25 Nisan 2017 Salı

GEDİZ DELTASI'NDA; ILGINLARIN ARASINDA…



20 Nisan 2016
İbrahim Fidanoğlu
Giriş

Bugün İzmir’in kuzeyinde; Kütahya’daki tertemiz pınarlardan doğup bin bir pislikle bulanarak türlü ovalardan ve vadilerden Ege Denizi’ne doğru akan ve en son Menemen ovasını sulayarak Foça Bağarası-Maltepe-Gerenköy arasındaki bir noktadan maviliklere kavuşan Gediz Irmağı’nın deltasındaydık. Amacımız; iki yıl önce yine bir Nisan günü dolaştığımız(1) Gediz Deltası’nda farklı bir rota yapmak ve bu kez Maltepe önlerinden geçerek denize doğru akan Gediz’in ana kolu üzerinden denize ulaşmaktı. Öyle de yaptık.

 
Gediz'in deltasında; flamingolar ve diğerleri...

Günümüzde Gediz Deltası’nda yöre halkı arasında Eski Gediz ve Yeni Gediz diye bilinen birbirinden bağımsız iki ana kol bulunuyor. Bunlardan Eski Gediz, aslında ırmağın iptal edilen eski yatağı ile ilgili olsa gerek. Çünkü Eski Gediz, bugün Menemen Ovası’nı sulamak için kullanılan kanal sisteminin su dönüşünün boşaltıldığı bir drenaj kanalı işlevi görüyor. Kanallarda su olmadığı zamanlarda ise Eski Gediz, yatağında bir azmak gibi davranıyor. Nehrin ana akımını ise bugün Maltepe önlerinden geçerek Ege Denizi’ne ulaşan Yeni Gediz oluşturuyor. Gediz’in ana akımını oluşturan bu kolun denize döküldüğü yer, iki yıl önce ulaştığımız Eski Gediz’in ucundan yaklaşık birkaç kilometre daha güney batısında yer alıyor.


Eski Gediz (turkuaz renkli) ve Yeni Gediz(mavi renkli) rotaları(sarı renkli); bir arada... 
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)


Oldukça rüzgârlı ve yağmura gebe; bulutlu bir havada gerçekleştirdik yürüyüşümüzü. Geren toprağı diye adlandırılan ve suyun çekilmesiyle birlikte gerilme yüzeylerinden kırılarak doğal bir desen oluşturan yumuşacık zemin üzerinde yürüdük çoğunlukla. Ilgınların bayramı vardı sanki deltanın her yerinde. Kimisi çiçeklerini döküp yemyeşil iğne yapraklarıyla yaz örtüsüne bürünmüşlerdi bile. Kimisi ise bitkinin çiçeklenme zamanına koşut olarak; pembeden açık kahverengiye uzanan geniş bir renk yelpazesinde yerlerini almış gibiydiler. Gediz’in denize döküldüğü yere doğru ilerlediğimiz patikanın her iki yanında bu bitki örtüsünün yoğunluğu vardı. Tabii ki bir de yeni yeni coşan ve ılgınlar gibi tuzlu suya dayanıklı deniz börülcesi kolonileri… Uzaklarda otlayan bir sürünün çıngırak sesleri, rüzgârla birlikte salınan ekinlerin uğultuları, Gediz’in kıyısında bir ormanı andıran sazlıklar içinde kendine yer bulmuş binlerce kuşun baharı karşılayan coşkulu şakımaları; hepsi birbirine karışıyordu. Doğada sesleriyle kendini hissettiren bu müthiş kaos, ne kadar güzeldi.

 
Gediz Deltası'nda geren toprağı

Gediz’in Kısa Hikâyesi(2)

Gediz; İç Ege’de biri Murat Dağı, diğeri de Şaphane Dağı’ndan doğan iki kolun birleşiminden oluşan, 17 500 km2lik bir havzayı sulayarak Kütahya’dan İzmir’e kadar bütün Ege topraklarını kat eden; yaklaşık 400 km.lik bir uzunluğa sahip, Ege Bölgesi’nin Büyük Menderes’ten sonra ikinci büyük akarsuyudur. Son yıllarda özellikle Uşak (Deri sanayicileri), Manisa Organize ve İzmir-Kemalpaşa yöresindeki sanayi tesislerinden gelen zehirli atıkları ve bazı iç Ege kasabalarının sistematik organik atıkları nedeniyle açık lağım olarak kullanılmakta olan nehir, Foça yakınlarında yer alan Maltepe ile Gerenköy arasındaki geniş deltayı oluşturarak Ege Denizi’ne dökülür.

 
Dağa Kaçtım gezginleri, bu kez düz ovada; Gediz Deltası'nda sazlar arasında...

Gediz’in isminin eski bir Frig yerleşimi olan Kadoi’den geldiği; Anadolu’ya gelen Türklerin, ilk olarak Ege Denizi’ne doğru ilerleme yönleri dikkate alınarak Gediz’in mitolojideki ismi Hermos yerine Kadoi ile karşılaştıkları ve bu adın zaman içinde Gediz’e dönüştüğü ileri sürülmektedir. Gediz’in önemli kolları arasında Selendi Çayı, Demirci ya da Borlu Çayı, Alaşehir Çayı (Kogomos), Kum Çayı (Hillos) ve Nif (Kemalpaşa) Çayı sayılabilir.

 
Maltepe önlerinden denize doğru ilerleyen Gediz

Gediz Nehri, Manisa Ovası’nı kat ettikten sonra denize doğru yaklaşırken, Dumanlı Dağ ile Yamanlar Dağı arasındaki vadide akışını sürdürerek Menemen Ovası’na ulaşır. Son yıllarda sulardaki kimyasal kirliliğin en fazla hissedildiği bölge burasıdır. Menemen (Mainomenos; kaynayan köpüren ova anlamında) Ovası, tarih boyunca Gediz’den kaynaklanan sel baskınlarına maruz kalmış; bu baskınları önlemek ve Gediz’in akışını ıslah etmek adına tüm zamanlarda ciddi uğraş verilmiştir. Gediz, 19.yy’a kadar; bugünkü Bostanlı civarından Ege Denizi’ne dökülmekteydi. Bugün Çiğli – Kipa mağazasına giderken üzerinden köprü ile geçilen geniş dereyi eski Gediz Deltası’nın kollarından biri olarak düşünebiliriz. 1868 – 1872 yılları arasında Osmanlı Yönetimi, Gediz’in denize taşıdığı alüvyonların İzmir Körfezi’nin ağzını kapatarak şehrin ekonomik öneminin kaybolmasını önlemek amacıyla Gediz’in yatağını değiştirmiş; akışı bugünkü deltasının bulunduğu yer olan Maltepe ile Gerenköy arasına yönlendirmiştir.

 
Gediz Deltası'nda ılgınlar

Gediz Nehri üzerine; suların ıslahı ve tarımsal sulamanın geliştirilmesi adına Cumhuriyet döneminde ideolojik bir yaklaşımı da yansıtacak tarzda önemli su yapıları oluşturulmuştur. Bunlar arasında; 1955’de yapılan Demirköprü Barajı, 1932’de yapımına başlanan Adala Regülâtörü ve Adala – Marmara Gölü besleme hattı; 1939–1944 yılları arasında bir Alman firmasına yaptırılan Emiralem Regülatörü ve daha sonraları 1960’lı yıllarda Demirel döneminde yaptırılan Ahmetli Regülatörü sayılabilir.

 
Serçeler ve bataklık çinteleri bir arada...

 
Gediz'e doğru yürüdüğümüz yol

Uşak üzerinden yaklaşık %20 sınaî; %80 evsel atıklarla yüklü olarak Demirköprü havzasına ulaşan Gediz, bu geniş çökelme havzasında kısmen yükünden kurtulur; Adala Regülâtörü’nde aşağıdan Gediz’den gelen su yükseltilerek içindeki katı parçacıklar bir miktar daha çökeltilir ve daha sonra Marmara Gölü’ne doğru Adala besleme hattı ile beslenir. Marmara Gölü; Gediz suyuna göre daha temiz, balık ve larvaların yaşadığı bir tatlı su gölüdür. Burada rejenere edilen Gediz suyu; bu gölden Ahmetli Regülâtörü’ne ulaşan ve daha sonra Gediz’e bağlanan bir diğer besleme hattı ile tekrar Gediz’e aşılanır. Bu mekanizma ile sulama amaçları dışında Gediz’in kirlenen suyunun bir nebze olsun temizlenmesi amaçlanmıştır. Ancak ne yazık ki, Ahmetli’de temizlenen Gediz, Kemalpaşa önlerinde Nif çayının Gediz’e karışması ile tekrar ve bu kez tamamen kimyasal olarak kirlenir. Bu şekilde Emirâlem üzerinden Menemen Ovası’na ulaşan Gediz; tüm ovayı ve canlıları tehdit eder bir boyuta ulaşan kirliliği ile ülke akarsuları içinde en ciddi kirlilik problemini yaşayan bir tanesi olarak göze çarpar.

 
Ege'ye doğru akıyordu Gediz.

Yürüyüşün Öyküsü

Foça Bağarası’nda bir yol üstü kahvehanesinde içtiğimiz sabah kahveleriyle başladı gün. İki yıl önceki deneyimden de yararlanarak Foça Mandırası’nı geçince hemen solumuzdaki bozuk asfalt yola giriverdik. Yol iki yıl önceki halinden daha kötüydü; deltaya doğru biraz ilerleyince, batımızda yer alan alçak tepelerin eteklerinde çok geniş bir alanı kaplayan ve iş makineleriyle yapılan hafriyat çalışmalarının buna neden olduğunu anladık. Yoldaki bozulma bir şey değildi; esas hasar bağrına bir hançer gibi saplanan topraktaydı. Birçok yerde gördüğümüz tahribata benzer bir durum da buradaydı; belki de yüzlerce yıllık bir makilik bitki örtüsü sökülüp atılmış ve elbisesi üzerinden sıyrılmış çırılçıplak toprak, atmosferin bütün olumsuz etkilerine karşı savunmasız bırakılmıştı yazık.

 
Gediz Deltası'ndaki buğday tarlaları

 
Arpalar içinde kendine yer açan papatyalar

Delta düzlemine indiğimizde Eski Gediz’in yatağına ulaşmıştık bile. İnsanın bütün hoyratlığına rağmen, baharla birlikte Gediz deltasında hayat yeniden uyanmaya ve kendini yeniden üretmeye başlamıştı neyse ki. Amacımız Gediz’in ana akış yoluna ve onu takip ederek denize döküldüğü noktaya ulaşmak olduğu için, Eski Gediz’in üzerindeki bir yol geçişini kullanarak iki yıl önceki rotamızdan doğuya doğru ayrıldık. Her iki yanımızda göz alabildiğine uzanan buğday ve arpa ekili tarlalarda irileşmiş başaklar, rüzgâra teslim olmuş vaziyette iki yana doğru sallanmaktaydılar. Üzerimizden o sıra iki ördek bağırarak geçti. Maltepe yönünde önümüzde beliren söğütler, Gediz’in yatağına yaklaşmakta olduğumuzun habercisiydiler. Yolumuzu kısaltmak için sağa doğru yönelen bir toprak yola saptık. Gediz’in kıyısını iki yakasından sarmış sazlıklar tam karşımızdaydı. Binlerce canlıya ev sahipliği yapan bu sazdan orman, rüzgârla birlikte türlü ezgileri kulağımıza mırıldanmaktaydı o an. Sarı kafalı kuyruk kaldıranlar, balıkçıllar, pelikanlar, kafasını suyun içinden hiç çıkarmayan ve durmaksızın suyun dibindeki kumdan kurtçuk çıkarma uğraşısında olan turuncu-beyaz kanatlı zarif flamingolar, serçelerle birlikte toprağa düşmüş tohumların peşindeki siyah başlı sarı renkli bataklık çinteleri, seri hareketleriyle dikkat çeken deniz kırlangıçları, siyah-beyaz tüyleriyle irice mahmuzlu kız kuşları ve çığır çığır çığıran gri martılar bu benzersiz hayatın içinde kendilerine yer açmışlardı bir şekilde.

Gediz Deltası'nda buğday başaklarının ve papatya kolonilerinin rüzgarla dansı

 
Gediz Deltası'nda flamingolar
(Fotoğraf: İF; Nisan-2015) 

 
Gediz Deltası'nda doğudan batıya; Foça'ya doğru bakış

Tam o sırada gezginlerden birinin gözüne, hemen Gediz’in kıyısındaki sazlıkların içine atılmış; bir kimyasal tarım ilacının kutusu ilişti. Arkadaşlarını çağırdı yanına gezgin ve kutunun üzerindeki ironik yazıyı okudu:

“Son final”

 
Gediz Deltası'nda "son final" 
Hoyrat ve kıymet bilmez zavallı insanlığın tükenişini ve o acımasız “final”e doğru aptalca ilerleyişini ne güzel de anlatıyordu bu plastik kutu; ama tabii ki anlayana…

Ve o an döküldü gezginin dilinden; güzelim bir çocukluk hatırası…

Kır Deniz’de bir çocukluk hatırası

“İzmir şehrinin kanalizasyon şebekesinin 40’lı, 50’li yıllarda denize bağlanması, anlaşılmaz bir şekilde atıkların körfeze atılma kararı, o an için en kolay ve günü kurtaran bir kararla atıkların denize deşarj edilmesi sonrasında hepimizin çok daha ağır bedeller ödemesi; geriye dönülemez bir sonun başlangıcı! Sonrasında yapılan büyük kanal projesi, kısmi bir çözüm getirse de; ne körfez eski körfez, ne de o muhteşem deniz bir daha asla o görkemli günlerine dönemedi.

 
Gediz'e paralel, denize doğru yürüyen gezginler

İşte o körfezin hızla kirlenmeye başladığı, deniz banyolarının artık yapılamadığı günlerdi. Bu elverişsiz ortamda balık tutamayan olta balıkçıları daha da uzaklara gitmeye başladılar. Biz de hobimiz olan amatör balıkçılığımızı İzmir’in hemen dışında Çamaltı Tuzlası’nda sürdürmeye başladık. Hiç unutmam; 1973’ün kışında, bir Şubat günü; o Zemheri soğuğunda Tuzla’dan yola çıktık. Denizde yarım saat yol aldıktan sonra, kıyıya yakın; kısmen bulanık bir yerde demir attık. Sonrasında buranın Gediz’in denizle buluştuğu Kır Deniz diye anılan bir mevkii olduğunu öğrendim. O bulanıklık, bereketli Gediz Nehri’nin deltasında; beraberinde getirdiği tortuların, denize karışmasından oluşuyormuş. Belki de onun için burası Kır Deniz diye anılıyor.

 
Denize doğru yürüdüğümüz yol

Neyse; rastgele deyip oltalarımız salladık. Şimdi rahmetle andığım; amcam, babam ve ben o kadar çok lidaki tutmuştuk ki; sandalın küpeştesi silme balıkla dolmuştu. Ne soğuktan titremek, ne de ıslanıp buruş buruş olmuş ellerimiz, bu ana olumsuz bir gölge düşüremedi.

Gün sonunda; sandalımız bereketli yüküyle kıyıya yanaşırken, merakla bizi izleyen gözler, sandaldaki balıkçıların gururlu gerinmelerini imrenen gözlerle sanki izliyor gibiydiler.”(3)

 
Gezginler, Gediz'in kıyısında...

 
Rengarenk ılgın çiçekleri

 
Ilgın çiçekleri;  yakından...

  
Denize doğru ılgınların arasından geçtik. 
Gediz’le beraber; denize doğru

Ilgınların en çok yoğunlaştığı bir bölgedeydik. Pembenin tüm tonları, ılgın çiçeklerinde hayat bulmuştu bugün. Hatta beyazdan kahverengiye kadar türlü renklerin resmi geçidi gibiydi ılgın çiçekleri. Tuza son derece dayanıklı olması nedeniyle bu tür geren toprağında ve denizin kıyısında filizlenip yetişen bu çalılıklar hayatın savunucusu gibiydiler. Midilli kıyısında rüzgârın ve dalganın hoyratlığına karşı direnip burulan kalın gövdeleriyle bunların asırlık olanlarını da görmüştük. Ne görkemliydiler. Gediz deltasındakiler ise, herhalde geren toprağının özelliğinden olsa gerek; fazla büyüyememiş ve çalı boyunda bitkilerdi. Denize doğru ilerleyen bir patikadan yürürken ılgınların arasından geçtik.

 
Bir balıkçı kulübesinden Gediz'e bakış

 
Geren toprağı

 
Gediz Deltası; denize doğru...


Denize yaklaşırken Gediz’in kıyısında yer yer sazlıkların aralanıp açılmasıyla kazanılan küçük alanlarda derme çatma, salaş balıkçı kulübeleriyle karşılaştık. Rüzgârın ve suyun tahribatıyla zor ayaktaydılar. Ama bunlardan bir tanesi, bize öğle yemeğimizde hoş bir mekân oldu. Midyeden dönen balıkçı teknelerinin motor sesleri ve el sallamalar eşliğinde yemeğimizi kulübenin kuytu ve konforlu bir köşesinde afiyetle yedik. Doğayla birlikte olmanın ve paylaşmanın tadını hissettiğimiz; benzersiz bir andı o an.

 
Gezginler, Gediz'in kıyısında yemek molasında...

  
Gediz'in denize döküldüğü yere yürüdüğümüz geren toprağıyla örülmüş son patika

 
Denizin kıyısında; Gediz'in tam ucunda...

Gediz, denize kavuşmak için sabırsızlanıyordu. Karşıdan gelen bir başka balıkçı motoru suyu yara yara yanımızdan geçip gitti. Zeminde, su yeni çekilmiş gibiydi. Geren toprağının kururken kırılan parçaları, ayağımızın altından kayar gibi hareketliydi buralarda. Çünkü kurumuş tabakanın altı hala balçık çamurdu. Toprak, içindeki tuzu; yüzeye doğru kusmuştu sanki. Kıyı çizgisi artık hiç de uzak değildi bizden. Biraz daha yürüyünce kıyıya ulaştık. Yüzlerce kilometre uzaklardan bin bir serüvenle Ege’ye kavuşan Gediz’in yolculuğunun son noktasındaydık. Deniz, Gediz’in taşıdığı alüvyonlarla boz bulanık bir renkteydi. Kıyıya yakın bir konumda flamingolar her zamanki faaliyetlerini sürdürmekteydiler.

 
Gediz Deltası'nın ucundayız.

 
Midyeden dönen teknelerden biri

  
Bir diğeri

 
Bir mahmuzlu kız kuşu önümüzden kalktı.

 
Gediz Deltası'nda kıyı çizgisi

 
Önümüzden geçen teknelerle selamlaşıyoruz.

Kıyıda durduk ve düşündük; zamanımızdan 3-4 bin yıl önce denizin içinde birer ada konumunda olan Panaztepe ve çevredeki diğer yükseltilerin bugün Gediz’in binlerce yıllık serüveninde ana karayla birleşmesi ve kıyı çizgisinin denize doğru ötelenmesi süreci ne kadar dramatikti. Tarih boyunca kentlerin ve toplumların kaderini etkileyen bu süreç bugün de sürmekteydi.

 
Maltepe yakınlarındaki Panaztepe Akropolü
(Fotoğraf: İF; Nisan-2015)

 
Gezginler, dönüş yolunda...

 
Deltanın kanallarından biri

 
Gediz papatyaları

 
Dönüş yolunda Bağarası'nda bir kırlangıç yuvası

Su akıp gitmekteydi denize doğru. Derin vadilerde ve düz ovalarda kendi yolunu bulup Ege’ye doğru akarken Gediz, nice hayatlar filizlendi kıyılarında. Binlerce yıllık serüveninde bereketiyle can verdi nice uygarlıklara. Ama kadir kıymet bilmedi ne yazık ki insanoğlu. Kirletti onu acımasızca ve söndürdü kendi hayatını. Gediz ise, her şeye rağmen akmaya ve suyunu Ege’ye taşımaya devam etti. Her zaman hatırlattı bize şu darbımeseli:

“Su akar, yolunu bulur.”

Dipnotlar
(1)    Gediz Deltası yürüyüşü hakkında bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2015/06/gediz-deltasinda-bahar.html
(2)   Gediz Deltası’nda Bahar isimli yazımızdan alınmıştır. bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2015/06/gediz-deltasinda-bahar.html
(3)   Dağa Kaçtım gezgini Aybey Çini’den bir çocukluk hatırası
(4)  Fotoğraflar yazıda belirtilenler dışında MYC tarafından çekilmiştir.

Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC

17 Nisan 2017 Pazartesi

ILDIRI-GERENCE YÜRÜYÜŞÜ



13 Nisan 2016
İbrahim Fidanoğlu

Bu sezonun ilk yürüyüşünü Ildırı civarında yapmıştık geçen yılın sonbaharında. Bu hafta da yolumuz yine oralara düştü bir kez daha. İzmir Büyük Şehir Belediyesi’nin hazırlamış olduğu Efes-Mimas Yolu Yarımada-Rota Rehberi isimli kitapçıkta yer alan rotalardan biriydi Ildırı-Gerence rotası.

 
Sabah Ildırı'da...

 
Bu kadar büyümüş ve korunmuş ebegümeçleri gördünüz mü? Sanki ağaç gibiydiler.

 
Bir kahvehanenin önündeki tazecik enginarlar; satışa hazır...

 
Köyün çeşmesi

Gün boyu ortalama 23 derece civarında seyreden hava sıcaklığının etkisini kuzeyli rüzgârlar nispeten azalttı. Sabah 10 gibi Ildırı’ya ulaştığımızda köyün her zamanki hareketliliğinden eser yoktu daha. Sabahın mahmurluğu, havadaki dinginlik, denizden gelen yosun kokusu ve kovalara dizili; erkenden biçilmiş satışa hazır enginarlar Ildırı köy meydanındaki ilk izlenimlerimizdi. Meydandaki çeşmenin bile çevresi bomboştu. Kahvehanelerden birine girip sabah kahvelerimizi içtik. Çoğunlukla Selanik göçmeni (Karacaova civarı)(1) atalarını yâd ederek yaptığımız kısa sohbette meydandaki çeşmenin denize doğru bakan kurnasından akan suyun arıtma suyu olduğunu öğrendik. Enginarlar, körpecikti; ama daha yürüyecektik. Belki dönüşte almak üzere yürüyüşümüzün başlangıç noktası olan Erythrai antik kentinin girişinde bulunan Heroon’a (Kahraman Mezarı) doğru yola çıktık.


(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC) 


 
Erythrai'de Heroon'un taban platformu; yürüyüşümüzün başlangıç noktası
(Fotoğraf:İF; Ocak-2010)

 
Ildırı'da şirin bir bahçe

 
Baharda; Ildırı'nın her avlusu bir çiçek bahçesidir.

Erythrai ören yerine 2016 sonbaharında bir kez daha gelmiş ve antik kentin kalıntılarının yer aldığı Erythrai kentini ayrıntılı bir şekilde dolaşmıştık.(2) Bu kez amacımız, Ildırı’nın doğusundan dolaşarak kuzeye doğru yönelen ve enginar bahçeleri arasından ilerleyen keyifli bir başka rotayı yapmaktı. Heroon’dan doğuya ve aşağıdaki düzlüklere doğru ilerleyen yolun iki yanında benzersiz güzellikteki enginar bahçelerinden başladı yürüyüşümüz. Her iki yanımızdaki enginar bahçelerinde çiçeğe durmuş enginar kelleleri, rüzgârın da etkisiyle usul usul iki yana sallıyordu başlarını.

 
Sur dibindeki bir enginar tarlası

 
bu da bir diğeri...

 
Batıdan doğuya doğru indiğimiz ilk toprak yol

Aşağıdaki tarlalarda; sırtlarındaki kelterlerle enginar toplayan işçiler vardı. İki yanımızda yeşil denizden tarlalar uzanıyordu. Doğa artık tamamıyla coşmuştu. Koskocaman çiçekleriyle papatyalar, sapsarı krizantemler, gelincikler, eflatun rengi ebegümeci çiçekleri, pembe-beyaz bayır gülleri ya da Girit ladenleri, katırtırnaklarının erkenci türleri; hepsi ama hepsi göz alıcıydılar.

 
Ebegümeci ve papatyalar bir arada...

 
Papatyalar ve yemyeşil bir çayır

 
Papatyalar

 
Gelincikler

  
Papatyagillerden...
 
Yürüdüğümüz patikanın iki yanında yabani yulafların ince boyunlu zarif başakları, rüzgârla uyumlu; tatlı bir salınım içindeydiler. Enginarın atası; kengerler, deve dikenleri tarlaların ve yolun kenarlarında gem vurulamaz bir hızda her yanı sarmışlardı. Ören yerinin içinden geçen patika, bizi aşağıdaki düzleme doğru ulaştırdığında, bir üç yol ağzına gelmiştik. Bu kavşaktan sola ve kuzeye doğru döndük.

Çayırların güzelliği

 
Rüzgara uyup boyun eğen yabani yulaflar

 
Sarmaşıklar
 
Bit otu

Tam bu noktada Erythrai’nin şehir surları karşıladı bizi. Yaklaşık 5-6 metre yüksekliğinde batı-doğu doğrultusunda toprak yolun hemen kıyısından yükselen ve İ.Ö. 2-3.yy.a tarihlenen Hellenistik duvarlar oldukça sağlam görünümdeydi. Isodomik yapıdaki surların hemen yakınında ise; 19.yy.dan kalma küçük bir şapel yıkıntısı vardı. Şapelden kuzeye doğru çizilecek bir hat üzerinde ise, İlkçağ’dan kalma kuzey-güney uçlarında kemerli geçişleriyle dikkat çeken bir başka yapı kalıntısı bulunmaktaydı.

 
Erythrai'nin doğu-batı doğrultusundaki şehir surları

 
Surlara kuzey-doğu yönünden bakış

 
Zeytinlerin altında Rumlardan kalma bir kır şapeli

 
Şapele doğu yönünden bakış; apsis duvarı

 
Şapelin batı yönündeki girişi 

 
Şapelin içi

 
Şapel civarında gördüğümüz bir sincap

 
Şapel hizasında rastladığımız tonozlu yapı; arkada şehir surları

 
İsmini bilemedik. 

Kuzeye doğru ilerleyen toprak yol, sonunda bizi Ildırı-Balıklıova asfaltına ulaştırdı. Asfalt yolu takiben yaklaşık 350 metre kadar yürüdükten sonra bir elektrik trafosunun yanından denize doğru inen bir başka toprak yola saptık. Bu yol, bir süre sonra zeytin ağaçlarının bulunduğu bir düzlüğe vardı. Alanda ve çalıların arasında; çıkacakları umutsuz Sakız yolculukları öncesinde buralarda konakladıkları anlaşılan Suriyeli mültecilerin bıraktıklarını düşündüğümüz her türlü çöple karşılaştık. Denize paralel toprak yoldan yürümeye devam ettik. Açıkta; hemen batımızda Gerence Koyu’nun ağzında; yılkıya bırakılan eşekler nedeniyle Eşek Adası ya da Karaada (Goni ya da Gouni Adası) olarak bilinen ada uzanıyordu. Adanın güney batısında; 19.yy.da Litrili Rumların kullandığı Aya Yorgi’ye adanmış bir manastır varmış.(3) Ama manastırdan geriye bugün pek de bir şey kalmamış.

 
Ildırı koyu; denize doğru...

  
Gerence Koyu'na doğru bakış

 
19.yy.dan kalma teraslar

 
Bir minyatür sandal ağacı 

Kıyı boyunca ilerlerken bir ara tırmanmaya başladık; sol yanımızda kıyıdan geçişi engelleyen simsiyah yekpare bir kaya kütlesi, sağımızda ise sık makilikler arasında zaman zaman izlenebilen teras duvarları vardı. Bu terasların; 19.yy.da Rumların buralarda yaşadığı dönemden kalma bağ terasları olabileceğini düşündük. Kıyıdan açıkta ise; balık çiftliklerinin havuzları görünüyordu. Zaten kıyıdaki küçük yarımadada ve Gerence’ye doğru alçalan topografyanın ucunda da bu balık çiftliklerinin iskeleleri ve derme çatma diğer yardımcı binaları bulunmaktaydı.

 
Girit ladenleri

 
Önde Karaada; arkada Kara Reis Çiftliği

Gezginler, Gerence manzarası önünde...

 
Erkenci katırtırnakları 

 
Gerence Koyu, Gerence Adası ve en arkada Akdağ 

Balık çiftliğine doğru yürümek istemedik; doğuya dönerek toprak yolu takiben yarım kalmış bir yazlık site inşaatının bulunduğu alana doğru tırmandık. Bulunduğumuz sekiden Gerence Koyu ve çevresindeki topografyayı gayet iyi bir şekilde görebiliyorduk. Karşımızdaki Karaada’nın hemen arkasında Yunanistan’a ait İnouses ya da Koyun Adaları ve onun arkasında ise, puslar içerisinde dev bir kaya kütlesi gibi görülen Sakız yer alıyordu. Sağımızdaki topografyada ise, Karaburun yarımadasının efsanevi yükseltisi Mimas ya da Akdağ ve daha ileride; denize doğru bir dil gibi uzanan Kara Reis Çiftliği vardı. Bir süre, etkileyici mavilikleri seyrederek oyalandık. Yürüdüğümüz toprak yol, bu noktada yeniden asfalt yola kavuşmuştu. Asfalt yoldan yürümek sevimsizdi; bu nedenle yeniden geldiğimiz yoldan geriye dönerek deniz kıyısına yakın bir noktada; zeytin ağaçlarının altında yemek molası verdik.

Yolda gördüğümüz bir kör yılan
(Fotoğraf:MYC)

 
Gerence'ye doğru yürüdüğümüz patika; en arkada İltur'un üstünde yer alan mermer ocağı

 
Devşirme malzeme ile yapılmış bir kır evinden kalan...

 
Dönüş yolundayız.

Enginar tarlalarına son bakış...
 
Yemek molası sonrası, geldiğimiz yolu takip ederek Ildırı’ya doğru yola çıktık. Yaklaşık 1,5 saatlik bir dönüş yolculuğu sonrasında Erythrai’nin şehir surları uzaktan göründü. Enginar tarlalarının kıyısında devşirme malzemeyle yapılmış 19.yy.dan kalma bir kır evinin yıkıntılarının yanından geçtik. Akropolün doğu kenarında yer alan; Rumlardan kalma harap Matrona Kilisesi, yıkık siluetiyle uzaklardan bize varlığını hissettirir gibiydi.

 
Akropolde Matrona Kilisesi

Hüseyin Amca'dan kalan; Agora Kafeterya'da gezginler yorgunluklarını atıyor
(Fotoğraf:MYC)

 
Erythrai Ören Bekçisi rahmetli Hüseyin Amca 
(Fotoğraf: İF; Nisan-2007)

Ildırı koyuna ve İlkçağ’ın Hippi (Atlılar) Adaları’na hâkim konumdaki, Erythrai’ye sevdalı; rahmetli ören yeri bekçisi Hüseyin Amca’nın mekânı olan; şimdilerde oğlunun işlettiği Agora Kafeterya’nın da bulunduğu seki, son mola yerimiz oldu. Sert poyraza rağmen, buradan ufka ve maviliklere bakmanın keyfi bir başkaydı. Yaklaşık 13 km.lik yürüyüş sonrasında yorgunluğumuzu atmak için iyi bir fırsattı doğrusu. Aracımıza varmadan önce Ildırı’da son yapılacak olan ise, İzmir’e götürülecek enginarların seçimi idi.

 
Bulunduğumuz sekiden Ildırı koyuna bakış

Ildırı'da Agora Kafeterya'dan Akdağ'a bakış


Kadıovacık 
(Fotoğraf:MYC)


Gezgin Kadıovacık tavuklarını ve sokakları inceliyor
(Fotoğraf:MYC)

Akşama doğru Kadıovacık’ta içilen yorgunluk çayları ve köyün daracık sokaklarında yapılan küçük bir gezinti, diğer yürüyüşlerimize nispeten hafif bir programla yüklü günü bitirmek için iyi bir kapanış oldu. Artık İzmir’e doğru yola çıkma zamanıydı. Şehrin karmaşasına yeniden dalmak üzere; Kadıovacık-Barbaros köyleri üzerinden eski Çeşme-İzmir yoluna doğru hareket ettik.


Dipnotlar
(1)    Ildırı’nın göç hikâyeleri ve yerleşim tarihi için bkz. http://www.mimarlikdergisi.com/index.cfm?sayfa=mimarlik&DergiSayi=395&RecID=3581
(2)   Erythrai’den Ildırı’ya yazısı için bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2016/11/erythraiden-ildiriya.html  
(3)    Karaada üzerindeki Aya Yorgi Manastırı için bkz. http://erythrealithri.blogspot.com.tr/search/label/%CE%9C%CE%BD%CE%AE%CE%BC%CE%B5%CF%82
(4)  Fotoğraflar yazıda belirtilenler dışında İF tarafından çekilmiştir.


Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC