5 Şubat 2013
İbrahim Fidanoğlu
Eskilerin deyişiyle;
Zemheri’nin çıkıp Hamsin’in girdiği günlerdeyiz bu aralar. Yani karakış sonrası
kışın kalanını yaşayacağız önümüzdeki haftalarda. Tam bu günlerde bahar başını
gösterdi ansızın aralıktan. Günün en yüksek sıcaklığı bugün 20 dereceye kadar
yükseldi. Kısa kollarla yürüdük dağlarda. Güneş, gün boyu sürekli tepemizde göz
kırptı durdu bize hınzırca. Ama elbette güven olmazdı bu Hamsin’in havalarına;
bahar gireceğim derken kapıdan; kış hadi oradan deyip yapacak yine kışlığını, daha
bir vakte kadar…
Cellat Gölü; gölün ortasında höyük, en arkada ise Nif Dağı
Böyle bir atmosferde;
sabahleyin İzmir’den Tire yönüne doğru hareket ettik. İzmir – Aydın otoyolunda
Torbalı yakınlarından geçerken 19.yy.ın İzmir yakınlarındaki en önemli sulak
alanlarından Cellât Gölü’nün durmaksızın yağan son yağışlarla ulaşmış olduğu
cesamete tanıklık ettik. Gerçekten bu kış Ocak ve Şubat aylarındaki yoğun
yağışlarla geçmişte bıraktığımız eski göllerin çoğu, birkaç yıldır olduğu gibi
yine geri döndüler. Sel baskınına uğramış tarlaların yanından geçerken, kurita (sığ
yerlerde kullanılan, altı düz kayıklar) teknelerle gölün içinde kürek çeken
köylüleri gördük. Suyun içinde kalmış ağaçların durumuna bakıldığında, suyun
derinliğinin bazı yerlerde 2 metreye ulaşmış olabileceğini tahmin ettik.
Büyükkale
Belevi kavşağından,
otoyolu arkamızda bırakarak Tire yoluna saptık. Güzergâhımız üzerindeki Belevi
Gölü de aynı durumdaydı. 10 yılı geçkin bir zamandır geri dönmüş olan bu göl,
artık tamamen koruma altında bir sulak alana dönüşmüştü. Gölden sazan ve tatlı
su kefali çıkıyordu. Göl kıyısındaki Belevili kır kahvesinin işletmecisi,
tuttuğu balıkları, gelene geçen tanesi 10 TL.dan satıyordu. Biz bugünkü konumuz
olan ve Efes – Sardes geçişini sağlayan Kral Yolu üzerindeki Büyükkale
Köyü’ne doğru devam ettik.
Büyükkale köyünde bir evin duvarındaki mermer dibek
Köyün kahvehanelerinin
bulunduğu merkezine ulaştığımızda, Tireli dostumuz Hasan Hoca karşıladı bizi. Kahvaltı
için yukarıdaki kahvehaneye girdik. Hasan Hoca, bugün de bize yine bir sürpriz
yapmıştı. Değerli eşi Datçalı Sevcan Abla’nın sabah bizler için erkenden
hazırladığı; Datça’da davetlerde geleneksel olarak yapılan “Küllürçe”
adını verdikleri çöreklerden bir tencere dolusu getirmişti. Bu inanılmaz
güzellikte bir sürprizdi hepimiz için. Sıcacıktı daha hepsi. Hep beraber
çayların, Tire çamur peyniri ve Datça balının eşliğinde büyük bir iştahla
çörekleri hallettik.
Büyükkale
Hasan Hoca’nın
anlatımına göre; Küllürçe, sütle birlikte
hazırlanan mayalı hamurdan yapılıyor. “Küllürçe”nin en önemli ayırıcı özelliği
hamurun içine süt katılması ve sütle birlikte yoğrulması. Kareye yakın formatta
hazırlanan “küllürçe”lerin üstüne susam ve çörek otu konuluyor. Birçok yerde
pişi yada çörek olarak da adlandırılan ve hayır yada şölen yiyeceği olarak
bilinen hamur işine benzeyen “küllürçe”ler, kızdırılmış zeytinyağında
kızartılarak pişiriliyor ve en sonunda yağ çekmesin diye kağıt peçetelerin
üzerinde afiyetle yenilmek üzere sofraya servis ediliyor.
Güneyden Büyükkale
Büyükkale Köyü, İlkçağ’ın Kral
Yolu üzerinde bir ana kayanın üzerine konumlanmış ve köye ismini de veren
Hellenistik dönemden kalma kalesi ile dikkat çekiyor. İsodomik duvar örgüsü ile öne çıkan sur duvarı parçalarının hala
varlığını sürdürdüğü kale, M.Ö. 5-4.yy.larda İlkçağ’ın iki önemli kenti Efes ve
Sardes arasındaki bu stratejik geçişi kontrol etmeye yönelik gözetleme ve
savunma kalelerinden biriydi aslında. Küçük Menderes havzasında 25 civarında bu
tür gözetleme kulesinin varlığı bilinen bir gerçektir. Bugün Ödemiş’e doğru
Balabanlı Köyü’nün hemen üstünde yer alan Balabanlı Kalesi, Fata (Gökçen),
Peşrefli, Hisarlık kaleleri, Fesattepe üstündeki Gamersos’un gözetleme kalesi,
Küçükkale, bugün sadece sarnıcı ile seçilebilen Keçi Kalesi’nin altındaki
Helenistik kale ve Tulum Köyü’nün üstündeki Tulum Kalesi’ne dek bu havzadaki
bütün kaleler, birbirlerini görür konumda inşa edilmişler. Bu şekilde; herhangi
bir tehlike anında birbirleriyle haberleşebilmek olanağını da elde etmişler.
Daha sonraki tarihsel dönemlerde de benzer işlevi sürdüren bu gözetleme kuleleri,
Bizans’ta yaklaşan Türkmen akınlarını haber almak ve onlara karşı savunma imkânlarını
geliştirebilmek amacıyla kullanılmış. Bugün tepelerinde rüzgârla birlikte
salınan ay yıldızlı al bayrağımızla varlığını hissettiren bu ıssız mekânların
halinin pek de parlak olduğunu söylemek ne yazık ki mümkün değildir. Ama bu
durum, genellikle Türkiye’deki bütün tarihsel mekânlar için kaçınılmaz bir
ortak kaderi temsil etmektedir. Bu da ne yazık ki; insanımızın kendi tarihine
ve içinde yaşadığı doğaya karşı verdiği değerin bir göstergesi olarak
değerlendirilmelidir.
Kahvaltı sonrası,
yaklaşık saat 9.30’da köyün mezarlığının yanından geçen toprak yolu takip
ederek yürüyüşümüze başladık. Mezarlıktan sonra yol ikiye ayrılıyordu; biz
soldakinden devam ettik. Kartaltepe’ye
bizi ulaştıracak toprak yol üzerinde bir kepçe çalışması vardı; bize yol verdi,
devam ettik. Havanın güzelliğinden yararlanan köylülere yol boyunca zeytin
silkerken rastladık. Tüm yamaçlar zeytinliklerle kaplıydı.
Yükseklerden Büyükkale
Yükseldikçe, altımızda Büyükkale’nin göz alıcı manzarası,
tepenin arkasındaki incirliklerle dolu havzaya dönünceye kadar bizi hiç terk
etmedi. Zeytinlerle birlikte bu yörede sıkça rastladığımız sandal ağaçları,
ağaç çilekleri, yol kenarında dikilmiş akasyalar, bunlara sarılmış kırmızı
meyveleriyle zilcanlar, keçi geveşi, kesme ve pirnar meşeleri, su yataklarında
öbeklenmiş çınarlar buranın hâkim bitki örtüsünü oluşturuyordu.
İzmir papatyaları Çiğdem
Baharın kendini hissettiren son günlerdeki hareketlenmeleri, türlü türlü çiğdemleri, İzmir papatyalarını ve kuytulardaki siklamenleri coşturmuştu. Hele o çiğdemler; pembeler, beyazlar ve açık eflatun renkleriyle son derece göz alıcılardı.
Dev çınar ağaçlarıyla
kaplı ve Ece Mevkii olarak bilinen
düzlük bir alana geldik. Altımızda Küçük Menderes Ovası’nın doyulmaz manzarası
vardı. Solumuzda ilerde, Alaman yada
İlkçağ’daki ismiyle Gallesion Dağı,
biraz daha ilerde gümüşi rengiyle upuzun bir şerit şeklinde seçilen ve son
yağmurlarla giderek genişleyen Cellat
Gölü; sağ yukarımızda, Pers Satrapı Gamersos’nun gözetleme kalesinin
kalıntılarının bulunduğu Fesattepe ve
tam karşımızda ise karlarla kaplı bembeyaz tepesi ile vakur Bozdağ görünüyordu. Ağırbaşlı çınarların
dibine dökülmüş yapraklarının üzerinden sızarak akan su ovaya doğru
ilerliyordu. Sessizliğin ve kuşların neşeyle ötüşlerini dinledik bir süre. Daha
sonra yürüyüşe devam ettik. Bu yükseltide (yaklaşık 700 metreler) dahi, zeytin
silkenlere rastladık.
Biraz ilerde Koşu Alanı diye adlandırılan ve makilik
bir alana dönüşmüş sık çalıların bulunduğu bölgede, oldukça eski zamanlardan
kalma tuğla, kayrak taş ve Horasani harç ile yapılmış yapı kalıntıları
dikkatimizi çekti. Mezar yapılarına benziyordu gördüklerimiz. Bu alanın
arkasına; Aydın’a doğru yamaçlara yaslanmış incir bahçeleriyle kaplı havzaya
girdiğimizde duvar temellerinin ortaya çıktığı açmalarla karşılaştık.
Eski yapı izleri
Toprak
yolun sağında, makilik alan boyunca duvarı andıran bu taş örgüler bir süre
devam etti. Bu yükseltide bitki örtüsü kızılçamlara dönüştü. Suyun bulunduğu
bölgelerde yine çınarlar elbette terk etmedi bizi.
