AYDIN DAĞLARI'NIN ETEKLERİNDE; BAHARIN VE HÜZNÜN PEŞİNDE...
15 Şubat 2019
İbrahim Fidanoğlu
Giriş
İlkçağ’ın metropolleri; Ephesos’u Bozdağlar üzerinden Sardeis’e
bağlayan Kral Yolu, Aydın Dağları’nın eteklerini yalayarak
batıdan doğuya doğru bir yay çizer. Bu yol Ödemiş
yakınlarında; bugünkü Günlüce
(Dabbey); o günkü ismiyle Hypaipa
önlerinde kuzeye doğuya yönelerek, Lübbey
sırtlarından Çamyayla’ya, oradan da Sardeis’in yükseklerindeki gözetleme
kulelerinin önlerinden geçerek çağın zenginliği; altını biriktiren Paktolos Irmağı’nın aktığı vadiye doğru
alçalır. Bu rota; İlkçağ’da Sardeis’teki
Artemis Tapınağı’nın her yıl
yenilenmiş örtülerini taşıyan Ephesos’taki
Artemis Tapınağı’nın rahiplerinin
gerçekleştirdiği çileli ve uzun bir yolculuğun da tanığıdır aynı zamanda.(1) Bu rotanın başka
tanıkları da vardır Kaystros Ovası’nda;
Belevi’den Tire’ye kadar; Büyük Kale,
Küçük Kale, Hisarlık üstündeki Hisarlık
Kalesi ve Tire; Tire-Ödemiş
arasındaki Kürdüllü, Peşrefli, Fata ve Balabanlı Kaleleri…
Bir eski zaman hatırası; yıkıntılar arasından Kürdüllü köyü
(Google Earth'de çizilmiştir. Çizen: MYC)
İşte çağlar boyunca Kral Yolu’nun bir anlamda güvenliğini
sağlayan bu kaleleşmiş yerleşimlerden birisi olan Kürdüllü, dünde kalan ve bugüne ulaşan hikâyeleriyle bugünkü uğrağımız
oldu.
Kürdüllü sırtlarından Tanrıça Artemis'in verimli toprakları; Küçük Menderes (Kaystros) ovasına bakış
Hüznün sokaklarında kol
gezdiği, 19.yy.dan kalma eski hayatların duvarlarına sindiği sokaklar,
sırtlarına doğru zamanın yükünü taşıyamayıp kendi içine doğru çöken evleriyle
sessiz ve yalnız Kürdüllü…
Kürdüllü; eski ve yeni...
Kürdüllü
Kürdüllü köyü, bugün Tire-Ödemiş asfaltı üzerinde Işıklı ile Kireli köyleri arasında; Aydın
Dağları’nın içlerine doğru ilerleyen bir vadinin hemen başlangıcında kurulmuştur.
13.yy.da Batı Anadolu’ya doğru yönelen Türkmenlerin büyük göçünün sırlarını
saklayan Aydın Dağları’nın yüksek
zirvelerinde yatan kurucu ataların torunları, daha sonraki yüzlerce yıllık bir
zaman eriminde; Osmanlı’nın Yörükleri yerleşik hayata zorladığı süreçte, dağın
alçaktaki eteklerine doğru hareketlenmişler ve vadilerin ağızlarında yer alan
İlkçağ’ın eski yerleşimleri üzerine yeni hayatlarını bina etmişlerdir.
Çaldede zirvesindeki ata mezarı; Çaldede
(Haziran-2016)
Dibekçiler; her köyün anası...
(Mayıs-2016)
Bu elbette ki; o kadar
kolay ve sancısız bir süreç değildir. Ama sonuçta Batı Anadolu’da özellikle 18.
ve 19.yy da gelişen ticaretin ve Küçük
Menderes ovasındaki tarımsal üretim biçimlerinin çeşitlenmesine paralel
olarak, yaşam alanı giderek Aydın Dağları’nın
eteklerine doğru yönelmiştir.
