu aroması,
birçok böcek, akrep ve yılan gibi doğanın başka unsurları tarafından pek de
sevilmez. İnsanlığın binlerce yıllık serüveninde hastalara şifa niyetine
kullandıkları kekiğin antibakteriyel özelliğe sahip olduğu yapılan
araştırmalarla kanıtlanmıştır. Tüm Ege kasabalarının pazarlarında kekik suyunu
tezgâhlarda görürsünüz. Soğuk algınlığı, mide ve boğaz ağrısı gibi rahatsızlıklarda
halk arasında yaygın olarak kullanılan bir ilaçtır aslında kekik.
Çiçeğe durmuş İzmir kekiklerinden nasiplenmeye çalışan bir kelebek
(Haziran 2020)
Gökçen Mezarlığı ve çeşme
(Mayıs 2008)
Gökçen mezarlık yolunda bir "baba" zeytin...
(Mayıs 2008)
Bizim bugün Gökçen sırtlarından topladığımız kekik,
yaprakları geniş ve İzmir kekiği diye
bilinen türüdür. Bu coğrafyada lila-beyaz çiçekleriyle kaya kekiği ve limon kekiği
diye adlandırılan başka türlerini de bulmak mümkündür. Hepsinin aromaları;
birbirinden farklı, ama tümü benzersizdir.
Gökçen kantaronları
(Haziran 2020)
Kantaronlar; yakından...
(Haziran 2020)
Gökçen sırtları özellikle İzmir
kekiği yönünden oldukça zengindir. Gökçen
Mezarlığı’nın önünde, göğe doğru yükselen iki dev çınar ağacı bu mekânın
alâmetifarikası gibidir. Çınarlarının gölgesi altında oluşan konfor alanını,
hemen üzerinde eski bir manastır yapısının kalıntılarını barındıran sekiye
sırtını dayamış ve şırıl şırıl akmakta olan bir kır çeşmesi tamamlar. Yaşama
sevincinin simgesi ötücü kuşların telaşlı sesleri, rüzgârın esintisine uyarak
salınan çınar yapraklarının hışırtıları ve bunca sıcakta; insanın içine işleyen
alabildiğine tatlı serinlik; hepsi sihirli bir bütünün eşsiz parçaları gibidir.
Gökçen mezarlığı yakınlarında eski bir manastırdan kaldığı düşünülen bir duvar parçası
(Mayıs 2008)
Çalılar içinde kalmış bir başka duvar; Türkmenlerin bu yöreye geldikleri zamanlarda bu alanda Ali Baba Tekkesi'nin kurulduğu söylenmektedir. Ali Baba Tekkesi, bugün Tire'ye daha yakın bir konumda ve Aydın Dağları'nın eteklerindeki bir sekide bulunmaktadır.
(Haziran 2020)
Ali Baba Tekkesi; bugünkü yerinde...
(Mayıs 2017)
Fata, Gökçen’in 19.yy.daki ismidir. O da İlkçağ’dan günümüze taşınan Phota sözcüğünden alır köklerini. İlkçağ’ın metropolleri; Ephesos’u Bozdağlar üzerinden Sardeis’e bağlayan Kral Yolu, Aydın Dağları’nın eteklerini yalayarak batıdan doğuya doğru bir yay çizer. Bu yol Ödemiş yakınlarında; bugünkü Günlüce (Dabbey); o günkü ismiyle Hypaipa önlerinde kuzeye doğuya yönelerek, Lübbey sırtlarından Çamyayla’ya, oradan da Sardeis’in yükseklerindeki gözetleme kulelerinin önlerinden geçerek çağın zenginliği; altını biriktiren Paktolos Irmağı’nın aktığı vadiye doğru alçalır. Bu rota; İlkçağ’da Sardeis’teki Artemis Tapınağı’nın her yıl yenilenmiş örtülerini taşıyan Ephesos’taki Artemis Tapınağı’nın rahiplerinin gerçekleştirdiği çileli ve uzun bir yolculuğun da tanığıdır aynı zamanda.(1) Bu rotanın başka tanıkları da vardır Kaystros Ovası’nda; Belevi’den Tire’ye kadar; Büyük Kale, Küçük Kale, Hisarlık üstündeki Hisarlık Kalesi ve Tire; Tire-Ödemiş arasındaki Kürdüllü, Peşrefli, Fata ve Balabanlı Kaleleri…
Fata Kalesi'nin bulunduğu tepedeki kayalar üzerinde basamağı andıran oluşumlar
(Mayıs 2008)
Kayalık alanın genel görünümü
(Mayıs 2008)
Tepeden bugünkü Tire-Ödemiş karayolu ya da eski Kral Yolu'nun görünümü
(Mayıs 2008)
Bugün Tire Müzesi’nin avlusunda yer alan ve
mermere kazanmış zeytin dallarından müteşekkil çelenklerle temsil edilen Altı Birlik Steli, İlkçağ’daki bu
yaşanmışlıkların ve Menderes katındaki alçak tepelere yaslanmış eski medeniyet
yuvalarının birer delili gibidir.
Altı Birlik Steli, Tire Müzesi
(Şubat 2019)
Tepeden eteklere doğru bakış
(Mayıs 2008)
Gökçen Mezarlığı yakınlarındaki bir başka duvar
(Mayıs 2008)
“Roma Döneminde Büyükkale(2)
(Bonita), Küçükkale(3),
Hasançavuşlar, Kurşak, Alaylı, Eskioba(4)
(Almura), Gökçen (Fata-İF), Kürdüllü (Alcea)(5),
Peşrefli(6)(7) (Caere),
Kireli(8) (Idiphyta),
Hisarlık (Arkadiapolis-İF) ve Uzgur
(Başköy) köylerinin parlak birer yerleşim yeri oldukları görülür. Bunların
dışında Tire’nin Kumtepe, Darmara,
Turgutlu, Ali Paşa, Derebaşı, Doyranlı, Kırtepe,
Eğridere(9), Akçaşehir,
Üzümler, Kazantepe, Kahrat, Işıklı, Dündarlı, Çobanköy ve Yeni Çiftlik köyleri civarında yerleşim
yeri ve mezarlık alanlarının varlığı buralarda bulunan ve bugün Tire Müzesi’nde
korunan eserlerden anlaşılmaktadır.”(10)
Gökçen hatmileri
(Haziran 2020)
(Haziran 2020)
ve bir diğeri...
(Haziran 2020)
Gökçen Hüseyin Efe; kızıyla...
(İ.Fidanoğlu Arşivi)
Gökçen Efe ve arkadaşlarının hatırasına dikilen ve Gökçen Parkı'nda yer alan Taşçı Rıza'nın eseri Kurtuluş Abidesi
(Mayıs 2008)
Kurtuluş’tan sonra eski adı Fata
olan bu köye, ovada yer alan Kahrat ile
birlikte; Yunan İşgali sırasında oluşturulmaya çalışılan direnişin adı; Kuvayı Milliye’nin önemli isimlerinden
birisi olan Gökçen Hüseyin Efe’nin
ismi verilmiştir. Rum nüfusun yaşadığı o yıllarda; İzmir’in 15 Mayıs 1919’da
işgali sonrasında Tire’de oluşan hava, pek de kurtuluş umudunu besleyecek
düzeyde değildir. Yerli Rumların şımarıklığı, onlara yedeklenen şehrin tanınmış
“zerzevat”ları bu ümidin gelişimini ne yazık ki baltalarlar. İşte o günlerde Galip Hoca kimliği ile Aydın Dağları’nı aşarak Germencik’e ulaşan Celal Bayar ve arkadaşlarının (Albay
Şefik Aker, Yörük Ali Efe gibi) dağın öte yüzünde tutuşturdukları isyan
ateşi, yöredeki umutsuz halkı bir anlamda hareketlendirir, cesaret verir ve
Yunan’a karşı direniş arzusunu besler. İşte Çakırcalı’nın
kızanlarından; Gökçen Hüseyin Efe de
bu yakılan bağımsızlık ateşinin Ege’deki ilk temsilcilerinden ve
şehitlerindendir.(11)
Şimdi Ödemiş’in Kaymakçı kasabasının sessiz bir köşesinde ebedi uykusunda
yatmaktadır. Ruhları şad olsun; bütün özgürlük savaşçılarının…
Kantaronlar
(Mayıs 2017)
Dağ karanfili
(Haziran 2020)
Dağ karanfilleri hala geçmemişti.
(Haziran 2020)
Kekik ve kantaronların
toplanma zamanı biraz geçmişti. Ama yine de yeterince bulabildik Fata sırtlarında. Mümkün olduğunca çiçeğe
durmamış, hala bilye diye adlandırılan tomurcukları üzerinde kekik
kolonilerinin üstüne yürüdük ağır ağır. Sıcak, giderek etkisini artırmaya
başlamıştı. Şimdi hatmilerin zamanıydı. Kimi ovaya, kimi dağa doğru doğru
yüzlerini dönmüş boy boy hatmiler, lila-pembe karışımı renkleriyle resmigeçit
yapar gibiydiler. Dağ karanfilleri hala ayaktaydı; kantaronların çoğu sıcaktan
kavrulmuştu ne yazık ki. Yine de sırttan vadinin dibine doğru indikçe;
bulabildik ihtiyacımız kadar.
Gökçen Mezarlığı'nın önündeki o muhteşem çınarlar
(Haziran 2020)
Kekik ve kantaron topladığımız Gökçen sırtlarının panaromik görünümü
(Haziran 2020)
Bu mimari parça, 2008 yılında bir tarlanın içindeydi. Şimdi yok.
(Mayıs 2008)
Çeşme başına
döndüğümüzde bilek kalınlığında borudan biteviye akan su, serinlememize yetti.
Hele o çınar gölgeleri; arayıp da bulamadığımız serinliği sundular bize.
Mezarlığın yanında bir alınlık parçası hala eski zamanların bir delili gibi
durmaktaydı alenen. Alıp Tire Müzesi’ne götürseler olmaz mıydı? Yanıt alamadık.
Buralara kadar gelip de meşhur Kahrat
ekmeğinden almadan olmazdı. Biz de öyle yaptık ve yönümüzü aşağıdaki Kahrat mahallesine doğru çevirdik.
Kavşakta Gökçen Efe’nin heykeli
durmaktaydı.
Bugün Gökçen Mezarlığı'nın duvarına dayalı konumda varlığını koruyan bir başka mimari parça; belki bir kiriş parçası...
(Haziran 2020)
(Haziran 2020)
Mezarlık önündeki ulu çınarlar ve çeşme
(Haziran 2020)
Fırın, kasabanın Ödemiş yönündeki çıkışına yakındı. Her
zamanki gibi ekmekler tezgâhın üzerinde diziliydi boy boy. Tatlı maya simitler,
küçükten büyüğe Kahrat ekmekleri; mis
gibi nohut mayası kokuyordu hepsi. Alın teri, el emeği ürünü… Fırının emektarı
dedeyi kaybedeli yıllar olmuştu. Şimdi fırını bir sonraki kuşak yaşatıyordu.
Ekmeklerimizi alıp Kahrat’tan
ayrıldık.
Kahrat ekmek fırını; özellikle hakiki nohut mayalı vurgusu yapılmış.
(Haziran 2020)
(Haziran 2020)
Kahrat'ta peksimetler, ekmekler; mis gibi nohut mayası kokuyor.
(Haziran 2020)
Tire’ye dönüş yolunda Kireli kuyusunun başında dut molası
verdik. Halk arasında peygamber meyvesi diye bilinen dut ağaçlarının en
güzelleri vardı burada. Yol üstünde; bir su kuyusunun dibinde, gelen geçen
yesin diye dikilmişti zamanında. Türklerin Orta Asya’dan beri kutsal kabul
ettiği bir ağaçtır dut. Özbekistan’a
gittiğimizde; Nakşibendiliğin piri kabul edilen Bahauddin Nakşibend’in Buhara
yakınlarındaki türbesini ziyaret etmiştik. Türbenin geniş avlusunda her yerde
dut ağacı vardı. Ayrıca büyük bir havuzun bulunduğu arka avluda da belki bin
senelik kurumuş bir dut ağacı gövdesi bulunmaktaydı. Şeyhin yaşadığı dönemden
kaldığına inanılan bu kuru dut gövdesinin çevresi, Özbekistan’ın; belki de Orta Asya Cumhuriyetlerinin dört bir
yanından gelmiş bir sürü ziyaretçi tarafından sarılmış durumdaydı. Herkes bu
kurumuş dut gövdesinin kovukları içine ellerini neredeyse uzanabildikleri son
noktaya; omuzlarına kadar sokarak bir şeyler aramaktaydılar. Bu arama
faaliyeti, o kadar canla başla devam etmekteydi ki; bir başka dut ağacının
altında sürmekte olan bu mücadele neredeyse dakikalarca sürüyordu. Sonunda
ulaşılan ise, bir tutam kurumuş lif ya da şeyhin izi olduğuna inanılan bir
kutsallığın peşinde harcanan zamandı. 80 yıllık sosyalizmin ışığında süren
serüven, binlerce yıllık pagan inançların hatırlandığı bir döneme evrilmişti Özbekistan’da; Bahauddin Nakşibend’in türbesinin avlusunda…
Bahauddin Nakşibend Külliyesi, arka avlu; Özbekistan
(Eylül 2013)
Yine bir dut ağacının altındaki bin yıllık bir dut ağacı gövdesinde saklı kutsallık
(Eylül 2013)
Aynı dut ağacı gövdesinin kovuklarına yakından bakış...
(Eylül 2013)
Aynı gövdede hayat
bulmuş beyaz ve karadutlarla donanmış ağaçtan doya doya aldık hevesimizi. Ne
kadar lezzetliydi hepsi. Tazecik ve dalından; ağacın dibinde bir de merdiven
vardı; rahatça toplasın gelen geçen diye. Her şey insan içindi Tire’de; Kireli kuyusunun dibinde. Birer kap da eve götürmek için topladık
dutlardan. Verdikçe veriyordu mübarek; gerçekten kutsal bir ağaçtı dut. Ne
zenginlik, ne bereket; onun adı Anadolu…
Özbekistan'da kutsal kabul edilen o dut ağacı gövdesinin önündeyiz.
(Eylül 2013)
Peşrefli'de Tokat Mevkii; arkada Pir Veli Beşe'nin kabri
(Haziran 2020)
Pir Veli Beşe'nin mezarı başındaki 700 yıllık kara servi
(Haziran 2020)
Tokat Mevkii'nden Peşrefli'ye bakış
(Kasım 2006)
Dut seremonisine biraz
da Peşrefli’nin kurucu atası Pir Veli Beşe’nin mezarının bulunduğu Tokat Mevkii’nde; meydanlık alandaki dut
ağacının altında devam ettik. Bu beyazdı ve tadı daha farklıydı. Hasan Hoca’nın
köyü Peşrefli’de de ses seda yoktu
ortalıklarda. Köyün kurucu atası Pir Veli
Beşe, yüzlerce yıldır o kara servinin dibinde sonsuzluk uykusundaydı
şüphesiz. Türkmenlerin Batı Anadolu’ya yönelen büyük göçlerinin şifrelerini
saklayan hikâyeler, bu mezarda gömülüydü sanki. En az 700 yıllık bir kadim
geçmiş; Şeyh Bedrettin’in babası İsrail Bey, “Menderes katında” mezarı olduğu; torunu Hafız Halil’in manzum eseri Menakıbname’de
anlatılan Şeyh Bedrettin’in oğlu Seyyit İsmail, Seyyit İsmail’in oğlu olduğu rivayet edilen Peşrefli’nin kurucu atası Pir
Veli Beşe, diğer torunu Hafız Halil’i
babası İsmail’in ölümü sonrasında
buralardan alıp İznik’te sürgündeki dedesi
Şeyh Bedrettin’e götüren Börklüce Mustafa, yani Dede Sultan; daha kimler kimler; Aydın Dağları’nın kuzey yüzündeki bu
vadi koyaklarında nasıl hayat buldular? Yeni dünyalar kurdular; yeni hayatlara
ve fetih zamanlarına doğru yelken açtılar? Hala bir sis perdesi var
aydınlanmayan… Kimler, kimlerdi onlar? Kolonizatör dervişler; Hakk’ın ve iyinin
savunucuları…
Pir Veli Beşe'nin kabri ve Peşrefli köyü; aynı karede...
(Kasım 2006)
Bir Peşrefli evinin duvarına gömülü tarih
(Nisan 2007)
O ev; Peşrefli'de...
(Nisan 2007)
Peşrefli çıkışında lahitten bozma bir eski çeşme
(Haziran 2020)
Tire’den Arappınarı’na; eski hatıraların izinde
Karnımızı doyurma zamanı
gelmişti. Tire’nin merkezinde Belediye’nin
karşısındaki Köfteci Resul’a uğradık.
Yarım ekmeğe dört porsiyon köfte; paket yaptırıp, yanına da ayran; ver elini Güme Dağı; tırman Allah tırman…
Yükseldikçe Küçük Menderes Ovası’nın
birkaç gün önceki yağmurla berraklaşan görüntüsü iyice ortaya çıktı. Güme köyüne gelmeden eski bir Bektaşi
tekkesinin bulunduğu Arappınarı
mesire yerinin sapağından vadiye doğru giriş yaptık. Ortalık ıpıssızdı. Kapıda
bizi güvenlik görevlisi karşıladı. Yıllarca önce rahmetli Seha Hoca ile birlikte gelmiştik buralara. Henüz Tire Belediyesi tarafından yürütülen
restorasyon çalışmaları devam etmekteydi o zamanlar. Yanılmıyorsam yıl 2013
idi.
Arappınarı'ndan Tire'ye bakış
(Haziran 2020
Girişten içerilere doğru; Arappınarı mesire yeri
(Haziran 2020
(Haziran 2020
Arappınarı; restorasyon sırasında yapılan yeni bina
(Haziran 2020
Rahmetli Seha Gidel Hoca ile birlikte; Arappınarı'nda...
(Haziran 2013)
Bu gelişimiz, bir
anlamda o günleri ve Seha Gidel Hoca’yı
hatırlayışımız anlamına da gelmekteydi. Parktaki otlar yeni biçilmişti. Her
taraf tertemizdi. Salgının yavaşlama eğilimi gösterdiği bu günlerde kısıtlama
önlemlerinin gevşetilmesine rağmen ortalık oldukça sakindi. Tire’ye karşı bir
ceviz ağacının altında Seha Hoca’yı
yâd ederek yedik tayınımızı. Kapanışı ise; Tire
Çarşısı’ndan aldığımız meşhur Osman
Efendi’nin tulumbaları ile yaptık; yanımızda getirdiğimiz 2 termos dolusu
çayların eşliğinde.
Corona günlerinde Arappınarı hatırası; yine dostlarla birlikteyiz.
(Haziran 2020
(Haziran 2020
O muazzam serviler; Arappınarı'nda...
(Haziran 2020
2013 yılında Seha Hoca ile yine aynı ceviz ağacının altından Tire'ye bakmıştık.
(Hasan Doğan; Haziran 2013)
Bugün bizim için oldukça anlamlıydı; çünkü 2013
yılında yine bir Haziran günü Arappınarı’na
çıkarken bizimle birlikte olan sevgili Hocamız Seha Gidel, unutulmaz
anılarıyla şimdi de yanımızdaydı sanki. Onun için; Arappınarı’nın anlamı bambaşkaydı. İstanbul’da Güzel Sanatlar
Akademisi’nden mezun olduktan sonra nihayetinde Tire gibi bir taşra kasabasında
resim öğretmenliğini sürdürürken, kasaba hayatlarının o anlatılmaz dinginliği
ve bir anlamda “bitmeyen” tekrarları içinde bir münevver olmanın dayanılmaz
sıkıntısını da yaşadı. Ancak; Tire’nin kadim uygarlıkları zamanından günümüze
aktarılan birikim ve o günlerin bugünlere üflediği tılsım; belki de Seha Hoca’nın Tire’nin her cm2sine
basarken yeniden keşfettiği bir hayata dönüştü. Balkanlar’da Vardar Yenicesi’ne dayanan kökleri
nedeniyle her zaman insan merkezli bir düşünce sistematiğine açık bir
coğrafyada ve aile ortamında şekillenen bir hayatın; bugün bile hala varlığını
o coğrafyada yoğunlukla sürdürebilen Bektaşilik felsefesinden de uzakta değildi.
İşte bir Bektaşilik makamı olarak bilinen Arappınarı
da onun sevgili dostlarıyla sıkça uğrayıp derin felsefi ve sanata dair
sohbetler yaparak yerelden evrensele ulaşmak adına giriştikleri düşsel
yolculukların mekânlarından en önemlisiydi belki de.
Seha Gidel Hoca; atölyesinde çalışırken...
(Ekim 2010)
Bu dünyadan Seha Gidel geçti; öğrencisi Hasan Doğan ile birlikte Toptepe Belediye Gazinosu'nda...
(Ocak 2004)
(Ocak 2004)
Arappınarı'nda ceviz yapraklarını avucunun içinde ovuşturup kokusunu derin derin içine çektiği zamana doğru yürüyoruz.
(Haziran 2013)
Hele o ceviz yaprağını
koklayışı; yaprakları ovuşturarak burnuna götürüşü ve tüm benliğiyle içine
doğru çekişi… Anlatılır gibi değildi o gün; sanki gençliğine, bugün geride
kalmış o güzelim yıllara doğru yapılan bir yolculuk gibiydi ceviz yaprağını
koklayış anları. Nasıl unutabiliriz?
Arappınarı; restorasyondan sonra...
(Haziran 2020)
Piknikçiler için ocaklar, Arappınarı'nda; ne kadar mekanın ruhuna uygun, tartışılır.
(Haziran 2020)
Zamanında Evliya
Çelebi’nin de ziyaret ettiği, Güme
Dağı’nın bağrında ve kara servilerin altındaki bu Bektaşi tekkesine
gelince; Tireli Araştırmacı-yazar Munis
Armağan’ın aktarımlarına göre, Horasan erenlerinden Halil İbrahim Baba’nın tekkesi, Aydınoğulları
döneminde en ünlü Bektaşi tekkelerinden biriydi. Arappınarı ve Kalpakkaya
isimleri ile anılan tekke doğal güzelliği ve ovaya egemen konumu ile dikkat
çekmekteydi.
Arappınarı; türbenin içinde dede mezarları
(Haziran 2020)
(Haziran 2020)
Arappınarı Tekkesi; çeşme
(Haziran 2020)
Arappınarı; restorasyon sonrası çevre düzenlemeleri
(Haziran 2020)
Arappınarı Tekkesi; türbe binası
(Haziran 2020)
Bir dönem Halvetilerin hüküm sürdüğü bu tekkeyi
17. yy.da ziyaret eden Evliya Çelebi’nin
Seyahatnamesi’nde aktardığı bilgilere
göre; tekke, Bursa’da Halveti Şeyhi Üftade Efendi’ye bağlı
olup, çevrede 20.000’den fazla müridi vardı ve tekkenin sırtındaki
kestanelikler, tekkenin vakfiyesini oluşturmaktaydı. Evliya Çelebi, tekkede 200 kişinin hizmet gördüğünü ve yakınında
70-80 odalı bir “fakirhane”nin yer aldığını belirtmekteydi. Ayrıca, tekkenin en
önemli gelir kaynaklarında biri de vadide dere üzerinde bulunan onlarca
değirmendi. Tekkenin 20.yy.daki en önemli simalarından biri de Seha Hoca’nın
sıkça sözünü ettiği Hüsnü Baba idi.
Türbede bu önderlerin mezarları halen mevcut ve ziyaret edilebiliyor. Ayrıca
türbenin dışında ve ağaçların arasında araziye yayılmış başka mezarlar da bulunuyor.
Türbe içindeki Hüsnü Baba'nın mezarı
(Haziran 2020)
Arappınarı; alt avlu
(Haziran 2020)
(Haziran 2020)
Türbenin dışında yer alan Ahmet Baba'nın mezarı
(Haziran 2020)
Türbe dışındaki başka mezarlar
(Haziran 2020)
Vakfiye kayıtlarından
anlaşıldığı kadarıyla, bir yanda Bursa
ve Girit; diğer yanda gelir temini
açısından Hacıbektaş ve İstanbul Merdivenköy Bektaşi Dergâhları ile ilişkili olan Arappınarı Tekkesi, çağında bu büyük
coğrafyada adı ve sözü geçen bir konuma sahipti. Tarihsel arka planı bu kadar
zengin bir mekânın yeniden ayağa kaldırılması, gerçekten bu açıdan takdir
edilecek bir davranıştır.
Bahçedeki ceviz ağaçlarından biri
(Haziran 2020)
Arappınarı Tekkesi'nin genel görünümü
(Haziran 2020)
Arappınarı'nda bir anıt defne ağacı
(Haziran 2020)
(Haziran 2020)
Bir anıt ağaç daha; defne...
(Haziran 2020)
Avluda tavus kuşları
(Haziran 2020)
Ortancanın güzelliği
(Haziran 2020)
(Haziran 2020)
Ortancalar; hep birlikte rengarenk...
(Haziran 2020)
Güller mis gibi kokuyordu.
(Haziran 2020)
(Haziran 2020)
Yabani menekşeler
(Haziran 2020)
Hanımelleri; Haziran'da, ama Güme Dağı'nda...
(Haziran 2020)
Arappınarı’ndan şehre doğru indikten sonra Derekahve’ye şöyle bir uğradık.
Gördüğümüz manzara, iç açıcı değildi. Her yer pislik içindeydi. Bu güzelim
tarihi mesire yeri, Corona salgını sonrasında nasıl bu hale gelmişti? Çok
üzüldük haline; Arappınarı’ndaki özen
ve temizlikten Derekahve’de eser
yoktu.
Derekahve; eski günlerinde...
(Aralık 2016)
Derekahve; Hıdrellez zamanı
(Mayıs 2016)
Derekahve'de zaman
(Mayıs 2016)
Derekahve sırtlarından Tire'ye bakış
(Mayıs 2016)
Tire’deki son uğrak noktalarımız Dondurmacı Ayhan (Toran) Ağabey ile peynirciler oldu. Ayhan Ağabey’in maşallahı vardı gene. Dipçik gibiydi ve dükkânında çalışıyordu harıl harıl. O güleç yüzüyle karşıladı bizleri her zamanki gibi. Kendi anlatımıyla; Sakız Adası’ndan getirttiği gerçek sakız ve salep otlarının en güzel yumrularından yapılmış dondurmasından ikram etti önce ve yanında birer bardak ılık su… Sakızlı dondurmanın lezzeti aldı bizi götürdü çocukluğumuza. Dondurmalarımızı yedikten sonra, İzmir’e götürmek üzere paket yaptırdık ilave olarak.
Dondurmacı Ayhan Ağabey; dondurma için sütü kaynatırken...
(Hasan Doğan Arşivi)
Vakit azdı; muhabbete
fazla kalamadık. Ama Dondurmacı Ayhan
Usta’nın mekânını kuvvetle öneriyoruz; meraklılarına ve çocukluk
günlerindeki lezzetleri özleyenlere. Eğer yolunuz Tire’ye düşerse, yaz kış
demeyin; mutlaka Dondurmacı Ayhan Ağabey’in
mekânına mutlaka uğrayınız. Pişman olmayacaksınız. Ayrıca 74 yaşında, tepeden
tırnağa Atatürk sevgisi ile donanmış, çelebi ruhlu ve alçak gönüllü bu güzel
insanı tanımanın ayrıcalığı da günün armağanı gibidir. Yeri oldukça basit; Yıldız Çeşmesi’nden Derekahve’ye doğru çıkan yola girerseniz; yaklaşık 100 metre kadar
solda ve yukarıda onun mekânı olan Florya
Pastanesi’ne ulaşabilirsiniz. Allah uzun ve sağlıklı ömürler versin ona.
Dondurmacı Ayhan Ağabey anlatıyor.
(Youtube'dan alınmıştır.)
Artık akşam olmuştu.
Şimdi İzmir’e dönem zamanıydı. Corona günlerinde kekik toplama niyetiyle
geldiğimiz Tire’de bugün epey avarelik etmiştik sonuçta. Büyük ustaların,
kurucu ataların ruhlarına minnet duyguları içinde bir derin selam göndermiştik;
hatıra dolu mekânlarda. Hepsinin ruhları şad olsun.
Dipnotlar:
(1) Artemis Yolu; Sardeis’den Hypaipa’ya isimli yazımız için bakınız https://dagakactim.blogspot.com/2013/12/bozdag-uzerinden-artemis-yolculuklari.html
(2) Büyükkale hakkında bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2013/02/buyukkale-koyu-kartaltepe-yuruyusu.html
(4) Eskioba (Almura) hakkında bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2011/09/tire-eskioba-tekelidere-gezi-notlari.html
(5) Kürdüllü hakkında bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2019/03/tire-kurdullu-sirtlarinda-dolasirken.html
(6) Peşrefli hakkında bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2014/03/pir-veli-bese-icin-pesrefliden.html
(7) Peşrefli Kalesi hakkında bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2015/04/pesrefli-kalesinde-bahar.html
(8) Kireli hikâyeleri hakkında bkz https://dagakactim.blogspot.com/2016/08/sari-sicak-menderes-2.html
(9) Eğridere Vadisi hakkında bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2012/05/tire-egridere-vadisinde-manastir.html
(10) Tire ve Çevresinden Arkeolojik Buluntular, Prof. Dr. Binnur Gürler, Dokuz Eylül Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü; I.Ulusal Tire Sempozyumu; 18-20 Ekim 2010
Tire/İZMİR; Bildiriler Kitabı; sayfa:90-97
(11)Gökçen Hüseyin Efe ve Kuvayı Milliye’nin Batı
Anadolu’da oluşum süreci ile ilgili olarak bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2019/09/izmirin-isgalinden-ilkkursun.html
ve https://dagakactim.blogspot.com/2019/09/izmirin-isgalinden-ilkkursun_21.html
ile Gökçen Hüseyin Efe’nin Adagide
sırtlarında Yunan işgal güçlerine karşı direnişinin anlatıldığı Üçyol Muharebeleri için bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2016/11/gokcen-efenin-ucyol-savaslari.html
(12) Fotoğraflar, belirtilenler
dışında gezi sırasında İ. Fidanoğlu
tarafından çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
Çok güzel bir paylaşım umarım herkese olur ellerinize sağlık hocam. Seydikemer Lastikçi
YanıtlaSil