27 Ocak 2012 Cuma

KEMALPAŞA KURUDERE (NAZARKÖY) – VİŞNELİ YÜRÜYÜŞÜ


27 Ocak 2012
Bugün Balkanlar’dan gelen soğuk hava dalgası tüm Marmara’yı teslim almışken; biz de rotamızı, Kemalpaşa Kurudere yada namı diğer Nazarköy’e çevirdik. Hedefimiz Kurudere – Vişneli geçişini yapmaktı. 
Saat 10 gibi Kurudere’de bir kır kahvesinde çaylarımızı içtikten sonra yürüyüşümüze, geçen yıl Nif Dağı Alabalık Çiftliği yürüyüşü esnasında da kullandığımız rota ile başladık.

Kemalpaşa Kurudere-Vişneli yürüyüş rotası 14 km 
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)

Savanda Kız Kalesi’nin üstünde yer aldığı, yöre halkının Bölme adını verdiği, iki hörgüçlü tepeyi sağımıza alarak hızlı bir şekilde tırmandık. Karşımızda yaklaştıkça uzaklaşan, dünkü şiddetli yağışlar esnasında tepeleri yoğun kar yağışı alan Nif Dağı’nın zirvesi duruyordu.

Tepeleri karlı dağlar 

Gerek Nif Dağı’nın yamaçlarında, gerekse onun hemen önünde yükselen diğer tepelerdeki kızılçam ağaçları, dünkü yağışın bembeyaz izlerini taşıyorlardı. Kurudere’de arabadan indiğimizde hava sıcaklığı 2 derece iken, tırmandıkça sıfıra ve daha da altına düştü. Kuzey yönüne döndükçe giderek artan sert poyraz yüzümüzü ayaza kesti. Bir Amerikan futbolu kalesini andıran “Bölme” tepesinin üstünü sis basmıştı.

Sisler içinde Savanda Kız Kalesi 

Yol boyunca İZSU’nun yürüttüğü Nif Dağı’nın sularına gem vurma çalışmalarının izlerine tanıklık ettik. Vişneli – Alabalık Çiftliği sapağına kadar 3 adet vana kapağına rastladık. Yeni boyanmışlardı ve kapakları kilitli değildi. Çalışmalar, hava şartları nedeniyle kesintiye uğramış olmalıydı.

Çıkış noktamızdan yaklaşık 6 km. kadar sonra 595 m. yükseklikte Yukarı Vişneli köyüne giden toprak yoldan sola saptık. Biraz ilerde bir sapağa daha geldik. Sağa ve yukarı yola saptık. Hemen ileride tuğlalarla örülü bir çeşmeye rastladık. Ancak yol yaklaşık 1 km sonra orman içinde sona erdi ve geri dönmek zorunda kaldık. İlk sapaktan bu kez aşağı ve sola doğru saptık. Yürüyüş sırasında kızılçamlar ve meşe ağaçları hâkim bitki örtüsünü oluşturuyordu. 

Vişneli yolunda 

Sürekli aşağıya doğru eğimde Yukarı Vişneli köyünün girişine kadar devam ettik. Köy girişine yaklaşırken kesim sonrası istiflenmiş odunlar ve kabukları sıyrılmış, kalın kerestelik çam kütüklerine rastladık. Yukarı Vişneli köyü, ilk çıktığımız noktadan yaklaşık 12 km. kadar uzaklıktaydı. Köye öğle üzeri tam saat 1’de girdik. 
Üç gündür devam eden sağanak yağışlar sonrası bütün akmaz dereler akar olmuştu. Ama ne yazık ki; genellikle yürüyüşler sırasında köy giriş ve çıkışlarında rastladığımız çöp ve moloz döküntüleriyle Vişneli köyünün girişinde de karşılaştık.

Vişneli köyü arka girişinde çöpler! 

Bu pisliğin ve sorumsuzluğun suçunu sadece yönetimle ilgili belli makamlara atıp kurtulmak bize has bir kolaycılık olsa gerek. Eski zamanlarda, çocukluğumuzun kasabalarında, köylerinde manzara hiç de böyle değildi. Hani ne derler; “ekmekler bozulmadan önce”… Ama bu “yalnız ve güzel ülkedeki” her yurttaşın şapkasını önüne koyup, bu çirkin manzarada kendisinin de ne kadar payı olduğunu artık düşünmesinin zamanı geldi de geçiyor bile. Yoksa suçu birilerinin üstüne atıp kurtulmak en kolayıdır. Zor olan; mevcut kötü durumu bir nebze de olsun daha iyiye doğru değiştirmek cesaretini göstermek ve yapmaktır. Sefa zamanlarında söz söylemek; ahkâm kesmek, hele hele; sadece her şeyden şikâyet etmek en kolay olanıdır. Ama bu durum, hepimizin yakından tanıdığı büyük bir insan tarafından söylenmiş ve Türk milletini tanımlayan aşağıdaki sözleri yalanlamak anlamına gelmez mi? İşte o veciz sözler:

“Türk Milleti!
Kurtuluş Savaşı'na başladığımızın on beşinci yılındayız. Bugün Cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurduğu en büyük bayramdır. Kutlu olsun!
Şu anda, büyük Türk milletinin bir ferdi olarak, bu kutlu güne kavuşmanın en derin sevinci ve heyecanı içindeyim.
Yurttaşlarım!
Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli, Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti'dir. Bundaki muvaffakiyeti, Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak, azimkârane yürümesine borçluyuz. Fakat yaptıklarımızı asla kâfi göremeyiz; çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz.
Yurdumuzu, dünyanın en mamur ve en medenî memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi, en geniş, refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Millî kültürümüzü, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız. Bunun için, bizce zaman ölçüsü, geçmiş asırların gevşetici zihniyetine göre değil, asrımızın sürat ve hareket mefhumuna göre düşünülmelidir. Geçen zamana nispetle daha çok çalışacağız, daha az zamanda daha büyük işler başaracağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur.
Çünkü Türk Milleti’nin karakteri yüksektir; Türk Milleti çalışkandır; Türk Milleti zekidir. Çünkü Türk Milleti millî birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü Türk Milleti’nin, yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir. Şunu da ehemmiyetle tebarüz ettirmeliyim ki, yüksek bir insan cemiyeti olan Türk Milleti’nin tarihî bir vasfı da, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtrî zekâsını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini ve millî birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek millî ülkümüzdür. Türk Milleti’ne çok yakışan bu ülkü, onu, bütün beşeriyette, hakikî huzurun temini yolunda, kendine düşen medenî vazifeyi yapmakta muvaffak kılacaktır.
Büyük Türk Milleti!
On beş yıldan beri, giriştiğimiz işlerde muvaffakiyet vadeden çok sözlerimi işittin. Bahtiyarım ki, bu sözlerimin hiç birinde milletimin hakkımdaki itimadını sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım. Bugün, aynı iman ve katiyetle söylüyorum ki, millî ülküye, tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk Milleti’nin büyük millet olduğunu, bütün medenî âlem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır. Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı ve büyük medenî kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile atinin yüksek medeniyet ufkundan yeni bir güneş gibi doğacaktır.
Türk Milleti!
Ebediyete akıp giden her on senede, bu büyük millet bayramını daha büyük şereflerle, saadetlerle, huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim.
Ne mutlu Türküm diyene”
Mustafa Kemal ATATÜRK; Onuncu Yıl Nutku; 29 Ekim 1933

Oysaki köyün hemen girişinde ve her sokağında çöp konteynerleri bulunmaktaydı. Kemalpaşa Belediyesi’nin çöp kamyonları ve İzmir Büyükşehir Belediyesi' nin  otobüsleri buraya kadar gelip belli bir hizmeti köylünün ayağına kadar getiriyordu. Ancak eksik olan bir şeyler vardı demek ki; aksi takdirde sonuç böyle olmazdı. Bu durum bizi ziyadesi ile üzdü. Ne yazık ki; köyün ahvali de, memleketten pek farklı değildi.

Vişneli köyü arka girişi ve çöp konteyneri! 

Köyün camisine yaklaşırken, Cuma namazından çıkan cemaat ile karşılaştık. Köy meydanında yer alan ve üzerinde belli bir değeri ifade eden “hayata veda eden muhterem atalarımızın hayratına” yazılı çeşmeyi görünce içimiz ısındı. Biraz aşağıda kahvelerin ve köy kasabının bulunduğu Çınaraltı meydanına doğru ilerledik. 

Yukarı Vişneli köyü 

Çınaraltı köy kahvehanesinde öğle yemeğimizi; köpeklerle yarenlik ederek ve yemeğimizi onlarla paylaşarak yedik. Yemek molası sonrası köyden yemeğimizi paylaştığımız köpeklerin eşliğinde ayrıldık. 

Yemeğimizin ortakları 

İki köpek, bizi Vişneli’den Kemalpaşa – Torbalı asfaltına kadar yalnız bırakmadı. Ancak ana yolda yoğunlaşan trafik nedeniyle; onların emniyeti için, köpeklerin bizi izlememesi amacıyla Kemalpaşa yönüne seyreden bir araca bindik ve Kurudere kavşağında inerek köyün merkezine kadar yürüdük.
Sabah çay içtiğimiz kır kahvesinde Kurudere’nin Nazarköy’e dönüşme sürecinde ilk boncuk atölyesinin 1942 yılında Bekir Usta isimli İzmir’den gelen bir kişi tarafından bu köyde kurulduğunu, daha sonra da diğer atölyelerin yaygınlaştığını; 1200 derecelik ateşin karşısında, korunmak için taktığı maskeden esinlenerek köyde “pilot” namıyla tanınan Ahmet Yıldırım Amca’dan dinledik. Ahmet Amca, Kurudere’nin Burhan aşiretine bağlı Yörükler tarafından 1870’li yıllarda kurulduğunu, o yıllarda köylülerin, hayvanlarını yazın yaylaya çıkarmak üzere Kütahya yöresine gidip geldiklerini; aynı aşiretten bir kısım yörüğün de Torbalı’ya bağlı Çakırbeyli köyünde yerleştiğini büyük bir keyifle anlattı. Vakit akşama yaklaşırken yanan kuzinenin başında içtiğimiz yorgunluk kahvelerinin ardından Ahmet Amca’ya veda ederek dönüş yoluna vasıl olduk.

Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC







22 Ocak 2012 Pazar

BİRGİ’DE BİR PAZAR GEZİNTİSİ



22 Ocak 2012

İzmir’den 120 km. uzaklıkta yurdumdaki kültürel varlıklara karşı gelişen bir vandalizm atmosferi içinde bir mücevher kasabadır şimdi Birgi. Bu kasabanın uzun süredir Çekül Vakfı’nın rehberliğinde ve İzmir Özel idaresi ile Birgi Belediyesi’nin ortak çabalarıyla sürdürülmekte olan sağlıklılaştırma çalışmaları ile yüzü aydınlanan odun ateşi kokan sokaklarını görmenin tam zamanıdır. Birgi’de tarihin derinliklerine uzanan katmanlar şeklindeki uygarlık alametleri yıllardır sürdürülen restorasyon ve sokak sağlıklılaştırma çalışmaları ile gün be gün daha bir görünür hale gelip bizleri heyecanlandırıyor.

Bir Ocak öğleden sonrası, güneşli bir havada “İyonya BeyleriAydınoğulları Beyliği’nin tarihi ile yaşıt, yaşlı servinin yanından Birgi’nin kalbine doğru ilerledik.

Birgi girişinde asırlık servi

Arabayı 16.yy.da yapılmış Derviş Ağa Camisinin hemen önündeki çeşmenin yanına bıraktık. İlkin Birgi’ye girişte, tepedeki mezarlığın altında yer alan Kurt Gazi mahallesindeki sokak sağlıklılaştırma çalışmalarının durumunu görmek üzere ara sokaklara daldık. Sokakların zemin döşemeleri, evlerin dış cephesinde yer alan duvar, ahşap kapı ve cephe boyalarının tümü elden geçmiş, çatı ve duvar kiremitleri dekoratif bir şekilde yeniden düzenlenmişti. Sokakların açıldığı geniş sahanlıklarda yer alan ağaçların çevresi taştan sekiler haline getirilmiş, değirmen taşları ve dibek taşları korunarak sokak aralarında anıtsal objelere dönüştürülmüştü.

Birgi sokakları

Tepedeki mezarlığa doğru tırmandık. Evlerin arasındaki patikadan tepeye ulaştık. Birgi’ye hâkim noktada, iki büyük mermer sütunun arasında uzanan Hekimbaşı Hızır Ali Paşa’nın (yada Hacı Paşa) mezarı ile karşılaştık. Şeyh Bedrettin’in Mısır’dan yakın arkadaşı, Anadolu’ya yeniden dönüşünde büyük ihtimalle yoldaşı olan bu büyük tıp bilgini kendisine Bergamalı Galenos ve İbni Sina’yı kendine rehber bellemiş. Aydın Vilayetine geldiklerinde ise Aydınoğlu İsa Bey’in Birgi’de kalma önerisini kabul edip saraya hekimbaşı olmuş. Öldüğünde de halk arasında Hızır Paşa olarak bilinen bu bilgin adamı Hıdırlık diye bilinen bu tepeye gömmüşler. Cumhuriyet döneminde ise Hızır Paşa’nın anısına Derviş Ağa Camisi’nin önlerinde bir yere yol üstünde bir andaç kitabe konulmuş. Hızır Paşa’nın mezarının çevresinde yüzlerce başı taşlı yada taşsız mezar vardı. Hepsi tepeye saçılmış vaziyette korunmasız bir durumda bugüne ulaşmışlardı. Mezarların arasından Güdük Minareyi solumuzda bırakarak tepeden aşağıya doğru diğer sokaklara doğru indik.

 Hızır Ali Paşa'nın mezarı

Derviş Ağa Camisi’nin hemen arkasında Bozdağlar’dan inen kar sularının çağıldadığı Birgi Deresi’nin yanında yer alan Derviş Ağa Medresesi ve Derviş Ağa Hamamı’nın restorasyonlarının hızla sona yaklaştığını gördük. Derenin öbür yakasında Umur Bey Caddesinden yukarı doğru yürüdük. Çekül Evi ve merkezdeki kahvehaneleri geçip Belediye’nin biraz ilerisinde bir lokantada güveçte kuru fasulye, nohut ve et ile pilav yedik. Yemek sonrası Aydınoğlu Mehmet Bey Camisi’ne doğru dere boyunca yürüdük. Yürüyüşümüz boyunca karşımızda heybetli Bozdağlar’ın başı karlı kaplı tepesi durmaktaydı.

 Birgi'den görünüş

Meydanda bütün ihtişamı ile yükselen ve Bozdağlar’ın eteklerinde yatan Lidya kenti Hipope’nin devşirme malzemesi ile ayağa kaldırılmış Aydınoğlu Mehmet Bey Camisi’nin içine girdik. Çatının onarımı sırasında kaldırılan toprak izolasyon örtüsünün yokluğu bugünlerde cami içindeki sıcaklığın mevsimlere göre değişmesine, bu da şekil bağlı ahşap malzemelerin sıcaklık farklılıkları nedeniyle çalışıp bozulmasına neden olmaktaymış. Buradan konuyla ilgili tüm sorumlu ve ilgililere bir kez de biz duyuralım dedik. Umarım bir yararı olur. Cami, Selçuklu mimari yaklaşımlarına sahip olduğu kadar diğer camilerden oldukça farklı bir yapı arz etmekte. Bir yandan çatı konstrüksyonu, bir yandan cami girişinden daha alçak bir zemine inilerek ulaşılan caminin iç mekânı (kabire inme düşüncesini hatırlatırcasına), minberindeki evreni anlatan eşsiz kündekari panolar, çalınarak İngiltere’ye kaçırılan ve uyanık bir İngiliz kadının bir müzayedede fark etmesi sayesinde İnterpol aracılığıyla tekrar ülkeye geri getirilip yerine takılan minber kapısı, turkuaz mihrap ve taşıyıcı granit devşirme sütunlar bu caminin ilginç yanlarından sadece bir kaçı olarak sayılabilir. Ayrıca caminin Birgivi Medresesi’ne bakan yönünde, duvara monte edilmiş nazarlık gibi duran devşirme aslan heykelini de bir İslam eserinde pek görmediğimizi eklemek gerekir. Alt zemininin Birgi deresine bakan yüzünün ne kadar sağlam bir şekilde tahkim edildiğini ve caminin bu zeminin üstüne itina ile inşa edildiğini de belirtmeliyiz. Zaten Batı Anadolu’da en erken Türk – İslam eserlerinden olan bu caminin, hala dimdik ayakta bugünlere kadar gelebilmiş olmasının en muhtemel nedeni de inşaatında uygulanan bu yaklaşımlar olmalıdır.

Aydınoğlu Mehmet Bey Camisi

Aydınoğlu Mehmet Bey Camisi’nden hayranlık duyguları içinde ayrılarak İmam Birgivi Medresesi’nin arkasındaki sokaklarda dolaştık. Sandıkoğlu ve Kerimağa Konakları’nın önünden geçtik. Bu adanın en altında yer alan ve vadiye bakan yeni restorasyonu tamamlanmış konağı seyrettik. Karşımızda ilerdeki yamaçta Aydınoğlu Mehmet Bey’in zaman zaman müttefiki zaman zaman da rakibi olmuş Menteşe Bey’in damadı Tire fatihi Sasa Bey’i çağrıştıran Sasallı Mahallesi uzanıyordu. Bir gün de oralara uzanmak düşüncesini aklımızda tutarak tekrar meydana, Aydınoğlu Mehmet Bey Camisi’nin karşısında yer alan kahvehanede çaylarımızı içerek akşamın artan ayazını bastırmaya çalıştık.

  Kahvehaneler

Dönüş yolunda restorasyonu devam eden Çakırağa Konağı’nın önünden geçerek Derviş Ağa Camisi’nin önünde bıraktığımız arabamıza ulaştık. Bozdağ’ın kestanelerinden günlük olarak taze taze yapılan kestane şekerlerimizi de alıp kısıtlı zamana çok şey sığdırmanın keyfi ve yorgunluğu içinde İzmir’e doğru yola koyulduk.



Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC


10 Ocak 2012 Salı

BAYINDIR - ALANKIYI YAYLASI YÜRÜYÜŞÜ




10 Ocak 2012
Alankıyı, Bayındır’dan yaklaşık 12 km. uzaklıkta ve 800 metre rakımda; Kemalpaşa Yiğitler – Bayındır geçiş yolu üzerinde yer alıyor. Eski zamanlardan beri sıcak yaz günlerinde Bayındırlılar için en yakındaki yayla özelliği taşıyan yerleşimde bitki örtüsü olarak elma, kiraz, şeftali, ceviz, kestane v.b. meyve ağaçları ile hemen köyün sınırlarından başlayan kızılçam ormanları dikkat çekiyor. Geleneksel olarak Yörüklerin yaylak olarak kullandığı bölgede zamanla yapılaşmalar artmış; şimdilerde birbirinden oldukça dağınık bir şekilde yaylaya saçılmış da olsa 50’den fazla villa ve köy evi yer alıyor. Köy içinde de titiz bir şekilde yapılmış ve mimari değerler açısından belli bir estetiğe sahip örneklere de rastlıyoruz. Ama her yerde olduğu gibi, bu işin çığrından çıkma potansiyeli ne yazık ki burada da hissediliyor. Çünkü buralardan her geçtiğimizde yapılaşmanın biraz daha arttığını çok rahat gözleyebiliyoruz.

Ocak ayında köye girişte, sessizlik ve kış mevsiminde de burada yaşayan birkaç ailenin oturduğu evlerin bacalarından tüten dumandan başka bir hayat belirtisi ile karşılaşamıyoruz. 

Alankıyı; yayla köyü
(Resmin üzerine tıklayarak büyütebilirsiniz)   

Girişte yer alan iki kahveden soldakine girdiğimizde kahveciden başka kimsenin olmadığını görüyoruz. O da zaten yeni gelmiş; çayı demlemekle ve kahvenin ortasında yer alan varilden bozma odun sobasını yakmakla meşgul. Çayımızı içip yürüyüşe başlıyoruz.

(Resmin üzerine tıklayarak büyütebilirsiniz)   
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)


Bu gün hava ayaz ve yağışlı idi. Sıcaklık 1 dereceye kadar düştü. Yükseldikçe kar yağışı da başlıyor. Kuzeye dönüşlerimizde sert rüzgâr ile birlikte kar yağışı hafiften tipiyi andırıyor. Küçük Menderes Ovası’na 837 metre rakımlık bir tepeden bakan konumda, Tire civarında 1989 yılında çıkan bir orman yangınında hayatını kaybeden görev şehidi Orman Yüksek Mühendisi Ali Yağbasan’ın adının verildiği bir piknik alanı ile karşılaşıyoruz. Geçtiğimiz Nisan ayında devreye alınan "Bayındır Kent Ormanı" piknik alanında bir restoran ve yangın göleti de yer alıyor. Hava sıcaklığını arabadan uzakta olduğumuz için ölçme şansımız artık yok, ama yürürken her halde sıfırın altında olmalı diye düşünüyoruz. Kar yağışı ve sis tepede artarak devam ediyor ve yaklaşık 2 saatlik bir yürüyüş sonrası piknik alanından dönüşe geçiyoruz.

 Ali Yağbasan piknik alanı
(Resmin üzerine tıklayarak büyütebilirsiniz)   

Dönüş yolunda bütün yapraklarından azade, dev söğüt ağacını selamlayarak ve köyün sınırında yer alan evlerin arkasındaki patikadan, Yiğitler yönüne akan dereye doğru inerek başladığımız yere geri dönüyoruz. Çıtır çıtır yanmakta olan odunların ateşiyle iyice coşan sobanın başında yediğimiz yemekten sonra, kahvehaneden ayrılarak Bayındır’a doğru hareket ediyoruz.

Alankıyı yaylasında yapayalnız söğüt ağacı
(Resmin üzerine tıklayarak büyütebilirsiniz) 

3 Ocak 2012 Salı

KEMALPAŞA KAMBERLER-OSMANLARÜSTÜ YÜRÜYÜŞÜ


3 Ocak 2012

Yiğitler’den sağa dönüp vadi içerisinde yükselmeye başladık. Alabildiğine çam, meşe ve kestane... Yeşil bir deniz içerisinde bulduk kendimizi.
Biz bu havzaya bahar aylarında geldiğimizden, etrafta o eski ihtişamından bir eser olmamasına rağmen, belleğimizdeki görüntülerde, özlemimizi hemen gözlerimizin önünde canlandırıverdik. Yaklaşık yarım saatlik bir yolculuktan sonra Kamberler köyüne vardık. 


 Kamberler köy meydanı
(Resmin üzerine tıklayarak büyütebilirsiniz)   
                                                    
Bu köyde Bulgaristan kökenli Müslüman Pomak vatandaşlarımız yaşıyor. Aralarında bu dili alabildiğince yaşatıyorlar, ama dışarıdan gelen misafirlere de bir o kadar konuksever ve hürmetkârlar. Geçimlerini kiraz, bağcılık ve orman işlerinde çalışarak temin ediyorlar. Sabah 10’da köye vardığımızda, o bahardaki koşuşturmalardan, telaştan eser yoktu. Etraf sessizdi; kahvede 1-2 kişiden başka kimseyi göremeyince çok şaşırdık. Neyse fazla vakit kaybetmeden yürüyüşümüze başladık.

(Resmin üzerine tıklayarak büyütebilirsiniz)
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)


Kemalpaşa Kamberler-Osmanlar yürüyüşü haritası
(Haritayı farenin sol tuşuyla tutup gezebilir veya sağ üst köşedeki "Earth" düğmesini tıkladıktan sonra farenin tekerleğine basıp döndürerek yükseltileri görebilirsiniz.)

Rotamız Kamberler - Bayramlı istikametiydi. Ama geçecek bir yol bulamayınca, geri dönüp, Osmanlar istikametine yönelip şansımızı bu yönde denedik. Uzun bir yürüyüşten sonra, tepelerden Osmanlar köyünün hizasına kadar geldik. 

Uzakta Kamberler köyü
(Resmin üzerine tıklayarak büyütebilirsiniz)

Çok güzel bir havada devam eden yürüyüşümüz hem parkur hem de hava yönünden mükemmeldi. Her zaman ormanlık alanlarda yürürken kesimleri gördüğümüzde, içimizi sızlatan bir duygu yaşadığımızı söylemeden edemeyeceğim.