Çaldede'den karşı tepelere bakış...
(Haziran-2016)
Horasan Erenlerinden Sarı İsmail Dede'nin Büyükkemerdere köyündeki mezarı
(Mayıs-2016)
Bu köylerin çoğunun
anası, Dibekçiler Yaylası ve hemen
yakınlarındaki Kemerdere köyüdür. Işıklı, Peşrefli, Kireli, Kürdüllü ve
diğerleri Aydın Dağları’nın
yükseklerinden gelen bu Yörükler tarafından kurulmuştur. Ama bu hikâyelerin
öncesinde; İlkçağ’da da Aydın Dağları’nın
eteklerinde bir dizi yerleşimin varlığından söz eden kaynaklar mevcuttur.
Büyükkemerdere sırtları
(Mayıs-2016)
Altı Birlik Steli; Tire Müzesi
Tire Müzesi avlusundan bir başka mezar steli; Roma Dönemi
Bugün Tire Müzesi’nin avlusunda yer alan ve
mermere kazınmış zeytin dallarından müteşekkil çelenklerle temsil edilmiş Altı Birlik Steli, İlkçağ’daki bu yaşanmışlıkların
ve Menderes katındaki alçak tepelere yaslanmış eski medeniyet yuvalarının birer
delili gibidir. Peşrefli köyünde bulunan ve Romalı Metreas adına hazırlanmış Altı Birlik Steli'nde; Kral Yolu üzerinde ve çevredeki Roma Dönemine ait küçük yerleşimlerin isimleri anılmaktadır.
Tire Müzesi; bir mezar steli; Roma Dönemi
Helenistik Döneme ait bir yazıt; Tire Müzesi
“Roma Döneminde Büyükkale(2)
(Bonita), Küçükkale(3),
Hasançavuşlar, Kurşak, Alaylı, Eskioba(4)
(Almura), Gökçen (Fata-İF), Kürdüllü (Alcea), Peşrefli(5)(6)
(Caere), Kireli(7) (Idiphyta), Hisarlık (Arkadiapolis-İF)
ve Uzgur (Başköy) köylerinin parlak
birer yerleşim yeri oldukları görülür. Bunların dışında Tire’nin Kumtepe, Darmara, Turgutlu, Ali Paşa,
Derebaşı, Doyranlı, Kırtepe, Eğridere(8), Akçaşehir,
Üzümler, Kazantepe, Kahrat, Işıklı, Dündarlı, Çobanköy ve Yeni Çiftlik köyleri civarında yerleşim
yeri ve mezarlık alanlarının varlığı buralarda bulunan ve bugün Tire Müzesi’nde
korunan eserlerden anlaşılmaktadır.
…
Tire’nin doğusunda Kireli, Peşrefli ve Kürdüllü
köylerinde bulunan üç eski yerleşim yeri; sırasıyla Idiphyta, Caere ve Alcea’dır.
Yazıtlar bunların Kaiser zamanında katoikia olduğunu gösterir.
…
(Karl) Buresch, Kürdüllü köyünde bulunan bir yazıttan dolayı, bu yazıtta adı geçen Alceana Katoikia’yı(9) söz konusu köydeki antik yerleşim olarak
düşünmüştür. Bu köyde bulunmuş olan Roma Dönemine ait seramikler ve camlar
bugün Tire Müzesi’nde korunmaktadır.”(10)
Dağ sümbülü; Büyükkemerdere
(Şubat-2004)
Peşrefli köyü
(Mayıs-2011)
Peşrefli köyü; genel görünüm
(Mayıs-2011)
Peşrefli'nin ulu atası; Pir Veli Beşe'nin mezarı
(Kasım-2006)
Peşrefli'de bir çeşme yalağı; Roma Dönemine ait bir ostotek
(Nisan-2007)
Peşrefli'de bir evin duvarına gömülü tarih
(Nisan-2007)
Bir başka mermer parça; yine duvarda ve Peşrefli'de...
(Nisan-2007)
Yukarıda adı geçen
yerleşimlerin çoğu, Kral Yolu
çevresinde yer alan kaleleşmiş yerleşimler… Katoikia
tanımı da bize bu durumu anlatıyor aslında. Hellenistik Dönemde Makedonyalılar
ele geçirdikleri topraklarda oluşturdukları kolonize garnizonlara bu ismi
vermişler. Gerçi daha önceleri de bu rotadaki yerleşimlerin çoğu bu yolun
ekonomik ve stratejik öneminden hareketle birer gözetleme kalesi gibi
davranmışlar. Batı Anadolu’daki Pers işgali sırasında da benzer uygulamalara
rastlanıyor. Anlaşıldığı kadarıyla çok büyük yerleşimler değil buraları. Ama
yine de işlevsel açıdan büyük önem taşıyorlar ve bir şekilde arkalarında
günümüze dek uzanan izler bırakmışlar
Gezginler, Kürdüllü sırtlarında...
(Otomatik Çekim; By MYC)
Kürdüllü deresi
Kürdüllü meydanı; köy camisi
Osmanlı Döneminde köyün
ismi tahrir defterlerinde Kürtüllü
şeklinde geçiyor. 16.yy.daki kayıtlardan edinilen bilgiye göre köy; o yıllarda
demografik açıdan 20-25 hane civarında bir büyüklüğe sahip. Köyün arazilerinde
yapılan tarımsal üretimin ise; vergi kayıtlarından ağırlıklı olarak buğday,
arpa, börülce v.b. hububat, üzüm, bostan ve gölden kesilen sazlardan ibaret
olduğu; ayrıca köyde küçükbaş hayvan yetiştiriciliği yapıldığı anlaşılıyor.(11)
(Fotoğraf: MYC)
Gezginler, Kürdüllü sokaklarında...
Yürüyüşün Hikâyesi
Lodosun esir aldığı bir
İzmir’i arkamızda bırakarak, sabah 730’da Bornova’dan Tire yönüne
hareket ettik. Her zamanki gibi Tire’de Hasan Hoca’nın sabah sürprizleri
bekliyordu bizi; şehrin kalbine doğru ilerleyen yolun üstündeki bir sabahçı
kahvehanesinde…
Kürdüllü; sessiz köy; sabah vakti...
Kürdüllü Deresi; meydan yakınları...
Bir bahçe duvarında göbek otları; doğal peyzaj...
Hasan Hoca’nın yaptığı
hazırlık görülmeye değerdi kuşkusuz. Sabah tutulan hamurun keyfi beklenecek;
İzmir’den ağır misafirler var; gelecek. Ne de olsa zahmetli iş… Doğrusunu
söylemek gerekirse küllürçelerin
hastayız beş on yıldır buralarda. Süt, maya, un ve tuz karışımından oluşan
hamurdan hazırlanıp zeytinyağında kızartılmış bir tür pişi kıvamındaki bu hamur
işi, Datça’ya özgü bir tören yiyeceği aslında. Değerli eşi Sevcan Abla’nın
maharetli elleri işin içine girdiğinde, ortaya benzersiz bir lezzet örneği
çıkıyor doğrusu. Arkası arkasına gelen çayların eşliğinde birer birer
yuvarladık küllürçeleri; vişne
reçeli, pekmez ve Datça balıyla birlikte… İzmir’de bıraktığımız deli dolu
havadan eser kalmamıştı buralarda. Kahvaltı sonrası hedefimiz olan Kürdüllü köyüne doğru yola çıktık.
Ödemiş karayolundan yaklaşık 3 km kadar içerdeki Kürdüllü’ye ulaşmak fazla zamanımızı almadı.
Kürdüllü köy meydanı; kahvehane kapalı...
Koca kapıların yorgunluğu; Kürdüllü'de...
Bir sokaktan yukarı...
Kral Yolu’nu takiben kısa sürede ulaştığımız köy
meydanında sabah ayazı ve sessizlik hâkimdi. Ortalıkta kimsecikler yoktu. Köyün
kahvehanesinin de bulunduğu meydana arabamızı bırakarak, yıkık dökük evlerin
arasından yukarı doğru tırmanan asfalt yolun kıyısı boyunca yürümeye başladık.
Yükseldikçe köyün üstüne çöken zamanın yükü iyice belirginleşti. Yoksulluk mu
desek; terk edilmişlik mi desek; yıkıntılar arasına sıkışmış yaşamların belirsizliğinde
köyün taş evlerinin üzerinde biten göbek otları, boş avlulardan yükselen köpek
sesleri eşliğinde puslu göğe doğru ışığın türlü oyunlarının peşindeydiler. İçi
boşalmış, çatısı çökmüş; haneye açılan çürümüş koca kapılar arkasındaki
tükenmiş yaşamlar, meydana nazır yorgun evlerin içinden köyün meydanına ve
dehliz gibi daracık sokaklarına doğru taşmaktaydı.
Bahçede eski bir fırın; halen kullanılmakta...
Peşrefli yönündeki vadide çiçeğe durmuş bademler
Kürdüllü sırtlarından Küçük Menderes ovasının görünümü
Yükseldikçe solumuzda;
yeni yeni çiçeğe durmuş badem ağaçlarının sınırladığı bir dere yatağının
ötesinde, Kireli ve Peşrefli köylerindeki başka yorgun
evlerin bileşkesinden oluşan bir manzara belirdi. Hedefimiz Kürdüllü’nün arkasındaki sırtları takip
ederek yaklaşık 4 km kadar uzaklıktaki Ekinlik
mahallesine dek yürümek; daha sonra da Kürdüllü’den
itibaren güney batı yönünde giderek derinleşerek bizden uzaklaşan vadinin öte
yamacına geçip yeniden Kürdüllü’ye
dönmekti.
Sırtlarda akasmalar
Kaya yosunları; Kürdüllü sırtlarında...
Ekinlik yolundaki yol arkadaşımız
Gözlerimiz yamaçları
tararken, yaklaşmakta olan baharın emareleri, ağaçların kendini yeni hayata
hazırlayan tomurcuklarına sinmişti. Motosikletinin üstünde; Ekinlik’ten bize doğru gelen ve köydeki
camiye Cuma namazı için yetişme telaşındaki köylüyle ayaküstü söyleştik. Köyde
nüfusun giderek azaldığından şikayetçiydi o da. Biraz sonra peşimize küçük ve
sevimli bir köpek takıldı; belli ki açtı. Yanımızdaki ekşi maya köy ekmeğinden birkaç
dilimi paylaştık onunla. Hayvancık, uzun süre bizimle yürüdü. Daha sonra;
herhalde köyden uzaklaşmış olduğu fark ederek yeniden geriye döndü.
İncir bahçelerinde yeni hayata hazırlık
Ekinlik'e doğru; "vadim o kadar yeşildi ki"...
Kürdüllü sırtlarında incir bahçeleri
Dağların dili olsa; Küçük Menderes'e bakarken...
Karşı yamaçlardaki
dikkat çekici manzara, sırtların oldukça bakımsız ve ağaçtan yoksun oluşuydu. Hâkim
bitki örtüsü makiliklerdi. Köydeki terk edilmişlik havası bu sırtlara da
yansımıştı sanki. Daha çok hayvancılık yapıldığını ele veren gübre yığınları;
sırtların alçaklarındaki kısmen zeytin ağaçların varlığı, köylünün
yükseklerdeki faaliyetlerine işaret etmekteydi. Buna karşılık vadinin
yürüdüğümüz tarafındaki yamaçlarında ise, incir bahçeleri ağırlıktaydı.
Yukarılara çıktıkça hava soğudu. Yaklaşık 650 metre yüksekteydik. Solumuzda Peşrefli’nin arkasında bütün heybetiyle Karakaya; karşımızda karla kaplı
zirveleriyle Aydın Dağları yer
alıyordu. Yavaş yavaş karlı zirveler, sisle kaplandı ve görünmez oldular.
Kürdüllü, çok aşağılarda artık; kıvrım kıvrım yollar taşır bizi yükseklere...
Önümüzde sıra sıra dağlar; solda Karakaya; sağda Çaldede zirveleri...
Yamaçlarda kaygısızca otlayan bir koyun sürüsü
Yeni doğmuş bir kuzu; annesinin ardından bize merakla bakarken...
Biraz ilerde Ekinlik’ten olduğunu düşündüğümüz bir
köylü odun kesmekteydi. Yanına yaklaşınca selamlaştık ve konuşmaya başladık.
İsmi Mehmet idi. Ekinlik’tendi. Kürdüllü’ye yerleşenlerin yukarıdaki
yaylalardan; Büyükkemerdere’den
geldiklerini anlattı. Kestiği odunlar yaştı; ama zarar etmez, onlar kuruyunca
seneye yakarım dedi. Kaygısız; ama kanaatkâr bir duruşu vardı. Hasan Hoca ile Peşrefli üzerine epeyce muhabbet
ettiler. Kızları Peşrefli’ye gelin
gitmişti. Muhabbet sonrası veda ederek yanlarından ayrıldık.
Ekinlik'e doğru cevizlikler
Ekinlik'ten Mehmet Emmi; odunlarının başında...
Yol üstünde bir çiftlik
Aydın Dağları'nın vazgeçilmezi; Willys ciplerden biri
Solumuzdaki yamaçlara
yayılmış bir koyun sürüsünün yanından geçtik. Köyün en yukarısındaki ilkokul
binasına yaklaşmıştık. Yolun sağındaki vadinin yamaçlarına kadar inen geniş bir
çiftliği ardımızda bıraktık. Ceviz ağaçları, hayvan damları ve bir sundurmanın
altındaki köylünün dağlardaki en büyük yardımcısı; Willys marka bir cip, yolun
altında durmaktaydı.
Ekinlik yolunda geleneksel mimarinin örneği bir taş kulübe
Karakaya üstünde sis tabakaları ve karlı zirveler
Cevizlerin ardında Karakaya
Gezginler, Ekinlik'te...
(Fotoğraf: MYC)
Karakaya’dan Çaldede’ye
doğru bulutların telaşlı yolculukları sürerken karşıda Ekinlik mahallesinin ilkokulu göründü. Yanına vardığımızda; gördük
ki o da terk edilmişti. Taşımalı sistemler, taşınamayan sistemler derken,
çürüyen bir okula daha tanık olmuştuk. İçine adımımızı attığımızda anladık ki;
çürüyen okul değil, aslında “büyük insanlığın” ta kendisidir. Yerlerde atılmış
bir oda dolusu ders malzemesi, kırtasiye; duvarlarda Atatürk’ün Gençliğe
Hitabesi; bir başka duvarda içinde yine Atatürk’ün resminin bulunduğunu
düşündüğümüz bir çerçeve asılı. Daha büyük diğer dershanenin ortasında
devrilmiş bir soba duruyor. Kolu kanadı kırık bir biçare gibi… Hiç mi rahatsız
etmez bu görüntü ilgili insanları; terk edip giderken buraları, bir mezbelelik
şeklinde bırakıp gittikleri bu irfan yuvalarını; arkalarına dönüp bakmadılar mı
giderken hiç? Ne acı, ne kadar hüzün verici; tıpkı en değerli varlığımız
Cumhuriyetimiz gibi… Kapıları çarpar birer birer; Karakaya’dan esen sert rüzgârlarla hareketlenerek; öfkeyle vurur
pervazlarına kapının kanatları; açılır, kapanır. Sonunda sert bir rüzgâr eser
ve kırılır dökülür bütün umutlar…
Ekinlik İlkokulu'ydu; bir zamanlar.
Bir sınıftaki soba enkazı; utancın kiri...
Ekinlik'te irfan yuvası(!)
Dershanenin duvarındaki matematik terim ve sembolleri tablosu
Bir başka duvarda boş Atatürk çerçevesi ve Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi
Hüzünle terk ettik
okulu; dere yatağına doğru alçalarak vadinin karşı yamacına geçtik.
Alçaklardaki Kürdüllü köyünden buraya
dek yaklaşık 4,5 km kadar yürümüştük. Sırtlarda mor renkli dağ sümbülleri (sicilium)
baş vermişti. Her yer onlarla kaplıydı. Yer yer birer koloni şeklinde hayata
yeniden merhaba demişti hepsi. Ceviz ağaçlarıyla örtülü bir sırttan
aşağılardaki patikaya doğru ulaşmayı denedik. Önümüzü kesen ve vadinin
dibindeki dereyi besleyen küçük bir dereceğin üstünden atlayarak, makiliklerin
yoğun olarak bulunduğu bir bölgeye geldik. Bundan sonrası boğuşmaydı hep. Amaç;
aşağılarda tepelerini gördüğümüz zeytin ağaçlarının bulunduğu düzleme
ulaşmaktı. Ama o kadar kolay olmadı; pırnarlar, kesmik ve böğürtlen çalıları
sürekli önümüzü kesti. Daracık geçitler bularak nihayetinde Kürdüllü köyünün sırtlarında bulunan
yıkıntıların hemen üzerindeki zeytinliğe vardık. Zeytinlerin altında gördüğümüz
birkaç kırmızı anemon, çalılarla boğuşma esnasındaki bütün yorgunluğumuzu aldı.
Birkaç zeytin sekisinden aşağıda; Kürdüllü
köyünün en az 100 yıllık eski evleri durmaktaydı.
Sırtlarda dağ sümbülleri
Bir başka dağ sümbülü kolonisi daha...
Cevizlikler
Kürdüllü deresini besleyen küçük sel yataklarından biri
Kürdüllü deresini aşarken...
(Fotoğraf: MYC; Otomatik Çekim)
Kürdüllü'ye dönüş yolunda; dağ sümbüllerinin peşinde...
Kürdüllü'ye doğru konforlu bir patika
(Fotoğraf: MYC)
Soğanlı bir sarı çiçek; isminden emin değiliz; bir tür çiğdem olabilir.
Zeytin sekileri
Kürdüllü'nün zeytinleri; pek bakımlı değildi.
(Fotoğraf: Ahmet Tamer)
Anemonlar
Goncada bir anemon
Kürdüllü sırtlarından köyün görünümü
Kürdüllü dereleri
Yosunların güzelliği
Dere boyu cevizler...
Kürdüllü deresini besleyen küçük dereciklerden biri
İşte o derenin başındayız.
(Fotoğraf: Ahmet Tamer)
Merdivenleri ot bürümüş, duvarların çoğu yıkılmış bir ev
Bir diğeri; Kürdüllü sırtlarında saklı hüzün
Hayata yeniden merhaba; Kürdüllü sırtlarında zeytinler arasında bir badem ağacı
Avluda eski bir ocak
Yıkık çeşmenin arkasındaki haznesi
Yıkık çeşme "durağı"
Köy meydanına inen döşeme yol
Yolun bir yerinde yeni usul döşeme taşlarla kaplı bir sokak örgüsü başlıyor. Arkamızda bıraktığımız evlerden birinin çatısında bir testi, baca tertibatı olarak kullanılmış. Bir süre sonra sokaktan ayrılarak; 19.yy.ın kayrak taşlarla inşa edilmiş evlerinin iki yanında yer aldığı daracık bir geçide doğru yöneliyoruz. Gerçekten zamanın durduğu bir an; biraz ilerde büyük ağaç kütüklerinden yapılmış bir taşıyıcı sistem üzerinde yükselen bir ev; altı sanki Mardin’deki “abbara”lar gibi… Ama sapasağlam ayakta; geçidin üstündeki taşıyıcı kütükler.
Meydana doğru...
Bacalarda testiler
Kürdüllü'de yıkıntılar arasından baş veren yeni cami
Kürdüllü'de zamanın durduğu an...
Geçidin güzelliği; sanki bir "abbara"...
Bu da aynı geçide aşağıdan bakış
Kürdüllü'ye veda zamanı; kahvehane hala kapalı.
Hatıralarla yüklü Kürdüllü’nün en karakteristik sokağından
yavaş yavaş inerek artık köyün meydanına kavuşuyoruz. Kahvehane hala kapalı... Meydanda birkaç kişi
meraklı bakışlarla bizi süzmekte. Selam verip arabaya doğru ilerliyoruz. Bugünlük maceranın sonu;
Kürdüllü köy meydanında. Yönümüz
Tire; sabah güne başladığımız sabahçı kahvehanesinde içilecek yorgunluk
kahveleri için yeterli zamanımız var. Gün değerlendirilecek ve hayatımıza anlam
katan bu günün bilançosu çıkarılacaktır; içilen kahvelerin eşliğinde…
Tire'de sabahçı kahvehanesinin hemen yanında; bir simitçi heykeli...
(Fotoğraf: Ahmet Tamer)
Dipnotlar:
(1) Artemis Yolu; Sardeis’den Hypaipa’ya isimli yazımız için bakınız https://dagakactim.blogspot.com/2013/12/bozdag-uzerinden-artemis-yolculuklari.html
(2) Büyükkale hakkında bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2013/02/buyukkale-koyu-kartaltepe-yuruyusu.html
(4) Eskioba (Almura) hakkında bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2011/09/tire-eskioba-tekelidere-gezi-notlari.html
(5) Peşrefli hakkında bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2014/03/pir-veli-bese-icin-pesrefliden.html
(6) Peşrefli Kalesi hakkında bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2015/04/pesrefli-kalesinde-bahar.html
(7) Kireli hikâyeleri hakkında bkz https://dagakactim.blogspot.com/2016/08/sari-sicak-menderes-2.html
(8) Eğridere Vadisi hakkında bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2012/05/tire-egridere-vadisinde-manastir.html
(9) Katoikia; İlkçağ’da Helenistik Dönemde Makedonyalıların gittikleri yerlerde
oluşturdukları kolonize garnizonlara verilen isim; ele geçirilen bölgenin bir
anlamda askeri açıdan güvenliğinin de sağlandığı anlaşılıyor; aynı Kral Yolu’nda olduğu gibi.
(10) Tire ve Çevresinden Arkeolojik Buluntular, Prof. Dr. Binnur Gürler, Dokuz Eylül Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü; I.Ulusal Tire Sempozyumu; 18-20 Ekim 2010
Tire/İZMİR; Bildiriler Kitabı; sayfa:90-97
(11) Osmanlı Döneminde Tire (1478-1530), Gülay Belen; Tire Belediyesi Kültür
Yayınları-14; sayfa:127
(12) Fotoğraflar, belirtilenler
dışında İ. Fidanoğlu tarafından
çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Tire taraflarını bilmediğimden ilginç geldi. Çok da güzelmiş, şirinmiş.
YanıtlaSilYöresel yapılarından bitki türlerine.
İlginize teşekkürler...İF
Silvayy vayy vayy beee doğup büyüdüğüm Kürdüllü, elinize sağlık.
YanıtlaSilBu tür geri bildirimler bize şevk veriyor. İlginizin devamlılığı dileğiyle...İF
Sil