Çeşme
Ece Mevki’den yaklaşık 2 km. kadar uzaklıkta yürüyüş güzergâhımızın
tek çeşmesine rastladık. Çeşme usul usul akıyordu. Susamıştık; kana kana içtik.
Yanımızdaki sularımızı tazeledik. Çeşmenin civarı çınarlarla kaplıydı. Buraya
bir de baharda doğa uyanınca gelmeli diye düşündük. Çeşme başında biraz
soluklandık. Önümüzde Aydın’a doğru uzayıp giden vadilerin yamaçlarında göz
alabildiğine düzenli sıralar halinde incir bahçeleri ve bahçeler içinde küçük
kulübeler vardı. Manzaranın doyumsuzluğu karşısında sessizliğe gömüldük.
Dinlenme sonrası harekete geçerek tekrar yürümeye başladık. Biraz sonra Güney’e
vadiye doğru devam eden ve yukarı Batı’ya doğru dönen iki sapak ile
karşılaştık. Biz dağa doğru dönen yola saparak Kartaltepe’ye yürümeye devam
ettik.
Yürüyüşün başlangıcında;
aşağıdaki Büyükkale Köyü’nde köylülerden aldığımız bilgiye göre, Kartaltepe’ye
çıkmak için orman yolundan ayrılan ve kömürcülerin terk ettiği bir düzlüğe
ulaşan bir patika vardı. Oradan girmemiz gerekiyordu. Patikayı bulduk. Kömürcü Düzlüğü, önceki yıllarda pirnar
meşelerinden odun kömürü üretmek için kullanılıyordu. Çevrede kömür yapmak için
kullandıkları ocaklarını kurdukları düzlükler ve yerlerdeki kömür atıkları hala
seçilebiliyordu.
Ormana ve yukarı doğru
ilerleyen bir patika fark ettik. Pirnarlar arasından ilerleyen patika,
solumuzda yer alan küçük tepeye doğru çıkıyordu. Kartaltepe ise, sağımızda
konumlanmıştı. Oraya çıkan yolu sık çalılardan dolayı bulamadık ve küçük
tepeyle yetindik. Kartaltepe’ye bakan bir düzlükte yanımızda getirdiklerimizi
atıştırdık. Güney yönünde Büyük Menderes havzası ve Dilek Yarımadası’nın
silüeti fark ediliyordu.
Yaklaşık 1 saatlik bir yemek
molasından sonra, geldiğimiz yolu izleyerek dönüşe geçtik. Çeşmenin başında
sularımızı yeniden tazeledikten sonra; tırmanırken karar verdiğimiz Ece Mevkii’nden köyün tam üstüne
indiğini tahmin ettiğimiz traktör yoluna saptık. Bahçelerin kıyısından
ilerleyen yolun eğimi giderek dikleşti. İndiğimiz için bizi zorlamasa da yolun
köyden uzaklaşması nedeniyle, daha önceleri eşek yada katırlarla geçilen ve
şimdi çalıların üstlerini sarmasıyla bir tünele dönüşmüş bir başka patika yola
saptık. Bu güzergâh, birbirine bağlanan çalıdan tünellerle bir galeri şeklini
almıştı ve köyün tam içine iniyordu.
Çalıların arasındaki
tünellerden ilerleyerek yaklaşık yarım saatlik bir yürüyüş sonrası köyün en
dipteki sokaklarına ulaştık. Toplamda yaklaşık 5 saatlik bir yürüyüş sonrası, günün
yorgunluğunu çıkarmak üzere sabahleyin kahvaltı yaptığımız kahvehaneye yeniden
uğradık. Kahvehanedeki çiftçilerle yaptığımız kısa söyleşi, bu kadar verimli
topraklarda tarımın nasıl can çekiştiğini gösteren kanıtlarla doluydu. Sadece
pamuk zengini büyük çiftçilerin bile düştüğü durum ortadaydı. İçimiz karardı; ama
ne yazık ki, yapacak bir şey yoktu.
Akşamın alaca karanlığı
yavaştan Küçük Menderes Ovası’nın son yıllarda hüzünle yoğrulan topraklarının
üstüne çökmekteydi. Köylülerle vedalaşıp Büyükkale’den ayrıldık ve bir zamanlar
Tanrıça Artemis’e adanmış bu güzelim toprakların, yeniden o eski zamanlardaki
gönenç dolu günlerine dönmesi dileğiyle İzmir yönüne doğru hareket ettik.
Düzenleyen: M.YC
fotoğraflar çok güzel paylaşımınız için teşekkürler..)
YanıtlaSilGÜZEL YERLER
YanıtlaSilAynen cok iyi bir calışma bende civari koylü olarak 🤗
YanıtlaSilKöyüm güzel köyüm maalesef 2400 km uzaklıkta Çekya'da yaşıyorum güzel bilgiler ve resimler için teşekkürler
YanıtlaSilİlginize teşekkürler... İF
Sil