30 Ağustos 2020 Pazar

ÇOCUKLUĞUMUN 30 AĞUSTOS’U…



30 Ağustos 2020
İbrahim Fidanoğlu

Bir çocukluk rüyası gibiydi bizim evde 30 Ağustos... Babam askerdi; 30 Ağustos onlar için her zaman ayrı bir anlam ifade ederdi. Bir kere ülkenin tapusunu aldığımız savaşların kazanılmasında en büyük pay sahibiydiler. Bunu iliklerinde hissederlerdi şüphesiz. Yıllar geçse de aradan; aynı gelenekten geliyorlardı. Kurtuluş’un ve Kuruluş’un, onlar için her zaman ayrı bir anlamı vardı. Bizi de öyle yetiştirdiler.

30 Ağustos'a doğru; daha 26 Ağustos'tan itibaren bir heyecan sarardı bizi. Babam Büyük Taarruz sabahını şu mısralarla aktarırdı bize çocukken;

"26 Ağustos gece sabaha karşı
topların çelik ağzı
çaldı bir hücum marşı"

Çocuk kafamızda o cehennemi canlandırmaya çalışır, İzmir’e doğru dörtnala koşturan süvarilerimizi gözlerimizin önüne getirmeye çabalardık o günlerde.

 
Gazi Mustafa Kemal Atatürk; silah arkadaşları ile Büyük Taarruz öncesinde... 

Atatürk, Kocatepe'de...

30 Ağustos'un, askerler için ayrı bir anlamı daha vardı. O gün yeni rütbe ya da terfi aldıkları gündü askerlerin. Yeni kokart ve yıldızlar, şapkadaki sarı renkli sakındırak şeritleri pırıl pırıl parlardı o gün. Kısacası her bakımdan bizi sarıp sarmalayan bir heyecan olurdu 30 Ağustos sabahlarında... 

İzmir’de bayram Gümrük’te kutlanırdı her 30 Ağustos'da. O zamanlar özel araçlar daha yaygın değildi. Belediye otobüsleri, vapur ya da taksi dolmuşlarla gidilirdi Gümrük'e.

 
Sisli hatıralar; Konak'ta eski bir bayramdan kalan...

Erkenden kalkılan bir sabahtı 30 Ağustos... Gümrük’ten askerlerin resmî geçidini izlemek için iyi bir yer kapmak amacıyla erkenden çıkmak gerekirdi yollara.

Sabah radyoyu açmak adettendi bizim evde. Ulusal bayram sabahlarında ise Harbiye Marşı ya da davul-zurna havaları ile uyanmak olmazsa olmazımızdı sanki. Evin içinde yankılanırdı kahramanlık ezgileri... Bir ritüeldi marşla uyanmak bayram sabahlarında…

Annem en güzel elbiselerimizi giydirirdi törene giderken; bana ve kız kardeşime. Hatay’dan otobüsle, Karşıyaka'dan ise vapurla ulaşırdık Gümrük'e. Araçların içinde başlardı bayramın coşkusu. Karşıda Kadifekale, önümüzde uzanan Akdeniz’in mavi suları ve vapurun güvertesinde esen püfür püfür bir rüzgâr... Nasıl bir andı çocukluk düşümde o gün?

 
Körfez vapurlarından; Hasköy...
(https://www.izmirdergisi.com/tr/dergi-arsivi/60-36inci-sayi/171-korfez-sularinda-ilk-vapurlar)

Konak'ta iskeleye yanaşırken vapur; ortalık mahşer kalabalığı gibiydi sanki. Ege'de Kurtuluş günlerinin her zaman ayrı bir anlamı ve tadı vardı o eski zamanlarda. 30 Ağustos'a yaklaşan günler Ege kasabalarında ve köylerinde hasat günleriydi aynı zamanda. İnsanlar aynı 26 Ağustos 1922'de olduğu gibi; kör şafaklarda dökülürdü tarla yollarına. Üzümdü, incirdi, tütündü derken bir yılın emeği ve alın teri sarı sıcak tarlalardan kaldırılırdı o günlerde. Kızgın güneşin altında bütün gün durmaksızın çalışmak çok zordu şüphesiz. Ancak o günlerde en büyük motivasyon kaynağı, 30 Ağustos ve 9 Eylül törenleri için İzmir'e gitmek ve o günlerde açık olan İzmir Enternasyonal Fuarı’nı gezmekti. Bu Egeli köylülerin benzersiz bir hayalî idi o günlerde.

 
19.yy.da İzmir Panoraması
(http://www.levantineheritage.com/panaroma.htm)

 
Gümrük; 1940'lı yıllar...

Gümrük'e ulaştığımızda ortalık gerçek bir bayram yeriydi. Yolun iki yanında yer alan kaldırımların üzeri sıkış tepiş insan kalabalıkları ile doluydu. Bir panayır gibiydi ortalık. Çevre köy ve kasabalar dâhil olmak üzere farklı yerlerden gelen insanlar; kucaklarında bebeleri, önlerinde çocuklar; pür neşe ve ellerinde kâğıttan bayraklarıyla resmî geçidi beklemekteydiler.

Önümüzden askeri birliklerin resmigeçidi esnasında askerlerin postallarının yere vuruşlarındaki çıkardıkları uyumlu sesler, çok hoşuma giderdi. Kulakları çınlatırdı bando mızıkaları. Kızılca kıyamet alkış sesleri, eşlik ederdi postal seslerine… Her kuvvetin ayrı bandosu olurdu askerlerin önünde. Birisinin geçişi bittiğinde, diğeri başlardı boruları öttürmeye. Gerçekten görülmeye değer bir şenlik havasıydı o yaşadıklarımız.

Bir zeybek seslenişi; "Ah bir ataş ver"
(https://www.youtube.com/watch?v=Hy_SYIV88NI)

Ve zeybekler geçerdi önümüzden; burma bıyıklı, cepkenleri savrularak takılan körfez rüzgârlarına. Davulcu tokmağını indirirken ardı ardına; kös dinlermiş bu kalabalıklar sanki bu günleri görünce gayrı. Harmandalı oynarken döne döne genç zeybek önümüzde; bir şahinin kanatlarını andıran kollarını açarken iki yana doğru; ayaklarından biri kalkar usulca yerden havaya; diğeri güm diye iniverirdi aniden Arnavut kaldırımların üstüne.

Son gazilerin geçişi ise bir başkaydı; savaşın ateşini ve acımasızlığını yaşayan son gaziler… Başlarında kalpaklar, göğüslerinde İstiklal Madalyaları ve vakur duruşlarıyla biz çocuklara başka bir âlemden gelmiş gibi gelirlerdi bu “dede”ler. Ama anlardık ki sonradan; bize bu hayatı onlar armağan etmişlerdi; Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün benzersiz liderliğinde ve “hiç kimseden hiçbir şey beklemeksizin”…

 
İzmir'de 19 Mayıs'ın 100.yılında düzenlenen fener alaylarından biri...
(https://www.haberturk.com/izmir-haberleri/69178948-izmirde-100-yila-yakisan-kutlamalar) 

Akşam ise ayrı bir şenlik havası olurdu İzmir sokaklarında. Fener alayları; unutulmaz. Çocukluk yıllarında Konak’ta düzenlenirdi diye hatırlıyorum fener alaylarını. Askerlerin ellerindeki ahşap bir sopanın üstüne monte edilmiş birer teneke kutunun içinde yanan alevler karşıdan göründüğünde, büyülü bir âleme doğru yolculuğu çıkardık sanki bize yaklaşana dek. Tabii ki önde yine askeri bando olurdu hep. Önümüzden gelip geçerlerdi. Ben isterdim ki onlarla beraber yürüyeyim; ben taşıyayım alevden fenerleri. Ama yetişmezdi küçük adımlarım askerlerinkine.

 
İzmir Enternasyonal Fuarı, 9 Eylül Kapısı; 60'lı yıllar...  

 
İzmir Fuarı; Kaskatlı Havuz ve arkası; 1960'lı yıllar... 

 
İzmir Fuarı; Göl ve Ada Gazinoları...

Son durak Fuar’dı o gece. Kaskatlı Havuz’un önünde askeri bandonun verdiği 30 Ağustos konseri ile mola verirdik dolaşmalarımıza. Sosisli sandviç, ayran, Tariş pavyonunda üzüm şırası; paraşüt kulesi çevresindeki incik boncukçular, Sütsan dondurmaları, Manolya’da Zeki Müren, Göl Gazinosu’nda Gönül Yazar ve diğerleri, SSCB, ABD, “Alamanya”; pavyonlardan topladığımız broşürler, alamadığımız otomobiller derken; bitmek bilmeyen pavyon gezmeleri; ayaklarda ne derman bırakırdı ne de hal.

Akşam otobüs ya da trenle eve dönüş faslı ise tam bir eziyetti aslında. Kucaklarda bebeler uyumuş artık; çocuklar mahzun ve yorgun. Ama olsun kutladık ya 30 Ağustos’u… Ne gam; vız gelir, tırıs gider.

30 Ağustos Zafer Bayramı herkese kutlu olsun. Tabii ki sadece kıymet bilenler için…

Dipnotlar:
(1)     Fotoğraflar, belirtilenler dışında internet ortamından derlenmiştir.

Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC

2 Ağustos 2020 Pazar

BERGAMA’DAN ESKİ ZAMAN HİKÂYELERİ-1


BİR ARİSTONİKOS VARDI.
3 Temmuz 2020
İbrahim Fidanoğlu

Giriş
Madra Dağı’ndan Kozak Yaylası’na; oradan da çağların Bergaması’na doğru akar Selinus. Dinmek bilmeyen akış içinde yuvarlanır taşlar, un ufak olur ovaya doğru; eninde sonunda kirli paslı bir çaya dönüşür Domuzalanı önlerinde. 19.yy.ın Rum ve Yahudi mahalleleri arasından süzülür usulca; Pergamon’un Akropolisi’nin kurulu olduğu tepenin eteklerini yalayarak geçer buralardan. Yüzyıllık bir yükün ağırlığıyla kimi zaman akar, kimi zaman ise cılız bir sızıntıya dönüşerek Bakırçay’a doğru ilerler yorgun argın. İşte o zamanlar Selinus’un taşıdığı, sadece çayın iki yakasındaki yoksul evlerinin kanalizasyon atıklarından ibarettir; kokusundan yaklaşılmaz yanına kolayca. Ama yine de Kızıl Avlu’ya doğru; İlkçağ’dan kalma iki dev tünelle aşılan Bergama’nın iki yakasındaki hikâyeler canlanır bir bir puslu sabahların ardından.

 
Selinus Çayı ve arkada Bergama Akropolü'nün silueti
(Ocak 2015)

 
Bergama'ya doğru iyice kire pasa bulanır Selinus; şehrin içinde yüklendiği yegane şey, neredeyse Bergama'nın kanalizasyon atıklarıdır.
(Temmuz 2008)

 
Ah Selinus ah; kıyılır mı sana?
(Temmuz 2008)

Güneş Ülkesi’ni keşfetmek

Yıl 1975… İzmir Atatürk Lisesi’nde okurken tanıdığım; o zamandan beri ne zaman kitaptan söz açılsa saygıyla andığım bir edebiyat öğretmenim vardı. İsmi Musa Küçük idi; soyadı küçüktü; ama bize açtığı yol ve yaktığı ışık benim açımdan tarifi imkânsız derecede büyüktü. Öyle ki o ışık, bir anlamda kendi aydınlanmamıza doğru o yaşlarda çıktığımız naif yolculuğun başlangıcı gibiydi. Kitap okuma alışkanlığını onun sayesinde edindim diyebilirim. Hiç unutmam; bir gün edebiyat dersi için sınıfa girdiğinde, oldukça düşünceli ve üzgündü. Bizimle paylaştığı tatsız bir olay yaşamıştı yakınlarda. Kendisi şiiri çok seven, bizi; de sık sık Cumhuriyet şairlerinin en güzel şiirlerini paylaşarak bu sevgisine ortak eden birisiydi Musa Hoca. Bunların içinde Nazım Hikmet Ran da vardı; Necip Fazıl Kısakürek de; Attila İlhan da… Birçok çağdaş Türk şairinin varlığından ilk onun sayesinde haberdar olmuştuk. Onu üzen meseleyi, anlatınca öğrenmişti bütün sınıf. Sınıfta okuduğu bir Nazım Hikmet şiiri, öğrencilerden birinin babasına konuyu aktarmasıyla İzmir’deki bir yerel gazetenin şimdi ismini bile anmaya değer bulmadığımız bir şahsiyet tarafından köşesine “Atatürk Lisesi’nde bir edebiyat öğretmeninin komünist şair Nazım Hikmet’in şiirlerini okuyarak öğrencilerin beynini yıkadığı” şeklinde bir köşe yazısına dönüşmüştü. Ne acıdır ki; on yıllar önce; Milli Şef İsmet İnönü’nün devri iktidarı zamanında; Attila İlhan da benzer bir kaderi yaşayarak, yaklaşık iki yıl kadar Türkiye’de eğitimini sürdürebilecek bir okul dahi bulamamıştı. Ama yıllar sonra köprülerin altından sular akmış; ne Attila İlhan’ı, ne de bizim edebiyat öğretmeni Musa Küçük’ü suçlayan sistem varlığını koruyamamış ve 1994 yılındaki bir MHP kongresinde Genel Başkan Alpaslan Türkeş’in ağzından Nazım Hikmet’in buram buram yurtseverlik kokan o güzelim şiirinin mısraları dökülüvermişti ansızın. Bu belki de bir dönüm noktasıydı Türkiye için… Ama neyin dönümü?

 
İzmir Atatürk Lisesi; eski Evangelist Mektebi
(Şubat 2011)

 
İzmir Atatürk Lisesi; giriş salonu
(Şubat 2011)

 
İzmir Atatürk Lisesi; giriş salonunun tavanı
(Şubat 2011)

İrfan yuvası; Atatürk Lisesi'nde...
(Şubat 2011)

 
İzmir Atatürk Lisesi Marşı; bir zamanlar hançerelerimiz yırtılırcasına söylerdik onu, bestecisi Ahmet Adnan Saygun'u anarak...
(Şubat 2011)

Musa Hoca, Kemeraltı’nda bir kitapçıdan söz ederdi; ismi de ilginçti kitapçının; Taga KitabeviSema Sineması’nın bulunduğu yolun (852 sokak) Anafartalar Caddesi’ni aşan devamında; Kemeraltı pasajlarının başladığı bir noktada ve yine eski bir hanın (Kemahlı Hanı) altında; köşe başındaki küçücük bir dükkândaydı kitapçı. İçeride yaşlı bir beyefendi olurdu tezgâhın arkasında. 1970’li yılların ilk yarısında; İstanbul’da faaliyet gösteren Çan Yayınları’nın kitaplarını da sadece orası getirirdi. İşte konumuzla ilgili kitaplardan birini; İtalyan düşünür Tommaso Campanella’nın bir ütopyasını anlattığı Güneş Ülkesi’ni ve daha başkalarını bu kitapçıdan almıştım. Bugün o han hala ayakta; ama ilk gençlik yıllarımızın hatıralarını barındıran o eski kitapçının bulunduğu yerde şimdi bir tuhafiye dükkânı yer alıyor. Taga Kitabevi de tarihin tozlu yaprakları arasında yerini aldı ne yazık ki…

  
Kemeraltı; Kemahlı İş Hanı
(Temmuz 2020)

 
Kemahlı Hanı; iç avlu
(Temmuz 2020)

Kemahlı Hanı; ön cephe...
(Temmuz 2020)

Güneş Ülkesi, 1568-1639 yılları arasında İtalya’da ve Fransa’da yaşamış; düşüncelerinden dolayı yirmi yedi yılını hapishanelerde geçirmiş bir İtalyan düşünürün; Tommaso Campanella’nın ütopyasını anlatan bir hayat tasavvuru… “Onun yaşadığı dönem, Avrupa Katolik dünyasının parçalanmaya başladığı, modern dünyayı hazırlayan politik, ekonomik ve kültürel olayların oluştuğu günlere rastlar. Daha XIV. ve XV. yüzyıllarda, Katolik Kilisesi’nin katı dogmalarına, büyük ve haksız zenginliğine, derebeylik düzeninin kötülüklerine karşı, çeşitli tarikatların önderliğinde, yer yer baş gösteren ayaklanmalar Avrupa’yı baştanbaşa saran bir nitelik kazanmıştı… Bütün bu tarikatlar, dinsel yenilikler yanında, daha haklı bir toplumsal düzen kurma çabası içindeydiler.”(1)

 
Tommaso Campanella'nın Güneş Ülkesi kitabının kapağı; Çan yayınları...
(Temmuz 2020)

Campanella, kendi kafasındaki ideal toplumsal düzen tasarımını böyle bir düşünsel eksene oturtarak aydınlık bir dünyanın habercisi olarak şöyle seslenir uzaklardan: “Ben doğacak yeni sabahların çan sesiyim.” Kitabın çevirmenlerinden Vedat Günyol’un yazdığı önsözde ifade edildiği gibi ne yazık ki, ufukta beliren bu yeni sabahı diğer ütopyacılar gibi o da göremeyecektir. Ama onun adı felsefe ve sosyal doktrinler tarihinde bir müjdeci olarak günümüze dek yaşayacaktır.

 
Athena Tapınağı; Pergamon Akropolü
(https://en.wikipedia.org/wiki/Pergamon#/media/File:PergamonAthene1.jpg)

Campanella’nın Güneş Ülkesi, yukarıda da anıldığı gibi 17.yüzyıla ait bir ütopyadır. Ama İlkçağ’da Roma’da tıkanan köleci düzen içinde bir başka Güneş Ülkesi tasavvurundan söz eder tarihçiler. Bu Roma’da Kartaca Savaşları ile yıpranan ve Roma’nın askeri gücünün temelini teşkil eden küçük toprak sahiplerinin büyük bir tükeniş içinde giderek topraklarını kaybederek köleleştikleri bir zaman dilimine denk düşer. Ama onun öncülü düşüncelerin Helen dünyasında Heliopolis adlı bir düşsel ülke tasarımından kaynaklandığı söylenir.

 
Lübnan, Baalbek'te Roma Dönemi'nden kalma Jüpiter Tapınağı; Mısır'da Güneş Tanrısı Ra, Fenikelilerin Baal Tanrısı'na; Roma'da ise Jüpiter'e evrilmiş. Baalbek, Hellenler tarafından Heliopolis olarak adlandırılmış bir kent. Güneş Tanrısı'nın kenti...
(Aralık 2011)

 
Baalbek; Bakus Tapınağı
(Aralık 2011) 

“Roma Döneminde bir toplumsal kriz anında yeniden hatırlanan bu ütopyanın Sicilyalı Diodoros’un aktarımına göre; İ.Ö 3. yüzyılda Hellenistik dönemde yaşamış olan Iambulos’un “Güneş Ülkesi” (Heliopolis) hikâyesinden doğduğu düşünülmektedir. Bu hikâyeye göre; Iambulos, Etiyopya sahillerinde bir adada kabilelerden oluşan bir halkla karşılaşmıştır. Adada yaşayan bireylerin üç metre boyunda olduğu ve fiziksel olarak oldukça esnek oldukları belirtilmektedir. Kabilelerin politik örgütlenmeleri savaş, çatışma vb. kavramlardan çok uzaktır; ordular, silahlar veya tahkimatlı yerleşim alanları yoktur. Elde edilen ürünler kadınlar ve çocuklar da dâhil olmak üzere herkesin tasarrufundadır, tekelleşme ve mülkiyet kavramları söz konusu değildir. Yetişkinler ancak ihtiyaç duyulduğunda çalışmaktadır ve iş periyodik olarak bireyler arasında dönüşümlü bir şekilde gerçekleştirilmektedir. Dolayısıyla işbölümü ve uzmanlık gibi ayrışmalar da söz konusu değildir, üretim ve tüketim ortaklaşadır. Her kabilenin en yaşlı üyesi “şef” konumundadır, ancak bu konum bir politik güç doğurmaz. Herkes kuralla belirlenmiş bir süre yaşar ve bu sürenin sonunda intihar ederler, dolayısıyla şef yani en yaşlı üye de 150 yaşına geldikten sonra intihar eder ve yerine diğer en yaşlı üye geçer.”(2)

Berlin Müzesi'nde yer alan Zeus Altarı'nda yer alan frizlerden biri; Telephos ile ilgili...
(https://en.wikipedia.org/wiki/Pergamon#/media/File:Pergamon_Altar_-_Telephus_frieze_-_panel_49+50.jpg)

Pergamon Krallığı; kuruluştan çöküşe…

Pergamon’un ilk kuruluşuna dair bilgiler Telephos Söylencesi olarak adlandırılan bir hikâyeye dayandırılır. Söylence esas olarak “istenmeyen bir çocuğun sepete konularak suya bırakılması, vardığı yerde ise önder olarak tanınması” teması etrafında gelişir. Kısa anlatısı şöyledir:

 
Süleymanlı köyü yakınlarındaki Kalarga Kayası
(http://erkmensenan.blogspot.com/2009/04/teuthraniakalargatepe.html)

  
Bergama'nın ilk kurulduğu yer; Teuthrania'nın akropolü ya da Kalarga Kayası
(http://arkeodenemeler.blogspot.com/2014/03/teuthrania-antik-kenti-i-kalarga-tepe.html)

 
Kalarga Kayası'ndan Bakırçay ovasının görünümü
(http://arkeodenemeler.blogspot.com/2014/03/teuthrania-antik-kenti-i-kalarga-tepe.html)

Herakles’le Auge’nin oğlu Telephos dramatik bir öykünün kahramanıdır. Daha anasının karnındayken tanrı sözcüsünün doğacak olan çocuğun dayılarını öldüreceğini bildirmesi üzerine, ana-oğul Auge ile Telephos’un bir sandıkla denize atılmalarına yol açar. Ama niyet hâsıl olmaz ve sonuçta ikisi de kurtulurlar ve Mysia kıyılarına çıkarlar. Bir rivayete göre Telephos’u kurtaran Teuthrania Kralı Teuthras onun evlatlık edinir. Bir başka anlatıma göre ise, yalnız anası Auge Mysia’ya gider ve Kral Teuthras’a satılır. Telephos ise Arkadya’da bir dağa bırakılır, orada çobanlarca büyütülür ve dağda kaza ile iki adam öldürür Telephos. Bu iki adam Telephos’un dayılarıdır. Bu olay sonrasında Telephos, Arkadya’dan sürülür. Delphoi tapınağına gidip tanrı sözcüsünü yoklar, Mysia’ya gitmesi gerektiği cevabını alır tapınaktan. Mysia’a gelir, ama anasını tanımaz. Auge’nin de onu tanımaması az daha ana ile oğlun evlenmelerine yol açacakken, bir koca yılanın gerdek gecesi aralarına girmesi sonrası vaktinde önlenir bu kötü son. Auge, sonrasında Kral Teuthras’ın kendisiyle evlenir. Bir süre sonra Teuthras ölünce yerine Telephos, bugünkü Bakırçay ovasının ortasında uzaktan bir semeri andıran son derece yalçın bir kayalığın (Kalarga Kayası) üzerinde akropolü bulunan Teuthtrania’nın başına kral olarak geçer. Bu Bergama’nın ilk kuruluşunu simgeleyen bir anlatı olarak günümüze dek ulaşır.(3)

Kalarga Kayası'nda ana kayaya kazınmış basamaklar
(http://arkeodenemeler.blogspot.com/2014/03/teuthrania-antik-kenti-i-kalarga-tepe.html)

Doğal bir kaleyi andıran Kalarga Kayası ya da
Teuthtrania'nın akropolü

(http://arkeodenemeler.blogspot.com/2014/03/teuthrania-antik-kenti-i-kalarga-tepe.html)

Kalarga Kayası'nda temel izleri
(http://erkmensenan.blogspot.com/2009/04/teuthraniakalargatepe.html)
 
İ.Ö. 334 yazında Çanakkale’yi geçerek Granikos Savaşı’nda Persleri bozguna uğratan Büyük İskender, Perslerin egemenliğindeki Anadolu’yu peyderpey ele geçirir. Granikos Savaşı sonrası elde ettiği savaş ganimetlerini ise, Bakırçay havzasındaki Pergamos adlı hisara yerleştirir. İskender’in ölümü sonrasında generalleri arasında pay edilen Makedonya İmparatorluğu içinde; Bugünkü Bandırma’dan Antalya’nın doğusuna dek çizilen bir hattın batısında kalan topraklar, Lysimakhos’un payına düşer. Lysimakhos, İ.Ö. 301 yılında Antigonos’a karşı ittifak yaptığı Selevkos Kralı I.Selevkos Nikator ile birlikte İpsos (Afyon-Çay) Savaşı’nı kazanarak Batı Anadolu’nun tek hâkimi haline gelir. Ancak bir süre sonra Selevkoslarla anlaşmazlığa düşer ve İ.Ö. 281 yılında Manisa’nın kuzeyinde Korypedion Savaşı’nda I.Selevkos’a yenilir ve öldürülür.

 
Bergama Akropolü; Roma Dönemi yapısı Trajan Tapınağı
(Haziran 2017)

Bu olay sonrasında Büyük İskender’in korumalığını üstlenmiş olan Paflagonyalı Philetairos, efendisinin Pergamos Kalesi’nde bıraktığı hazineyi ele geçirerek kendi hanedanını oluşturur. Strabon, Geographika adlı eserinde Philetairos’un Pergamon’da gücü ele geçirişini şöyle anlatır:

 Philetairos'un büstü, Napoli Müzesi; İ.S. 1.yy.ait Roma Dönemi replikası; orjinali Grek...
(https://en.wikipedia.org/wiki/Philetaerus#/media/File:Philetaerus_of_Pergamon.jpg)

Pergamon, Aleksandros’un haleflerinden olan Agathokles’in oğlu Lysimakhos’un hazinesini koruduğu yerdi. Pergamon halkı, dağın tepesinde iskân edilmişti; koni şeklinde olan dağ dik yamaçlıydı. Bu dağın ve dokuz bin talente varan hazinenin korunması, çocukluğundan beri hadım olan Tieionlu Philetairos’a verilmişti. Çok kalabalık bir cenaze töreninde dadısının kucağında bulunan bebek Philetairos, sıkıştırılmaktan ötürü hadım olmuştu. O, çok iyi yetiştirilmiş olduğundan bu güvene layık oldu. Bir süre Lysimakhos’a sadık kaldı. Fakat ona iftira eden Lysimakhos’un karısı Arsinoe ile arasında anlaşmazlık vardı. Bu yüzden Philetairos, Pergamon’un ayaklanmasına neden oldu ve fırsatlardan yararlanarak kenti yönetti. Çünkü bu sırada iç işleriyle bunalmış olan Lysimakhos, oğlu Agathokles’i öldürtmek zorunda kalmış ve Seleukos Nikator ülkeyi işgal ederek onu tahtından indirmiş; fakat sonradan kendisi de, Ptolemaios Keraunos tarafından ihanete uğrayarak öldürülmüştür. Bu karışıklıklar sırasında Philetairos genel olarak çevresindekilere veya güçlülere her durumda hizmet ederek, dostluk ve vaatlerle kaledeki egemenliğini sürdürmüş v böylece yirmi yıl hazinenin ve kalenin hâkimi olmuştur.”(4)

 
I.Eumenes dönemine ait bir Pergamon sikkesi üzerinde betimlenen Philetairos 
(https://en.wikipedia.org/wiki/Pergamon#/media/File:EmenesICoin.JPG)

Philetairos, kendisi ölmeden önce yönetimi yeğeni ve evlatlığı olan I. Eumenes’e bırakır. I. Eumenes ile başlayan krallık çağı, Ege için önemli bir kültür evresi olur. Roma ile yakınlaşan Bergamalıları taciz etmek amacıyla Bithinyalıların; Trakya üzerinden gelerek Marmara’nın batı kıyısından Anadolu’ya geçirdikleri Galatlar, uzun yıllar bölgeye büyük zararlar verirler. Eumenes I’den sonraki Kral Attalos I zamanında Galatların yenilgiye uğratılmasının ardından, kentte sanatsal üretim artar; bu çaba ile Galatlara karşı kazanılan zaferin ölümsüzleştirilmesi amaçlanmıştır.

 
Ölmekte olan bir Galatyalı heykeli; Berlin Müzesi
(https://tr.wikipedia.org/wiki/I._Attalos#/media/Dosya:NAMA_Galate.jpg)

 
I.Attalos; II. Eumenes dönemine ait bir büstü 
(https://en.wikipedia.org/wiki/Pergamon#/media/File:AtaloPergamo.jpg)

Eumenes II ve ardından gelen kardeşi II. Attalos (Philadeiphos lakaplı) döneminde ise, krallığın büyümesi sürer; öyle ki Bergama, gücünün ve büyümesinin sınırlarına ulaşır. Zeus Sunağı, 200 bin ciltlik Bergama Kütüphanesi gibi kültürel zenginlikler bu dönemde kente kazandırılır. Attalos II döneminde krallığın etki alanı, günümüz Antalya’sına (Attaleia) dek genişletilir.

 
İ.Ö. 188 yılında Selevkoslarla yapılan Magnesia Savaşı'ndan sonra Apameia (bugünkü Dinar) Barışı ertesinde Pergamon Krallığı'nın genişleme sınırları
(https://tr.wikipedia.org/wiki/Pergamon_Krallığı#/media/Dosya:Asia_Minor_188_BCE.jpg) 

  
1882'de Friedrich Thierch tarafından yapılan bir Pergamon Akropolü tasavvuru
(https://en.wikipedia.org/wiki/Pergamon#/media/File:Acropolis_of_Pergamon_-_Friedrich_Thierch_-_1882.jpg)

 
Pergamon'da Zeus Altarı; Berlin Müzesi
( https://en.wikipedia.org/wiki/Pergamon#/media/File:Pergamonmuseum_Pergamonaltar.jpg)

 
Zeus Altarı'nın Bergama'daki hali
( https://en.wikipedia.org/wiki/Pergamon#/media/File:PergamonAltar2000.jpg)

Attalos II’nin ölümüyle tahta geçen ve 5 yıllık bir saltanat süresinden sonra, ölmeden önce Pergamon Krallığı topraklarını bir vasiyetname ile Roma’ya bırakan Attalos III, bu kararı ile ölümünden sonra Küçük Asya’yı büyük bir bunalımın içine sürükler.

 
Attalos III
(https://alchetron.com/Attalus-III#attalus-iii-0b04056d-7b15-4753-9857-05d4b823337-resize-750.jpeg)

Pergamon’un topraklarını genişletme sürecinde Büyük İskender’in ardılları olan Makedonya, Mısır (Ptolemaioslar) ve Suriye (Selevkoslar) Krallıkları ile Batı Anadolu merkezli giriştikleri güç mücadelelerinde sıkıştıkları anlarda Roma’dan talep ettikleri destek çağrıları, karşılıksız kalmaz; bu çağrılar, eninde sonunda Roma’nın Doğu’ya yönelen ilerleyişine haklı bir gerekçe de oluşturacaktır.

 
Pergamon Akropolü ile ilgili olarak 19.yy.da Alman arkeologları tarafından yapılan bir başka çizim
 (https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Drawing_of_ancient_Pergamon.jpg)

Roma’da; o zamanlar…

Roma’da kimi uzun ve yıpratıcı savaşlar sonrasında yok olan, kimisi de savaş yorgunu olarak döndükleri çiftliklerinde eski hayatlarındaki düzeyi yakalayamayan; ordunun belkemiği küçük toprak sahipleri, savaşlar nedeniyle ihmal edildiği için verimsizleşen topraklarını zaman içinde büyük toprak sahiplerine kaptırdılar ve işsiz güçsüz bir şekilde şehirlere akın ettiler. Bu öfkeli ve işsiz yığınların Roma’daki huzur ve güvenliği tehdit eder bir noktaya gelmeleri sonrasında İ.Ö. 133 yılında plebler adına konsül seçilen Tiberius Sempronius Gracchus (İ.Ö. 163-133) göreve gelir gelmez toplumsal krizi aşmaya dönük olarak bir tür toprak reformunu gerçekleştirmek için bir çabaya girişti.

 
Romalı reformcu kardeşler; Tiberius Sempronius Gracchus (solda) ve Gaius Gracchus...
(https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2019/01/31/gracchus-kardesler-halkci-mi-halk-dusmani-mi/)

“Roma’nın resmi tarih yazımının arka planında, uzun bir sürece yayılan Patrici-Plebs mücadelesi eksenli bir sınıf çatışması ve bunun uzantısı olarak Populares hareketi ile çeşitli boyutlarda köle ayaklanmaları söz konusuydu. Kentli ve köylü özgür halk da hareketlenmekte; kentlilerin yaşam koşulları gittikçe ağırlaşmakta ve köylüler topraksızlaşmaktaydı. Çiftçiler ve köylüler, o güne dek onlara ulaşmamış hizmetler ve savaşlar için vergi ödemekten hoşnutsuzdu. Bu tarihsel arka plandan doğan bir reformcu olarak Tiberius Sempronius Gracchus, İ.Ö. 133 yılında halk tribunusu (konsül) seçilmiş ve topraksız halka toprak verebilmek adına kamu topraklarının yoksullara dağıtımını organize edecek bir tasarı sunmuştur. Tiberius Gracchus; bu tasarının gerçekleşebilmesi için, bu sürece denk gelen Pergamon Kralı III. Attalos’un ölümü ve krallık topraklarının Roma’ya devri ile buradan gelecek olan gelirin halka devredilecek şekilde düzenlenmesi için senatoya başvurmuştur. Ancak zaten senatonun iktidar alanına müdahalesi ile dikkatleri üzerine çekmiştir ve ilerleyen süreçte planladığı reformları tam anlamıyla gerçekleştirerek bir dönüşüm yaratamadan (bir toplantı sırasında linç edilir ve cesedi Tiber nehrine atılır) öldürülecektir.”(5)

 
Tiberius Gracchus'un linç edilerek öldürülüşünü betimleyen bir resim
(https://historycollection.com/16-dramatic-and-impactful-assassinations-from-history/6/)

Tiberius Gracchus, kendi ismiyle anılan tarım reformunu planlar ve uygulamaya çalışırken, kendisine rehberlik eden önemli bir kişi vardır; İtalya’nın Campania bölgesinin Cumae kentinden Gaius BlossiusRoma’da zamanının önemli bir düşünürü olarak tanınan Blossius, Stoacı filozof Tarsuslu Antipater’in öğrencisidir ve Yunan retorik ustası Diophanes ile birlikte Gracchus Reformları’nın teorik altyapısını oluşturan kişi olarak öne çıkar. Tiberius Gracchus’un katlinden sonra Senato, Blossius’u sorguya çeker. Bu sorgu sırasında Blossius, doğruluktan ve onurundan ödün vermeyerek ‘Gracchus’un kendisine vereceği her talimatı tereddütsüz yerine getireceğini’ ifade eder. Senatoda onun sorgulayanlar, ‘Roma’yı yak dese yakar mıydın?’ diye sorarlar. Önce, ‘o böyle bir talimat vermezdi’ der. ‘Varsayalım ki verdi’ diye ısrar edilmesi üzerine, ‘ancak Roma halkının gerçek çıkarları bunu gerektiriyorsa böyle bir emir verirdi’ diye yanıt verir. Bu ifade üzerine ve belki de Roma Yönetimi’ndeki ona arka çıkanların desteği ile Diophanes’i bekleyen kaderden kurtularak, Roma’dan kaçmasına izin verilir. 

 
İtalya'daki Grek kolonileri; Magna Graecia (Büyük Yunanistan)
(https://tr.wikipedia.org/wiki/Magna_Graecia#/media/Dosya:Magna_Graecia_ancient_colonies_and_dialects-en.svg)

 
Pergamon Tiyatrosu ve arkada modern Bergama
(Haziran 2017)

Roma’dan ayrılan Blossius’un sığındığı yer, belki de dünyada Spartaküs’den önce; ilk köle ayaklanmasının başını çekecek olan Pergamon Krallığı’ndaki Aristonikos’un yanıdır. Bir zamanlar Gracchus’a verdiği desteğin bir benzerini bu kez, II. Eumenes’in gayri meşru oğlu olan ve III. Attalos’un ölümü sonrasında Pergamon Krallığı üzerinde hak iddia eden Aristonikos’a verecektir.

 
Pergamon Tiyatrosu yakınlarında bir tonoz kemer
(Haziran 2017)

 
 Dağa Kaçtım gezginleri; Pergamon Tiyatrosu'nda...
(Haziran 2017)

Aristonikos Ayaklanması

Roma’nın Pergamon Krallığı’nın son dönemlerine doğru Anadolu’daki yayılma sürecinde ortaya çıkan Aristonikos Ayaklanması, kapsamı ve niteliği açısından tartışmalı bir konu olarak karşımıza çıkar. II. Eumenes’in Ephesos’lu bir şarkıcı ya da dansözden olma gayri meşru oğlu Astronikos’un Pergamon tahtında hak iddia etmesi ile başlayan ve gelişim sürecinde toplumun en altında yer alan katmanların ve kölelerin katılımıyla bir toplumsal başkaldırı şekline evrilen bu isyanın giderek sosyoekonomik karakteri daha öne çıkar. 

 
Aristonikos'un III.Eumenes adıyla bastırdığı sikkenin ön ve arka yüzleri 
(https://bilimvegelecek.com.tr)

“Esasen Aristonikos Ayaklanması’nı çok boyutlu ve heterojen bir başkaldırı olarak ele alabiliriz: Pergamon Krallığı’nın son kralının ölümünden sonra Aristonikos tahtta hak iddia ederken, ezilenler ise onun ordusu içerisinde kendi sosyoekonomik hak mücadelelerini vermekteydiler. Bu bağlamda Aristonikos, belki de ezilenlerin bir hak savunucusu ve temsilcisi veya bir sosyal reformcu olduğu için değil, kendi amacına ulaşmak için desteğini almak zorunda olduğu alt sınıflar ve kölelerle birlikte hareket etmekteydi.
Aristonikos İsyanı öncesinde Pergamon Krallığı, kent ve kent toprakları dışında kalan krallık toprakları olarak polis ve khora’dan oluşmaktaydı. Polis, nüfusu yurttaşlar, yabancılar, asker kökenliler, azatlı köleler ve köleler olarak ayrışmış durumdaydı. Bu durum, “demokratik” Antik Yunan sisteminden kalan geleneğin siyasal ve sınıfsal ayrışmada devam ettiğini, ancak sistemin merkezi bir krallık otoritesine entegre edilerek dönüştürüldüğünü düşündürebilir. Krallığın en önemli gelir kaynağı, krallığa bağlı şehirlerin ve yerli küçük toplulukların ödediği vergilerdi. Mülk sahipleri, vergilerini ödemedikleri takdirde, arazileri ve arazileriyle birlikte arazilerinde çalışan köleleri kraliyet mülkü haline gelmekteydi. Yerli halklar, ikamet ettikleri şehirlere vergi ödemekteydi. Şehirler ise, yerel vergiler üzerinden merkeze daha yüklü miktarda bir vergiye tabi tutuluyordu, böylelikle bağımlı şehirlerin finansal kaynakları, krallık tarafından kısılmaktaydı. Bu durum, kentleri doğrudan merkeze bağımlı kılmaktaydı. Hellenistik dönem sosyoekonomik tarihi üzerine kapsamlı çalışmalar yapmış olan tarihçi Rostovtzeff, Roma ile yakın ilişkileri sayesinde bölgede siyasi olarak üstün bir konuma sahip olan Pergamon aristokrasisinin ekonomik anlamda halk ile arasında ciddi bir uçurum olduğunu söyler. Rostovtzeff’e göre şehirli kesim oldukça rahat bir yaşam sürerken, alt sınıflar zor koşullar içerisinde çalışmaktadır ve zenginlerin arazileri, kiracı yoksul çiftçiler ve köleler tarafından işlenmektedir. Buna eklenen vergi yüküyle birlikte üretimci yoksul kesim ile bu emeğe el koyan zenginler arasında gittikçe açılan uçurum, son kralın ölümü ile krallığın Roma’ya miras bırakılması arasındaki sürecin siyasi boşluğunda bir isyanın zeminini hazırlamış olabilir.”(6)

 
Bergama'da, Akropol'ün eteklerinde Kozak yolu üzerinde, 2019 Mart ayında açılışı yapılan; Pergamon tahtının varisi Aristonikos'un heykeli; elinde güneş kursuyla...
(https://tr-tr.facebook.com/BERGAMALILAR/photos) 

MÖ 133 yılında III. Attalos’un ölümü sonrasında Pergamon’u Roma’ya bıraktığı vasiyeti, Roma Yönetimi tarafından onaylansa bile yerinde yapılacak düzenlemeler gereği Roma’dan görevlendirilen komisyonun Pergamon’a varışı İ.Ö. 132’yi bulur. Bu arada Aristonikos İsyanı başlamıştır bile. 

 
Pergamon Akropolü'nde döşeme yol 
(Haziran 2017)

Prof. Hasan Malay’ın Bergama Kültür ve Sanat Vakfı (BERKSAV) Belleten-3 dergisinde yayınlanan Aristonikos Ayaklanması ile ilgili makalesinde bu isyanın toplumsal iklimi aşağıdaki şekilde ifade edilmektedir:

“Son kralın öldüğü sıralarda Pergamon Krallığı, birçok sosyal huzursuzluklarla çalkalanmaktaydı. Krallar her zaman için köle ayaklanması ihtimalini gördüklerinden, toplumun bu alt tabakasını hoşnut etmek üzere bazı imtiyazlar tanımayı denemişlerdi. Örneğin, paroikoi (yabancı yerleşimciler) sınıfına ve paralı askerlerin bir kısmına vatandaşlık hakkı verilirken, köleler de paroikoi sınıfına alınmışlardı. Ancak, bu imtiyazların verilişinde bile birçok haksızlıklar yapılmıştı. Zaten, o devir bir sosyoekonomik çalkantı ve huzursuzluk devriydi. Sicilya'daki köle ayaklanmasının haberi hemen tüm Akdeniz dünyasına yayılmış ve bu haber Anadolu'daki köle nüfusu hayli umutlandırmıştı. Diodoros, bu dönemde köleleri ayaklanmaya sevk eden yaygın bir "köle zulmü"nden söz etmektedir.”(7)

 
Roma'da köle isyanlarını betimleyen bir friz 
(https://bilimvegelecek.com.tr)

Roma’nın sosyoekonomik tahakkümüne karşı huzursuzlukların ve çeşitli boyutlarda girişimlerin başladığı bu süreçte, Pergamon’da Aristonikos Ayaklanması gibi bir isyanın patlak vermesi, tarihsel olarak belki de kaçınılmazdı. Pergamon’un egemenleri de böylesi bir ihtimali öngörmüş olacak ki, Pergamon’un Roma’ya bırakılışının vasiyet edilmesinden hemen sonra bir yasa çıkarılmıştır. Buna göre özellikle kırsal kesimde yaşayan, özgür olan ancak yurttaşlık hakkına sahip olmayan büyük bir kitleye yurttaşlık hakkı tanınmış, bazı kölelere ise yabancı statüsü (paroikoi) verilmiştir. Bu yasanın olası ayaklanmaya dair bir korku içerisinde yazıldığını düşündüren bir başka vurgu ise, kenti terk edenlerin veya terk etme hazırlığı içerisinde olanların mallarına el koyulacağı tehdididir. Bu durum, kentte ve civarında yaşayan yoksul ve alt tabakadan birçok insanın Pergamon’u terk ederek ayaklanmaya katıldığını veya katılmaya hazırlandığını düşündürebilir.

 
19.yy.da Pergamon'da Zeus Altarı; Christian Willberg'in çizgileriyle (1879)...
 (https://en.wikipedia.org/wiki/Pergamon#/media/File:Ruins_of_Pergamon_by_Christian_Wilberg_in_1879_(2).jpg)

Prof. Hasan Malay, yukarıda anılan yayında Pergamon tiyatrosunda bulunan bir yazıtta yer alan III. Attalos’un ölümü sonrasında çıkarılan bu yasa ile ilgili şu ifadeleri aktarmaktadır:

“Mademki kral Attalos Philometor Euergetes, ölümü ile vatanımızı ve ayrıca bizzat saptadığı bir bölgeyi özgür olarak bırakmış ve şimdi bu vasiyetin Romalılar tarafından onaylanması gerekmektedir ve mademki kamunun selameti için aşağıda belirtilen halk tabakalarına gösterdikleri iyi niyetten dolayı vatandaşlık hakkı tanınması gerekmektedir; (o halde) halk, şu sınıflara vatandaşlık hakkı tanımayı kabul etmiş bulunmaktadır: Resmi kayıtlara yabancı (parokoi) olarak geçenler, şehir veya arazisinde yerleşik durumda bulunan askerler, Makedonialılar, Mysialılar, kalede veya eski şehirde bulunan kolonistler, Masdyenes (kavmi), garnizon askerleri, şehir veya arazisinde oturan veya buralarda mülkü olan diğer özgür kişiler ve onların kadın ve çocukları, ayrıca, Philadeiphos (II. Attalos) ve Philometor (III. Attalos) devrinde satın alınan veya ganimet olarak alınıp kraliyet mülkü olarak işlem gören köleler hariç olmak üzere, yaşlı veya genç kraliyet köleleri ve azatlıların çocukları yabancı uyruklular (paroikoi) sınıfına alınacaklardır. Kadın veya erkek olsun, kral ölünce kenti terkedenler veya şimdi terketmek üzere olanlar oy verme hakkından yoksun bırakılacaklar ve tüm malları şehre devredilecektir.”(8)

 
Bir Pergamon tasavvuru daha...
(https://en.wikipedia.org/wiki/Pergamon#/media/File:View_of_ancient_Pergamon.jpg)

 
Tiyatro ve Bergama
(Haziran 2017)

Pergamon Krallığı’nın son hâkimi olan III. Attalos ile ilgili olarak tarihi kaynaklarda türlü rivayetler anlatılmaktadır. Kimi zaman muhaliflerine karşı onları tarifsiz işkencelerle öldürtecek kadar oldukça zalim, kimi zaman da kendisini şifalı otlardan ilaç üretimine dek geniş bir yelpazede botanik bilimine vakfedecek denli özel ilgi alanlarına sahip birisi olarak tanımlanmaktadır. Prof. Hasan Malay’ın aktardığına göre; Pergamonlu ünlü tıp bilgini Galenus (İ.S. 130-200), Attalos’un her türlü zehirli otla ilgilendiğini, ancak hazırladığı panzehirleri sadece ölüme mahkûm suçlular üzerinde denediğini ve kralın böyle bir denemeyi suç saymadığını, bizzat kendisinin söylemiş olduğunu yazmaktadır. Diğer bazı antik yazarlar da; Attalos’un deri üzerindeki çıbanlara iyi gelen bir merhem ve hazım bozukluklarını gideren bir diyet hazırlamış olduğunu yazdıklarına göre; bu kralın, sadece insanlara eziyet etmek üzere bu araştırmaları yapmış olması, zayıf bir ihtimal olarak görünmektedir. Öte yandan, Attalos'un diğer merakları arasında; her türlü hayvan ve özellikle böcekler üzerinde incelemeler yapmak ve şarapçılık, zeytincilik gibi tarımsal çalışmalarda ilginç yöntemler geliştirmek de bulunmaktaydı.”(9)

 
Pergamon'dan Bergama'ya bakış
(https://en.wikipedia.org/wiki/Pergamon#/media/File:Pergamon_10.jpg)

Tahtta 5 yıl hüküm süren bu ilginç hükümdar, belki Roma’nın Anadolu’da ilerleyişi sırasında Pergamon kentinin zarar görmesini engellemek kaygısıyla veyahut Roma ile zaman içinde gelişen bağlaşık ilişkilerine dayanarak, ölmeden önce Pergamon Krallığı’nı Roma’ya bıraktığına dair bir vasiyetname hazırlar. Bu konuda yine Prof. Hasan Malay, şu bilgileri aktarıyor:

 
Pergamon Akropolü'nde cephanelikler
(Haziran 2017)

“Birçok antik yazar tarafından nakledilen bu vasiyetnamenin gerçek olup olmadığı konusundaki bazı kuşkular, Pergamon’da 1890 yılında bulunan bir yazıt sayesinde ortadan kalkmış bulunmaktadır. Vasiyetin tam metni bilinmediği için, kralın hangi gerekçe ile bu şekilde davrandığını bilemiyoruz. Ancak, bunu Pergamon krallarının geleneksel Roma dostluğu ile açıklamak mümkün olabilir. Nitekim krallık, ulaştığı dillere destan zenginlik ve kudreti, Magnesia Savaşı'ndan sonra Romalıların yaptığı yeni düzenlemelere borçluydu. Öte yandan, Attalos'un bu vasiyetini, devletini Roma gibi bir süper gücün daha büyük bir tamahına karşı hazırlamış olabileceğini ileri süren bilim adamları da vardır.

  
Pergamon Akropolü'nde Tiyatro terasının önünde yer alan Diyonisos Tapınağı
(Haziran 2017)

Bu vasiyeti bize aktaran bazı antik yazarlar; örneğin Florus ve Seneca, Attalos'un tüm ülkeyi değil de, sadece "kişisel mülkünü" Romalılara bıraktığını yazıyorsa da, gerçek şudur ki, burada sözü edilen "kişisel mülk", sadece kraliyet hazinesini ve kendi malını içermekle kalmıyor, fakat aynı zamanda kraliyete ait arazileri (agri Attalici), ormanları, atelyeleri ve cok sayıdaki köleyi de kapsıyordu. Öte yandan, vasiyetin içeriği hakkında bize dolaylı bilgiler veren bir Pergamon dekretinden anlaşıldığına göre, Pergamon şehri ve ona bağlı arazi (territorium) ile birlikte bazı Grek kentleri de özgür bırakılmaktaydılar. Şu halde,;kralın, vasiyetini bazı koşullarla yapmış olması mümkündür.”(10)

 
Trajan Tapınağı; Akropol
(Haziran 2017)

 
Trajan Tapınağı; Korint tarzı sütunlar
(Haziran 2017)

Anlaşılıyor ki; Pergamon Krallığı’na, Magnesia Savaşı’nda Selevkoslara karşı Roma tarafından verilen destek ve İ.Ö. 188 yılında imzalanan Apameia Barışı, ileriki yıllarda Anadolu’da tesis edilecek yeni düzenin de taşlarını döşemiş olmalıdır. Attalos’un vasiyeti, bir anlamda genişleme sınırlarına ulaşmış bir Pergamon’un III. Attalos zamanında Roma’ya tesliminden başka bir seçeneğin kalmadığının bir belgesi niteliğindedir.

  
Asklepion; Via Tecta, hastaların şifa merkezine ulaşmak için yürüdükleri yaklaşık 1 km.lik kutsal yol
(Haziran 2017)

 
Asklepion; Roma Tiyatrosu ve Kutsal Çeşme
(Haziran 2017)

Artık gelelim Aristonikos’a; Attalidler hanedanının gayrimeşru mirasçısı olduğunu iddia eden ve bunun için Pergamon’a ve Roma’ya karşı isyan eden ayaklanmanın önderinin hikâyesine…

Aristonikos, Pergamon Kralı II. Eumenes’in Ephesoslu bir arpçıdan (ya da dansöz) olma evlilik dışı oğlu olarak bilinmektedir. III. Attalos’un ölümü ve ülkeyi Roma’ya bırakan vasiyetinin ortaya çıkışı sonrasında, Pergamon tahtının kendine ait olduğunu iddia ederek tahta çıkmak ister. Strabon’a göre; Aristonikos, kraliyet ailesine mensup bir kişidir. Ama Eumenes’in oğlu olduğunu açıkça yazmaz.

 
Zeus Altarı rölyeflerinden...
(Kaynak: Wikipedia) 

Smyrna’dan sonra Leukai denilen küçük bir kente gelinir. Attalos Philometor’un ölümünden sonra, kral ailesinden olduğu için saygı duyulan ve krallığı ele geçirmeyi tasavvur eden Aristonikos burada ayaklanmıştı.”(11)

 
Çamaltı Tuzlası; Üç Tepeler ya da Leukai Antik Kenti
(M. Yavuzcezzar; Aralık 2017)

  
Leukai'de duvar izleri
(M. Yavuzcezzar; Aralık 2017)

Livius ve Eutroplus gibi bazı antik dönem yazarları ise, Aristonikos’un II. Eumenes’in oğlu olduğu konusunda hem fikirdirler. Anlaşıldığı kadarıyla o sıralar kendisi Bergama’da değildir; belki de sürgündedir. Aristonikos, taht talebi sonrasında, İ.Ö. 133-129 yılları arasında sürecek ayaklanmayı başlatır sonunda.

 
Üç Tepeler'den Gediz Deltası'na ve Foça'ya doğru bakış
(M. Yavuzcezzar; Aralık 2017) 

Ayaklanmanın seyrine bakılırsa, Aristonikos’un öncelikle Batı Anadolu sahillerine yöneldiğini ve buradaki kentleri ele geçirmeyi hedeflediğini söyleyebiliriz. Kölelerden ve yoksullardan oluşan ordusu ile birlikte İzmir Körfezi’nin kuzeyindeki Leukai’yı (bugünkü Çamaltı Tuzlası civarı) ele geçirdikten sonra, Pergamon savaş filosunu kendine bağlar ve Phokaia’dan da gemi desteği alır. Leukai, bir anlamda ayaklanmanın merkez üssüne dönüşür. Phokaia ise, Aristonikos’a en büyük desteği veren yegâne kenttir. Kolophon (Değirmendere) ve Samos Adası’nda ise kendisine karşı bir direniş vardır ve buraları işgal ederek kontrol ettiği toprakları Karia’ya dek genişletir. Karia’da Myndos’u (Gümüşlük) ele geçirir. Phokaia dışında başka bir büyük şehirden destek alamayan Aristonikos, Smyrna ve Ephesos şehirlerini kuşatır; ancak bölgenin iki önemli kenti Roma’ya sadık kalırlar. Smyrnalılar, şehrin kapılarını Aristonikos’a kapatırlar.(12) Ephesos’da demirli bulunan kraliyet donanması ise, Aristonikos’un donanmasını Kyme (Nemrutkale) önlerinde bozguna uğratır. Bu yenilgi ile gücünün savaşı sürdürebilmek için yeterli olmadığını anlayan Aristonikos, iç bölgelere doğru çekilir. Buralarda sürmekte olan toplumsal huzursuzluklardan güç alarak bölgedeki köleleri ve alt katmanlardaki insan kalabalıklarını kendi safına çeker. 

 
İzmir'de bulunan bir kabartmada Roma'nın zincirlenmiş köleleri
(https://bilimvegelecek.com.tr)

Strabon, Aristonikos’un Kyme önlerinde uğradığı bozgun ve sonrasında içerlere doğru çekilişini şöyle anlatır:

Kymelilerin toprakları civarındaki bir deniz savaşında Ephesoslular tarafından yenilir yenilmez hemen Smyrna’dan sürgün edildi. Fakat o içerilere doğru gitti ve kısa zamanda çaresiz, desteksiz kalmış halktan çok sayıda insan ve hatta bağımsızlık vaadiyle Heliopolitai adını verdiği tutsakları dahi topladı.”(13)

 
Bergama Akropolü'nden arka dünyaya bakış; Kestel çayı ve baraj gölü
(Haziran 2017)

Bu dönem, Aristonikos’un kendini onarma, gücünü yeniden restore etme ve isyanının oturduğu sosyal tabanı daha açık bir şekilde tanımlama çabasında olduğu bir evredir. Prof. Hasan Malay, bu dönemde Aristonikos’un çevresindekileri ve çabasını şu şekilde aktarır:

 
Asklepion tüneli
(Haziran 2017)

 
Asklepion'da kutsal su; mermer bir hazneye dökülürken...
(Haziran 2017)

 
Pergamon Akropolü'nde tiyatronun vomitorium'larından biri
(Haziran 2017)

Aristonikos, çevresinde toplanan kölelere gerekli umut ve morali vermek üzere hareketini felsefi bir tabana oturtmayı da ihmal etmemişti. Bu düşünceden hareketle, taraftarlarına Heliopolitai (Heliopolis halkı ya da Güneş Ülkesi’nin insanları) adını vermişti. Bu isim, ya lambulos tarafından anlatılan ütopik Güneş Ülkesi’nden ya da Suriyelilerin Güneş Tanrısı'nın kült merkezi olan Heliopolis'den (Baalbek) alınmıştı. Vaat edilen bu Güneş Ülkesi'nde kölelik olmayacak ve herkes mal-mülk sahibi olacaktı. Yine bu sıralarda, Aristonikos'un ayaklanmasını desteklemek üzere Anadolu'ya gelen Cumae'lı filozof Gaius Blossius da isyanın böyle bir felsefi temel üzerine oturtulmasına katkıda bulunmuş olabilir. Sonraları, Aristonikos'un kesin yenilgisinden sonra, Blossius'un intihar ettiği bilinmektedir.”(14)

 
Roma Dönemi'nde Asia eyaletinin bir parçası olarak Pergamon toprakları; İ.Ö. 90 yılları...
(https://en.wikipedia.org/wiki/Pergamon#/media/File:Kleinasien_II.jpg)

Bu fikirsel ve lojistik tahkimat sonrasında yeterli güç ve moral devşiren Aristonikos, Mysia’daki Stratonikeia (Gelenbe), Apollonis (Akhisar yakınlarında Palamut kasabası) ve Thyateira’yı (Akhisar) ele geçirir. Bu süreçte bölgede Roma birlikleri bulunmamaktadır, dolayısıyla Roma’nın yapabileceği tek şey Aristonikos’a karşı olan şehirler ve müttefik yerel krallıklarla işbirliği yapmaktır. Bu çabalar yeterli olmaz ve bu dönemde Aristonikos’un ordusu yenilgi almadan ilerler.

 
Thyateira Kilisesi; Akhisar
(Eylül 2016)

 
Thyateira Piskoposluk Sarayı; Akhisar
(Eylül 2016)

Bu arada III. Attalos’un vasiyetiyle ilgili haberler Roma’ya ulaşmış ve vasiyetin gereğini yerine getirmek üzere Roma Senatosu tarafından görevlendirilen 5 yüksek dereceli memur, Bergama’ya doğru yola çıkmıştır. Zaman İ.Ö. 132 yılının ilk aylarıdır. Anadolu’ya ulaşan temsilciler, Roma Senatosu’nun vasiyeti onayladığına dair kararı, Pergamon’da ilan ederler ve kendi lehlerine belli düzenlemelerin yapılması ve asayişin sağlanması için Batı Anadolu’daki bir takım Grek şehir devletlerini ziyaret ederler; Roma’ya yönelik olarak destek ararlar. Bu temaslar ve kulis faaliyetleri sonrasında; Roma’ya dönen komisyon üyeleri, Batı Anadolu’da ciddi bir ayaklanmanın varlığından ve vasiyetin gereğini yerine getirmek için savaşı göze almak gerekliliğinden söz ederler. Başkentte gerekli değerlendirmeler yapılır ve Konsül Publius Licinius Crassus'un(İ.Ö. 180-130); Batı Anadolu’ya yönelik olarak düzenlenecek ve Aristonikos İsyanı’nın bastırılmasında görev alacak Roma ordusunun başına komutan olarak atanmasına karar verilir. Ne garip bir tesadüftür ki; bu Publius Licinius Crassus'un oğlunun (Marcus Licinius Crassus) torunu olan ve yine aynı adla anılan Marcus Licinius Crassus (İ.Ö. 115-53) da; İ.Ö. 73-71 yılları arasında patlayan Spartaküs Köle İsyanı'nın kanlı bir şekilde bastırılmasında en büyük rolü oynar.

Spartaküs'ün öldürülmesi; Hermann Vogel'in eseri...
(https: //en.wikipedia.org/wiki/Spartacus#/media/File:Tod_des_Spartacus_by_Hermann_Vogel.jpg)

İ.Ö. 131 yılında Konsül Crassus, güçlü bir Roma ordusu ile Batı Anadolu’ya gelir. Bu arada Anadolu’daki Bithinia Kralı Nikomedes, Kapadokya Kralı Ariarathes, Pontus Kralı V. Mithradates Euergetes, Paphlagonia Kralı Pylamenes ve Aristonikos’un Karia’da Mnydos’u işgalinden rahatsızlık duyan Halikarnassos da Konsül’e destek vererek oldukça güçlü bir bağlaşık ordusu oluştururlar. Crassus, Batı Anadolu’daki isyanın merkez üssü konumundaki Leukai kentini kuşatır. Ancak Aristonikos’un donanmayla gerçekleştirdiği ani bir baskın sonrasında, büyük kayıp vererek Pergamon kentine ve kuzeye doğru çekilmek zorunda kalır. Fakat Pergamon’a ulaşamadan; şimdiki Çandarlı (Elaitikos) Körfezi’ne dökülen Bakırçay (Kaikos) ırmağının deltası yakınlarındaki Elaia (Kazık Bağları) ile daha güneydeki Güzelhisar (Tisna) çayının deltası civarında kurulu Myrina (Karadut Mevkii) kentleri arasında bir yerde, Aristonikos’a bağlı isyancılar tarafından yakalanarak tutsak edilir. 

 
Dağa Kaçtım gezginleri, Myrina Akropolü'nde...
(Şubat 2010)

 
Pythkos'un (Güzelhisar çayı) deltasının Myrina Akropolü'nden görünümü; en uçta Myrina limanı...
(Şubat 2010)

Crassus, bir Roma konsülünün esir düşmesini küçültücü bulduğundan, atındaki değneği alıp, kendisini Aristonikos'a götürmekte olan Trakyalı askere saldırır ve onun bir gözünü çıkarır. Acılar içinde kıvranan asker, Crassus'u orada öldürür ve başını Aristonikos'a götürür. Crassus'un ölümü ile Aristonikos, başarılarının zirvesine ulaşmıştır. Onun bu güçlü durumundan yararlanmak isteyen Pergamon'daki taraftarları, başkente de saldırması için büyük baskı yaparlar.”(15)

Pergamon'un Limanı; Elaia ya da Kazık Bağları
(Eylül 2008)

Kaikos (Bakırçay) deltası ve Elaia'nın antik limanı
(Eylül 2008)

Ancak Pergamon’un savunmasından sorumlu Pontus Kralı V. Mithradates, Aristonikos’un taraftarlarının ayaklanmasını sert bir şekilde bastırır ve Aristonikos’un Pergamon’un içinden görmesi muhtemel desteği engeller. Bu arada Konsül Crassus’un ölüm haberi Roma’ya ulaşmıştır. Batı Anadolu’daki Roma ordusunun başına bu kez daha önce Sicilya’da patlayan köle ayaklanmasını bastıran ve İ.Ö. 130 yılında konsül olan Marcus Perperna getirilir. Kısa sürede Anadolu’ya ulaşan Perperna, arka arkaya kazandıkları savaşlarla zafer sarhoşluğuna kapılan Aristonikos ve askerlerini büyük bir bozguna uğratır. İçerilere doğru çekilen Aristonikos güçleri, Mysia’daki Stratonikeia’da Marcus Perperna liderliğindeki Roma ordusu tarafından kuşatılır. Şehir, Perperna tarafından bütün ikmal yolları kesilerek açlığa mahkûm edilir. Açlığa ve susuzluğa dayanamayan Aristonikos kuvvetleri, Roma ordusuna teslim olmak zorunda kalırlar. Güneş Kralı Aristonikos’u esir alarak Bergama’ya dönen Konsül Perperna, isyancıların liderini ve Pergamon kentinin Lysimakhos’dan kalma meşhur hazinesini başkent Roma’ya gönderir. Romalıların intikam yöntemlerini iyi bilen Aristonikos’un danışmanı ve ayaklanmanın felsefi temelini ortaya koyan Gaius Blossius ise, kendi yaşamına son verir. Ayaklanmanın bastırılması sonrasında Perperna, tanrılara şükür adakları sunar ve zaferini kutlamak üzere düzenleyeceği tören ve yarışmalara davet etmek üzere savaştaki tüm bağlaşıklarına ve komşu şehirlere elçiler gönderir. Ancak zafer törenlerine katılmaya onun da ömrü vefa etmez; Konsül, yakalandığı bir hastalık sonucu Pergamon’da İ.Ö. 129 yılında ölür. Yenenler, yenilenlerin kanında yıkamıştır kılıçlarını yine. Pergamon kentinin sakinleri, Aristonikos tehlikesinin ortadan kaldırılmasının onuruna savaş boyunca kutlanması ihmal edilen Herakleia ve Soteria festivallerini kutlamaya verirler kendilerini yeniden.

 
Pergamon Akropolü; Trajan Tapınağı ve Tiyatro, bir arada...
(Haziran 2017)  
 
Trajan Tapınağı'nın altındaki galerilerde...
(Haziran 2017)  

Aristonikos’un tutsak edilmiş olmasına rağmen, Güneş Ülkesi’nin taraftarları, bir süre daha direnişlerini sürdürürler. Bu arada, İ.O.129 yılında ölen konsül Perperna’nın yerine seçilen M. Aquilius, olup bitenlerden habersiz; hem Aristonikos'u ve hem de Pergamon hazinelerini ele geçirmek umudu ile yola çıkar. Anadolu'ya ulaştığında, savaşın Perperna tarafından kazanılmış olduğunu gören Aquilius, isyancıların son direnişlerini kırmak ve bazı hassas noktalara asker yerleştirmek üzere harekete geçer. Yanına, Karia’daki Bargylia’dan (Asarlık) temin ettiği destek güçlerini de alarak, dağlık Mysia Abbaitis bölgesine yönelir. Aquilius, ele geçirmekte güçlük çektiği ve direnmeyi sürdüren Heliopolitai halkının kullandığı su kuyularını zehirlemekten çekinmez.(16) Bu davranışı yüzünden Pergamon’da 'Hayırseverlik Tanrısı'(!) ilan edilir. İsyanın tamamen bastırılması yaklaşık olarak, İ.Ö. 128 yılına dek sürer. Her şey sona erdikten sonra Senato, isyana en büyük desteği vermiş olan Phokaia’nın yerle bir edilmesine karar verir. Marsilyalıların ana şehirlerini kurtarmak için yaptıkları müracaat sayesinde bu karar daha sonra yumuşatılır.

 
Pergamon'a Madra Dağı'ndan su taşıyan İlkçağ'ın su kemerleri
(A. Aydemir; Ocak 2015) 

Selinus, Serapion'un altından bu tüneller aracılığıyla Bakırçay ovasına doğru akardı.
(A. Aydemir; Ocak 2015) 

Prof Hasan Malay, Belleten Dergisi’ndeki makalesinde köle isyanının lideri olan Aristonikos’un sonunun ne olduğu ile ilgili olarak şu bilgileri aktarır:

Aristonikos'un akıbeti ne oldu? İlkçağ’da, Anadolu'daki bu en büyük köle ayaklanmasının sonu hakkında çelişen bilgiler almaktayız. Bazı antik yazarların belirttiği gibi (Sallustius ve Velleius Paterculus) eğer zafer alayında Romalılara teşhir edildiyse, Aristonikos'un, Aquilius'un Roma'ya dönüp bu zaferi kutladığı İ.Ö. 126 yılı sonlarına kadar yaşamış olması gerekir. Diğer bazı tarihçilerin (Hansen; Attalids) yazdığına göre de Aristonikos, Roma'daki bir hapishanede bulunduğu sırada boğdurulmuştu, çünkü savaşın asıl galibi olan Perparna’nın Pergamon’da ölümü nedeni ile bir zafer alayı tertip edilmiş olması mümkün değildir.”(17)

 

Serapion; Kızıl Avlu...

(Aralık 2006)

 

  

İlkçağ'da Mısırlı tüccarlar için yaptırılan Serapis Tapınağı; Serapion

(Haziran 2020)

 

Ayaklanmanın yorumlanması aşamasında; Bilim ve Gelecek Dergisi’nde Mart-2014’de yayımlanan Sera Yelözer’in “Antik Roma’da kölecilik, emperyalist yayılma ve bir isyan: Aristonikos Ayaklanması” isimli makalesinde şu düşünceler ileri sürülmektedir:


“Aristonikos Ayaklanması’nın alt sınıflar, yoksullar ve kölelere yani ezilenlere dair kapsamı ve niteliği; yani ayaklanmanın yalnızca Aristonikos’un taht iddiası ve mücadelesi ekseninde mi şekillendiği, yoksa talepleri ve itici gücü bakımından ezilenlerin bir başkaldırısı mı olduğu tartışmasına dair bir açılım, Aristonikos’un dağlık iç kesimlere çekilmesi ile belirginleşen “Güneşin Vatandaşları” vurgusu üzerinden yapılabilir. Sloganın belirginleştiği bölge ve hitap ettiği kitlenin kırsal nüfus olduğu düşünülebilir. Alternatif bir gelecek ve yeni bir düzen vaat eden böylesi bir slogan ile ayaklanma, gerek teorik olarak, gerekse de zaten pratikte de görüldüğü üzere köleleri, özgür statüde olan fakat ekonomik ve sosyal olarak sistemin alt tabakalarına itilenleri ve özellikle kırsaldaki yerel toplulukları kapsamıştır.

Spartaküs'ün ölümü; İtalyan ressam Nicola Sanesi'nin (1818-1889) eseri

(https://en.wikipedia.org/Spartacus#/media/File: Spartacus_by_Sanesi.jpg) 

Güneş Ülkesi ve onun özgür yurttaşları söylemi çerçevesinde baktığımızda; “Güneşin Vatandaşları” vurgusu öyle ya da böyle bir program çerçevesinde ayaklanmanın taleplerine, seyrine, sistemine ve arka plandaki ideolojisine entegre edilmişti. Dolayısıyla Aristonikos, kendisini taht sahibi bir lider haline getirmek için giriştiği bu mücadelede belki ezilenleri bir araç olarak görüyordu, belki de tahtı araçsallaştırarak geçmiş toplumların da mirası olan bu eşitlikçi, kolektif yaşam biçimine dair belleği yeni bir toplumsal düzeni şekillendirmek için canlandırmaktaydı. İ.Ö. 3.yy.da yaşamış olan Hellen filozof Iambulos’un hikâyesi ise, bu geçmişin hatırlanmasını sağlayacak bir mit, yani bir araçtı. Söz konusu mitin Stoa felsefesi ile yakından bağlantılı olduğu belirtilmektedir. Nitekim hikâye örnekleştirilerek vaat edilen bu yeni sistemde bulunmayacak olan sömürü düzeni ve ilişkileri, mülkiyet veya ordu, savaş gibi kavramlar Stoa felsefesine de zıttır. Romalı Stoacı filozof Blossius’un da Aristonikos’a katıldığını bilmekteyiz. Blossius, Aristonikos’un yanında karşımıza çıkmadan önce de Gracchus’larla birlikte anılan bir filozoftu. Çeşitli sosyal ve ekonomik talepler ve huzursuzluklar ile geçen bu süreçte, Roma’da reform veya başkaldırı gibi değişim talep eden hareketler içerisinde karşımıza çıkmaktadır. Bir ihtimal, Aristonikos’un; “Güneşin Vatandaşları” vurgulu programı, Blossius ile birlikte kurgulamış olabileceğidir.”(17)

 
Bergama'da Kozak yolunda bir isyankar; Aristonikos, bir elinde güneş kursu, diğer elinde kılıcı bitmeyen bir kavgayı anlatır. Hep sürecek.

(Haziran 2020)


Aristonikos Ayaklanması’nı, nihayetinde evlilik dışı bir ilişkinin ürünü olan bir kişinin (Aristonikos) Pergamon tahtı üzerinde hak iddia etmesi ve bu “legalite” üzerine dayandırdığı taht mücadelesini Güneş Ülkesi fikri temeline oturtarak, bu ütopya merkezinde; çevresine toparladığı köleler ve toplumun en altında yer alan katmanların desteğini alarak geliştirdiği bir başkaldırı olarak tanımlayabiliriz. Ama köleci toplumun Roma merkezli bir krizi işaret ettiği bir zaman dilimine denk düşen böyle bir başkaldırı, kendisinden sonraki diğer köle ayaklanmalarına bir ilham kaynağı olmuş mudur? Bergama halkının isyan sonrasında ayaklanmacılara karşı beslediği korku ve düşmanlık hisleri hangi sınıfsal temellerden kaynaklanmaktadır? Pergamon’da bulunan bir adak şiirinde(18) adak sahibi tarafından dile getirilen “kendisini Aristonikos’tan koruyan tanrıça Athena’ya duyduğu minneti” hangi duygular içinde dile getirmiş olabileceğini nasıl açıklamalıyız? Dağ başlarında bir ütopyanın peşinde koşturan savaşçılar kimlerdi? Onlar neyin peşindeydiler? Taht ve özgürlük kavgaları nasıl bir noktada kesişmiş ve hangi sarmala bulanmıştı? Belki bunları asla hiç öğrenemeyeceğiz; ama bu isyanları, öyle ya da böyle tıkanmış bir köleci sistemin sonunu hazırlayan ilk işaretler olarak kabul edeceğiz hep. Tıpkı 17.yüzyılda çürümüş bir feodal yapının ve aristokrasinin tükenişi sürecinde; yine İtalya’da bir başka Güneş Ülkesi ütopyasının peşinde hayatını veren düşünür Tommaso Campanella’nın dediği gibi:

“Ben doğacak yeni sabahların çan sesiyim.”

İnsanlığın bu arzusu ve onun uğruna öncülerinin verdiği mücadele hiç bitmeyecek.

Dipnotlar:
(1)     Tommaso Campanella, Güneş Ülkesi-En İyi Devlet Üstüne Sorunlar; Çevirenler: Haydar Kazgan-Vedat Günyol; Çan Yayınları; İstanbul-1974; Vedat Günyol’un Önsözü’nden alınmıştır. Sayfa: 5-6
(2)    Sera Yelözer, Antik Roma’da kölecilik, emperyalist yayılma ve bir isyan: Aristonikos Ayaklanması; Bilim ve Gelecek Dergisi; Mart-2014; bkz. https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2014/03/01/antik-romada-kolecilik-emperyalist-yayilma-ve-bir-isyan-aristonikos-ayaklanmasi/
(3)    Telephos Söylencesi’nde Azra Erhat’ın Mitoloji Sözlüğü’nden yararlanılmıştır.
(4)    Strabon, Antik Anadolu Coğrafyası (Geographika: XII-XIII-XIV); Çeviren: Prof. Dr. Adnan Pekman; Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 3.Baskı-İstanbul 1993; sayfa: 129-130
(5)    Sera Yelözer; a.g.m.
(6)    Sera Yelözer; a.g.m.
(7)     Prof. Dr. Hasan Malay; Aristonikos Ayaklanması (İ.Ö. 133-129); Bergama Belleten, sayı:3-Ocak 1993; Bergama Kültür ve Sanat Vakfı (BERKSAV); sayfa:21; bkz. http://bergama.bel.tr/wp-content/uploads/belleten3.pdf
(8)    Prof. Dr. Hasan Malay; a.g.m; sayfa: 22; bkz. http://bergama.bel.tr/wp-content/uploads/belleten3.pdf
(9)    Prof. Dr. Hasan Malay; a.g.m; sayfa: 10; bkz. http://bergama.bel.tr/wp-content/uploads/belleten3.pdf
(10) Prof. Dr. Hasan Malay; a.g.m; sayfa: 20; bkz. http://bergama.bel.tr/wp-content/uploads/belleten3.pdf
(11)  Strabon, a.g.e; sayfa: 166
(12) Aristonikos Ayaklanması’ndan yaklaşık 3 yüzyıl sonra dahi Smyrna’nın bu isyan sırasındaki tavrı, Aelius Aristeides tarafından Romalılara şöyle hatırlatılmaktadır: “Smyrna kapılarını Aristonikos’a kapattı, hatta onunla savaştı ve bu nedenle övgüye layık oldu.” Nitekim Smyrna arazisinin doğu sınırı üzerindeki Belkahve Kalesi’nden getirilen bir yazıt, Aristonikos ile savaşım dönemine tarihlenmektedir. İ.Ö. 2.yüzyılın sonlarına tarihlenen bu yazıtta komutan Demetrios ve yakınları, muhtemelen Aristonikos’un kuvvetlerine karşı savaştıkları için altından taçlarla onurlandırılmaktaydılar. (Kaynak: Prof. Ersin Doğer; İzmir’in Smyrna’sı; İletişim Yayınları, 1.Baskı-İstanbul 2006; sayfa:103)
(13) Strabon, a.g.e; sayfa: 166
(14) Prof. Dr. Hasan Malay; a.g.m; sayfa: 23; bkz. http://bergama.bel.tr/wp-content/uploads/belleten3.pdf
(15) Prof. Dr. Hasan Malay; a.g.m; sayfa: 25; bkz. http://bergama.bel.tr/wp-content/uploads/belleten3.pdf
(16) Prof. Dr. Hasan Malay; a.g.m; sayfa: 27; bkz. http://bergama.bel.tr/wp-content/uploads/belleten3.pdf
(17)  Prof. Dr. Hasan Malay; a.g.m; sayfa: 27; bkz. http://bergama.bel.tr/wp-content/uploads/belleten3.pdf
(18) Prof. Dr. Hasan Malay; a.g.m; sayfa: 26; bkz. http://bergama.bel.tr/wp-content/uploads/belleten3.pdf
(19) Fotoğraflar, belirtilenler dışında muhtelif Bergama gezilerinde İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.

Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC