30 Eylül 2020 Çarşamba

BABADAĞ YAYLALARINDA...

CORONA GÜNLERİNDE DENİZLİ-BABADAĞ’DA…

7 Eylül 2020

İbrahim Fidanoğlu

Giriş

Salbakos Dağı ya da bugünkü ismiyle Babadağ, doğuda Karia’nın Anadolu’nun iç dünyası ile sınırını belirleyen 2308 metrelik dev bir kütledir. Doğudaki Buldan’dan Denizli’ye doğru uzanan Çüruksu (İlkçağ’daki ismiyle Lykos) Ovası ile batıdaki Tavas (Tabae) Ovası’nı bir birinden ayıran Babadağ’ın eteklerindeki mermer ocaklarından çıkarılıp Afrodisias’a taşınan gri-beyaz renkli mermerler, İlkçağ’ın heykel sanatının merkezi olarak kabul edilen bu önemli kenti beslemiştir. Muhtemelen Türkmenlerin Batı Anadolu’ya yönelen göçünün önderlerinden birinin zirvesinde yer aldığı makamından esinlenerek Babadağ olarak isimlendirilmiş bu efsanevi dağın İlkçağ’daki yaşam izlerine, bugün hala onu çepeçevre saran eteklerinde rastlamak mümkündür.

Babadağ; genel görünüm
(https://www.babadagsenibekliyor.com/babadag.html)




















 
Babadağ sırtlarından Çürüksu (Lykos) vadisine bakarken...
(Haziran 2014)
 
Tavas’ta Herakleia Salbake, Babadağ kasabasının altında; Hisarköy’ün üzerine kurulu olduğu Attuda, Babadağ’ın Bekirler köyünün yakınlarında bulunan Trapezupolis yerleşimlerinin kalıntıları bugüne uzanan İlkçağ’daki Karia’nın Babadağ’daki izleri gibidir. Doğu eteklerinde kurulu ve kendi adıyla anılan Babadağ kasabası ise, Türklerin Batı Anadolu’ya göçleri ile ilişkilendirilebilecek denli eski bir yerleşimdir. Taş ve ahşabın ustalıkla ve bir arada kullanılmış yığınla örneğini görebileceğimiz sivil mimari eseri güzelim evleri de Babadağ’a ayrı bir hava katar. Dağa doğru yükselen bir topografyada üst üste dizilmiş sokakların iki yanında yer alan bu evlerin karşı vadiden görünümü, Babadağ’ın eteklerinden vadinin derinliklerine doğru sarkan üzüm salkımlarını andırır. Bu güzelim kasabaya bu anlamda bir de karşıdan bakmalı… 

Herakleia Salbake; Kızılcabölük-Ören Sırtı; Tanrıça Leto, Apollon ve Artemis Kabartması
(Nisan 2004)

Babadağ yollarında 

Yıllarca önce Denizli’ye ilk gelişimdi sanırım. Babadağ’daki akrabalarımıza da uğramıştık. Sarayköy’den Babadağ yoluna girdiğimizde önce kasabanın içinde Cumhuriyet’in erken dönemlerinde bir kampanya şeklinde tek tip bir proje üzerinden hayata geçirilmiş olan güzelim ilkokul binası dikkatimi çekmişti. Aynı okullardan Denizli’de Delikliçınar’a giden cadde üzerinde Atatürk İlkokulu, Buldan’daki Atatürk İlkokulu ve Çivril’de gördüğüm Atatürk İlkokulu bunlardan belki de sadece birkaçıydı. Aradan yıllar geçti; bu okullar çok şükür ki hala ayaktalar; hayalleri kırılmış Cumhuriyet’in hala ayakta kalan mümtaz eserlerinden birkaç yaşayan canlı örneği olarak. Ama yine basından öğrendiğimize göre; Çal ilçesindeki aynı formattaki bir başka ilkokul binası ise ne yazık ki yakınlarda (Mart 2019) yanıp kül olmuş durumda.

Denizli şehir merkezindeki Gazi İlkokulu
(Temmuz 2020)

Denizli,  Çal ilçesindeki Gazi Paşa İlk Mektebi'nin Mart 2019'da çıkan yangında kül olmadan önceki hali
(Ocak 2012)

Çal Gazi Paşa İlk Mektebi yanarken...
(https://www.haberdenizli.com/cal/cal-gazi-ilkokulu-nda-yangin-cikti-h44698.html)

Eski zamanlarda Babadağ’ın vadiye doğru alçalan alt alta dizilmiş sokaklarında dolaşırken, evlerin derinliklerinden bez dokuyan dokuma tezgâhlarının sesleri duyulurdu. Son gidişlerimizde evlerden gelen ve bir müziğin arka planındaki tempoyu andıran bu tezgâhların tıkı-tık seslerini yavaş yavaş işitmez olduk. Belli ki artık onlar da kaybolup gitmiş Babadağ sokaklarından. Artık bu bez dokumalar daha büyük işletmelerde yapılıyor olmalı. Bunlardan bir tanesi kasabanın girişinde yer alıyor. 
 
Sarayköy-Babadağ yolunda geç peri bacaları oluşumları
(Nisan 2006)

Bir bahar günü Sarayköy-Babadağ yolunda...
(Nisan 2006)

Babadağ yokuşlarında...
(Temmuz 2020)

Kasabaya giden asfaltın tepeye doğru tırmandığı bir noktada, Hisarköy (Attuda) levhası dikkatini çekecektir yolcunun. Babadağ kasabasına karşıdan bakan bir tepenin üstüne konumlanmış şirin köyden vadinin öteki yakasını takiben devam edilirse, Babadağlıların “yayla” dedikleri kasabanın üst düzleminde ve Karacasu yönündeki bir dizi mevkie ulaşılacaktır. Yıllar önce Hisarköy’e uğradığımızda köylülerden aldığımız yol tarifi çerçevesinde toprak bir yoldan bu rotayı gerçekleştirme imkânımız olmuştu. O yolculukta; merkezdeki Babadağ pazarının vazgeçilmez öğeleri olan yaz mevsiminin benzersiz lezzetteki bahçe ürünleri; domates, biber, patlıcan, salatalık gibi sebzeleri ile meşhur Manasır (Manastır) yaylasının altından geçerek Babadağ’ın batı yönündeki girişine ulaşmıştık. Kasabanın çıkışından batıya doğru devam eden yolun ulaştığı yer Karacasu-Tavas asfaltıydı. Bu vadiden akmakta olan Dandalas çayının binlerce yıllık aşındırması sonrasında topografyada oluşan derin yarıklardan birinde ise, çağımıza ulaşmış ve oldukça sağlam görünümlü bir Roma köprüsü (Dandalas) durmaktaydı. Tavas (Yaren Güme; ondan çok önceleri ise Hieron Kome), pide diyarı Karacasu’dan güneye doğru uzanan karayolunun ucunda yer almaktaydı. Salbakos (Babadağ’ın İlkçağ’daki ismi) Dağı’ndan ve Herkül’den (Herakles) ismini alan Herakleia Salbake işte bu dağın güney-batı eteklerinde ve Tavas’ın hemen yakınında konumlanmıştır.

Geyre (Afrodisias) yakınlarındaki Dandalas çayı ve üzerindeki Roma dönemi köprüsü
(Haziran 2014)

Babadağ'ın batısındaki dünya; Tabae ya da Tavas ovası
(Haziran 2014)

Karia ile Frigya’nın sınırında Attuda (Attouda); bugünkü Hisarköy

Babadağ kasabasının karşısındaki vadinin yamaçlarında; Asarlık diye adlandırılan bir tepenin üzerine konumlanmış Hisarköy, bugün altında bir Karia yerleşimini saklamaktadır. Bugünkü topografyaya bakarak zamanında sahip olduğu önemi anlamak her ne kadar zor olsa da; İlkçağ’da Çürüksu (Lykos) Ovası ile Tavas (Tabai) Ovası ve o dönemin önemli bir yönetim merkezi olan Afrodisias’ı dağ geçitleri üzerinden birbirine bağlayan bu saklı yerleşimin adı Attuda ya da Attouda’dır. Bugün Babadağ üzerindeki bir dağ köyünün altına gizlenmiş olan bu Karia kentinin dağdaki önemi, konum itibariyle bu doğal dağ geçitleri üzerinde yer almasından kaynaklanmış olmalıdır.

Asarlık üstünde Hisarköy; Karia'nın Attuda'sı
(https://alchetron.com/Attuda#attuda-d9a7d5f0-ce44-4bdb-9bb0-3d41e76c9ed-resize-750.aspx)

Bugün Hisarköy’e Sarayköy-Babadağ asfaltından kuzeye doğru ayrılan ve Arap Deresi vadisini aşarak ilerleyen virajlı bir yolla ulaşılır. Köyün Asarlık tepesinin üstüne konumlanmış yorgun evlerine gelindiğinde, köyün camisinin avlusunda ve ziyaret ettiğimiz o yıllardaki bir küçük depoda saklanan antikitelerin dışında ortalıkta Attuda’ya dair pek bir iz de görünmez. Ama işin aslı öyle değildir. 

Attouda’da tespit edilenler, bir dağ kenti için oldukça ileridir. Antikçağda Salbakos Dağı üzerinde bu çevrede bulunan küçük yerleşimlerin dini, ekonomik ve siyasi anlamda toplandığı yer burası olmalıdır. Bu nedenle bölgenin ticari merkezinin de burası olduğu açıktır. Böylelikle insanlar buradaki pazarlarda toplanmış ve hem getirdikleri ürünü satmışlar hem de buradan gerekli olan ihtiyaçlarını satın alarak gitmişlerdir. Bu hareketlilik, bu çevre için ulaşımı kolay Attouda’ya, ticaret merkezi olma imkânı sağlamış ve ciddi anlamda ekonomik zenginlik kazandırmıştır. Bulunduğu yer nedeniyle büyük tarım alanları olmadığından, burada hayvancılığa ağırlık verilmiştir. Bu bir anlamda dağ kentlerinin bir kaderi olmakla birlikte, çoğu yerleşim bunu Attouda örneğinde olduğu şekilde avantaja dönüştürememiştir. Bu ticari hareketliliğin burada son zamanlara kadar devam ettiği anlaşılmaktadır.”(1)

Karia ile Frigya’nın sınırında yer alan Attuda, muhtemelen siyasi ve ekonomik ilişkilerini yoğun olarak Salbakos Dağı’nın batı yüzünde yer alan Afrodisias ile yürütmüş olmasından dolayı bir Karia kenti olarak biliniyor. Salbakos Dağı’nın batı ve doğu yakasını birbirine bağlayan saklı dağ geçitlerinin üzerinde yer almış olması da ona bu tarihsel önemi kazandırmış olmalıdır.

Hisarköy sırtlarında...
(https://alchetron.com/Attuda#attuda-d9a7d5f0-ce44-4bdb-9bb0-3d41e76c9ed-resize-750.aspx)

Pergamon Krallığı’nın Lidya’dan Likya’ya uzanan geniş bir coğrafyada egemenliğini tesis ettiği dönemde, Denizli civarında da eski Hellenistik yerleşimlerin yerinde yeni kentler oluşturduğu bilinmektedir. Çivril yakınlarındaki Işıklı Gölü’nün kıyısında yükselen Sarı Baba Tepesi’nin üstündeki Pergamon Kralı II. Attalos tarafından kardeşi II. Eumenes adına kurulmuş olan Eumeneia kenti de, bölgedeki Pergamon Krallığı’nın egemenliğini temsil eden bu yerleşimlerden biridir.

Attuda kenti de paralel bir şekilde, Pergamon Krallığı döneminde kolonize edildikten sonra giderek daha çok öne çıkmış. Prof. Dr. Bilal Söğüt’ün bir yazıta dayandırılan aktarımına göre; Attuda ile ilk epigrafik veriler İ.Ö. 2.yy.a aittir.

Hisarköy cami avlusunda bulunan Attuda'ya ait mimari parçalar
(https://alchetron.com/Attuda#attuda-d9a7d5f0-ce44-4bdb-9bb0-3d41e76c9ed-resize-750.aspx)

“Yazıtın bu tarihlerden olması, Attouda’daki yerleşimin en azından M.Ö. III. yüzyıla kadar indiğini kesinleştirmektedir. Buna göre, çevresindeki Seleukos kuruluşu olan kentlerden kuzeydeki Menderes Antiokheiası (şimdiki Başaran Çiftliği-İF), doğudaki Lykos Laodikeiası, güneyde Herakleia Salbake (şimdiki Tavas yakınlarında Vakıf Köyü-İF) ve Apollonia Salbake (Medet Höyüğü-İF) kentlerinin kolonize edildiği dönemde, burada küçük de olsa bir yerleşim olmalıydı. Buna göre Pergamon Krallığı bu kenti yeniden kurmamış, önceden var olan bir yerleşime ayrı bir statü vererek, daha önemli bir konuma getirmiştir. Benzer durumdaki yerleşmeler değerlendirildiğinde, bunun Pergamon politikası gereği bir uygulama olduğu anlaşılmaktadır.

Kentte bulunan Hellenistik yazıtlardan üçü Pergamon Krallığı ile ilişkili olup, M.Ö. II. yüzyıl içine tarihlenen anıtlar hakkındadır. Kent içindeki yivli başlıkların dışında, özellikle yakın benzerlerini Pergamon M.Ö. II. yüzyıl yapılarında gördüğümüz kireçtaşından yapılmış olan sütun kaidesi örnekleri; bu yüzyıl içindeki imarın dışında, iki kent arasındaki mimari etkileşimleri göstermesi açısından da önemlidir. Birbirine çok yakın olmayan iki kent arasındaki bu ilişki bir rastlantı olmayıp, bize var olan direkt bağlantıyı göstermektedir. Çünkü Salbakos Dağı’nın her iki yönündeki kentler arasında, Pergamon tipi kaide şimdilik sadece buradan bilinmektedir.”(2)

İmparator Caracalla dönemine ait Attuda sikkelerine bir örnek
(https://www.wildwinds.com/coins/greece/caria/attuda/i.html)
 
Attuda sikkelerine bir örnek daha; İ.S. 3.yy. Roma dönemine ait; ön yüzde başında Frig şapkası ve omuzlarının arkasında bir hilal ile temsil edilen Men büstü; arka yüzde ise girlandlı büyük bir altarın üstündeki üç çam kozalağı arasında gösterilen iki küçük altar yer alıyor.
(https://www.wildwinds.com/coins/greece/caria/attuda/i.html)

Attuda, İ.Ö. 1.yy.dan itibaren kendi adına sikke basmaya başlar. Bu bile bölgedeki ekonomik ve siyasi öneminin hangi düzeyde olduğunu göstermesi bakımından değerlidir. Kentin Roma Döneminde Alabanda Conventusu’na dâhil edilmesi sonrasında, aynı birlik içinde yer alan Afrodisias ile olan ilişkilerini daha da güçlendirir. İ.S. 2.yy.da Afrodisias, içinde Attuda’nın da bulunduğu kuzeydoğu Karia kentlerinin yönetim merkezi olarak bir siyasi rol de üstlenir. İ.S. 3.yy.da İmparator Diocletianus’un yönetim birimlerini yeniden düzenlemesi sonrasında ise, Babadağ’daki Attuda ve Trapezupolis yerleşimleri Frigya Conventusu’na dâhil edilirler. 

Hisarköy; köy meydanından sırtlara doğru tırmanan evler
(Nisan 1993)

Bizans döneminde ise, Laodikya Metropolitliği’ne bağlı bir piskoposluk merkezine dönüşen Attuda, İ.S. 431 yılında Efes’te düzenlenen Üçüncü Ekümenik Konsül’e temsilciler gönderir. Kentteki yerleşimin, bulunan seramik kalıntılardan yola çıkılarak İ.S. 6.yy.dan itibaren zayıflayarak kaybolduğu; daha sonra Türkmenlerin 13.yy.dan itibaren bölgeye ulaşmaları sonrasında yeniden canlanma gösterdiği ifade edilmektedir.(3)

Bugün Asarlık Tepesi’nin altında uykuya dalmış Attuda’ya ait; bir şekilde toprak üstüne çıkarılmış antikitelerin çoğu, köyün camisinin avlusunda, muhtarlığa ait bir depoda yer alıyor. Bundan başka Attuda’ya ait bazı mimari parçaların ise, Hierapolis Arkeoloji Müzesi’nde korunduğu biliniyor. Ayrıca köyün içinde yer alan evlerin duvarlarına gömülü durumda çok sayıda mermer yazıt ya da mimari parçayı da görmek mümkün. Bugünkü yaşamın sürdüğü Hisarköy’ün en üstünde yer alan bir düzlük alan ise, o günden bugüne işlevini sürdüren bir toplanma merkezini andırıyor.

Attuda'ya ait; ana kayaya bütünleşik halde günümüze ulaşmış bir tonozlu yapı kalıntısı
(https://alchetron.com/Attuda#attuda-d9a7d5f0-ce44-4bdb-9bb0-3d41e76c9ed-resize-750.aspx)

Attuda ile ilgili olarak antik kaynaklarda Men kültü ve Artemis Anaitis inancından söz ediliyor. Cami avlusunda yer alan mermer kaideler, burada bir tapınım mekânının olduğuna dair ipuçları veriyor. Prof. Dr Bilal Söğüt, yukarıda sözü edilen makalesinde Attuda’da etkin inanç sistemleri ile ilgili olarak şu bilgileri aktarıyor:

Hisarköy; tepeye tırmanan sokaklardan biri
(https://www.babadagsenibekliyor.com/babadag.html)

 Attouda’nın da içinde bulunduğu bölgede en yaygın olan kültlerden birisi Men, diğeri ise Ana Tanrıça kültüdür. Hem yazıtlardan hem de antik kaynaklardan Men kültünün varlığı bilinmektedir. Tanrının bu bölgedeki en önemli kült yeri ve kutsal alanı, Laodikeia ile Karoura arasında olduğu belirtilen ve yerini kesin olarak bilemediğimiz Men Karou Tapınağıdır. Strabon (XII. 8. 20), Menderes ve Lykos Vadileri boyunca giden yolu takip ederken, Men Karou Tapınağı’nı görmüştür. Bu bilgilere göre tapınağın yeri Karoura ile Laodikeia arasında, vadi içinde bir yerde bulunmalıdır.

Men Karou Tapınağı’nın Attouda sikkeleri, üzerinde yer alması, bu kutsal mekânın kesinlikle Attouda sınırlarında bulunmasından kaynaklanıyor olmalıdır. Bu nedenle kent merkezinde olmayan kutsal alanın, vadi içindeki bir yerde olabileceği düşünülmektedir.

Hisarköy'den Babadağ'a yayla yoluyla giderken; arkada başı karlı Baba Dağı
(Nisan 1993)

Men Karou dışında, bölgede eski bir geleneğe sahip olan Ana Tanrıça kültünün bir devamı ve yerel bir inanış olan Meter (Mater) Adrastos kültü yaygın olarak görülmektedir. Trapezupolis kenti sikkeleri üzerindeki betimlemelere göre; Attouda ve Trapezupolis birlikte Meter Adrastos kültü ile ilgili törenler düzenlemişlerdir. Bunların dışında dağlık yerleşimler ve dağ zirvelerinde, Ana tanrıçaya adanmış kült yerlerinin yaygınlığı bilinmektedir. Özellikle Apollonia Salbake kentinde bulunan ve Meter Kültü’ne katılan “Bakireler” için yapılan ev ile ilgili bir yazıt, Salbakos Dağı ve çevresi için kültün önemini ortaya koymaktadır. Hisar’da, çarşıdaki caminin kuzeybatı köşesine yerleştirilmiş olan Meter Adrastos adının geçtiği yazıt bu tanrıça ile ilişkilendirilmiştir. Bugün tanrıçaya ait olduğu kesin olarak bilinen bir tapınak olmamakla birlikte, tanrıçanın adının geçtiği yazıtlara göre; Attouda kentinde ve çevresinde Meter kültünün saygın bir yere sahip olduğu ve kentin baş tanrıçalarından birisi olarak tapınım gördüğü konusunda şüphe yoktur. Sikkeler üzerindeki betimlemelerden, varlığı bilinen Kybele ve Tykhe tasvirleri, Phokaia kentinde görüldüğü gibi buradaki Ana tanrıça kültü ile ilişkili olabilir.”(4)

Hisarköy, tepeden inerken...
(Nisan 1993)

Yukarıda anlatılanlardan anlaşıldığı üzere bir yandan Frigya dünyasından buraya yansıyan Men kültü ile Perslerin Anadolu’yu ele geçirdikleri dönemlerde etkin olduğu anlaşılan ve bir anlamda ana tanrıça kültünün evrimleşmiş şekli olan Ana Tanrıça Meter ve Artemis Anaitis inancı bölgeyi etkilemiş olmalıdır. Bunun yanında ticari ve yönetimsel ilişkileri açısından son derece yakın olan Afrodisias’taki Afrodite kültünün de (ki bu kült de Anadolu’nun yerli ana tanrıça inancından türemiş bir inancı temsil eder) bu inanç sistemleri ile hem hal olduğu söylenebilir.

Hisarköy'de cami avlusunda bulunan Attuda'ya ait mimari parçalara iki örnek; iki sütun kaidesi ve bir arşitrav parçası...
(https://www.babadagsenibekliyor.com/babadag.html)

Bugünlerde Asarlık Tepesi’nin altındaki bu Karia yerleşiminden günümüze kalanları ortaya çıkarmak için, köyün bulunduğu yerden taşınması söz konusu. Köylülerin pek de onaylamadığı bu durumla ilgili nasıl bir gelişmenin ortaya çıkacağını önümüzdeki erimde alınacak kararlar belirleyecek. İlk kez 19.yy.da İngiliz gezgin ve arkeolog William Ramsay’ın adından söz ettiği bu Karia yerleşimi, belki de 21.yy.da gerçekleştirilecek kazılarla yeniden keşfedilecek. Dağın başında dini ve ticari açıdan bu denli önem kazanmış bir İlkçağ kentinin hakkında daha fazla bilgi edinmek açısından bu girişimlerin ne kadar değerli olduğunu söylemeğe gerek yok elbette. Ancak tarıma elverişli olmayan böyle bir topografyada hayata tutunmuş yerli halkı da tatmin edecek bir düzenlemenin yapılması da ayrıca önem arz ediyor.

Babadağ; üst üste evler ve sokaklar...
(Nisan 1993)

Babadağ’da…

Babadağ’a Türkmenlerin 13.yy. civarında ulaştığı kabul ediliyor. Kocayörük aşiretine mensup Türkmenler ilk olarak Babadağ yakınlarındaki Oğuz köyüne yerleşmişler. Daha sonra buradan Ahıllı Yakası-Terzili Mevkii’ne geçmişler. Bu ardışık yer değiştirmelerin son durağı ise, bugünkü Babadağ kasabasının kurulu olduğu Kuzuören Mevkii olmuş. Babadağ kasabası, sırasıyla; Beşikkaya, Gadıkariyesi, Gadıköy ve son olarak da bugünkü ismiyle Babadağ olarak anılmış. Aldığı son ismin, sırtını yasladığı görkemli Babadağ’dan esinlenerek verildiği söylenebilir. Babadağ, 1877’de köylükten nahiye düzeyine terfi eder; 1987’de ise kasaba, ilçe statüsüne kavuşur. (5)

Babadağ ve kış
(https://www.babadagsenibekliyor.com/babadag.html)
 
 
Baba Dağı ve Babadağ kasabası karlar altında...
(https://www.babadagsenibekliyor.com/babadag.html)

Babadağ'da bir kış manzarası
(https://www.babadagsenibekliyor.com/babadag.html)

Babadağ’ın eteklerinde; oldukça engebeli bir topografyada kurulmuş kasabanın temel geçimi, uzun yıllar arazinin tarıma elverişli bir yapıya sahip olmaması nedeniyle Yörüklerin temel uğraşısı olan hayvancılık üzerinde yoğunlaşır. Kıl çadırların dokunması ihtiyacı, zamanla hayvancılığın yanında bir yan uğraşı alanının da gelişimine yol açar. Bu uğraş, bugün için Babadağ’ı Babadağ yapan dokumacılıktır. Kıl çadırlara zaman içinde sedir bezleri, çarşaf ve çuval dokumaları eklemlenir ve dokuma ürünlerinin çeşitliliği bu şekilde giderek artar.

Kemerli pencereleri ile dikkat çeken eski bir Babadağ evi
(Temmuz 2020)

Babadağ yeşil elbiseleriyle; yaz başlarında
(https://www.babadagsenibekliyor.com/babadag.html)
 
 
Babadağ'ı boydan boya geçen ana cadde
(Temmuz 2020)

Öncelikle evlerdeki küçük dokuma tezgâhlarında yoğunlaşan dokuma üretimi, daha sonraları büyük tekstil fabrikalarına doğru evrilir. O yıllarda Babadağ’da sokakların arasında dolaşırken duyulan tek ses, bir müziği andıran dokuma tezgâhlarının çalışma sesleridir. 1928 yılında Babadağ Ticaret Odası’nın kuruluşu ile kasabada dokumacılık işine belli bir düzen ve standart gelir. Herkes dokuduğu malı Salı günleri pazara getirir. Hafta arasında Ticaret Odası malın bir anlamda kalite kontrolünü yapar. Santimetrede 40 tel var mı? Eni 1.40, boyu 2.40 var mı? Bakar; ölçüler tutarsa damga vurur; yani malın standartlara uygunluğu bir anlamda tescillenmiş olur. Mal istenen ölçüleri tutmuyorsa, dokuma zayıfsa; o mala “battal mal” denir ve Ticaret Odası tarafından damgalanmaz. “Battal” damgası yiyen mal cezalı duruma düşer ve bu malın satışı yasaklanır. Ticaret Odası kontrol etmeden hiçbir mal pazarda satılamaz. Battal malın parasal bir karşılığı olmaz. Ancak bu battal malları, köylüler ya da Yörükler yağla, yumurtayla değiş tokuş ederler. Bir tür trampa usulü…(6)

 Boyama kampanyasından nasibini alan evlerden biri; Mustafa Tepeli Evi
(Temmuz 2020)
 
Ana cadde
(Temmuz 2020)

Ana caddeden vadiye doğru inen yollardan biri; balkonlarda salça tepsileri...
(Temmuz 2020)

Yaz ortasında; ovada sıcağın kavurduğu zamanlarda ulaştık Babadağ’a. Dağın eteklerine sıra sıra dizilmiş, ama evlerin siluetinin örttüğü sokakların birinden içeri girdik; kasabanın kalbine doğru. Babadağ’da turizme can vermek için olsa gerek; ana caddenin ve çevresindeki sokakların iki yanındaki yorgun Babadağ evlerinin bütün dış cepheleri farklı ve canlı renklerle boyanmıştı. Duvarlarda bir renk cümbüşü vardı sanki. İlk anda kafamız karışsa da sonrasında alıştık. Daracık caddeden ilerleyerek kasabanın meydanı diyebileceğimiz Belediye önündeki Çınaraltı’na ulaştık. Bugün Cuma idi ve Babadağ’da Cuma günleri köylü pazarının hareketliliği vardı meydanda. Manasır yaylasının mis gibi domatesleri, salatalık ve biberleri; kokusu bile bir başkaydı Babadağ sebzelerinin. Yayla armutları, koruk ekşileri, acurlar; ne ararsan nebatın en güzelleri ordaydı. Ama bizim Babadağ’da gidilecek çok yerimiz vardı daha; örneğin Babadağ’ın Safranbolu evlerini andıran sivil mimari örneği o güzelim evleri… Pazarlık işini hallettikten sonra Babadağ’ın daracık sokaklarına daldık, çıktık.

Babadağ; belediye önünde Çınaraltı Meydanı
(Temmuz 2020)
 
Çınaraltı'nda köylü pazarı; bir Cuma vakti...
(Temmuz 2020)

Babadağ’ın Evleri

Babadağ’ın yorgun evleri, Salbakos Dağı’nın eteklerine yaslanmış. Vadiye paralel uzanan; üst üste bir dizi sokağın kıyısına konumlanmış bu evlerde ahşap ve taş işçiliği öne çıkıyor. Yüzlerce yıllık bir deneyimin imbiğinden süzülerek günümüze ulaşabilmiş bu güzelim Türk evleri, her ne kadar zamanın ve insanın tahribatına maruz kalmış olsa da; birçoğu yine de zamana meydan okuyor. Aslında zamanın ağır seyrettiği mekânlardan biri Babadağ… Bu durum evlere ve evlerin içindeki hayata da yansımış durumda. Her ne kadar son yıllarda dünya sistemine entegre edilen yurdum insanı, derin bir şaşkınlığın ve gelgitlerin içinde sıkışıp kalmış olsa da; mekan ve onu bezeyen bu tarihi miras, zaman zaman Babadağlı’yı derinden sarsarak kadim ve saygın geçmişini hatırlatıyor. Dokumacılıkla bütünleşmiş Babadağlı’nın hayatında kasabadaki yaşam aslında oldukça basitti eskiden. Dokumacılık ekseninde gelişen bir hayat… Onu da bize bir eski Babadağlı aktarıyor:

Babadağ'da görkemli bir konak eskisi
(Temmuz 2020)

“Babadağ’da zamanın tamamı ev içinde üretimde (dokuma tezgâhlarının başında) harcandığından, dış yaşam için çok sınırlı bir zaman kalmaktadır. Fakat evlenme, düğün ve cenazeler için de zaman gerekmektedir. Babadağ’da bu işler için pratik bir çözüm bulunmuştur. Pazar günleri genç kızların ve delikanlıların, giyinip kuşanıp yürüdükleri bir semt vardır. Gençler orada birbirini görüp talip olurlar. Sonunda evlenme süreci başlar. Cenaze törenlerinde definden sonra herkes iki taraflı sıraya geçer, orta yerden cenaze sahipleri geçerek başsağlığı dilenir. Babadağ usulü denen bu yöntemle taziye çok kısa zamanda bitirilir.

Babadağ’da haftada iki gün Pazar kurulur. Salı günü Büyük Pazar, Cuma günü Küçük Pazar… Salı günü dokumacılar gün doğmadan Pazar yerine gelir. Dokudukları ürünlerden numuneleri ellerinde tutarlar. Tüccarlar, dükkânlarının önünde bekler. Her tüccarı birer birer dolaşır, “çeşit mi” diye sorar. Sıkı bir pazarlık olur. Anlaşabilirlerse elindeki numunelerden bir adedini tüccara bırakır.

Dokumacı kendi ürününü pazarladıktan sonra ev ihtiyaçlarını pazardan temin eder. Pazarda dolaşırken küçük yaştan itibaren erkek çocuğunu da yanında gezdirirdi. Pazarda alırken-satarken nasıl konuşulduğunu, pazarlık usullerini çocuk genç yaşta öğrensin diye Babadağ ticaret kültürünü çocuklara yaşatarak öğretirdi. Tüccarlar, satın aldıkları dokumaları aynı gün müşterilerinin siparişlerine göre hazırlayıp Çarşamba günü doğudan batıya, Anadolu’nun bütün şehirlerine tren yoluyla gönderirlerdi. Ayrıca İstanbul, İzmir Ankara ve Samsun gibi büyük şehirlere de kamyon ile sevkiyat yapılırdı.”(7)

Babadağ'a girerken...
(Temmuz 2020)

 Bir Babadağ evinin iç mekanlarındaki ahşap işçiliği...
(Temmuz 2020)

Yeniden Babadağ evlerine dönersek eğer;

Bu toprakların insanı Cengiz Bektaş, Anadolu sivil mimarisi ve bu yöredeki evlerin özellikleri ile ilgili olarak bize şu bilgileri aktarıyor:

“Bütün Anadolu’da yerleşmeler hiçbir zaman alüvyonun üzerine yapılmaz. Yani ekmek yiyeceği toprağı insanoğlu asla kirletmez; onu boşa harcamaz. Yamaca yerleşir. Yamaca yerleştiği zaman kimse kimsenin güneşini ve göz hakkını kesmez. Birbirlerine atık sularla kötülük etmezler. Bu tabii çok önemli bir ilke… Kapısının gündoğusuna bakması… Sonra bunlar yerden biraz kaldırılırlar. Nem ve toprak gelip geçsin altından diyerekten ve ana kat yukarıdadır. Sokaklar dar ve yarısı gölgeli… Ondan sonra da yukarıda da yaşam mekânları… O mekânlarda oda çok önemli. Odaya Babadağ’da ev derler. Gerçekten bir ev gibi… Bir çekirdek aile, diyelim ki bir hafta evden çıkmasa gereksinimlerini karşılayan bir oylum ocağı var. Kerevetleri var. Seki altı var. Yani bütün hizmetlerin görüldüğü bir yüklük, yunmalık (banyo mekânı), fincanlık var. Bunların hepsi bir odanın içinde… Mesela ocağın önünde ilginçtir başka yerde çok rastlanmayan bir sürme kapak ile ocak kapatılır. Ve güzel ahşap işlemeler, yaygılar, kilimler maketlerin üzerindeki örtülerle gerçekten yaşantısı bir oylumdur. Babadağ’ın ustaları kendi içinden… Babadağ’ın içinde 3-4 tane usta var… Yani o diplomasız; şusuz, busuz dediğim usta; ama o usta, ahşap üzerine toprak boyası ile süsleme yapılmasından tutun, taş duvar işçiliğine… Tabii esas belirleyici olan dülgerlik konusu; ahşap standarda ve modüle göre yapılır evler. O belirler evin ölçülerini. Bütün bunları kendi başına yapabilen bir ustaydı. Ama yine de bir insan ömrü yakınlığında Babadağ’da olsun; başka yerlerde olsun (yeni) evler yapılmış ve bu evler geçmişin bir kapma göstermemiş. Bu ayrı bir özellik… Hem de bir kuşak öncesine kadar diyebilirim. Hadi bilemediniz iki kuşak.”(8) 

Babadağ'da hayat, merdivenlerle yukarı düzlemlere taşınır.
(Temmuz 2020)

Babadağ girişinde bulunan Babadağ haritası
(Temmuz 2020)

Yukarıdan aşağıya merdivenler bağlar çoğu kez sokakları. Ama dolanarak da olsa bir şekilde arabayla ulaşmak da mümkündür en ücra köşelerine Babadağ’ın. Evlerin vadiye bakan balkon ya da teraslarında bu aylarda salça tepsilerini görürsünüz çoğu kez. Manasır yaylasının tadı benzersiz o güzelim domateslerinden yapılan ev salçalarının tadına doyum olmaz. Çocukluk günlerimiz gelir akla; bir dilim ekmeğin üstüne sürülen tazecik salçalar; salçalı ekmekler.

Babadağ'ın tepsi tepsi organik salçaları
(Temmuz 2020)

Babadağ'ın salça tepsileri vadiye bakar.
(Temmuz 2020)

Çocukluğumun salçalı ekmekleri; Babadağ'da tadım anı...
(Temmuz 2020)

Kasabanın Karacasu çıkışına yakın konumda Yardan Çay ismiyle anılan bir mesire yeri vardır. Dağın yukarılarından buraya bir şelale ile taşınan buz gibi sular, bu mesire alanında soluklandıktan sonra vadinin derinliklerine doğru akar gider. Her ne kadar bu yıl dere yatakları susuzluktan kırılsa da; Yardan Çay yine de yolcusuna asırlık çınar ağaçları altında kısa süreli de olsa soluklanabilecek bir konfor alanı sunar her zaman.

Babadağ; Yardançay Şelalesi
(https://www.babadagsenibekliyor.com/babadag.html)
 
Babadağ'da Yardançay mesire alanı
(https://www.babadagsenibekliyor.com/babadag.html)
 
Yardançay'da bir bahar vakti...
(Haziran 2014)

Yardançay
(Haziran 2014

Babadağ sırtlarında; Karacasu yolunda...
(Haziran 2014)

Yardan Çay’dan sonra yaylalar başlar. Eskiden beri her ailenin yaylada küçük ya da büyük bir yeri vardır mutlaka. Kimi Babadağlı tekstilden zenginleyince buralara konak yavrusu evler kondurur zamanla. Kimisi ise küçük bir kulübeyle idare edip gider. Ne olursa olsun; yaylaya çıkmak bir gelenektir Babadağ’da. Her ne kadar zamanın öğüttüğü yerel kültür alışkanlıkları Babadağ’da da zamanla aynı kadere doğru sürüklense de; yayla akşamları, hatırlandıkça aile büyüklerinin ilk gençlik yıllarına dair hatıraları canlandırması açısından yine de unutulmazdır.

Babadağ; Göçoluk yaylası
(Nisan 1993)

Babadağ; Göçoluk yaylası yollarında...
(Nisan 1993)

Dipnotlar:

(1)     Prof. Dr. Bilal Söğüt; Pamukkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü-Denizli; Attouda Antik Kenti (Hisar); Cedrus, The Journal of MCRI, Cedrus V (2017); sayfa: 241-260

(2)    Prof. Dr. Bilal Söğüt; a.g.m; sayfa: 244

(3)    Prof. Dr. Bilal Söğüt; a.g.m; sayfa: 246

(4)    Prof. Dr. Bilal Söğüt; a.g.m; sayfa: 252-253

(5)    Yılmaz Kasapoğlu, Benim Gözümde Babadağ, Denizli Dergisi, Sayı: 14-(Nisan-Mayıs-Haziran-2007); sayfa: 3

(6)    Şerif Kutludağ, Pamukkale Üniversitesi Öğretim Görevlisi; Tekstilin önde gelen isimlerinden Babadağ’da dokuma ve tekstil; Denizli Dergisi, Sayı: 14-(Nisan-Mayıs-Haziran-2007); sayfa: 7; Babadağlı tekstilciler Besalet Küçüker ve Atilla Özdemir aktarımları…

(7)     Yılmaz Kasapoğlu, a.g.m; sayfa: 4

(8)    Cengiz Bektaş ile “Babadağ ve Şirinköy evleri üstüne”; A. Bahçekapılı; röportaj; bkz. https://sites.google.com/site/sinangurcan20/cengizbekta%C5%9F

(9)    Fotoğraflar, belirtilenler dışında gezi sırasında İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.

 

Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC