BİR ARİSTONİKOS VARDI.
3 Temmuz 2020
İbrahim Fidanoğlu
Giriş
Madra Dağı’ndan Kozak Yaylası’na; oradan
da çağların Bergaması’na doğru akar Selinus.
Dinmek bilmeyen akış içinde yuvarlanır taşlar, un ufak olur ovaya doğru; eninde
sonunda kirli paslı bir çaya dönüşür Domuzalanı
önlerinde. 19.yy.ın Rum ve Yahudi mahalleleri arasından süzülür usulca; Pergamon’un Akropolisi’nin kurulu olduğu tepenin eteklerini yalayarak geçer
buralardan. Yüzyıllık bir yükün ağırlığıyla kimi zaman akar, kimi zaman ise
cılız bir sızıntıya dönüşerek Bakırçay’a
doğru ilerler yorgun argın. İşte o zamanlar Selinus’un
taşıdığı, sadece çayın iki yakasındaki yoksul evlerinin kanalizasyon
atıklarından ibarettir; kokusundan yaklaşılmaz yanına kolayca. Ama yine de Kızıl Avlu’ya doğru; İlkçağ’dan kalma
iki dev tünelle aşılan Bergama’nın
iki yakasındaki hikâyeler canlanır bir bir puslu sabahların ardından.
Selinus Çayı ve arkada Bergama Akropolü'nün silueti
(Ocak 2015)
Bergama'ya doğru iyice kire pasa bulanır Selinus; şehrin içinde yüklendiği yegane şey, neredeyse Bergama'nın kanalizasyon atıklarıdır.
(Temmuz 2008)
Ah Selinus ah; kıyılır mı sana?
(Temmuz 2008)
Güneş Ülkesi’ni
keşfetmek
Yıl 1975… İzmir Atatürk Lisesi’nde
okurken tanıdığım; o zamandan beri ne zaman kitaptan söz açılsa saygıyla
andığım bir edebiyat öğretmenim vardı. İsmi Musa
Küçük idi; soyadı küçüktü; ama bize açtığı yol ve yaktığı ışık benim
açımdan tarifi imkânsız derecede büyüktü. Öyle ki o ışık, bir anlamda kendi
aydınlanmamıza doğru o yaşlarda çıktığımız naif yolculuğun başlangıcı gibiydi.
Kitap okuma alışkanlığını onun sayesinde edindim diyebilirim. Hiç unutmam; bir
gün edebiyat dersi için sınıfa girdiğinde, oldukça düşünceli ve üzgündü. Bizimle
paylaştığı tatsız bir olay yaşamıştı yakınlarda. Kendisi şiiri çok seven, bizi;
de sık sık Cumhuriyet şairlerinin en güzel şiirlerini paylaşarak bu sevgisine
ortak eden birisiydi Musa Hoca. Bunların içinde Nazım Hikmet Ran da vardı; Necip
Fazıl Kısakürek de; Attila İlhan
da… Birçok çağdaş Türk şairinin varlığından ilk onun sayesinde haberdar
olmuştuk. Onu üzen meseleyi, anlatınca öğrenmişti bütün sınıf. Sınıfta okuduğu
bir Nazım Hikmet şiiri, öğrencilerden
birinin babasına konuyu aktarmasıyla İzmir’deki bir yerel gazetenin şimdi
ismini bile anmaya değer bulmadığımız bir şahsiyet tarafından köşesine “Atatürk
Lisesi’nde bir edebiyat öğretmeninin komünist şair Nazım Hikmet’in şiirlerini okuyarak öğrencilerin beynini yıkadığı”
şeklinde bir köşe yazısına dönüşmüştü. Ne acıdır ki; on yıllar önce; Milli Şef İsmet İnönü’nün devri iktidarı
zamanında; Attila İlhan da benzer bir
kaderi yaşayarak, yaklaşık iki yıl kadar Türkiye’de eğitimini sürdürebilecek
bir okul dahi bulamamıştı. Ama yıllar sonra köprülerin altından sular akmış; ne
Attila İlhan’ı, ne de bizim edebiyat
öğretmeni Musa Küçük’ü suçlayan
sistem varlığını koruyamamış ve 1994 yılındaki bir MHP kongresinde Genel Başkan
Alpaslan Türkeş’in ağzından Nazım Hikmet’in buram buram yurtseverlik
kokan o güzelim şiirinin mısraları dökülüvermişti ansızın. Bu belki de bir dönüm
noktasıydı Türkiye için… Ama neyin dönümü?
İzmir Atatürk Lisesi; eski Evangelist Mektebi
(Şubat 2011)
İzmir Atatürk Lisesi; giriş salonu
(Şubat 2011)
İzmir Atatürk Lisesi; giriş salonunun tavanı
(Şubat 2011)
İrfan yuvası; Atatürk Lisesi'nde...
(Şubat 2011)
İzmir Atatürk Lisesi Marşı; bir zamanlar hançerelerimiz yırtılırcasına söylerdik onu, bestecisi Ahmet Adnan Saygun'u anarak...
(Şubat 2011)
Musa Hoca, Kemeraltı’nda bir kitapçıdan söz ederdi; ismi de ilginçti kitapçının; Taga Kitabevi… Sema Sineması’nın bulunduğu yolun (852 sokak) Anafartalar Caddesi’ni aşan devamında; Kemeraltı pasajlarının başladığı bir noktada ve yine eski bir hanın (Kemahlı Hanı) altında; köşe başındaki küçücük bir dükkândaydı kitapçı. İçeride yaşlı bir beyefendi olurdu tezgâhın arkasında. 1970’li yılların ilk yarısında; İstanbul’da faaliyet gösteren Çan Yayınları’nın kitaplarını da sadece orası getirirdi. İşte konumuzla ilgili kitaplardan birini; İtalyan düşünür Tommaso Campanella’nın bir ütopyasını anlattığı Güneş Ülkesi’ni ve daha başkalarını bu kitapçıdan almıştım. Bugün o han hala ayakta; ama ilk gençlik yıllarımızın hatıralarını barındıran o eski kitapçının bulunduğu yerde şimdi bir tuhafiye dükkânı yer alıyor. Taga Kitabevi de tarihin tozlu yaprakları arasında yerini aldı ne yazık ki…
Kemeraltı; Kemahlı İş Hanı
(Temmuz 2020)
Kemahlı Hanı; iç avlu
(Temmuz 2020)
Kemahlı Hanı; ön cephe...
(Temmuz 2020)
Güneş Ülkesi, 1568-1639 yılları arasında İtalya’da
ve Fransa’da yaşamış; düşüncelerinden
dolayı yirmi yedi yılını hapishanelerde geçirmiş bir İtalyan düşünürün; Tommaso Campanella’nın ütopyasını
anlatan bir hayat tasavvuru… “Onun yaşadığı dönem, Avrupa
Katolik dünyasının parçalanmaya başladığı, modern dünyayı hazırlayan politik,
ekonomik ve kültürel olayların oluştuğu günlere rastlar. Daha XIV. ve XV.
yüzyıllarda, Katolik Kilisesi’nin katı dogmalarına, büyük ve haksız
zenginliğine, derebeylik düzeninin kötülüklerine karşı, çeşitli tarikatların
önderliğinde, yer yer baş gösteren ayaklanmalar Avrupa’yı baştanbaşa saran bir
nitelik kazanmıştı… Bütün bu tarikatlar, dinsel yenilikler yanında, daha haklı
bir toplumsal düzen kurma çabası içindeydiler.”(1)
Tommaso Campanella'nın Güneş Ülkesi kitabının kapağı; Çan yayınları...
(Temmuz 2020)
Campanella, kendi kafasındaki ideal toplumsal düzen tasarımını böyle bir düşünsel eksene oturtarak aydınlık bir dünyanın habercisi olarak şöyle seslenir uzaklardan: “Ben doğacak yeni sabahların çan sesiyim.” Kitabın çevirmenlerinden Vedat Günyol’un yazdığı önsözde ifade edildiği gibi ne yazık ki, ufukta beliren bu yeni sabahı diğer ütopyacılar gibi o da göremeyecektir. Ama onun adı felsefe ve sosyal doktrinler tarihinde bir müjdeci olarak günümüze dek yaşayacaktır.
Athena Tapınağı; Pergamon Akropolü
(https://en.wikipedia.org/wiki/Pergamon#/media/File:PergamonAthene1.jpg)
Campanella’nın Güneş Ülkesi, yukarıda da
anıldığı gibi 17.yüzyıla ait bir ütopyadır. Ama İlkçağ’da Roma’da tıkanan köleci düzen içinde bir başka Güneş Ülkesi tasavvurundan söz eder tarihçiler. Bu Roma’da Kartaca Savaşları ile yıpranan ve Roma’nın askeri gücünün temelini
teşkil eden küçük toprak sahiplerinin büyük bir tükeniş içinde giderek
topraklarını kaybederek köleleştikleri bir zaman dilimine denk düşer. Ama onun
öncülü düşüncelerin Helen dünyasında Heliopolis
adlı bir düşsel ülke tasarımından kaynaklandığı söylenir.
Lübnan, Baalbek'te Roma Dönemi'nden kalma Jüpiter Tapınağı; Mısır'da Güneş Tanrısı Ra, Fenikelilerin Baal Tanrısı'na; Roma'da ise Jüpiter'e evrilmiş. Baalbek, Hellenler tarafından Heliopolis olarak adlandırılmış bir kent. Güneş Tanrısı'nın kenti...
(Aralık 2011)
Baalbek; Bakus Tapınağı
(Aralık 2011)
“Roma Döneminde bir
toplumsal kriz anında yeniden hatırlanan bu ütopyanın Sicilyalı Diodoros’un aktarımına göre; İ.Ö 3.
yüzyılda Hellenistik dönemde yaşamış olan Iambulos’un
“Güneş Ülkesi” (Heliopolis)
hikâyesinden doğduğu düşünülmektedir. Bu hikâyeye göre; Iambulos, Etiyopya
sahillerinde bir adada kabilelerden oluşan bir halkla karşılaşmıştır. Adada
yaşayan bireylerin üç metre boyunda olduğu ve fiziksel olarak oldukça esnek
oldukları belirtilmektedir. Kabilelerin politik örgütlenmeleri savaş, çatışma
vb. kavramlardan çok uzaktır; ordular, silahlar veya tahkimatlı yerleşim
alanları yoktur. Elde edilen ürünler kadınlar ve çocuklar da dâhil olmak üzere
herkesin tasarrufundadır, tekelleşme ve mülkiyet kavramları söz konusu
değildir. Yetişkinler ancak ihtiyaç duyulduğunda çalışmaktadır ve iş periyodik
olarak bireyler arasında dönüşümlü bir şekilde gerçekleştirilmektedir. Dolayısıyla
işbölümü ve uzmanlık gibi ayrışmalar da söz konusu değildir, üretim ve tüketim
ortaklaşadır. Her kabilenin en yaşlı üyesi “şef” konumundadır, ancak bu konum
bir politik güç doğurmaz. Herkes kuralla belirlenmiş bir süre yaşar ve bu
sürenin sonunda intihar ederler, dolayısıyla şef yani en yaşlı üye de 150
yaşına geldikten sonra intihar eder ve yerine diğer en yaşlı üye geçer.”(2)
Berlin Müzesi'nde yer alan Zeus Altarı'nda yer alan frizlerden biri; Telephos ile ilgili...
(https://en.wikipedia.org/wiki/Pergamon#/media/File:Pergamon_Altar_-_Telephus_frieze_-_panel_49+50.jpg)
Pergamon Krallığı;
kuruluştan çöküşe…
Pergamon’un ilk kuruluşuna dair bilgiler Telephos
Söylencesi olarak adlandırılan bir hikâyeye dayandırılır. Söylence esas
olarak “istenmeyen bir çocuğun sepete
konularak suya bırakılması, vardığı yerde ise önder olarak tanınması”
teması etrafında gelişir. Kısa anlatısı şöyledir:
Süleymanlı köyü yakınlarındaki Kalarga Kayası
(http://erkmensenan.blogspot.com/2009/04/teuthraniakalargatepe.html)
Bergama'nın ilk kurulduğu yer; Teuthrania'nın akropolü ya da Kalarga Kayası
(http://arkeodenemeler.blogspot.com/2014/03/teuthrania-antik-kenti-i-kalarga-tepe.html)
Kalarga Kayası'ndan Bakırçay ovasının görünümü
(http://arkeodenemeler.blogspot.com/2014/03/teuthrania-antik-kenti-i-kalarga-tepe.html)
(http://arkeodenemeler.blogspot.com/2014/03/teuthrania-antik-kenti-i-kalarga-tepe.html)
Herakles’le Auge’nin oğlu Telephos dramatik bir öykünün kahramanıdır. Daha anasının karnındayken tanrı sözcüsünün doğacak olan çocuğun dayılarını öldüreceğini bildirmesi üzerine, ana-oğul Auge ile Telephos’un bir sandıkla denize atılmalarına yol açar. Ama niyet hâsıl olmaz ve sonuçta ikisi de kurtulurlar ve Mysia kıyılarına çıkarlar. Bir rivayete göre Telephos’u kurtaran Teuthrania Kralı Teuthras onun evlatlık edinir. Bir başka anlatıma göre ise, yalnız anası Auge Mysia’ya gider ve Kral Teuthras’a satılır. Telephos ise Arkadya’da bir dağa bırakılır, orada çobanlarca büyütülür ve dağda kaza ile iki adam öldürür Telephos. Bu iki adam Telephos’un dayılarıdır. Bu olay sonrasında Telephos, Arkadya’dan sürülür. Delphoi tapınağına gidip tanrı sözcüsünü yoklar, Mysia’ya gitmesi gerektiği cevabını alır tapınaktan. Mysia’a gelir, ama anasını tanımaz. Auge’nin de onu tanımaması az daha ana ile oğlun evlenmelerine yol açacakken, bir koca yılanın gerdek gecesi aralarına girmesi sonrası vaktinde önlenir bu kötü son. Auge, sonrasında Kral Teuthras’ın kendisiyle evlenir. Bir süre sonra Teuthras ölünce yerine Telephos, bugünkü Bakırçay ovasının ortasında uzaktan bir semeri andıran son derece yalçın bir kayalığın (Kalarga Kayası) üzerinde akropolü bulunan Teuthtrania’nın başına kral olarak geçer. Bu Bergama’nın ilk kuruluşunu simgeleyen bir anlatı olarak günümüze dek ulaşır.(3)
Kalarga Kayası'nda ana kayaya kazınmış basamaklar
(http://arkeodenemeler.blogspot.com/2014/03/teuthrania-antik-kenti-i-kalarga-tepe.html)
Doğal bir kaleyi andıran Kalarga Kayası ya da
Teuthtrania'nın akropolü
İ.Ö. 334 yazında Çanakkale’yi geçerek Granikos Savaşı’nda Persleri bozguna uğratan Büyük İskender, Perslerin egemenliğindeki Anadolu’yu peyderpey ele
geçirir. Granikos Savaşı sonrası elde
ettiği savaş ganimetlerini ise, Bakırçay
havzasındaki Pergamos adlı hisara
yerleştirir. İskender’in ölümü
sonrasında generalleri arasında pay edilen Makedonya
İmparatorluğu içinde; Bugünkü Bandırma’dan
Antalya’nın doğusuna dek çizilen bir
hattın batısında kalan topraklar, Lysimakhos’un
payına düşer. Lysimakhos, İ.Ö. 301
yılında Antigonos’a karşı ittifak
yaptığı Selevkos Kralı I.Selevkos Nikator
ile birlikte İpsos (Afyon-Çay) Savaşı’nı kazanarak Batı Anadolu’nun tek
hâkimi haline gelir. Ancak bir süre sonra Selevkoslarla anlaşmazlığa düşer ve
İ.Ö. 281 yılında Manisa’nın kuzeyinde
Korypedion Savaşı’nda I.Selevkos’a yenilir ve öldürülür.Teuthtrania'nın akropolü
(http://arkeodenemeler.blogspot.com/2014/03/teuthrania-antik-kenti-i-kalarga-tepe.html)
Kalarga Kayası'nda temel izleri
(http://erkmensenan.blogspot.com/2009/04/teuthraniakalargatepe.html)
Bergama Akropolü; Roma Dönemi yapısı Trajan Tapınağı
(Haziran 2017)
Bu olay sonrasında Büyük İskender’in
korumalığını üstlenmiş olan Paflagonyalı
Philetairos, efendisinin Pergamos
Kalesi’nde bıraktığı hazineyi ele geçirerek kendi hanedanını oluşturur. Strabon, Geographika adlı eserinde Philetairos’un
Pergamon’da gücü ele geçirişini şöyle
anlatır:
Philetairos'un büstü, Napoli Müzesi; İ.S. 1.yy.ait Roma Dönemi replikası; orjinali Grek...
(https://en.wikipedia.org/wiki/Philetaerus#/media/File:Philetaerus_of_Pergamon.jpg)
“Pergamon, Aleksandros’un haleflerinden olan Agathokles’in oğlu Lysimakhos’un hazinesini koruduğu yerdi. Pergamon halkı, dağın tepesinde iskân edilmişti; koni şeklinde olan
dağ dik yamaçlıydı. Bu dağın ve dokuz bin talente varan hazinenin korunması,
çocukluğundan beri hadım olan Tieionlu
Philetairos’a verilmişti. Çok kalabalık bir cenaze töreninde dadısının
kucağında bulunan bebek Philetairos,
sıkıştırılmaktan ötürü hadım olmuştu. O, çok iyi yetiştirilmiş olduğundan bu
güvene layık oldu. Bir süre Lysimakhos’a
sadık kaldı. Fakat ona iftira eden Lysimakhos’un
karısı Arsinoe ile arasında
anlaşmazlık vardı. Bu yüzden Philetairos,
Pergamon’un ayaklanmasına neden oldu
ve fırsatlardan yararlanarak kenti yönetti. Çünkü bu sırada iç işleriyle
bunalmış olan Lysimakhos, oğlu Agathokles’i öldürtmek zorunda kalmış ve
Seleukos Nikator ülkeyi işgal ederek
onu tahtından indirmiş; fakat sonradan kendisi de, Ptolemaios Keraunos tarafından ihanete uğrayarak öldürülmüştür. Bu
karışıklıklar sırasında Philetairos genel
olarak çevresindekilere veya güçlülere her durumda hizmet ederek, dostluk ve
vaatlerle kaledeki egemenliğini sürdürmüş v böylece yirmi yıl hazinenin ve
kalenin hâkimi olmuştur.”(4)
I.Eumenes dönemine ait bir Pergamon sikkesi üzerinde betimlenen Philetairos
(https://en.wikipedia.org/wiki/Pergamon#/media/File:EmenesICoin.JPG)
Philetairos, kendisi ölmeden önce yönetimi yeğeni ve evlatlığı olan I. Eumenes’e bırakır. I. Eumenes ile başlayan krallık çağı, Ege için önemli bir kültür evresi olur. Roma ile yakınlaşan Bergamalıları taciz etmek amacıyla Bithinyalıların; Trakya üzerinden gelerek Marmara’nın batı kıyısından Anadolu’ya geçirdikleri Galatlar, uzun yıllar bölgeye büyük zararlar verirler. Eumenes I’den sonraki Kral Attalos I zamanında Galatların yenilgiye uğratılmasının ardından, kentte sanatsal üretim artar; bu çaba ile Galatlara karşı kazanılan zaferin ölümsüzleştirilmesi amaçlanmıştır.
Ölmekte olan bir Galatyalı heykeli; Berlin Müzesi
(https://tr.wikipedia.org/wiki/I._Attalos#/media/Dosya:NAMA_Galate.jpg)
I.Attalos; II. Eumenes dönemine ait bir büstü
(https://en.wikipedia.org/wiki/Pergamon#/media/File:AtaloPergamo.jpg)
Eumenes II ve ardından gelen kardeşi II.
Attalos (Philadeiphos lakaplı) döneminde ise, krallığın büyümesi sürer; öyle ki Bergama, gücünün ve büyümesinin
sınırlarına ulaşır. Zeus Sunağı, 200
bin ciltlik Bergama Kütüphanesi gibi
kültürel zenginlikler bu dönemde kente kazandırılır. Attalos II döneminde krallığın etki alanı, günümüz Antalya’sına (Attaleia) dek genişletilir.
İ.Ö. 188 yılında Selevkoslarla yapılan Magnesia Savaşı'ndan sonra Apameia (bugünkü Dinar) Barışı ertesinde Pergamon Krallığı'nın genişleme sınırları
(https://tr.wikipedia.org/wiki/Pergamon_Krallığı#/media/Dosya:Asia_Minor_188_BCE.jpg)
1882'de Friedrich Thierch tarafından yapılan bir Pergamon Akropolü tasavvuru
(https://en.wikipedia.org/wiki/Pergamon#/media/File:Acropolis_of_Pergamon_-_Friedrich_Thierch_-_1882.jpg)
Pergamon'da Zeus Altarı; Berlin Müzesi
( https://en.wikipedia.org/wiki/Pergamon#/media/File:Pergamonmuseum_Pergamonaltar.jpg)
Zeus Altarı'nın Bergama'daki hali
( https://en.wikipedia.org/wiki/Pergamon#/media/File:PergamonAltar2000.jpg)
Attalos II’nin ölümüyle tahta geçen ve 5 yıllık bir saltanat süresinden sonra, ölmeden önce Pergamon Krallığı topraklarını bir vasiyetname ile Roma’ya bırakan Attalos III, bu kararı ile ölümünden sonra Küçük Asya’yı büyük bir bunalımın içine sürükler.
Attalos III
(https://alchetron.com/Attalus-III#attalus-iii-0b04056d-7b15-4753-9857-05d4b823337-resize-750.jpeg)
Pergamon’un topraklarını genişletme sürecinde Büyük İskender’in ardılları olan Makedonya, Mısır (Ptolemaioslar) ve Suriye (Selevkoslar) Krallıkları ile Batı
Anadolu merkezli giriştikleri güç mücadelelerinde sıkıştıkları anlarda Roma’dan talep ettikleri destek
çağrıları, karşılıksız kalmaz; bu çağrılar, eninde sonunda Roma’nın Doğu’ya yönelen ilerleyişine haklı bir gerekçe de
oluşturacaktır.
Pergamon Akropolü ile ilgili olarak 19.yy.da Alman arkeologları tarafından yapılan bir başka çizim
(https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Drawing_of_ancient_Pergamon.jpg)
Roma’da; o zamanlar…
Roma’da kimi uzun ve yıpratıcı savaşlar sonrasında yok olan, kimisi de
savaş yorgunu olarak döndükleri çiftliklerinde eski hayatlarındaki düzeyi
yakalayamayan; ordunun belkemiği küçük toprak sahipleri, savaşlar nedeniyle
ihmal edildiği için verimsizleşen topraklarını zaman içinde büyük toprak
sahiplerine kaptırdılar ve işsiz güçsüz bir şekilde şehirlere akın ettiler. Bu
öfkeli ve işsiz yığınların Roma’daki huzur ve güvenliği tehdit eder bir noktaya
gelmeleri sonrasında İ.Ö. 133 yılında plebler
adına konsül seçilen Tiberius Sempronius Gracchus
(İ.Ö. 163-133) göreve gelir gelmez toplumsal krizi aşmaya dönük olarak bir tür
toprak reformunu gerçekleştirmek için bir çabaya girişti.
Romalı reformcu kardeşler; Tiberius Sempronius Gracchus (solda) ve Gaius Gracchus...
(https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2019/01/31/gracchus-kardesler-halkci-mi-halk-dusmani-mi/)
“Roma’nın resmi tarih yazımının arka
planında, uzun bir sürece yayılan Patrici-Plebs
mücadelesi eksenli bir sınıf çatışması ve bunun uzantısı olarak Populares hareketi ile çeşitli
boyutlarda köle ayaklanmaları söz konusuydu. Kentli ve köylü özgür halk da
hareketlenmekte; kentlilerin yaşam koşulları gittikçe ağırlaşmakta ve köylüler
topraksızlaşmaktaydı. Çiftçiler ve köylüler, o güne dek onlara ulaşmamış
hizmetler ve savaşlar için vergi ödemekten hoşnutsuzdu. Bu tarihsel arka
plandan doğan bir reformcu olarak Tiberius
Sempronius Gracchus, İ.Ö. 133 yılında halk tribunusu (konsül) seçilmiş ve topraksız halka toprak verebilmek
adına kamu topraklarının yoksullara dağıtımını organize edecek bir tasarı
sunmuştur. Tiberius Gracchus; bu
tasarının gerçekleşebilmesi için, bu sürece denk gelen Pergamon Kralı III. Attalos’un ölümü ve krallık topraklarının
Roma’ya devri ile buradan gelecek olan gelirin halka devredilecek şekilde
düzenlenmesi için senatoya başvurmuştur. Ancak zaten senatonun iktidar alanına
müdahalesi ile dikkatleri üzerine çekmiştir ve ilerleyen süreçte planladığı
reformları tam anlamıyla gerçekleştirerek bir dönüşüm yaratamadan (bir toplantı sırasında linç edilir ve cesedi
Tiber nehrine atılır) öldürülecektir.”(5)
Tiberius Gracchus'un linç edilerek öldürülüşünü betimleyen bir resim
(https://historycollection.com/16-dramatic-and-impactful-assassinations-from-history/6/)
Tiberius Gracchus, kendi ismiyle anılan tarım reformunu planlar ve uygulamaya çalışırken, kendisine rehberlik eden önemli bir kişi vardır; İtalya’nın Campania bölgesinin Cumae kentinden Gaius Blossius… Roma’da zamanının önemli bir düşünürü olarak tanınan Blossius, Stoacı filozof Tarsuslu Antipater’in öğrencisidir ve Yunan retorik ustası Diophanes ile birlikte Gracchus Reformları’nın teorik altyapısını oluşturan kişi olarak öne çıkar. Tiberius Gracchus’un katlinden sonra Senato, Blossius’u sorguya çeker. Bu sorgu sırasında Blossius, doğruluktan ve onurundan ödün vermeyerek ‘Gracchus’un kendisine vereceği her talimatı tereddütsüz yerine getireceğini’ ifade eder. Senatoda onun sorgulayanlar, ‘Roma’yı yak dese yakar mıydın?’ diye sorarlar. Önce, ‘o böyle bir talimat vermezdi’ der. ‘Varsayalım ki verdi’ diye ısrar edilmesi üzerine, ‘ancak Roma halkının gerçek çıkarları bunu gerektiriyorsa böyle bir emir verirdi’ diye yanıt verir. Bu ifade üzerine ve belki de Roma Yönetimi’ndeki ona arka çıkanların desteği ile Diophanes’i bekleyen kaderden kurtularak, Roma’dan kaçmasına izin verilir.
İtalya'daki Grek kolonileri; Magna Graecia (Büyük Yunanistan)
(https://tr.wikipedia.org/wiki/Magna_Graecia#/media/Dosya:Magna_Graecia_ancient_colonies_and_dialects-en.svg)
Pergamon Tiyatrosu ve arkada modern Bergama
(Haziran 2017)
Roma’dan ayrılan Blossius’un sığındığı yer, belki de dünyada Spartaküs’den önce; ilk köle ayaklanmasının başını çekecek olan Pergamon Krallığı’ndaki Aristonikos’un yanıdır. Bir zamanlar Gracchus’a verdiği desteğin bir benzerini bu kez, II. Eumenes’in gayri meşru oğlu olan ve III. Attalos’un ölümü sonrasında Pergamon Krallığı üzerinde hak iddia eden Aristonikos’a verecektir.
Pergamon Tiyatrosu yakınlarında bir tonoz kemer
(Haziran 2017)
Dağa Kaçtım gezginleri; Pergamon Tiyatrosu'nda...
(Haziran 2017)
Aristonikos
Ayaklanması
Roma’nın Pergamon Krallığı’nın
son dönemlerine doğru Anadolu’daki yayılma sürecinde ortaya çıkan Aristonikos Ayaklanması, kapsamı ve
niteliği açısından tartışmalı bir konu olarak karşımıza çıkar. II. Eumenes’in Ephesos’lu bir şarkıcı ya da dansözden olma gayri meşru oğlu Astronikos’un Pergamon tahtında hak iddia etmesi ile başlayan ve gelişim
sürecinde toplumun en altında yer alan katmanların ve kölelerin katılımıyla bir
toplumsal başkaldırı şekline evrilen bu isyanın giderek sosyoekonomik karakteri
daha öne çıkar.
Aristonikos'un III.Eumenes adıyla bastırdığı sikkenin ön ve arka yüzleri
(https://bilimvegelecek.com.tr)
“Esasen Aristonikos Ayaklanması’nı çok boyutlu
ve heterojen bir başkaldırı olarak ele alabiliriz: Pergamon Krallığı’nın son kralının ölümünden sonra Aristonikos tahtta hak iddia ederken,
ezilenler ise onun ordusu içerisinde kendi sosyoekonomik hak mücadelelerini
vermekteydiler. Bu bağlamda Aristonikos,
belki de ezilenlerin bir hak savunucusu ve temsilcisi veya bir sosyal reformcu
olduğu için değil, kendi amacına ulaşmak için desteğini almak zorunda olduğu
alt sınıflar ve kölelerle birlikte hareket etmekteydi.
…
Aristonikos İsyanı öncesinde Pergamon
Krallığı, kent ve kent toprakları dışında kalan krallık toprakları olarak polis ve
khora’dan
oluşmaktaydı. Polis, nüfusu yurttaşlar, yabancılar, asker
kökenliler, azatlı köleler ve köleler olarak ayrışmış durumdaydı. Bu durum,
“demokratik” Antik Yunan sisteminden kalan geleneğin siyasal ve sınıfsal
ayrışmada devam ettiğini, ancak sistemin merkezi bir krallık otoritesine
entegre edilerek dönüştürüldüğünü düşündürebilir. Krallığın en önemli gelir
kaynağı, krallığa bağlı şehirlerin ve yerli küçük toplulukların ödediği
vergilerdi. Mülk sahipleri, vergilerini ödemedikleri takdirde, arazileri ve
arazileriyle birlikte arazilerinde çalışan köleleri kraliyet mülkü haline
gelmekteydi. Yerli halklar, ikamet ettikleri şehirlere vergi ödemekteydi.
Şehirler ise, yerel vergiler üzerinden merkeze daha yüklü miktarda bir vergiye
tabi tutuluyordu, böylelikle bağımlı şehirlerin finansal kaynakları, krallık
tarafından kısılmaktaydı. Bu durum, kentleri doğrudan merkeze bağımlı
kılmaktaydı. Hellenistik dönem sosyoekonomik tarihi üzerine kapsamlı çalışmalar
yapmış olan tarihçi Rostovtzeff, Roma ile yakın ilişkileri sayesinde
bölgede siyasi olarak üstün bir konuma sahip olan Pergamon aristokrasisinin ekonomik anlamda halk ile arasında ciddi
bir uçurum olduğunu söyler. Rostovtzeff’e
göre şehirli kesim oldukça rahat bir yaşam sürerken, alt sınıflar zor koşullar
içerisinde çalışmaktadır ve zenginlerin arazileri, kiracı yoksul çiftçiler ve
köleler tarafından işlenmektedir. Buna eklenen vergi yüküyle birlikte üretimci
yoksul kesim ile bu emeğe el koyan zenginler arasında gittikçe açılan uçurum,
son kralın ölümü ile krallığın Roma’ya
miras bırakılması arasındaki sürecin siyasi boşluğunda bir isyanın zeminini
hazırlamış olabilir.”(6)
Bergama'da, Akropol'ün eteklerinde Kozak yolu üzerinde, 2019 Mart ayında açılışı yapılan; Pergamon tahtının varisi Aristonikos'un heykeli; elinde güneş kursuyla...
(https://tr-tr.facebook.com/BERGAMALILAR/photos)
MÖ 133 yılında III. Attalos’un ölümü sonrasında Pergamon’u Roma’ya bıraktığı vasiyeti, Roma Yönetimi tarafından onaylansa bile yerinde yapılacak düzenlemeler gereği Roma’dan görevlendirilen komisyonun Pergamon’a varışı İ.Ö. 132’yi bulur. Bu arada Aristonikos İsyanı başlamıştır bile.
Pergamon Akropolü'nde döşeme yol
(Haziran 2017)
Prof. Hasan Malay’ın Bergama Kültür ve Sanat Vakfı (BERKSAV) Belleten-3 dergisinde
yayınlanan Aristonikos Ayaklanması
ile ilgili makalesinde bu isyanın toplumsal iklimi aşağıdaki şekilde ifade
edilmektedir:
“Son kralın öldüğü sıralarda Pergamon Krallığı, birçok sosyal
huzursuzluklarla çalkalanmaktaydı. Krallar her zaman için köle ayaklanması
ihtimalini gördüklerinden, toplumun bu alt tabakasını hoşnut etmek üzere bazı
imtiyazlar tanımayı denemişlerdi. Örneğin,
paroikoi (yabancı yerleşimciler) sınıfına ve paralı askerlerin bir kısmına vatandaşlık
hakkı verilirken, köleler de paroikoi
sınıfına alınmışlardı. Ancak, bu imtiyazların verilişinde bile birçok
haksızlıklar yapılmıştı. Zaten, o devir bir sosyoekonomik çalkantı ve
huzursuzluk devriydi. Sicilya'daki köle ayaklanmasının haberi hemen tüm
Akdeniz dünyasına yayılmış ve bu haber Anadolu'daki köle nüfusu hayli
umutlandırmıştı. Diodoros, bu dönemde
köleleri ayaklanmaya sevk eden yaygın bir "köle zulmü"nden söz etmektedir.”(7)
Roma'da köle isyanlarını betimleyen bir friz
(https://bilimvegelecek.com.tr)
Roma’nın sosyoekonomik tahakkümüne karşı huzursuzlukların ve çeşitli boyutlarda girişimlerin başladığı bu süreçte, Pergamon’da Aristonikos Ayaklanması gibi bir isyanın patlak vermesi, tarihsel olarak belki de kaçınılmazdı. Pergamon’un egemenleri de böylesi bir ihtimali öngörmüş olacak ki, Pergamon’un Roma’ya bırakılışının vasiyet edilmesinden hemen sonra bir yasa çıkarılmıştır. Buna göre özellikle kırsal kesimde yaşayan, özgür olan ancak yurttaşlık hakkına sahip olmayan büyük bir kitleye yurttaşlık hakkı tanınmış, bazı kölelere ise yabancı statüsü (paroikoi) verilmiştir. Bu yasanın olası ayaklanmaya dair bir korku içerisinde yazıldığını düşündüren bir başka vurgu ise, kenti terk edenlerin veya terk etme hazırlığı içerisinde olanların mallarına el koyulacağı tehdididir. Bu durum, kentte ve civarında yaşayan yoksul ve alt tabakadan birçok insanın Pergamon’u terk ederek ayaklanmaya katıldığını veya katılmaya hazırlandığını düşündürebilir.
19.yy.da Pergamon'da Zeus Altarı; Christian Willberg'in çizgileriyle (1879)...
(https://en.wikipedia.org/wiki/Pergamon#/media/File:Ruins_of_Pergamon_by_Christian_Wilberg_in_1879_(2).jpg)
Prof. Hasan Malay, yukarıda anılan yayında Pergamon
tiyatrosunda bulunan bir yazıtta yer alan III.
Attalos’un ölümü sonrasında çıkarılan bu yasa ile ilgili şu ifadeleri
aktarmaktadır:
“Mademki kral Attalos Philometor
Euergetes, ölümü ile vatanımızı ve ayrıca bizzat saptadığı bir bölgeyi
özgür olarak bırakmış ve şimdi bu vasiyetin Romalılar tarafından onaylanması
gerekmektedir ve mademki kamunun selameti için aşağıda belirtilen halk
tabakalarına gösterdikleri iyi niyetten dolayı vatandaşlık hakkı tanınması
gerekmektedir; (o halde) halk, şu sınıflara vatandaşlık hakkı tanımayı kabul
etmiş bulunmaktadır: Resmi kayıtlara yabancı (parokoi) olarak geçenler, şehir veya arazisinde yerleşik durumda
bulunan askerler, Makedonialılar, Mysialılar, kalede veya eski şehirde bulunan
kolonistler, Masdyenes (kavmi), garnizon askerleri, şehir veya arazisinde
oturan veya buralarda mülkü olan diğer özgür kişiler ve onların kadın ve
çocukları, ayrıca, Philadeiphos (II.
Attalos) ve Philometor (III. Attalos)
devrinde satın alınan veya ganimet olarak alınıp kraliyet mülkü olarak işlem
gören köleler hariç olmak üzere, yaşlı veya genç kraliyet köleleri ve
azatlıların çocukları yabancı uyruklular (paroikoi)
sınıfına alınacaklardır. Kadın veya erkek olsun, kral ölünce kenti terkedenler
veya şimdi terketmek üzere olanlar oy verme hakkından yoksun bırakılacaklar ve
tüm malları şehre devredilecektir.”(8)
Bir Pergamon tasavvuru daha...
(https://en.wikipedia.org/wiki/Pergamon#/media/File:View_of_ancient_Pergamon.jpg)
Tiyatro ve Bergama
(Haziran 2017)
Pergamon Krallığı’nın son hâkimi olan III. Attalos ile ilgili olarak tarihi kaynaklarda türlü rivayetler anlatılmaktadır. Kimi zaman muhaliflerine karşı onları tarifsiz işkencelerle öldürtecek kadar oldukça zalim, kimi zaman da kendisini şifalı otlardan ilaç üretimine dek geniş bir yelpazede botanik bilimine vakfedecek denli özel ilgi alanlarına sahip birisi olarak tanımlanmaktadır. Prof. Hasan Malay’ın aktardığına göre; “Pergamonlu ünlü tıp bilgini Galenus (İ.S. 130-200), Attalos’un her türlü zehirli otla ilgilendiğini, ancak hazırladığı panzehirleri sadece ölüme mahkûm suçlular üzerinde denediğini ve kralın böyle bir denemeyi suç saymadığını, bizzat kendisinin söylemiş olduğunu yazmaktadır. Diğer bazı antik yazarlar da; Attalos’un deri üzerindeki çıbanlara iyi gelen bir merhem ve hazım bozukluklarını gideren bir diyet hazırlamış olduğunu yazdıklarına göre; bu kralın, sadece insanlara eziyet etmek üzere bu araştırmaları yapmış olması, zayıf bir ihtimal olarak görünmektedir. Öte yandan, Attalos'un diğer merakları arasında; her türlü hayvan ve özellikle böcekler üzerinde incelemeler yapmak ve şarapçılık, zeytincilik gibi tarımsal çalışmalarda ilginç yöntemler geliştirmek de bulunmaktaydı.”(9)
Pergamon'dan Bergama'ya bakış
(https://en.wikipedia.org/wiki/Pergamon#/media/File:Pergamon_10.jpg)
Tahtta 5 yıl hüküm süren bu ilginç hükümdar, belki Roma’nın Anadolu’da ilerleyişi sırasında Pergamon kentinin zarar görmesini engellemek kaygısıyla veyahut Roma ile zaman içinde gelişen bağlaşık ilişkilerine dayanarak, ölmeden önce Pergamon Krallığı’nı Roma’ya bıraktığına dair bir vasiyetname hazırlar. Bu konuda yine Prof. Hasan Malay, şu bilgileri aktarıyor:
Pergamon Akropolü'nde cephanelikler
(Haziran 2017)
“Birçok antik yazar tarafından
nakledilen bu vasiyetnamenin gerçek olup olmadığı konusundaki bazı kuşkular, Pergamon’da 1890 yılında bulunan bir
yazıt sayesinde ortadan kalkmış bulunmaktadır. Vasiyetin tam metni bilinmediği
için, kralın hangi gerekçe ile bu şekilde davrandığını bilemiyoruz. Ancak, bunu
Pergamon krallarının geleneksel Roma
dostluğu ile açıklamak mümkün olabilir. Nitekim krallık, ulaştığı dillere
destan zenginlik ve kudreti, Magnesia
Savaşı'ndan sonra Romalıların yaptığı yeni düzenlemelere borçluydu. Öte
yandan, Attalos'un bu vasiyetini,
devletini Roma gibi bir süper gücün daha büyük bir tamahına karşı hazırlamış
olabileceğini ileri süren bilim adamları da vardır.
Pergamon Akropolü'nde Tiyatro terasının önünde yer alan Diyonisos Tapınağı
(Haziran 2017)
Bu vasiyeti bize aktaran bazı antik
yazarlar; örneğin Florus ve Seneca, Attalos'un tüm ülkeyi değil de, sadece "kişisel mülkünü"
Romalılara bıraktığını yazıyorsa da, gerçek şudur ki, burada sözü edilen
"kişisel mülk", sadece kraliyet hazinesini ve kendi malını içermekle
kalmıyor, fakat aynı zamanda kraliyete ait arazileri (agri Attalici), ormanları, atelyeleri ve cok sayıdaki köleyi de
kapsıyordu. Öte yandan, vasiyetin içeriği hakkında bize dolaylı bilgiler veren
bir Pergamon dekretinden anlaşıldığına göre, Pergamon
şehri ve ona bağlı arazi (territorium)
ile birlikte bazı Grek kentleri de özgür bırakılmaktaydılar. Şu halde,;kralın,
vasiyetini bazı koşullarla yapmış olması mümkündür.”(10)
Trajan Tapınağı; Akropol
(Haziran 2017)
Trajan Tapınağı; Korint tarzı sütunlar
(Haziran 2017)
Anlaşılıyor ki; Pergamon Krallığı’na, Magnesia Savaşı’nda Selevkoslara karşı Roma tarafından verilen destek ve İ.Ö. 188 yılında imzalanan Apameia Barışı, ileriki yıllarda Anadolu’da tesis edilecek yeni düzenin de taşlarını döşemiş olmalıdır. Attalos’un vasiyeti, bir anlamda genişleme sınırlarına ulaşmış bir Pergamon’un III. Attalos zamanında Roma’ya tesliminden başka bir seçeneğin kalmadığının bir belgesi niteliğindedir.
Asklepion; Via Tecta, hastaların şifa merkezine ulaşmak için yürüdükleri yaklaşık 1 km.lik kutsal yol
(Haziran 2017)
(Haziran 2017)
Asklepion; Roma Tiyatrosu ve Kutsal Çeşme
(Haziran 2017)
Artık gelelim Aristonikos’a; Attalidler hanedanının gayrimeşru
mirasçısı olduğunu iddia eden ve bunun için Pergamon’a
ve Roma’ya karşı isyan eden ayaklanmanın önderinin hikâyesine…
Aristonikos, Pergamon Kralı II. Eumenes’in
Ephesoslu bir arpçıdan (ya da dansöz) olma evlilik dışı oğlu olarak
bilinmektedir. III. Attalos’un ölümü
ve ülkeyi Roma’ya bırakan vasiyetinin
ortaya çıkışı sonrasında, Pergamon
tahtının kendine ait olduğunu iddia ederek tahta çıkmak ister. Strabon’a göre; Aristonikos, kraliyet ailesine mensup bir kişidir. Ama Eumenes’in oğlu olduğunu açıkça yazmaz.
Zeus Altarı rölyeflerinden...
(Kaynak: Wikipedia)
(Kaynak: Wikipedia)
“Smyrna’dan sonra Leukai denilen küçük bir kente gelinir. Attalos Philometor’un ölümünden sonra, kral ailesinden olduğu için saygı duyulan ve krallığı ele geçirmeyi tasavvur eden Aristonikos burada ayaklanmıştı.”(11)
Çamaltı Tuzlası; Üç Tepeler ya da Leukai Antik Kenti
(M. Yavuzcezzar; Aralık 2017)
Leukai'de duvar izleri
(M. Yavuzcezzar; Aralık 2017)
Livius ve Eutroplus gibi bazı antik dönem yazarları ise, Aristonikos’un II. Eumenes’in oğlu olduğu konusunda hem fikirdirler. Anlaşıldığı kadarıyla o sıralar kendisi Bergama’da değildir; belki de sürgündedir. Aristonikos, taht talebi sonrasında, İ.Ö. 133-129 yılları arasında sürecek ayaklanmayı başlatır sonunda.
Üç Tepeler'den Gediz Deltası'na ve Foça'ya doğru bakış
(M. Yavuzcezzar; Aralık 2017)
Ayaklanmanın seyrine bakılırsa, Aristonikos’un öncelikle Batı Anadolu sahillerine yöneldiğini ve buradaki kentleri ele geçirmeyi hedeflediğini söyleyebiliriz. Kölelerden ve yoksullardan oluşan ordusu ile birlikte İzmir Körfezi’nin kuzeyindeki Leukai’yı (bugünkü Çamaltı Tuzlası civarı) ele geçirdikten sonra, Pergamon savaş filosunu kendine bağlar ve Phokaia’dan da gemi desteği alır. Leukai, bir anlamda ayaklanmanın merkez üssüne dönüşür. Phokaia ise, Aristonikos’a en büyük desteği veren yegâne kenttir. Kolophon (Değirmendere) ve Samos Adası’nda ise kendisine karşı bir direniş vardır ve buraları işgal ederek kontrol ettiği toprakları Karia’ya dek genişletir. Karia’da Myndos’u (Gümüşlük) ele geçirir. Phokaia dışında başka bir büyük şehirden destek alamayan Aristonikos, Smyrna ve Ephesos şehirlerini kuşatır; ancak bölgenin iki önemli kenti Roma’ya sadık kalırlar. Smyrnalılar, şehrin kapılarını Aristonikos’a kapatırlar.(12) Ephesos’da demirli bulunan kraliyet donanması ise, Aristonikos’un donanmasını Kyme (Nemrutkale) önlerinde bozguna uğratır. Bu yenilgi ile gücünün savaşı sürdürebilmek için yeterli olmadığını anlayan Aristonikos, iç bölgelere doğru çekilir. Buralarda sürmekte olan toplumsal huzursuzluklardan güç alarak bölgedeki köleleri ve alt katmanlardaki insan kalabalıklarını kendi safına çeker.
İzmir'de bulunan bir kabartmada Roma'nın zincirlenmiş köleleri
(https://bilimvegelecek.com.tr)
Strabon, Aristonikos’un Kyme
önlerinde uğradığı bozgun ve sonrasında içerlere doğru çekilişini şöyle
anlatır:
“Kymelilerin toprakları
civarındaki bir deniz savaşında Ephesoslular
tarafından yenilir yenilmez hemen Smyrna’dan
sürgün edildi. Fakat o içerilere doğru gitti ve kısa zamanda çaresiz, desteksiz
kalmış halktan çok sayıda insan ve hatta bağımsızlık vaadiyle Heliopolitai adını verdiği tutsakları
dahi topladı.”(13)
Bergama Akropolü'nden arka dünyaya bakış; Kestel çayı ve baraj gölü
(Haziran 2017)
Bu dönem, Aristonikos’un kendini onarma, gücünü yeniden restore etme ve isyanının oturduğu sosyal tabanı daha açık bir şekilde tanımlama çabasında olduğu bir evredir. Prof. Hasan Malay, bu dönemde Aristonikos’un çevresindekileri ve çabasını şu şekilde aktarır:
Asklepion tüneli
(Haziran 2017)
Asklepion'da kutsal su; mermer bir hazneye dökülürken...
(Haziran 2017)
Pergamon Akropolü'nde tiyatronun vomitorium'larından biri
(Haziran 2017)
“Aristonikos,
çevresinde toplanan kölelere gerekli umut ve morali vermek üzere hareketini
felsefi bir tabana oturtmayı da ihmal etmemişti. Bu düşünceden hareketle,
taraftarlarına Heliopolitai (Heliopolis halkı ya da Güneş Ülkesi’nin insanları) adını
vermişti. Bu isim, ya lambulos
tarafından anlatılan ütopik Güneş Ülkesi’nden
ya da Suriyelilerin Güneş Tanrısı'nın
kült merkezi olan Heliopolis'den (Baalbek) alınmıştı. Vaat edilen bu Güneş Ülkesi'nde kölelik olmayacak ve
herkes mal-mülk sahibi olacaktı. Yine bu sıralarda, Aristonikos'un ayaklanmasını desteklemek üzere Anadolu'ya gelen Cumae'lı filozof Gaius Blossius da isyanın böyle bir felsefi temel üzerine
oturtulmasına katkıda bulunmuş olabilir. Sonraları, Aristonikos'un kesin yenilgisinden sonra, Blossius'un intihar ettiği bilinmektedir.”(14)
Roma Dönemi'nde Asia eyaletinin bir parçası olarak Pergamon toprakları; İ.Ö. 90 yılları...
(https://en.wikipedia.org/wiki/Pergamon#/media/File:Kleinasien_II.jpg)
Bu fikirsel ve lojistik tahkimat sonrasında yeterli güç ve moral devşiren Aristonikos, Mysia’daki Stratonikeia (Gelenbe), Apollonis (Akhisar yakınlarında Palamut kasabası) ve Thyateira’yı (Akhisar) ele geçirir. Bu süreçte bölgede Roma birlikleri bulunmamaktadır, dolayısıyla Roma’nın yapabileceği tek şey Aristonikos’a karşı olan şehirler ve müttefik yerel krallıklarla işbirliği yapmaktır. Bu çabalar yeterli olmaz ve bu dönemde Aristonikos’un ordusu yenilgi almadan ilerler.
Thyateira Kilisesi; Akhisar
(Eylül 2016)
Thyateira Piskoposluk Sarayı; Akhisar
(Eylül 2016)
Bu arada III. Attalos’un
vasiyetiyle ilgili haberler Roma’ya
ulaşmış ve vasiyetin gereğini yerine getirmek üzere Roma Senatosu tarafından görevlendirilen 5 yüksek dereceli memur, Bergama’ya doğru yola çıkmıştır. Zaman
İ.Ö. 132 yılının ilk aylarıdır. Anadolu’ya ulaşan temsilciler, Roma Senatosu’nun vasiyeti onayladığına
dair kararı, Pergamon’da ilan ederler
ve kendi lehlerine belli düzenlemelerin yapılması ve asayişin sağlanması için
Batı Anadolu’daki bir takım Grek şehir devletlerini ziyaret ederler; Roma’ya
yönelik olarak destek ararlar. Bu temaslar ve kulis faaliyetleri sonrasında; Roma’ya dönen komisyon üyeleri, Batı
Anadolu’da ciddi bir ayaklanmanın varlığından ve vasiyetin gereğini yerine
getirmek için savaşı göze almak gerekliliğinden söz ederler. Başkentte gerekli değerlendirmeler
yapılır ve Konsül Publius Licinius Crassus'un(İ.Ö. 180-130);
Batı Anadolu’ya yönelik olarak düzenlenecek ve Aristonikos İsyanı’nın bastırılmasında görev alacak Roma ordusunun
başına komutan olarak atanmasına karar verilir. Ne garip bir tesadüftür ki; bu Publius Licinius Crassus'un oğlunun (Marcus Licinius Crassus) torunu olan ve yine aynı adla anılan Marcus Licinius Crassus (İ.Ö. 115-53) da; İ.Ö. 73-71 yılları arasında patlayan Spartaküs Köle İsyanı'nın kanlı bir şekilde bastırılmasında en büyük rolü oynar.
Spartaküs'ün öldürülmesi; Hermann Vogel'in eseri...
(https: //en.wikipedia.org/wiki/Spartacus#/media/File:Tod_des_Spartacus_by_Hermann_Vogel.jpg)
İ.Ö. 131 yılında Konsül Crassus, güçlü
bir Roma ordusu ile Batı Anadolu’ya gelir. Bu arada Anadolu’daki Bithinia Kralı Nikomedes, Kapadokya Kralı Ariarathes, Pontus Kralı V. Mithradates Euergetes, Paphlagonia Kralı Pylamenes ve Aristonikos’un Karia’da Mnydos’u
işgalinden rahatsızlık duyan Halikarnassos
da Konsül’e destek vererek oldukça güçlü bir bağlaşık ordusu oluştururlar. Crassus, Batı Anadolu’daki isyanın
merkez üssü konumundaki Leukai kentini
kuşatır. Ancak Aristonikos’un
donanmayla gerçekleştirdiği ani bir baskın sonrasında, büyük kayıp vererek Pergamon kentine ve kuzeye doğru
çekilmek zorunda kalır. Fakat Pergamon’a
ulaşamadan; şimdiki Çandarlı (Elaitikos) Körfezi’ne
dökülen Bakırçay (Kaikos) ırmağının
deltası yakınlarındaki Elaia (Kazık
Bağları) ile daha güneydeki Güzelhisar
(Tisna) çayının deltası civarında kurulu Myrina
(Karadut Mevkii) kentleri arasında bir yerde, Aristonikos’a bağlı isyancılar tarafından yakalanarak tutsak
edilir.
Dağa Kaçtım gezginleri, Myrina Akropolü'nde...
(Şubat 2010)
Pythkos'un (Güzelhisar çayı) deltasının Myrina Akropolü'nden görünümü; en uçta Myrina limanı...
(Şubat 2010)
(Şubat 2010)
“Crassus, bir Roma konsülünün esir düşmesini küçültücü bulduğundan, atındaki değneği alıp, kendisini Aristonikos'a götürmekte olan Trakyalı askere saldırır ve onun bir gözünü çıkarır. Acılar içinde kıvranan asker, Crassus'u orada öldürür ve başını Aristonikos'a götürür. Crassus'un ölümü ile Aristonikos, başarılarının zirvesine ulaşmıştır. Onun bu güçlü durumundan yararlanmak isteyen Pergamon'daki taraftarları, başkente de saldırması için büyük baskı yaparlar.”(15)
Pergamon'un Limanı; Elaia ya da Kazık Bağları
(Eylül 2008)
Kaikos (Bakırçay) deltası ve Elaia'nın antik limanı
(Eylül 2008)
Ancak Pergamon’un savunmasından sorumlu Pontus Kralı V. Mithradates, Aristonikos’un taraftarlarının ayaklanmasını sert bir şekilde bastırır ve Aristonikos’un Pergamon’un içinden görmesi muhtemel desteği engeller. Bu arada Konsül Crassus’un ölüm haberi Roma’ya ulaşmıştır. Batı Anadolu’daki Roma ordusunun başına bu kez daha önce Sicilya’da patlayan köle ayaklanmasını bastıran ve İ.Ö. 130 yılında konsül olan Marcus Perperna getirilir. Kısa sürede Anadolu’ya ulaşan Perperna, arka arkaya kazandıkları savaşlarla zafer sarhoşluğuna kapılan Aristonikos ve askerlerini büyük bir bozguna uğratır. İçerilere doğru çekilen Aristonikos güçleri, Mysia’daki Stratonikeia’da Marcus Perperna liderliğindeki Roma ordusu tarafından kuşatılır. Şehir, Perperna tarafından bütün ikmal yolları kesilerek açlığa mahkûm edilir. Açlığa ve susuzluğa dayanamayan Aristonikos kuvvetleri, Roma ordusuna teslim olmak zorunda kalırlar. Güneş Kralı Aristonikos’u esir alarak Bergama’ya dönen Konsül Perperna, isyancıların liderini ve Pergamon kentinin Lysimakhos’dan kalma meşhur hazinesini başkent Roma’ya gönderir. Romalıların intikam yöntemlerini iyi bilen Aristonikos’un danışmanı ve ayaklanmanın felsefi temelini ortaya koyan Gaius Blossius ise, kendi yaşamına son verir. Ayaklanmanın bastırılması sonrasında Perperna, tanrılara şükür adakları sunar ve zaferini kutlamak üzere düzenleyeceği tören ve yarışmalara davet etmek üzere savaştaki tüm bağlaşıklarına ve komşu şehirlere elçiler gönderir. Ancak zafer törenlerine katılmaya onun da ömrü vefa etmez; Konsül, yakalandığı bir hastalık sonucu Pergamon’da İ.Ö. 129 yılında ölür. Yenenler, yenilenlerin kanında yıkamıştır kılıçlarını yine. Pergamon kentinin sakinleri, Aristonikos tehlikesinin ortadan kaldırılmasının onuruna savaş boyunca kutlanması ihmal edilen Herakleia ve Soteria festivallerini kutlamaya verirler kendilerini yeniden.
Pergamon Akropolü; Trajan Tapınağı ve Tiyatro, bir arada...
(Haziran 2017)
(Haziran 2017)
Trajan Tapınağı'nın altındaki galerilerde...
(Haziran 2017)
Aristonikos’un tutsak edilmiş olmasına rağmen, Güneş Ülkesi’nin taraftarları, bir süre daha direnişlerini sürdürürler. Bu arada, İ.O.129 yılında ölen konsül Perperna’nın yerine seçilen M. Aquilius, olup bitenlerden habersiz; hem Aristonikos'u ve hem de Pergamon hazinelerini ele geçirmek umudu ile yola çıkar. Anadolu'ya ulaştığında, savaşın Perperna tarafından kazanılmış olduğunu gören Aquilius, isyancıların son direnişlerini kırmak ve bazı hassas noktalara asker yerleştirmek üzere harekete geçer. Yanına, Karia’daki Bargylia’dan (Asarlık) temin ettiği destek güçlerini de alarak, dağlık Mysia Abbaitis bölgesine yönelir. Aquilius, ele geçirmekte güçlük çektiği ve direnmeyi sürdüren Heliopolitai halkının kullandığı su kuyularını zehirlemekten çekinmez.(16) Bu davranışı yüzünden Pergamon’da 'Hayırseverlik Tanrısı'(!) ilan edilir. İsyanın tamamen bastırılması yaklaşık olarak, İ.Ö. 128 yılına dek sürer. Her şey sona erdikten sonra Senato, isyana en büyük desteği vermiş olan Phokaia’nın yerle bir edilmesine karar verir. Marsilyalıların ana şehirlerini kurtarmak için yaptıkları müracaat sayesinde bu karar daha sonra yumuşatılır.
Pergamon'a Madra Dağı'ndan su taşıyan İlkçağ'ın su kemerleri
(A. Aydemir; Ocak 2015)
Selinus, Serapion'un altından bu tüneller aracılığıyla Bakırçay ovasına doğru akardı.
(A. Aydemir; Ocak 2015)
Prof Hasan Malay, Belleten Dergisi’ndeki makalesinde köle isyanının lideri olan Aristonikos’un sonunun ne olduğu ile ilgili olarak şu bilgileri aktarır:
“Aristonikos'un
akıbeti ne oldu? İlkçağ’da, Anadolu'daki bu en büyük köle ayaklanmasının sonu
hakkında çelişen bilgiler almaktayız. Bazı antik yazarların belirttiği gibi (Sallustius ve Velleius Paterculus) eğer zafer alayında Romalılara teşhir
edildiyse, Aristonikos'un, Aquilius'un Roma'ya dönüp bu zaferi
kutladığı İ.Ö. 126 yılı sonlarına kadar yaşamış olması gerekir. Diğer bazı
tarihçilerin (Hansen; Attalids)
yazdığına göre de Aristonikos,
Roma'daki bir hapishanede bulunduğu sırada boğdurulmuştu, çünkü savaşın asıl
galibi olan Perparna’nın Pergamon’da ölümü nedeni ile bir zafer
alayı tertip edilmiş olması mümkün değildir.”(17)
Serapion; Kızıl Avlu...
(Aralık 2006)
İlkçağ'da Mısırlı tüccarlar için yaptırılan Serapis Tapınağı; Serapion
(Haziran 2020)
Ayaklanmanın yorumlanması aşamasında; Bilim ve Gelecek Dergisi’nde Mart-2014’de yayımlanan Sera Yelözer’in “Antik Roma’da kölecilik, emperyalist yayılma ve bir isyan: Aristonikos Ayaklanması” isimli makalesinde şu düşünceler ileri sürülmektedir:
“Aristonikos Ayaklanması’nın alt
sınıflar, yoksullar ve kölelere yani ezilenlere dair kapsamı ve niteliği; yani
ayaklanmanın yalnızca Aristonikos’un
taht iddiası ve mücadelesi ekseninde mi şekillendiği, yoksa talepleri ve itici
gücü bakımından ezilenlerin bir başkaldırısı mı olduğu tartışmasına dair bir
açılım, Aristonikos’un dağlık iç
kesimlere çekilmesi ile belirginleşen “Güneşin
Vatandaşları” vurgusu üzerinden yapılabilir. Sloganın belirginleştiği bölge
ve hitap ettiği kitlenin kırsal nüfus olduğu düşünülebilir. Alternatif bir
gelecek ve yeni bir düzen vaat eden böylesi bir slogan ile ayaklanma, gerek
teorik olarak, gerekse de zaten pratikte de görüldüğü üzere köleleri, özgür
statüde olan fakat ekonomik ve sosyal olarak sistemin alt tabakalarına
itilenleri ve özellikle kırsaldaki yerel toplulukları kapsamıştır.
Spartaküs'ün ölümü; İtalyan ressam Nicola Sanesi'nin (1818-1889) eseri
(https://en.wikipedia.org/Spartacus#/media/File: Spartacus_by_Sanesi.jpg)
Güneş Ülkesi ve onun özgür yurttaşları
söylemi çerçevesinde baktığımızda; “Güneşin
Vatandaşları” vurgusu öyle ya da böyle bir program çerçevesinde ayaklanmanın
taleplerine, seyrine, sistemine ve arka plandaki ideolojisine entegre
edilmişti. Dolayısıyla Aristonikos,
kendisini taht sahibi bir lider haline getirmek için giriştiği bu mücadelede
belki ezilenleri bir araç olarak görüyordu, belki de tahtı araçsallaştırarak
geçmiş toplumların da mirası olan bu eşitlikçi, kolektif yaşam biçimine dair
belleği yeni bir toplumsal düzeni şekillendirmek için canlandırmaktaydı. İ.Ö.
3.yy.da yaşamış olan Hellen filozof Iambulos’un
hikâyesi ise, bu geçmişin hatırlanmasını sağlayacak bir mit, yani bir araçtı.
Söz konusu mitin Stoa felsefesi ile yakından bağlantılı olduğu
belirtilmektedir. Nitekim hikâye örnekleştirilerek vaat edilen bu yeni sistemde
bulunmayacak olan sömürü düzeni ve ilişkileri, mülkiyet veya ordu, savaş gibi
kavramlar Stoa felsefesine de zıttır.
Romalı Stoacı filozof Blossius’un da Aristonikos’a katıldığını bilmekteyiz. Blossius, Aristonikos’un yanında karşımıza çıkmadan önce de Gracchus’larla birlikte anılan bir
filozoftu. Çeşitli sosyal ve ekonomik talepler ve huzursuzluklar ile geçen bu
süreçte, Roma’da reform veya başkaldırı gibi değişim talep eden hareketler
içerisinde karşımıza çıkmaktadır. Bir ihtimal, Aristonikos’un; “Güneşin
Vatandaşları” vurgulu programı, Blossius
ile birlikte kurgulamış olabileceğidir.”(17)
Bergama'da Kozak yolunda bir isyankar; Aristonikos, bir elinde güneş kursu, diğer elinde kılıcı bitmeyen bir kavgayı anlatır. Hep sürecek.
Aristonikos Ayaklanması’nı, nihayetinde evlilik dışı bir ilişkinin ürünü olan bir kişinin (Aristonikos) Pergamon tahtı üzerinde hak iddia etmesi ve bu “legalite” üzerine dayandırdığı taht
mücadelesini Güneş Ülkesi fikri
temeline oturtarak, bu ütopya merkezinde; çevresine toparladığı köleler ve
toplumun en altında yer alan katmanların desteğini alarak geliştirdiği bir
başkaldırı olarak tanımlayabiliriz. Ama köleci toplumun Roma merkezli bir krizi işaret ettiği bir zaman dilimine denk düşen
böyle bir başkaldırı, kendisinden sonraki diğer köle ayaklanmalarına bir ilham
kaynağı olmuş mudur? Bergama halkının isyan sonrasında ayaklanmacılara karşı
beslediği korku ve düşmanlık hisleri hangi sınıfsal temellerden
kaynaklanmaktadır? Pergamon’da
bulunan bir adak şiirinde(18)
adak sahibi tarafından dile getirilen “kendisini
Aristonikos’tan koruyan tanrıça Athena’ya duyduğu minneti” hangi duygular
içinde dile getirmiş olabileceğini nasıl açıklamalıyız? Dağ başlarında bir
ütopyanın peşinde koşturan savaşçılar kimlerdi? Onlar neyin peşindeydiler? Taht
ve özgürlük kavgaları nasıl bir noktada kesişmiş ve hangi sarmala bulanmıştı?
Belki bunları asla hiç öğrenemeyeceğiz; ama bu isyanları, öyle ya da böyle
tıkanmış bir köleci sistemin sonunu hazırlayan ilk işaretler olarak kabul
edeceğiz hep. Tıpkı 17.yüzyılda çürümüş bir feodal yapının ve aristokrasinin
tükenişi sürecinde; yine İtalya’da bir başka Güneş Ülkesi ütopyasının peşinde hayatını veren düşünür Tommaso Campanella’nın dediği gibi: (Haziran 2020)
“Ben doğacak yeni sabahların çan sesiyim.”
İnsanlığın bu arzusu ve onun uğruna öncülerinin verdiği mücadele hiç
bitmeyecek.
Dipnotlar:
(1)
Tommaso Campanella, Güneş
Ülkesi-En İyi Devlet Üstüne Sorunlar; Çevirenler: Haydar
Kazgan-Vedat Günyol; Çan Yayınları; İstanbul-1974; Vedat Günyol’un Önsözü’nden
alınmıştır. Sayfa: 5-6
(2)
Sera Yelözer, Antik Roma’da
kölecilik, emperyalist yayılma ve bir isyan: Aristonikos Ayaklanması; Bilim ve Gelecek Dergisi;
Mart-2014; bkz. https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2014/03/01/antik-romada-kolecilik-emperyalist-yayilma-ve-bir-isyan-aristonikos-ayaklanmasi/
(3)
Telephos Söylencesi’nde Azra Erhat’ın Mitoloji
Sözlüğü’nden yararlanılmıştır.
(4)
Strabon, Antik Anadolu Coğrafyası (Geographika: XII-XIII-XIV); Çeviren:
Prof. Dr. Adnan Pekman; Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 3.Baskı-İstanbul 1993;
sayfa: 129-130
(5)
Sera Yelözer; a.g.m.
(6)
Sera Yelözer; a.g.m.
(7)
Prof. Dr. Hasan Malay; Aristonikos Ayaklanması (İ.Ö. 133-129); Bergama Belleten, sayı:3-Ocak
1993; Bergama Kültür ve Sanat Vakfı (BERKSAV); sayfa:21; bkz. http://bergama.bel.tr/wp-content/uploads/belleten3.pdf
(8)
Prof. Dr. Hasan Malay; a.g.m; sayfa: 22; bkz. http://bergama.bel.tr/wp-content/uploads/belleten3.pdf
(9)
Prof. Dr. Hasan Malay; a.g.m; sayfa: 10; bkz. http://bergama.bel.tr/wp-content/uploads/belleten3.pdf
(10)
Prof. Dr. Hasan Malay; a.g.m; sayfa: 20; bkz. http://bergama.bel.tr/wp-content/uploads/belleten3.pdf
(11)
Strabon, a.g.e; sayfa: 166
(12)
Aristonikos Ayaklanması’ndan yaklaşık 3 yüzyıl sonra dahi Smyrna’nın bu
isyan sırasındaki tavrı, Aelius Aristeides tarafından Romalılara şöyle
hatırlatılmaktadır: “Smyrna kapılarını Aristonikos’a kapattı, hatta onunla
savaştı ve bu nedenle övgüye layık oldu.” Nitekim Smyrna arazisinin doğu sınırı
üzerindeki Belkahve Kalesi’nden getirilen bir yazıt, Aristonikos ile savaşım
dönemine tarihlenmektedir. İ.Ö. 2.yüzyılın sonlarına tarihlenen bu yazıtta komutan
Demetrios ve yakınları, muhtemelen Aristonikos’un kuvvetlerine karşı
savaştıkları için altından taçlarla onurlandırılmaktaydılar. (Kaynak: Prof. Ersin Doğer; İzmir’in Smyrna’sı; İletişim Yayınları, 1.Baskı-İstanbul 2006;
sayfa:103)
(13)
Strabon, a.g.e; sayfa: 166
(14)
Prof. Dr. Hasan Malay; a.g.m; sayfa: 23; bkz. http://bergama.bel.tr/wp-content/uploads/belleten3.pdf
(15)
Prof. Dr. Hasan Malay; a.g.m; sayfa: 25; bkz. http://bergama.bel.tr/wp-content/uploads/belleten3.pdf
(16)
Prof. Dr. Hasan Malay; a.g.m; sayfa: 27; bkz. http://bergama.bel.tr/wp-content/uploads/belleten3.pdf
(17)
Prof. Dr. Hasan Malay; a.g.m; sayfa: 27; bkz. http://bergama.bel.tr/wp-content/uploads/belleten3.pdf
(18)
Prof. Dr. Hasan Malay; a.g.m; sayfa: 26; bkz. http://bergama.bel.tr/wp-content/uploads/belleten3.pdf
(19)
Fotoğraflar, belirtilenler dışında muhtelif Bergama gezilerinde İ.
Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
İyi derleme teşekkür ederim
YanıtlaSilİlginize ve geri bildiriminize teşekkürler... Devamlılığı dileğiyle. İF
YanıtlaSilTeşekkürler
YanıtlaSil