26 Aralık 2014 Cuma

SEFERİHİSAR ÇEVRESİNDE




SIĞACIK KALESİ, TEOS VE DÜZCE KÖYÜ



11 Aralık 2014

İbrahim Fidanoğlu

Yağmurlar hız kesmiyor. Oysaki onu çok özlemiştik. Narlıdere sırtlarından Çatalkaya’ya doğru planladığımız yürüyüş programımızı aniden bastıran sağanak yağmur nedeniyle değiştirmek zorunda kaldık. Uzun bir yürüyüş günü, bu şekilde Seferihisar çevresinde bazen yürüyerek, bazen yakın çevredeki kültür varlıklarına dokunarak geçti gitti. Nasıl mı? İşte hikâyesi; takip eden bölümlerde…

 Ovacık sırtlarından Urla İskelesi'ne bakış

Urla- Ovacık

Bademler Köyü’ndeki bir kahvehanede kahve keyfiyle başlayan günümüzün ilk saatlerinde Urla-Ovacık Köyü’ne doğru uzandık. Ovacık Köyü, Urla’nın üst düzleminde; yarımadanın kuzeyindeki körfeze nazır bir konumda, özellikle bağ ve zeytin tarımına müsait toprakları ve kızılçamlardan oluşan ormanlık alanlarıyla dikkat çekiyor. Son yıllarda; bir yandan yüzlerce yıllık geçmişe sahip tarımsal potansiyeli ve diğer yandan; rant çevrelerinin iştahını kabartan değerli “emlak” alanlarıyla öne çıkan Ovacık, bu anlamda içinde derin bir çelişkiyi de yaşıyor.

 Ovacık kartopları

Ovacık sırtlarında yağmurla yapışkan hale gelmiş beyaz bir çamurun içinden kızılçamlardan oluşan ormana doğru yürüdük. Denize nazır mersinler kışkırtıcıydı. Hasan Hoca, sirke yapmak amaçlı epeyce topladı. Biraz ötede ağaç çilekleri, olgun meyveleriyle tabii ki dikkatimizi çekti. Sırta doğru epey yürüdük. Solumuzda uzanan kuzey yönündeki vadide alımlı villalardan oluşan bir uydu kent, ayağa kalkmıştı nerdeyse. Doğal sit alanı niteliği taşıyan, orman sınırındaki bu imar işleri nasıl halledilmişti; yine anlayamadık. Becerikli arkadaşlara bir selam gönderdik ve yola devam ettik.

Ovacık sırtlarından Urla İskelesi açıklarındaki adalara bakış

Ovacık Köyü’nden Çamlı’ya doğru ilerleyen patikalarda yağmurun ve balçık çamurun izin verdiği ölçüde sırta kadar yürüdük. Yamaçtan kuzeydeki denize doğru baktığımızda Urla İskelesi seçilebiliyordu. Uzaklardan, makilikler içinden gelen testere sesleri, kuzey yönündeki Çeşme otoyolunda seyreden araçların canhıraş feryatları yağmurun verdiği arada şakıyan kuşların sevincine karıştı gitti. Bu ne yaman çelişkiydi abi; Ovacık’ta yağmurlu bir günde…

 Ağaç çilekleri çiçekte

Sığacık Körfezi’ne doğru Azmak Deresi:

10 Aralık 2014 Çarşamba

KÜÇÜKKALE’DEN BÜYÜKKALE’YE



KARTAL DAĞI’NIN ETEKLERİNDE
 
5 Aralık 2014
İbrahim Fidanoğlu

Giriş

Kurak geçen aylardan sonra ülkenin batısı yağmurla tanıştı. Birkaç gündür süren yağmur bugün ara verdi. Her ne kadar sabah İzmir’den Aydın Otoyolu aracılığıyla Belevi’ye doğru ilerlerken hava kapasa ve yağmur ara ara çilese de bir süre sonra durdu. Ancak; bugünün en önemli meteorolojik olayı Ayrancılar Mevkii’den sonra etrafımızı kaplayan yoğun sisti. Yürüyüşün ilk saati boyunca etkisini gösteren sis, Büyükkale’ye doğru dağıldı.

 Küçükkale, sis altında...

 Küçükkale Köyü, Tire-Selçuk yolundan yaklaşık 1 km kadar yukarıda yer alıyor. Gerek Küçükkale ve gerekse Büyükkale, tarih boyunca Sardes’i Ephesos’a bağlayan stratejik Kral Yolu’nu denetleyen bir konumda olması nedeniyle kaleleşmiş yerleşimleri barındırmışlar. Hitit Dönemi’ne kadar götürülen bu kaleleşme eğilimleri, bugüne erişen kalıntılarda; Helenistik duvar örgüleriyle daha yakın zamanlara kadar aynı işlevin sürdüğünü bize haber veriyor.

 Gezginler, yürüyüşe başlamadan önce, Küçükkale'de...

Küçükkale

Küçükkale Köyü, Büyükkale’ye göre daha küçük bir yerleşim. Büyükkale, yakın zamana kadar Gökçen ile birlikte Tire’nin iki beldesinden biriymiş. Küçükkale Köyü’nde iki cami var. Birisi ovadaki arazilerinde çalışan köylülerin yararlanabileceği bir uzaklıkta ve yola yakın konumdaki cami; diğeri ise köyün merkezindeki meydanın az yukarısında çınarlar arasında yer alan yukarıdaki cami. Büyükkale’de ise nüfus daha fazla olmasına karşılık (yaklaşık 1000 kişi kadar) tek cami var; o da köyün merkezinde ve kurtuluş abidesinin de yer aldığı orta meydanda bulunuyor.

 Küçükkale'de; yukarıdaki caminin önündeki meydan

Küçükkale’nin merkezinde faal halde bir kahvehane var. O da sabah kimse uğramadığı için çay demlemiyor. İsteğe göre kahve yapıyor. Köylüler, ovadaki tarlalarından akşama doğru yukarıya çıkınca, çaylar o vakit hazırlanıyor. Bu anlamda Küçükkale’nin yukarıdaki merkezinde hayat pek durgun denilebilir. Doğanın ve aşağıya doğru akan Şeytan Deresi’nin sesleri arasında sabah başlıyor.

 Sabah; Küçükkale Köy Kahvehanesi'ndeyiz.

Küçükkale'nin yukarıdaki meydanında en eski evlerinden biri

Küçükkale’nin merkezindeki kısa kahve molası sonrası, sırta yaslanmış son evleri geçerek tırmanmaya başladık. Evlerin arkasındaki patikaların birinden başlayan yürüyüşümüz, zeytinlikler arasında; dip toplaması yapan köylülerle selamlaşarak devam etti. Köyün son evlerinin arkasında dikkatimizi çeken dev kayanın yanından geçerek, doğu yönünde Küçükkale’den günümüze ulaşan kalıntıların olduğu bölgeye doğru yürüdük.

 Köyün sırtındaki kocaman kaya kütlesi

Küçükkale sırtlarında; zeytinlikler, kızılçamlar, çınarlar, ağaç çilekleri, nadiren sandal ağaçları ve meşelikler yaygın bitki örtüsünü oluşturuyordu. Orman yolunun menfezlerle kesilen dönüşlerinde yukarıdan aşağıya doğru inen sis, vadilerin diplerine doğru sıkışmıştı. Sonbaharın türlü renkleriyle karışan sisin içinden geçip gittik.

Küçükkale'ye yukarıdan bakış

Zeytinlikler, kızılçamlar ve çınarlar sis altında...

 Gezgin, orman yolunun hemen üstünde yer alan bir mağaranın önünde...

Bir süre sonra ovaya hâkim bir noktada; makilikler ve yer yer kızılçamlar içindeki bir düzlüğe doğru, Küçükkale’nin duvar izleri göründü. Duvarların hemen önünde ise, bir Kızılderili çadırı görünümünde bezden bir çadır vardı. Çevresindeki müştemilatla birlikte bir modern dervişin yaşam mekânı gibiydi.

 Küçükkale önlerinde bir "kızılderili" çadırı sanki

 Gezginler, Küçükkale ören yerinde...

30 Kasım 2014 Pazar

DİLEK YARIMADASI MİLLİ PARKI’NDA DOLAŞMALAR-1



DOMATİA’DAN (ESKİ DOĞANBEY KÖYÜ) MYKALE DAĞI’NA
 
21 Kasım 2014
İbrahim Fidanoğlu
 Giriş

Eski Doğanbey yada 19.yy.daki ismiyle terk edilmiş Rum Köyü Domatia ve biraz ötesindeki Karina Dünyası sık uğradığımız bir coğrafyadır aslında. Meraklısına; çevresindeki saklı değerlerle her zaman için hazırladığı hoş sürprizleri vardır bu dünyanın. Hemen 5-10 km. batısındaki Sisam (Samos) Adası ile birleşik bir tarihi kaderi paylaşan Dilek Yarımadası’nın güney ve güney doğu yakası bu anlamda geniş bir havzayı tanımlar. Burada yüzyıllardır devam eden dramatik sürecin başrolünde; taşıdığı alüvyonlu toprakları bıkmadan usanmadan Ege’ye boşaltan Büyük Menderes (Meandros) bulunmaktadır. Gerek Priene ve gerekse Miletos gibi İlkçağ’ın yıldızı İon kentlerinin bu topraklarda ortaya çıkışı, bu anlamda hiç de tesadüf değildir.

 Eski Doğanbey Köyü; arka planda ise, köy camisinin minaresine denk gelen konumda şarlak

Dilek Yarımadası (Google Earth)

Batı Anadolulu hemşehrimiz Herodotos, Tarih isimli kitabının I-142 paragrafında; Batı Anadolu’da, İlkçağda İyonya (İonia) diye tanımlanan coğrafyanın eşsizliği üstüne şöyle yazmaktadır:

Panionion’da toplanan İonlar, kentlerini bizim yeryüzünde bildiğimiz en güzel gökyüzü altında ve en güzel iklimde kurmuşlardır. Ne daha kuzeydeki bölgeler, ne de daha güneyde kalanlar, İonia ile bir tutulamaz; hatta ne doğusu, ne batısı; kimisi soğuk ve ıslak, kimisi sıcak ve kurak olur.”(1)

 Eski Doğanbey (Domatia) Köyü ve Büyük Menderes Deltası

Gerçekten de Herodotos’un 2500 yıl önce vurguladığı gibi bu coğrafya yaşadığımız zaman diliminde de dünyanın en güzel yerlerinden biridir. Örneğin bir kış günü yağmurlu ve soğuk bir havada İzmir-Aydın Otoyolu’ndaki Selatin Tüneli’nden çıkarken sizi girişteki atmosferik koşullardan çok farklı bir hava karşılar. Güneş size karşıdan göz kırpmakta ve sıcaklığıyla sizin içinizi bir anda ısıtmaktadır. Bu gerçekten tünelden çıkıştır artık.

 Domatia'dan bir başka açı

Mykale Dağı’nda toplanan İonlar; Panionion’un hikayesi

24 Kasım 2014 Pazartesi

BAYINDIR ILICA VADİSİ



KIZILOBA VE SARIYURT
ASLAN KAVAĞI

14 Kasım 2014
İbrahim Fidanoğlu

Meteorolojik raporlarda şiddetli yağmur uyarısı olmasına rağmen bugün yine dağlardaydık. Hedefimiz, Bayındır’ın Ilıca Vadisi’nin iki yakasında bir keşif gezisi yapmak ve yağmurun fırsat verdiği ölçüde yürümekti. Bayındır’a ulaştığımızda saat 10.30 civarıydı. Ergenli Köyü üzerinden Ilıca Deresi Vadisi’ne ulaştığımızda, vadideki renk cümbüşü görülmeye değerdi. Gün boyu benzer manzaralar bize hep eşlik etti.

 Kızıloba Gezginleri
(Fotoğraf:MYC) 

Tire’de Hasan Hoca’nın; sabahın erken saatlerinde ablasına hazırlattığı ve son yağmurlarla iştahlanan dalaganla (ısırgan otu) yapılan fırın çöreklerinin ana malzemeyi oluşturduğu kahvaltının üstüne Dereköy’ün Ilıca Meydanı’nda kahvelerimizi içtik. Bu esnada; kahvehanedeki köylülerle Türkiye’nin en geniş gövde çapına sahip olduğu belirtilen Aslan Kavağı hakkında bilgi aldık. Kavak, Kızıoba Köyü yakınlarındaydı. Küçük Menderes Havzası’nın insanları, çınara kavak, kavağa servi, serviye de kara servi diyorlar. Bu anlamda kavak bizi şaşırtmamalı. Aslan Kavağı, bugünkü esas hedefimizdi. Üstüne koyacaklarımız ise, bugünün ödülü olacaktı.

 Ergenli'den Ilıca Vadisi'nin görünüşü

Bayındır-Ilıca Vadisi keşif gezisi harita bilgileri ve Kızıloba Aslan Kavağı parkuru
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)

Ilıca Deresi Vadisi’ne giriş

Dereköy’ün havuzlu kahvehanesinden ayrıldıktan sonra, Hisarlık-Köyü yönüne doğru hareket ettik. Henüz Dereköy’ün evleri bitmeden Kızıloba ve Sarıyurt’a giden ve Ilıca Vadisi’nin yukarılarına tırmanan yola saptık. İleride yol yeniden çatallandı. Biz vadinin sol yamacına doğru Kızıloba yönüne giden soldaki kola ayrıldık. Yol boyunca yükseldikçe, Ilıca Deresi Vadisi’nin bütün güzelliği iyice ortaya çıktı. Dere yatağındaki dev çınar ağaçları yeşilden sarıya sonbaharın binbir tonu ile boyanmıştı sanki. Kızıloba Yaylası’na doğru kıvrıla kıvrıla tırmanmaya başladık. Yol boyunca aralıklarla usul usul akan çeşmeler vardı. Ama dağları esas güzelliği, Kızıloba’ya doğru kirazlıklarla dolu yamaçlarda belirginleşti Neredeyse Kızıloba Köyü’nün ismine nazire yaparcasına kiraz ağaçlarının yaprakları kızıl renge bürünmüştü. Karşıdan bakıldığında, Kızıloba Yaylası’nın görünümü, benzersizdi.

 Ilıca Deresi, Ergenli Köyü ve taş köprü

Ilıca Deresi üstünde Ergenli Köprüsü

Biraz ileride, vadinin karşı yamacında; Kızıloba’nın tam karşısına düşen bir konumda, Sarıyurt Köyü’nün evleri göründü. Her iki köy, birbiri ile haberleşen bir konumda kurulmuştu sanki. Sarıyurt Köyü’nün üstündeki tepeler ise, tamamen meşeliklerle kaplıydı. Kahverengi bir örtü, tüm yamaçları örtmüştü. Karşı yamaçlarda yer alan ve Ilıca Deresi’ne doğru yönelmiş küçük dere yataklarında ise, çınar örtüsünün belirginliği yukardan aşağıya izlenebilen sarı renkteki yoğunluktan anlaşılıyordu. Doğanın bu inanılmaz güzelliği hepimizi etkilemişti. Hangi ressam bu güzelliği yaratabilirdi; kim bilir?

 Ulu Çınarlar Memleketi; Bayındır, Dereköy Meydanı'ndaki çınarlar
(Fotoğraf:MYC)

 Kızıloba'ya tırmanırken Bayındır Ilıcaları'na doğru vadinin görünüşü

Kızıloba yolu ve Ilıca Deresi Vadisi'nde çınarlar

Kızıloba Yaylası

16 Kasım 2014 Pazar

UZUNBURUN-GÜRLE YÜRÜYÜŞÜ



YOĞURTÇU KALESİ


5 Kasım 2014
İbrahim Fidanoğlu

Bu hafta Yamanlar Dağı’nın arka dünyasında dolaştık. Yamanlar’ın eteklerinde; Emiralem Boğazı’na hâkim konumdaki Ortaçağ’dan kalma Yoğurtçu Kalesi, Manisa’ya bağlı Uzunburun, Akgedik ve Gürle Köyleri civarındaki makilik alanlar ve şehir kaçkınları için güzel bir mekan olarak dikkat çeken Manisa’nın hemen dibindeki Gürle Köyü’nde yer alan balık çiftliği yürüyüşün ana omurgasını oluşturdu.

 Yoğurtçu Kalesi
(Fotoğraf: İF-Mayıs 2008)

 Yoğurtçu Kalesi-Gürle yürüyüş rotası-21 km.
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)

Sabah Karşıyaka’dan 8’de hareket ettik. Eski Gediz Deltası üzerinden Menemen’e Seyrek tarafından giriş yaptık. Kahvaltı için Değirmendağ üzerinde 2014 yılında hizmete açılan Menemen Belediyesi’nin Sosyal Tesisleri’nde kısa bir mola verdik. Kahvaltı sonrası; Emirâlem Boğazı’na doğru hareket etmeden önce, Kubilay Anıtı’nın yer aldığı Yıldıztepe’ye uğradık. 

 Kubilay Şehitliği

Menemen Olayı diye bilinen ve Türkiye Cumhuriyeti’nin henüz kuruluş sürecinde uğradığı bu gerici saldırıda; yedek subay Mustafa Fehmi Kubilay ile bekçiler Hasan ve Şevki, şehit edilirler. 23 Aralık 1930’da gerçekleştirilen bu saldırıyı takiben, Menemen’de kurulan Divan-ı Harp’te yürütülen kovuşturma ve mahkeme süreçlerinden sonra, kalkışmanın elebaşıları da dâhil olmak üzere onlarca insan Menemen’de idam edilir. Bir o kadarı da hapis cezası ile cezalandırılır. Arada kurunun yanında, yaşın da yandığı olağanüstü bir dönemdir kısacası. Sıkıyönetim şartlarının uygulandığı süreçte Menemen, bir anlamda devlet tarafından hak etmediği ölçüde; sanki olayın mahkûmu ilan edilir. Olaydan yaklaşık 2 yıl sonra ise, Menemen’in en yüksek tepesi olan Yıldıztepe üstüne Menemen Olayı’nda katledilen şehitlerin anısına heykeltıraş Ratip Aşir tarafından bu anıt yapılır.

Yıldıztepe'de Güneydoğu Şehitleri

Kubilay Anıtı, önde Cumhuriyetin ve devrimlerin emanet edildiği Türk gençliğini temsil eden eli mızraklı ve atletik görünüşlü bir genç ve arkada Menemen Olayı’nda şehit edilen Kubilay ile Bekçi Hasan ve Şevki Beyleri temsil eden üç sütundan oluşturulmuş. Anıtta malzeme olarak, çevredeki volkanik dağlardan elde edildiği düşünülen ve oldukça sert yapıdaki andezit taşlar kullanılmış. Anıtın üstüne kazınmış şehitlerin doğum yerleri düşünüldüğünde; çöken bir imparatorluğun başkentinden uzaktaki topraklarında doğup, bu topraklar kaybedildikçe Anadolu’ya sökün eden bu insanların vatan savunmasındaki rolleri son derece dramatik düzeydedir. Anıtın ön yüzünün alt bölümünde şehitler için yer alan şu ifadeler, bir neslin dramını anlatan delil gibidir sanki: Şevki, Florina, 1906-1930; Kubilay, Hanya, 1906-1930 ve Hasan, Kandiya, 1902-1930… İşin tuhafı; ayaklanmada Manisa’dan gelen yobazların lideri konumundaki Derviş Mehmet de Giritli imiş. Ne garip değil mi; Giritli, Giritli’yi vurmuş…

Kubilay Anıtı

Kubilay Anıtı’ndan ayrıldıktan sonra, Menemen’den; Emirâlem Boğazı yoluyla, Yamanlar Dağı’nın kuzey eteklerinde yer alan Manisa’ya bağlı Uzunburun Köyü’ne doğru yola çıktık. Emirâlem-Manisa asfaltında Alaniçi, Ayvacık ve Çaltı sapaklarını geçtikten sonra Muradiye’ye yaklaşırken Uzunburun levhasından Yamanlar yönüne döndük.

 Güney yönünden Yoğurtçu Kalesi'nin görünümü

Yaklaşık 5 km. sonra Yamanlar’ın eteğinde Muradiye Ovası’na hâkim bir tepeye kurulmuş Uzunburun Köyü’ne ulaştık. Köy, daha önce geldiğimiz zamanlara göre biraz daha derlenip toparlanmış gibi geldi bize. Köyün ara sokakları, kilit taşı döşenmiş; köyün girişinden Yoğurtçu Kalesi yönüne giden bir de çevre yolu açılmıştı. Biz de o yolu takip ederek bir kartal yuvası gibi tüm Emirâlem Boğazı’na ve daha ötedeki ovaya hâkim konumdaki bir tepenin üstüne oturtulmuş Yoğurtçu Kalesi’ne ulaştık.

 Yoğurtçu Kalesi'ne yaklaşırken...

Yoğurtçu Kalesi:

9 Kasım 2014 Pazar

KARABURUN YARIMADASI’NDA SONBAHAR



ARKO’DAN AŞAĞI OVACIK’A
BÖRKLÜCE MUSTAFA’NIN İZİNDE…

30 Ekim 2014
İbrahim Fidanoğlu

Karaburun Yarımadası, her yıl birkaç kez uğradığımız, tarihsel arka planında dramatik insan hikâyelerini saklayan ilginç bir coğrafyadır. Engebeli topografyası, Akdağ’ın çevresinde uzanan derin vadileri, Datça Yarımadası ile oldukça benzer yeryüzü şekilleri ve bitki örtüsü ile Karaburun Coğrafyası hep ilgi alanımız içindedir. Bu sezonunun ilk yürüyüşlerinden birini Karaburun Yarımadası’nda gerçekleştirmek bizim için anlamlıydı. Bu kez yürüdüğümüz rotada hedef; Balıklıova’dan hemen sonra yer alan Arkeologlar Sitesi’nin yanından başlayan patikayı takip ederek, daha önceki yıllarda iki kez geçtiğimiz Cehennem Vadisi diye bilinen ve şimdi terk edilmiş bir köy olan Aşağı Ovacık havzasına ulaşmaktı.

 Kozağaç'dan Aşağı Ovacık'a doğru Cehennem Vadisi

 Aşağı Ovacık Yaylası
 (Fotoğraf; Ocak 2010'da İ.Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.)

Cehennem Vadisi'nin bekçileri; Karaburun baykuşları
(Fotoğraf; Ocak 2010'da İ.Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.)

Ocak 2010 ve Mart 2011’de bugün Balıklıova’yı Gerence Körfezi’ne bağlayan asfalt üzerinde yer alan Kozağacı Mevkii ile Aşağı Ovacık Köyü’nü birbirine bağlayan eksendeki Cehennem Vadisi’ni batıdan ve doğudan başlayarak iki kez geçmiştik. Hatta daha fazlasını; sandal ağaçlarıyla kaplı Yukarı Ovacık’ın makilik sırtlarında doğa ile boğuşarak, Börklüce Mustafa’nın; 15 yy.ın başlarında Batı Anadolu topraklarında farklı bir yaşam düşü ile kurguladığı bir dünyanın uğruna verilen büyük kavganın izlerini sürmeye çalışmıştık. Bir dizi çeşme, bir dizi kuyu ve çok sayıda yıkıntı halindeki yaşam mekânları bize bir şeyler fısıldamıştı o günlerde. Ama çok az bilgi; sık makilik bitki örtüsü ile kaplı hırçın coğrafya, gizlerini fazla da ele vermemişti. Bu yıl aynı havzada farklı bir rota üzerinden bir kez daha dolaşmış olduk.

 ARKO sırtlarındayız.

 Bilge zeytin ağacını selamladık.

Gezginler, ARKO sırtlarında ahlat peşinde...

Şeyh Bedrettin ve Börklüce Mustafa Hakkında

28 Ekim 2014 Salı

TİRE’DE BİR SONBAHAR HASADI




SARPÇA’DAN MANASTIR MEVKİİ’NE DOĞRU;
FESATTEPE ALTINDA DOLAŞMALAR


24 Ekim 2014
İbrahim Fidanoğlu

Bu yıl da yaz bitti. Ağustos sıcaklarının Ege’yi epey hırpaladığı günler artık gerilerde kaldı. Birkaç gündür bastıran Ekim yağmurlarından fırsat bulduğumuz bugün, yürüyüş mevsimine merhaba dedik. Amaç, doğadaki yaban hayatın bize armağanı olan yaban mersiniyle, alıç meyvesiyle, ağaç çilekleriyle, kestane ve ceviziyle ve daha aklımıza gelmeyen envai çeşit nice meyvesiyle bir kez daha Tire’nin sırtını dayadığı Güme Dağı’nın yamaçlarında buluşmaktı. Sabah Belevi’deki kahvaltı molası sonrası, rotayı Kral Yolu’nu takiben Tire’ye çevirdik. Yol üstünde uğradığımız Halkapınar Köyü’ndeki, bu yaz faaliyete geçen bir çiftlik ve kır oteli görünümündeki güzel tesiste; sabahın bu erken vaktinde hayat henüz başlamamıştı. Çiftliğin tavukları ve köpekleri dışında bizim geldiğimizi hisseden olmadı. Sabah kahvesi için uğradığımız oteli derinlemesine anlatmayı bir başka zamana bırakarak Tire’ye doğru yola devam ettik.

 Toptepe'den Tire'ye bakış

Bugün Güme sırtlarında; insanlığın avcılık ve toplayıcılıkla geçindiği günlere bir selam gönderdik dersek yalan olmaz. Hasan Hoca’nın Datça’dan getirdiği orfozu saymazsak avcılıkla ilgimiz pek yoktu. Ancak; toplayıcılık derseniz Tire’nin bereketli sonbaharında nasibimiz neyse yeterince aldık doğadan. Toptepe’den başlayan ve kısa aralıklarla süren eden yolculuğumuzun rotasında zaman zaman yürüdük; zaman zaman hasadımız için kısa molalar vererek yolumuza devam ettik.

 Datça'nın orfozu Tire-Toptepe'de...

Toptepe’den sonra Derekahve’ye indik; oradan yönümüzü Kaplan Köyü’nün içinden Güme’nin yükseklerindeki Çukurköy’e oradan da biraz daha alçaklarda yer alan Sarpça Mevkii’ne çevirdik. Antik Larissa Kenti’nin üzerinde yükselen Bizans Kalesi’nin hemen altında kurulu ve neredeyse sadece yaşlıların kaldığı Hisarlık Köyü’nün üstündeki yamaçlarda dolaştık. Ağaç çilekleri ve sandal ağaçları arasında bulduğumuz bir traktör yolundan, daha önceleri birkaç kez Yörükler Mevkii’nden ulaştığımız Manastır Mevkii’ne indik ve çıktık. Sarpça’dan Pers Satrapı Gamerses’in savunma kalesinden kalan harabelerin bulunduğu Fesattepe altındaki Yarbaşı Mevkii’nde sonlanan stabilize yolun en sonundaki Dibekçiler Yörüklerinden bir ailenin oturduğu son eve kadar devam ettik. Burada uzun soluklu bir mola sonrası, vardığımız son nokta Hisarlık Köyü’nün harabeye dönmüş tarihi camisi oldu.

 Silkilen kestaneler gömüde...

 Gezginler kestane ağaçlarının altında dip "taraş"ında...
Şehrin baskısından dağların en yükseklerine çekilen alıç zamanını kaçırmıştık, ama Sarpça sırtlarında sandal ağaçlarıyla birlikte sık çalılıklar şeklinde yayılmış ağaç çilekleri turuncudan kırmızıya dönmüştü bile. Çukurköy’den Sarpça’ya doğru kıvrıldığımızda karşılaştığımız yolun üstünde ve altında uzanan yamaçlar tamamen kestaneliklerle kaplıydı. Çoğu silkelenmişti. Neredeyse hepsinin; yörede “taraş” adı verilen diplerindeki kestanelerin toplanması işlemi de tamamlanmıştı. Ama yine de ağaçların altlarındaki alanda, nefsimizi körleyecek kadar kestane vardı.

Kestanenin dikenli hali ve gezgin

 Biraz ilerde Sarpça’nın ovaya bakan evlerinin arasından geçtik ve ağaç çilekleriyle kaplı yamaca doğru devam ettik. Yamaçta belli bir alan; sandal ağaçları, mersinden daha küçük çaptaki meyveleriyle dikkat çeken kesik çalıları ve ağaç çilekleriyle kaplıydı. Semt pazarlarında kâğıttan külahlarda eser miktarda satılan ağaç çileklerinin dünyasına dalmıştık bir kere. Dalından koparıp yiyerek, reçellik marmelatlık deyip sarıdan turuncuya, turuncudan kırmızıya değişen renkleriyle; ağaç çileklerini toplayıp seyrederek bir hayli zaman geçirdik sık çalılar arasında.

 Sarpça'dan Tire'nin görünüşü

Sarpça yamaçlarında ağaç çileği hasadı

 Sarıdan kırmızıya rengarenk ağaç çilekleri

 Çok sarp değil ama sarpça; işte Sarpça yamaçları


(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)

Sarpça yamaçlarında keçilerin dayanamadığı kesik çalıları ve yaban mersinini andıran meyveleri

Gezginler, Sarpça'dan Manastır Mevkii'ne inen traktör yolunda...

Ağaç çilekleri ve sandal ağaçlarıyla kaplı makilik alanın arasından aşağıya doğru inen traktör yolunu takip ederek, yaklaşık bir kilometre sonra yörede Manastır Mevkii olarak bilinen ve asırlık çınarlarla kaplı ören yerine ulaştık. Daha önceden Yörükler Mevkii’ne giden asfalttan ayrılarak ulaştığımız bu alan, definecilerin açtığı çukurlarla ve dev çınar ağaçlarıyla kaplıydı. Manzara o eski günlerden farklı değildi. Tek fark, artan çukurların sayısıydı. Çınarların altındaki basit çeşmenin ön duvarının ucuna iliştik. Sessizliğin senfonisini dinledik bir süre… Bölgenin yerel anlatımda manastır sözcüğü ile birlikte anılmasının bir arka planı olsa gerek. Defineci çukurları da bunu ele veriyor olmalı. Tire çevresindeki Aydın Dağları’nın bağrında saklı birkaç manastır hikâyesinden birisi de bu mekâna gömülü kalmış yüzyılların ardında.(1)

 Manastır Mevkii

 "Manastır"da var bir çeşme; ama o çeşme değil bu çeşme...

Manastır Mevkii'nde defineci çukurlarından biri

Manastır'ın asırlık çınarları

Manastır Mevkii’nden yeniden Sarpça’ya doğru tırmandık. Asfalta ulaştığımızda Gamerses’in Kalesi’nin yer aldığı Fesattepe’nin alt düzlemine doğru ilerledik. Yakınlarda asfaltlanan yol boyunca makilik alanlar yer yer sıyrılmıştı. Bir çapanoğlu da buralara uğramış olmalıydı. Yola devam ettik.

 Yol üstünde çiğdemler

Yağmurla uyanan siklamenler

Sarpça sırtlarında incir ağaçlarının güzelliği

Asfalt, Fesattepe’nin hemen altında; Yarbaşı Mevkii’nde yer alan son evin dibinde sona eriyordu. Yerel malzeme ile örülmüş ev ve müştemilat nerdeyse bir kompleks görünümündeydi. Evin güler yüzlü sahibesi, bizi büyük bir konukseverlikle karşıladı. Dibekçiler Yörüklerinden olduklarını öğrendiğimiz evin sahibesi, gözle kaş arasında; hemen elinde bir tepsiyle çıka geldi. Önümüze bir tepsi içinde elma ve üzüm; biraz sonra da bir demlik çay geliverdi hemen. Bu kısacık zamanda nasıl da demlenmişti çay? Ceviziydi, daldaki ahlatıydı derken tatmadığımız meyve kalmadı. Evden ayrılırken, dağın başında hiç tanımadığı insanlara karşı, Tanrı misafiridir düşüncesiyle; bu ince konukseverliği gösterebilen tertemiz yürekli Yörüklere minnet duyguları içinde veda ettik.

 Yarbaşı Mevkii'nde mola anı

Gezginler, sirke yapmak amacıyla elma hasadında...

Dönüş yolunda Sarpça’dan Hisarlık Köyü’ne doğru yürüdük. Hisarlık’a varmadan kocaman ağaçlara dönüşmüş bir yaban mersini kolonisi, üzerinde olgun mersin üzümleriyle bizleri bekliyordu. Üstündeki mersin üzümlerinin ağırlığından kıvrılmış dökülmüş dallarının arasında kaybolduk gittik. Kan şekerini düzenleyen etkisiyle tıbbi bitkiler içinde kabul gören mersin, günümüzde kültür bitkisi olarak da yetiştiriliyor. 

 Yarbaşı'nda yaban mersinlerine ulaşabilme çabası

 Yaban mersini kolonisi

Mersin üzümlerinden kaldırdığımız hasatla daha bir zenginledi yükümüz. Son uğrak noktamız ise, Hisarlık Köyü’ndeki harabe haline dönüşmüş 18.yy. yapısı tarihi cami oldu.

 Hisarlık Camisi'nin 2007'deki hali 
(Mart 2007'de İ.Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.)

Hisarlık Camisi'nin 2014'deki hali

 Caminin giriş kapısı
(Mart 2007'de İ.Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.)

Caminin kitabesi
(Mart 2007'de İ.Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.)

 Caminin arka duvarında yer alan duvarcı ustalarının imzası anlamındaki desenler
(Mart 2007'de İ.Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.)

 Caminin kadınlar mahfilinin 2014 yılındaki hali

Caminin içi ve minberin 2014 hali

Hisarlık Camisi'nin avlusundaki tarihi çeşmenin 2014 hali

Arka duvar köşe detayı ve duvarcı ustalarının imzaları; 2014 hali 

Hisarlık Köyü içinde, harap vaziyetteki ahşap cami, mihrabında yer alan barok süslemeler, ahşap minberi ve doğanın tahribatına teslim olmuş çökmekte olan ahşap çatı ve onun üzerini örttüğü son cemaat yerine girişte yan yatıp yıkılmış mavi boyalı tahtadan parmaklıklı kapı zamane ziyaretçilerine esen rüzgârla birlikte derdini fısıldar gibidir. Caminin avlusundan dolanarak ulaşılan arka duvarının üzerinde; camiyi yapan duvarcı ustalarının bir anlamda imzasını temsil eden tuğla malzemeden yapılmış balık sırtı ve dairesel desenler dikkat çekicidir. Yıllar öncesinde benzer bir harabiyet içinde bulduğumuz caminin bugünkü hali, artık tamamen yıkılıp yok olma noktasına ulaşmış durumdadır. Ata yadigârı bu tarihi mirasımızın göz önünde yok olup gitmesi ve yıllarca bu duruma merkezi ve yerel yöneticilerin kayıtsız kalmaları, bu anlamda oldukça manidardır. Muhafazakârlık adına ülkede koparılan fırtınaların esintisinin bu yıkıntılara ilaç olması beklenebilir mi? Kim bilir?

Yağmur bulutları, Tire’nin üstünde akşama doğru iyice yoğunlaştı. Gün boyu bize özgürce hareket etme olanağı sağlayan hava, meteorolojik öngörülere uygun bir şekilde yağmura döndü. Toptepe’de Datça’dan gelen orfozla tamamlanan akşam, Tire’deki yürüyüş sezonunun şanına yakışır bir başlangıçla sona erdi. Şimdi gitme zamanıydı. Tireli dostlarla vedalaşarak İzmir’e doğru hareket ettik.

Dipnotlar:
(1)     Bir başka manastır rotası için bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2012/05/tire-egridere-vadisinde-manastir.html
(2)    Fotoğraflar, yazıda belirtilenler dışında gezi anında A. Aydemir tarafından çekilmiştir.



Yazan: İbrahim Fidanoğlu 
Düzenleyen: M.YC