2 Mart 2019 Cumartesi

TİRE-KÜRDÜLLÜ SIRTLARINDA DOLAŞIRKEN…


AYDIN DAĞLARI'NIN ETEKLERİNDE; BAHARIN VE HÜZNÜN PEŞİNDE...
15 Şubat 2019
İbrahim Fidanoğlu
Giriş

İlkçağ’ın metropolleri; Ephesos’u Bozdağlar üzerinden Sardeis’e bağlayan Kral Yolu, Aydın Dağları’nın eteklerini yalayarak batıdan doğuya doğru bir yay çizer. Bu yol Ödemiş yakınlarında; bugünkü Günlüce (Dabbey); o günkü ismiyle Hypaipa önlerinde kuzeye doğuya yönelerek, Lübbey sırtlarından Çamyayla’ya, oradan da Sardeis’in yükseklerindeki gözetleme kulelerinin önlerinden geçerek çağın zenginliği; altını biriktiren Paktolos Irmağı’nın aktığı vadiye doğru alçalır. Bu rota; İlkçağ’da Sardeis’teki Artemis Tapınağı’nın her yıl yenilenmiş örtülerini taşıyan Ephesos’taki Artemis Tapınağı’nın rahiplerinin gerçekleştirdiği çileli ve uzun bir yolculuğun da tanığıdır aynı zamanda.(1) Bu rotanın başka tanıkları da vardır Kaystros Ovası’nda; Belevi’den Tire’ye kadar; Büyük Kale, Küçük Kale, Hisarlık üstündeki Hisarlık Kalesi ve Tire; Tire-Ödemiş arasındaki Kürdüllü, Peşrefli, Fata ve Balabanlı Kaleleri…

 
Bir eski zaman hatırası; yıkıntılar arasından Kürdüllü köyü

 
(Google Earth'de çizilmiştir. Çizen: MYC) 

İşte çağlar boyunca Kral Yolu’nun bir anlamda güvenliğini sağlayan bu kaleleşmiş yerleşimlerden birisi olan Kürdüllü, dünde kalan ve bugüne ulaşan hikâyeleriyle bugünkü uğrağımız oldu.

 
Kürdüllü sırtlarından Tanrıça Artemis'in verimli toprakları; Küçük Menderes (Kaystros) ovasına bakış

Hüznün sokaklarında kol gezdiği, 19.yy.dan kalma eski hayatların duvarlarına sindiği sokaklar, sırtlarına doğru zamanın yükünü taşıyamayıp kendi içine doğru çöken evleriyle sessiz ve yalnız Kürdüllü

 
Kürdüllü; eski ve yeni...

Kürdüllü

Kürdüllü köyü, bugün Tire-Ödemiş asfaltı üzerinde Işıklı ile Kireli köyleri arasında; Aydın Dağları’nın içlerine doğru ilerleyen bir vadinin hemen başlangıcında kurulmuştur. 13.yy.da Batı Anadolu’ya doğru yönelen Türkmenlerin büyük göçünün sırlarını saklayan Aydın Dağları’nın yüksek zirvelerinde yatan kurucu ataların torunları, daha sonraki yüzlerce yıllık bir zaman eriminde; Osmanlı’nın Yörükleri yerleşik hayata zorladığı süreçte, dağın alçaktaki eteklerine doğru hareketlenmişler ve vadilerin ağızlarında yer alan İlkçağ’ın eski yerleşimleri üzerine yeni hayatlarını bina etmişlerdir.

 
Çaldede zirvesindeki ata mezarı; Çaldede
(Haziran-2016)

 
Dibekçiler; her köyün anası...
(Mayıs-2016)

Bu elbette ki; o kadar kolay ve sancısız bir süreç değildir. Ama sonuçta Batı Anadolu’da özellikle 18. ve 19.yy da gelişen ticaretin ve Küçük Menderes ovasındaki tarımsal üretim biçimlerinin çeşitlenmesine paralel olarak, yaşam alanı giderek Aydın Dağları’nın eteklerine doğru yönelmiştir.

 
Çaldede'den karşı tepelere bakış...
(Haziran-2016)

  
Horasan Erenlerinden Sarı İsmail Dede'nin Büyükkemerdere köyündeki mezarı
(Mayıs-2016)

Bu köylerin çoğunun anası, Dibekçiler Yaylası ve hemen yakınlarındaki Kemerdere köyüdür. Işıklı, Peşrefli, Kireli, Kürdüllü ve diğerleri Aydın Dağları’nın yükseklerinden gelen bu Yörükler tarafından kurulmuştur. Ama bu hikâyelerin öncesinde; İlkçağ’da da Aydın Dağları’nın eteklerinde bir dizi yerleşimin varlığından söz eden kaynaklar mevcuttur.

 
Büyükkemerdere sırtları
(Mayıs-2016)

 
Altı Birlik Steli; Tire Müzesi

 
Tire Müzesi avlusundan bir başka mezar steli; Roma Dönemi

Bugün Tire Müzesi’nin avlusunda yer alan ve mermere kazınmış zeytin dallarından müteşekkil çelenklerle temsil edilmiş Altı Birlik Steli, İlkçağ’daki bu yaşanmışlıkların ve Menderes katındaki alçak tepelere yaslanmış eski medeniyet yuvalarının birer delili gibidir. Peşrefli köyünde bulunan ve Romalı Metreas adına hazırlanmış Altı Birlik Steli'nde; Kral Yolu üzerinde ve çevredeki Roma Dönemine ait küçük yerleşimlerin isimleri anılmaktadır.

  
Tire Müzesi; bir mezar steli; Roma Dönemi

 
Helenistik Döneme ait bir yazıt; Tire Müzesi

“Roma Döneminde Büyükkale(2) (Bonita), Küçükkale(3), Hasançavuşlar, Kurşak, Alaylı, Eskioba(4) (Almura), Gökçen (Fata-İF), Kürdüllü (Alcea), Peşrefli(5)(6) (Caere), Kireli(7) (Idiphyta), Hisarlık (Arkadiapolis-İF) ve Uzgur (Başköy) köylerinin parlak birer yerleşim yeri oldukları görülür. Bunların dışında Tire’nin Kumtepe, Darmara, Turgutlu, Ali Paşa, Derebaşı, Doyranlı, Kırtepe, Eğridere(8), Akçaşehir, Üzümler, Kazantepe, Kahrat, Işıklı, Dündarlı, Çobanköy ve Yeni Çiftlik köyleri civarında yerleşim yeri ve mezarlık alanlarının varlığı buralarda bulunan ve bugün Tire Müzesi’nde korunan eserlerden anlaşılmaktadır.
Tire’nin doğusunda Kireli, Peşrefli ve Kürdüllü köylerinde bulunan üç eski yerleşim yeri; sırasıyla Idiphyta, Caere ve Alcea’dır. Yazıtlar bunların Kaiser zamanında katoikia olduğunu gösterir.
(Karl) Buresch, Kürdüllü köyünde bulunan bir yazıttan dolayı, bu yazıtta adı geçen Alceana Katoikia’yı(9) söz konusu köydeki antik yerleşim olarak düşünmüştür. Bu köyde bulunmuş olan Roma Dönemine ait seramikler ve camlar bugün Tire Müzesi’nde korunmaktadır.”(10)

 
Dağ sümbülü; Büyükkemerdere
(Şubat-2004)

  
Peşrefli köyü
(Mayıs-2011)

 
Peşrefli köyü; genel görünüm
(Mayıs-2011)

 
Peşrefli'nin ulu atası; Pir Veli Beşe'nin mezarı
(Kasım-2006)

  
Peşrefli'de bir çeşme yalağı; Roma Dönemine ait bir ostotek
(Nisan-2007)

Peşrefli'de bir evin duvarına gömülü tarih
(Nisan-2007)

 
Bir başka mermer parça; yine duvarda ve Peşrefli'de...
(Nisan-2007)

Yukarıda adı geçen yerleşimlerin çoğu, Kral Yolu çevresinde yer alan kaleleşmiş yerleşimler… Katoikia tanımı da bize bu durumu anlatıyor aslında. Hellenistik Dönemde Makedonyalılar ele geçirdikleri topraklarda oluşturdukları kolonize garnizonlara bu ismi vermişler. Gerçi daha önceleri de bu rotadaki yerleşimlerin çoğu bu yolun ekonomik ve stratejik öneminden hareketle birer gözetleme kalesi gibi davranmışlar. Batı Anadolu’daki Pers işgali sırasında da benzer uygulamalara rastlanıyor. Anlaşıldığı kadarıyla çok büyük yerleşimler değil buraları. Ama yine de işlevsel açıdan büyük önem taşıyorlar ve bir şekilde arkalarında günümüze dek uzanan izler bırakmışlar

  
Gezginler, Kürdüllü sırtlarında...
(Otomatik Çekim; By MYC)

 
Kürdüllü deresi

 
Kürdüllü meydanı; köy camisi

Osmanlı Döneminde köyün ismi tahrir defterlerinde Kürtüllü şeklinde geçiyor. 16.yy.daki kayıtlardan edinilen bilgiye göre köy; o yıllarda demografik açıdan 20-25 hane civarında bir büyüklüğe sahip. Köyün arazilerinde yapılan tarımsal üretimin ise; vergi kayıtlarından ağırlıklı olarak buğday, arpa, börülce v.b. hububat, üzüm, bostan ve gölden kesilen sazlardan ibaret olduğu; ayrıca köyde küçükbaş hayvan yetiştiriciliği yapıldığı anlaşılıyor.(11)


Kürdüllü "selfie"si...
(Fotoğraf: MYC)

Gezginler, Kürdüllü sokaklarında...

Yürüyüşün Hikâyesi

Lodosun esir aldığı bir İzmir’i arkamızda bırakarak, sabah 730’da Bornova’dan Tire yönüne hareket ettik. Her zamanki gibi Tire’de Hasan Hoca’nın sabah sürprizleri bekliyordu bizi; şehrin kalbine doğru ilerleyen yolun üstündeki bir sabahçı kahvehanesinde…

 
Kürdüllü; sessiz köy; sabah vakti...

 
Kürdüllü Deresi; meydan yakınları...

 
 Bir bahçe duvarında göbek otları; doğal peyzaj...

Hasan Hoca’nın yaptığı hazırlık görülmeye değerdi kuşkusuz. Sabah tutulan hamurun keyfi beklenecek; İzmir’den ağır misafirler var; gelecek. Ne de olsa zahmetli iş… Doğrusunu söylemek gerekirse küllürçelerin hastayız beş on yıldır buralarda. Süt, maya, un ve tuz karışımından oluşan hamurdan hazırlanıp zeytinyağında kızartılmış bir tür pişi kıvamındaki bu hamur işi, Datça’ya özgü bir tören yiyeceği aslında. Değerli eşi Sevcan Abla’nın maharetli elleri işin içine girdiğinde, ortaya benzersiz bir lezzet örneği çıkıyor doğrusu. Arkası arkasına gelen çayların eşliğinde birer birer yuvarladık küllürçeleri; vişne reçeli, pekmez ve Datça balıyla birlikte… İzmir’de bıraktığımız deli dolu havadan eser kalmamıştı buralarda. Kahvaltı sonrası hedefimiz olan Kürdüllü köyüne doğru yola çıktık. Ödemiş karayolundan yaklaşık 3 km kadar içerdeki Kürdüllü’ye ulaşmak fazla zamanımızı almadı.


Kürdüllü köy meydanı; kahvehane kapalı...


Koca kapıların yorgunluğu; Kürdüllü'de...


Bir sokaktan yukarı...

Kral Yolu’nu takiben kısa sürede ulaştığımız köy meydanında sabah ayazı ve sessizlik hâkimdi. Ortalıkta kimsecikler yoktu. Köyün kahvehanesinin de bulunduğu meydana arabamızı bırakarak, yıkık dökük evlerin arasından yukarı doğru tırmanan asfalt yolun kıyısı boyunca yürümeye başladık. Yükseldikçe köyün üstüne çöken zamanın yükü iyice belirginleşti. Yoksulluk mu desek; terk edilmişlik mi desek; yıkıntılar arasına sıkışmış yaşamların belirsizliğinde köyün taş evlerinin üzerinde biten göbek otları, boş avlulardan yükselen köpek sesleri eşliğinde puslu göğe doğru ışığın türlü oyunlarının peşindeydiler. İçi boşalmış, çatısı çökmüş; haneye açılan çürümüş koca kapılar arkasındaki tükenmiş yaşamlar, meydana nazır yorgun evlerin içinden köyün meydanına ve dehliz gibi daracık sokaklarına doğru taşmaktaydı.

  
Bahçede eski bir fırın; halen kullanılmakta...

 
Peşrefli yönündeki vadide çiçeğe durmuş bademler

Kürdüllü sırtlarından Küçük Menderes ovasının görünümü  

Yükseldikçe solumuzda; yeni yeni çiçeğe durmuş badem ağaçlarının sınırladığı bir dere yatağının ötesinde, Kireli ve Peşrefli köylerindeki başka yorgun evlerin bileşkesinden oluşan bir manzara belirdi. Hedefimiz Kürdüllü’nün arkasındaki sırtları takip ederek yaklaşık 4 km kadar uzaklıktaki Ekinlik mahallesine dek yürümek; daha sonra da Kürdüllü’den itibaren güney batı yönünde giderek derinleşerek bizden uzaklaşan vadinin öte yamacına geçip yeniden Kürdüllü’ye dönmekti.

 
Sırtlarda akasmalar

 
Kaya yosunları; Kürdüllü sırtlarında...

 
Ekinlik yolundaki yol arkadaşımız

Gözlerimiz yamaçları tararken, yaklaşmakta olan baharın emareleri, ağaçların kendini yeni hayata hazırlayan tomurcuklarına sinmişti. Motosikletinin üstünde; Ekinlik’ten bize doğru gelen ve köydeki camiye Cuma namazı için yetişme telaşındaki köylüyle ayaküstü söyleştik. Köyde nüfusun giderek azaldığından şikayetçiydi o da. Biraz sonra peşimize küçük ve sevimli bir köpek takıldı; belli ki açtı. Yanımızdaki ekşi maya köy ekmeğinden birkaç dilimi paylaştık onunla. Hayvancık, uzun süre bizimle yürüdü. Daha sonra; herhalde köyden uzaklaşmış olduğu fark ederek yeniden geriye döndü.

 
İncir bahçelerinde yeni hayata hazırlık

 
Ekinlik'e doğru; "vadim o kadar yeşildi ki"...

Kürdüllü sırtlarında incir bahçeleri

  
Dağların dili olsa; Küçük Menderes'e bakarken...

Karşı yamaçlardaki dikkat çekici manzara, sırtların oldukça bakımsız ve ağaçtan yoksun oluşuydu. Hâkim bitki örtüsü makiliklerdi. Köydeki terk edilmişlik havası bu sırtlara da yansımıştı sanki. Daha çok hayvancılık yapıldığını ele veren gübre yığınları; sırtların alçaklarındaki kısmen zeytin ağaçların varlığı, köylünün yükseklerdeki faaliyetlerine işaret etmekteydi. Buna karşılık vadinin yürüdüğümüz tarafındaki yamaçlarında ise, incir bahçeleri ağırlıktaydı. Yukarılara çıktıkça hava soğudu. Yaklaşık 650 metre yüksekteydik. Solumuzda Peşrefli’nin arkasında bütün heybetiyle Karakaya; karşımızda karla kaplı zirveleriyle Aydın Dağları yer alıyordu. Yavaş yavaş karlı zirveler, sisle kaplandı ve görünmez oldular.

  
Kürdüllü, çok aşağılarda artık; kıvrım kıvrım yollar taşır bizi yükseklere...

 
Önümüzde sıra sıra dağlar; solda Karakaya; sağda Çaldede zirveleri...

Yamaçlarda kaygısızca otlayan bir koyun sürüsü

  
Yeni doğmuş bir kuzu; annesinin ardından bize merakla bakarken... 

Biraz ilerde Ekinlik’ten olduğunu düşündüğümüz bir köylü odun kesmekteydi. Yanına yaklaşınca selamlaştık ve konuşmaya başladık. İsmi Mehmet idi. Ekinlik’tendi. Kürdüllü’ye yerleşenlerin yukarıdaki yaylalardan; Büyükkemerdere’den geldiklerini anlattı. Kestiği odunlar yaştı; ama zarar etmez, onlar kuruyunca seneye yakarım dedi. Kaygısız; ama kanaatkâr bir duruşu vardı. Hasan Hoca ile Peşrefli üzerine epeyce muhabbet ettiler. Kızları Peşrefli’ye gelin gitmişti. Muhabbet sonrası veda ederek yanlarından ayrıldık.

 
Ekinlik'e doğru cevizlikler

  
Ekinlik'ten Mehmet Emmi; odunlarının başında...

 
Yol üstünde bir çiftlik

 
Aydın Dağları'nın vazgeçilmezi; Willys ciplerden biri

Solumuzdaki yamaçlara yayılmış bir koyun sürüsünün yanından geçtik. Köyün en yukarısındaki ilkokul binasına yaklaşmıştık. Yolun sağındaki vadinin yamaçlarına kadar inen geniş bir çiftliği ardımızda bıraktık. Ceviz ağaçları, hayvan damları ve bir sundurmanın altındaki köylünün dağlardaki en büyük yardımcısı; Willys marka bir cip, yolun altında durmaktaydı.

  
Ekinlik yolunda geleneksel mimarinin örneği bir taş kulübe

Karakaya üstünde sis tabakaları ve karlı zirveler

 
Cevizlerin ardında Karakaya

 
Gezginler, Ekinlik'te...
(Fotoğraf: MYC)

Karakaya’dan Çaldede’ye doğru bulutların telaşlı yolculukları sürerken karşıda Ekinlik mahallesinin ilkokulu göründü. Yanına vardığımızda; gördük ki o da terk edilmişti. Taşımalı sistemler, taşınamayan sistemler derken, çürüyen bir okula daha tanık olmuştuk. İçine adımımızı attığımızda anladık ki; çürüyen okul değil, aslında “büyük insanlığın” ta kendisidir. Yerlerde atılmış bir oda dolusu ders malzemesi, kırtasiye; duvarlarda Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi; bir başka duvarda içinde yine Atatürk’ün resminin bulunduğunu düşündüğümüz bir çerçeve asılı. Daha büyük diğer dershanenin ortasında devrilmiş bir soba duruyor. Kolu kanadı kırık bir biçare gibi… Hiç mi rahatsız etmez bu görüntü ilgili insanları; terk edip giderken buraları, bir mezbelelik şeklinde bırakıp gittikleri bu irfan yuvalarını; arkalarına dönüp bakmadılar mı giderken hiç? Ne acı, ne kadar hüzün verici; tıpkı en değerli varlığımız Cumhuriyetimiz gibi… Kapıları çarpar birer birer; Karakaya’dan esen sert rüzgârlarla hareketlenerek; öfkeyle vurur pervazlarına kapının kanatları; açılır, kapanır. Sonunda sert bir rüzgâr eser ve kırılır dökülür bütün umutlar…

 
Ekinlik İlkokulu'ydu; bir zamanlar.

 
Bir sınıftaki soba enkazı; utancın kiri...

 
Ekinlik'te irfan yuvası(!)

 
Dershanenin duvarındaki matematik terim ve sembolleri tablosu

 
Bir başka duvarda boş Atatürk çerçevesi ve Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi

Hüzünle terk ettik okulu; dere yatağına doğru alçalarak vadinin karşı yamacına geçtik. Alçaklardaki Kürdüllü köyünden buraya dek yaklaşık 4,5 km kadar yürümüştük. Sırtlarda mor renkli dağ sümbülleri (sicilium) baş vermişti. Her yer onlarla kaplıydı. Yer yer birer koloni şeklinde hayata yeniden merhaba demişti hepsi. Ceviz ağaçlarıyla örtülü bir sırttan aşağılardaki patikaya doğru ulaşmayı denedik. Önümüzü kesen ve vadinin dibindeki dereyi besleyen küçük bir dereceğin üstünden atlayarak, makiliklerin yoğun olarak bulunduğu bir bölgeye geldik. Bundan sonrası boğuşmaydı hep. Amaç; aşağılarda tepelerini gördüğümüz zeytin ağaçlarının bulunduğu düzleme ulaşmaktı. Ama o kadar kolay olmadı; pırnarlar, kesmik ve böğürtlen çalıları sürekli önümüzü kesti. Daracık geçitler bularak nihayetinde Kürdüllü köyünün sırtlarında bulunan yıkıntıların hemen üzerindeki zeytinliğe vardık. Zeytinlerin altında gördüğümüz birkaç kırmızı anemon, çalılarla boğuşma esnasındaki bütün yorgunluğumuzu aldı. Birkaç zeytin sekisinden aşağıda; Kürdüllü köyünün en az 100 yıllık eski evleri durmaktaydı.

 
Sırtlarda dağ sümbülleri

 
Bir başka dağ sümbülü kolonisi daha...

 
Cevizlikler

 
Kürdüllü deresini besleyen küçük sel yataklarından biri

 Kürdüllü deresini aşarken...
(Fotoğraf: MYC; Otomatik Çekim)

 
Kürdüllü'ye dönüş yolunda; dağ sümbüllerinin peşinde...

 
Kürdüllü'ye doğru konforlu bir patika
(Fotoğraf: MYC)

Soğanlı bir sarı çiçek; isminden emin değiliz; bir tür çiğdem olabilir.

Zeytin sekileri

 
Kürdüllü'nün zeytinleri; pek bakımlı değildi.
(Fotoğraf: Ahmet Tamer)

Anemonlar

 
Goncada bir anemon

Kürdüllü sırtlarından köyün görünümü

Yıkıntılar arasında; üst katlara tırmanan merdivenler, duvarsız odalara ulaştırır gezgini Kürdüllü sırtlarında. En az yüz yıllık bir yaşanmışlığın izleri sinmiştir yıkık duvarlara. Hele yolun başındaki o çeşme… Kolu kanadı kırık; kayrak taşlardan örülmüş ana gövdesini zar zor ayakta tutabilen; bu sırtlardaki o günkü yaşam konforunun kaynağı… Az sayıda da olsa; çatısı çökmüş bir başka evin duvarına gömülü mermer yapı taşları, ikinci katın ahşap zeminini taşıyan hatıl delikleri, duvarın dışına doğru çıkma yaparak çatıya doğru yükselen ve muntazam bir şekilde örülmüş iki baca kanalı… Köyün meydanına doğru inen daracık bir sokaktan aşağıya yürürken; evi yıkılmış bir avlu içinde, yine kayrak taşlarla yapılmış bir eski ocak var. Kim bilir ne ekmekler, ne yemekler pişti zamanında buralarda. Kimler beslendi bu ocaktan acep?

  
Kürdüllü dereleri

 
Yosunların güzelliği

  
Dere boyu cevizler...

 
Kürdüllü deresini besleyen küçük dereciklerden biri

İşte o derenin başındayız.
(Fotoğraf: Ahmet Tamer)

 
Merdivenleri ot bürümüş, duvarların çoğu yıkılmış bir ev

 
Bir diğeri; Kürdüllü sırtlarında saklı hüzün

Hayata yeniden merhaba; Kürdüllü sırtlarında zeytinler arasında bir badem ağacı

Avluda eski bir ocak

Yıkık çeşmenin arkasındaki haznesi
 
Yıkık çeşme "durağı"

Köy meydanına inen döşeme yol

Yolun bir yerinde yeni usul döşeme taşlarla kaplı bir sokak örgüsü başlıyor. Arkamızda bıraktığımız evlerden birinin çatısında bir testi, baca tertibatı olarak kullanılmış. Bir süre sonra sokaktan ayrılarak; 19.yy.ın kayrak taşlarla inşa edilmiş evlerinin iki yanında yer aldığı daracık bir geçide doğru yöneliyoruz. Gerçekten zamanın durduğu bir an; biraz ilerde büyük ağaç kütüklerinden yapılmış bir taşıyıcı sistem üzerinde yükselen bir ev; altı sanki Mardin’deki “abbara”lar gibi… Ama sapasağlam ayakta; geçidin üstündeki taşıyıcı kütükler.

 
Meydana doğru...

 
Bacalarda testiler

 
Kürdüllü'de yıkıntılar arasından baş veren yeni cami

 
Kürdüllü'de zamanın durduğu an... 

 
Geçidin güzelliği; sanki bir "abbara"... 

 
Bu da aynı geçide aşağıdan bakış

 
Kürdüllü'ye veda zamanı; kahvehane hala kapalı.

Hatıralarla yüklü Kürdüllü’nün en karakteristik sokağından yavaş yavaş inerek artık köyün meydanına kavuşuyoruz. Kahvehane hala kapalı... Meydanda birkaç kişi meraklı bakışlarla bizi süzmekte. Selam verip arabaya doğru ilerliyoruz. Bugünlük maceranın sonu; Kürdüllü köy meydanında. Yönümüz Tire; sabah güne başladığımız sabahçı kahvehanesinde içilecek yorgunluk kahveleri için yeterli zamanımız var. Gün değerlendirilecek ve hayatımıza anlam katan bu günün bilançosu çıkarılacaktır; içilen kahvelerin eşliğinde…

 
Tire'de sabahçı kahvehanesinin hemen yanında; bir simitçi heykeli...
(Fotoğraf: Ahmet Tamer)

Dipnotlar:
(1)     Artemis Yolu; Sardeis’den Hypaipa’ya isimli yazımız için bakınız https://dagakactim.blogspot.com/2013/12/bozdag-uzerinden-artemis-yolculuklari.html
(7)     Kireli hikâyeleri hakkında bkz https://dagakactim.blogspot.com/2016/08/sari-sicak-menderes-2.html
(9)    Katoikia; İlkçağ’da Helenistik Dönemde Makedonyalıların gittikleri yerlerde oluşturdukları kolonize garnizonlara verilen isim; ele geçirilen bölgenin bir anlamda askeri açıdan güvenliğinin de sağlandığı anlaşılıyor; aynı Kral Yolu’nda olduğu gibi.
(10) Tire ve Çevresinden Arkeolojik Buluntular, Prof. Dr. Binnur Gürler, Dokuz Eylül Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü; I.Ulusal Tire Sempozyumu; 18-20 Ekim 2010 Tire/İZMİR; Bildiriler Kitabı; sayfa:90-97
(11)  Osmanlı Döneminde Tire (1478-1530), Gülay Belen; Tire Belediyesi Kültür Yayınları-14; sayfa:127
(12) Fotoğraflar, belirtilenler dışında İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.

Yazan: İbrahim Fidanoğlu

4 yorum:

  1. Tire taraflarını bilmediğimden ilginç geldi. Çok da güzelmiş, şirinmiş.
    Yöresel yapılarından bitki türlerine.

    YanıtlaSil
  2. vayy vayy vayy beee doğup büyüdüğüm Kürdüllü, elinize sağlık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu tür geri bildirimler bize şevk veriyor. İlginizin devamlılığı dileğiyle...İF

      Sil