30 Kasım 2011 Çarşamba

BORNOVA - KAVAKLIDERE YÜRÜYÜŞÜ

30 Kasım 2011

Sabah erkenden Bornova Yeşilçam köyüne ulaştık . Bugünkü güzergahımız ve fotoğraflarımızdan bazıları: 

Kavaklıdere yürüyüş rotası 20 km
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)

Kavaklıdere'de sonbahar

600 rakımdan Bornova'ya bakış

Düzenleyen: MYC







23 Kasım 2011 Çarşamba

BERGAMA - PERPERENE – MADRA TOKLUTEPE YÜRÜYÜŞÜ



                                                                                                                                        23 Kasım 2011
Sabah 8.30’da Bornova’dan ayrıldık. Menemen – Buruncuk’da kahvaltı için verdiğimiz mola sonrası Bergama yönüne hareket ettik. Bergama’da durmadan Kozak yaylası yoluna vurduk. Sonbaharın tüm renkleriyle bezenmiş, Bergama Çayı’nın iki yakasında yoğunlaşan çınarları takiben, rakım yükseldikçe brokoliye benzettiğimiz fıstık çamları başladı. Giderek yoğunlaşan bitki örtüsü bir fıstık çamı denizine dönüştü. Çınarlı piknik alanından sonra yol boyunca yer alan çeşmelerden birinde durduk ve su içtik. Sabah sıcaklık 7 derece civarındaydı. İlk hedefimiz Aşağıbey köyü sapağından hemen sonra sağa bir patika ile ayrılan döşeme yoldu. Bozulmuş bağ kütükleri ve sapsarı kuru yapraklar, hemen dağa doğru yükselen arka plandaki fıstık çamlarının derin yeşili, granit taştan döşeme yol, bahçe çitleri ve iç içe kapılar hepsi mükemmel bir peyzajın parçası gibi göründüler. Bağbozumu sonrası bağlarındaki çalı çırpı atığını yakarak temizlemeye çalışan köylülere Perperene’nin yerini sorduk, tepeye doğru yürüyün dediler.




Çakal Kayası mevkisinde kapı söveleri ve temel izleri (tapınak kalıntıları)


Köylülerin Çakal Kayası dedikleri tepede her yana saçılmış sütun, duvar malzemesi, kesme taşlar, granit taştan kapı söveleri, tapınağa benzer bir alanın temel izleri, yukarıdan aşağıya doğru zaman zaman muntazam bir şekilde izlenebilen Hellenistik duvar parçaları kent alanını dolaşırken görebildiğimiz kalıntılardandı. 



Kentin tam karşısına konumlanmış Aşağıbey köyü sanki yeni yerleşim alanını işaret ediyor gibiydi. Tepede temellerini ve kapı sövelerini izlediğimiz tapınak alanı üstüne Bizans döneminde bir kilise inşa edilmiş olabileceğine dair yaklaşımlar mevcut. Perperene, Bergama Krallığı döneminde yayladaki verimli tarımsal alanların değerlendirilmesi amacıyla kurulmuş bir kent olarak biliniyor. Kentte dörtgen planlı agoranın izlerine yukarı tepede biz de rastladık. Burada izlenen sütun dizileri ve daha ilerideki dinsel amaçlı yapı agoranın çevresinde yer alıyor. Kentin tiyatrosu bu yapılaşmanın güney batı yönünde çalılar içinde ve doğal bir kayalık zemine yaslanmış olarak uzanıyor. Bazı oturma sıraları sağlam vaziyette olup basamaklar şeklinde izlenebiliyor. Kentin tüm yapıları engebeli ve geniş bir alana saçılmış durumda yer alıyor. Modern çağın fıstık çamları ve Kozak yaylasının dillere destan üzümünün yetiştirildiği bağlar, çalılardan çitler ve bahçe kapıları ile kenti ele geçirmiş. Hele bir ağılın iki yanında destek olarak yer alan granit sütunlar, sanki ağılı bir ilk çağ tapınağının girişine çeviriyor.



Granit sütunlarla desteklenmiş ağıl


Roma İmparatoru Septimius Severus zamanında kentin kendi adına sikkeler bastığı biliniyor. Kentin adı Bizans İmparatoru Theodosius’un ziyareti nedeniyle Theodosioupolis olarak değiştirilmiş. Perperene ismi ise Anadolu’nun unutulmuş kadim dillerinden Mysia lisanına ait olmalı.

Dönüş yolunda asfalta yaklaşırken yakın zamanda yapılmış beton köprünün ayaklarında 4 granit sütunun kullanıldığını gördük. 1971 yılında yapıldığı üzerindeki tarihten anlaşılan suyu akmayan çeşmenin başında fotoğraf çekildik. Yola doğru Arnavut kaldırımından yokuşu tırmanırken yolun sağında, bir tarlanın hemen kıyısında; kesme taşlarla düzgün bir şekilde örülmüş derin bir kuyuya rastladık. Dönüp arkamıza baktığımızda yeşilden kahverengiye dönen müthiş renk cümbüşünün ortasında yıkık kentin duvarları uzaktan zor da olsa artık fark ediliyordu.


Perperene’den Aşağıbey’e bakış


Aşağıbey’den sonra rotamızı Yukarıbey’e Kozak yaylası'nın kalbine çevirdik. Amacımız Yukarıbey’den 15 km. uzaklıktaki naif heykeltıraş Çoban Mustafa Yılmaz’ın köyü Çamavlu’ya gitmekti.


Çamavlu köyünün girişinde Mustafa Amca’yı evinin karşısındaki sekinin üstünde bir sandalyeye oturmuş güneşlenirken bulduk. Mustafa Amca her zamanki naif duruşu ile bize taşı nasıl yonttuğundan, Madra Dağı’ndan ve orada gördüğü bir rüya üzerine arayıp bulduğu şifalı sudan söz etti. Biz civarda yürüyüş yapmak istediğimizi söylediğimizde bize bulduğu su kaynağına gitmeyi önerdi. Evden bize de su doldurmamız için plastik şişelerden getirdi ve sonra Madra Dağı’na doğru hareket ettik. Çamavlu’dan Güneşli’ye giden asfaltta yaklaşık 3 km. kadar gittikten sonra sağa ayrılan şosede biraz ilerleyip Çamavlu’ya ve Kozak Yaylası’na hâkim konumdaki bir düzlükte arabayı bıraktık. Ne tesadüftür ki, biraz ilerdeki toprak şose üzerindeki yol çatısında rastladığımız ve Madra eteğindeki yaylağa gübre almaya giden

Mustafa Amca’nın köylüsü Cemil bizi traktörüne aldı ve yine yaklaşık 3 km. kadar süren engebeli arazide traktör üstünde eğlenceli bir yolculuk yaptık. Yazın sürülerini yaydıkları yaylağa varınca orada Yörüklerin gerge dedikleri, bir tür Yörük çadırından türemiş kulübelerle; kışın yağmurların ve Madra’dan kaynayan suların birikerek karasuluğa çevirdiği geniş yayla düzlüğü ile karşılaştık. Düzlük, hemen Madra Dağı’nın eteklerinde geniş bir alana yayılmıştı.





Madra eteğinde yıllarca yaşadığı Gerge’de Mustafa Amca şifalı su koyacağı şişeleriyle



Traktörden iner inmez oldukça dik bir eğimde granit taş kütleleri arasında, dar patikalardan ilerleyerek su kaynaklarına yaklaşık yarım saat sonra ulaştık. Kaynaklardan birini Mustafa Amca kendi deyişiyle Hızır Aleyhisselam’a; biraz daha ilerde olan diğerini ise Muhammed Aleyhisselam’a adamış. Onun yaklaşımına göre bu sulardan azami yararı görebilmek için mutlaka iki suyu karıştırıp içmek gerekiyormuş. 1987 yılında geçirdiği ciddi bir rahatsızlık esnasında tedavi gördüğü hastanede ameliyat olması gerektiğini söyleyen doktorlara direnince, doktorların sen “kanserin domuzuna” yakalanmışsın, ameliyat olmazsan kısa zamanda ölüp gidersin demelerine karşın o ameliyat olmadan dönüp evine gelmiş. Gördüğü bir rüya üzerine on yıllarca üzerinde çobanlık yaptığı bu tepelerden birinde; Toklu Tepede suyu arayıp bulmuş ve kendi deyişiyle ölümcül hastalığından bu su sayesinde kurtulmuş. Bu arada suyun hikmetine varan çevre köylüler ve onları takip eden binlerce insan kaynağa üşüşmüşler. Kalabalıkların yığınlar halinde şifalı suya ilgi göstermeleri biraz da işin çığrından çıkmasına ve ticari anlamda istismara uğramasına yol açmış. Bu durum kaynağın sahipliği

konusunda davalar açılmasına ve işin Yargıtay’a kadar giden uzun kovuşturma sürecine tabi tutulmasına yol açmış. Mustafa Amca’nın deyişiyle, yaklaşık 6 yıl süren bu sürecin sonucunda Devlet, Mustafa Amca’yı, suyu bulan olarak onun koruyucusu olarak kabul etmiş. Şimdilerde Mustafa Amca’nın bütün düşü; artık rüyasında kendisine vahiy edilen hizmeti yerine getirmek ve bu şifalı suyu tüm ihtiyaç sahibi insanların kullanımına açmakmış. Bunun için de; suyun yaklaşık 873 metre rakımda yer alan kaynağından makul bir seviyeye taşınması ve buraya kadar insanların kolayca ulaşabileceği konforlu bir yolun yapılması için çalışmalara başlamayı planlıyormuş.



Toklu Tepe


Suyun başında; yanımızda getirdiğimiz azığımızı yedikten, çaresiz bir yalnızlığın vurduğu uzun kış gecelerinde sessiz ve karanlık köylerin kuytu köşelerinde anlatılan esrarlı ve mistik hikayelere benzeyen Mustafa Amca’nın suya ve hikmetine dair anlattıklarını dinledikten ve suyu şişelere doldurduktan sonra saat 16’da dağdan aşağıya inmeye başladık. Mustafa Amca’nın yıllarca yaşadığı gergesi başında fotoğraflarını çektikten ve bizim dönüşümüzü bekleyen traktörcü Cemil’in traktörünün römorkuna kendimizi attıktan sonra hemen yola koyulduk. Akşam karanlığı çökmek üzereyken Çamavlu’ya vardık. Mustafa Amca ile vedalaştıktan sonra saat 17 gibi Bergama üstünden İzmir’e dönüş yoluna vasıl olduk. Dönüşte, Kozak yaylasından geçerken karanlığa gömülmüş fıstık çamları ve çınarlar artık görünmüyordu.



Yazan: İ.F
Düzenleyen: M.YC


Perperene ile ilgili çeşitli kaynaklardan derleme



Mysia bölgesinde, Bergama ile Ayvalık ilçeleri arasındaki Aşağıbey köyü yakınında Çakıl kayası denilen yerde Strabon ve Bizantion'lu Stephanos'un da isminden söz ettiği Perperene'nin Hellen dilinde bir anlamı yoktur. Bilge UMAR ismin aslının Luvi dilinden Parparana yani Pa-(a)rpa-(u)ra-wana "Koca su pınarının Ülkesi"olduğu kanısında.Yöre Madra Dağı'nın uzantılarında, ama ılıcaların yoğun olduğu bir bölge.


Perperene ilk kez 1886-1889 yıllarında yüzey araştırmaları yapılmış ve planları çıkarılmıştır.Ancak günümüzde kalıntıları oldukça geniş bir alana yayılmıştır. Akropolde iç içe iki sur kalıntısı, 2000 kişilik tiyatronun kalıntıları belirgindir.Özellikle tiyatro kaveaları(oturma yerleri) yer yer çok sağlam durumdadır Bir tapınak ve hamam kalıntısı vardır. Agora(pazar yeri) kalıntıları ve her tarafa yayılmış işlenmiş taşlar ve sütun tamburları görülmektedir. Ayrıca Perperene'de çok ilginç bir nekropol(mezarlık) ve kayalara oyulmuş lahitler var. Bu kalıntılar Hellenistik ve Roma dönemlerine tarihlenirler. Roma devri sonlarına kadar kentte birbirinden farklı on beş damgalı sikke basılmıştır.Bu sikkeler üzerindeki resimlerden Perperene'de Zeus, Athena, Apollon, Aphrodit, Demeter ve Asklepios'un saygı gördüğü anlaşılmaktadır.


Bergama krallığının sayfiye kenti olan Perperene M.S. V.yüzyıldan sonra Bizans'ın piskoposluk merkezi olmuş ve bu arada Teodosiupolis ismini almıştır.


Antik kentte yeterli bir araştırma ve arkeolojik kazılar yapılmamış ve kent şu anki görünümü ile bilimsel bir kazıyı beklemektedir.


Misafirler ve turistler muhteşem fıstıkçamı ağaçlarından oluşan Kozak yaylasında, Aşağıbey köyünden yanlarına alacakları bir rehber ile gezebilirler, köylüler misafirperver ve uygardırlar. Kalıntılar alanına Çakılyakası Tepesi demektedirler.


KAYNAKLAR:
İlkçağda Burhaniye-Prof.Dr.Engin BEKSAÇ
Bergama-Prof. Dr.Wolphang RADT
Mysia-Prof.Dr.Bilge UMAR
Anadolu'nun Tarihi Coğrafyası 1-Prof.Dr.Veli SEVİN


 Düzenleyen: MYC



15 Kasım 2011 Salı

AYDIN ÇİNE - YAVA YÜRÜYÜŞÜ


15 Kasım 2011


Sabah 8’de Bornova’dan ayrıldık. İlk hedefimiz eski başbakanlardan Adnan Menderes’in çiftliğinin bulunduğu Çakırbeyli köyü idi. Demokrasi Meydanı olarak adlandırılan köyün meydanında yer alan kahvelerden birinde kahvaltımızı yaptık. Sıcaklık sabah koşullarında 7 derece civarındaydı. Kahvaltı sonrası meydandaki çeşmeden akan şerbet gibi sudan içip Çine yönüne hareket ettik. Geçen yıl devreye alınan Çine Barajı’nın seyir terasından baraja baktık; Söğütçük köy kavşağından Yatağan yönüne devam ettik. Yatağan tünelinden önce Yava köyüne yaklaşırken uygun bir yerde arabayı park edip Yatağan yönüne doğru yolun sağına geçip dev grano gnays kayaların arasında uzayıp giden vadilerden birine daldık.

Aydın - Çine Yava yürüyüş rotası 6.4 km
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)

Çine Vadisinin eski halini bilenler bilir; yakın zamanlarda devreye alınan baraj nedeniyle yada adına isterseniz siz HES deyin; vadinin topoğrafyası değişti. Binlerce yılda oluşan anıtsal yeryüzü şekilleri sular altında kaldı şimdi. Yakın zamanda İncecik Köprüsü’nün yanına gidip görmüş değilim; ama bildiğim kadarıyla o da baraj, su tutup devreye alındığında da sular altında kalacaktı. Bir de tabii ki; Yava Köyü freskoları var; Arap akınlarından buralara kaçıp saklanan ve Bizans Dünyasında Beşparmaklar’ın önünde ve arkasında inzivaya çekilen keşişlerin bu kaya oyuklarına yaptıkları Hz. İsa, Hz Meryem ve havarilerinin hayatından sahneleri anlatan resimlerden söz ediyorum. Yava köyü yakınlarında; Çine Barajı’nın bulunduğu vadiye doğru bir konumda, böyle bir eski kilise kalıntısı ve kayalara resmedilmiş freskolar vardı. Ben bu freskoları da uzun yıllar önce yanına kadar gidip görmüştüm; ancak son durumunun ne halde olduğu konusunda şu an için bir fikrim yok. Ancak bütün bu doğal ve kültürel mirasımız, bu özensiz ve populist davranan oy avcısı yöneticiler elinde ne yazık ki yok olup gidiyor. Sevgili halkımız; inançla aklı, bilimle dini birbirinden ayırma yetkinliğine erişemediği müddetçe de yok olup gitmeye devam gidecek gibi gözüküyor.


Biz barajın tam tersi yönünde Beşparmaklar yönünde yürüdük. Yürüyüş rotamız önce batıya; daha sonra da kuzey batıya doğru idi. Öğle yemeği için mola verdiğimiz yüksek tepeden Çine Barajı’nın baraj gölü seçilebiliyordu.

Uzaktan Çine Baraj gölü



Yürüyüş boyunca bir tırmandık, bir inişe geçtik. Kayaların üstünden atlayarak daha yukarılara tırmandık. Zaman zaman kupkuru dere yataklarından geçtik. Anti parantez belirtelim; bu yıl havalar çok kurak gidiyor. Yağmur mevsimine girilmiş olmasına rağmen, bu yıl doğru dürüst yağmur almadı bu topraklar.

Yürüyüş sırasında sıcaklık yaklaşık 13 derece civarındaydı. Açık ve güneşli bir havada yürüdük. Zeytin silkenlerin sesleri uzaktan duyuluyordu. Uzaktan köylülerin zeytin dallarından tutuşturduğu ateşlerin dumanları bize rehber oldu. Hiç yürümediğimiz bu vadi sanki bizim için bir o kadar da bildik geldi. Yürüdükçe yürüdük. Tırmandıkça kan ter içinde kaldık.


Kayalara doğru...


Yürüyüş boyunca bizleri en çok etkileyen tabii ki gnays dev kaya kütlelerinin gece ve gündüz arasındaki sıcaklık farklılıklarından kaynaklanan gerilimlerle çatlayıp ufalanarak ve atmosferik etkilerle de aşınarak oluşturdukları tabiat harikası heykelsi şekilleriydi. Hele bir tanesi vardı ki; sanki Mezopotamya topraklarından kopup gelmiş pars ayaklı insan kafalı kompozit bir aşındırma oluşumdu. Bilindiği üzere gnays kaya kütleler; magmanın yeryüzünün derinliklerinde soğuyup katılaşması ile oluşan granit kütlelerin yüksek sıcaklık ve basınç altında değişime uğraması ile meydana gelmişlerdir. Kuvars, mika şist ve feldispat mineralleri içerirler. Çine ve civarı bu açıdan zengin mineral yataklarına sahiptir. Seramik sektörüne girdi sağlayan çok sayıda maden ve öğütme işletmesi bu civarda bulunmaktadır.

Köpek kafası, bir kasket, kartal gagası, tavuk gagası, avını yutmaya çalışan bir yılan kafası, Viking gemisinin pruvası şeklinde kayalar yürüyüş boyunca karşılaştığımız diğer gnays kaya tipleri oldular. Bunların hepsi eşsiz oluşumlardı; hayranlıkla seyrettik.






Köpek kafası şeklinde kaya

Kaskete benzer kaya

Dönüşte; İki dev kaya kütlesinin arasından dar bir koridordan geçtik. Sanki dev bir giriş kapısı gibiydiler. İçeri doğru ilerleyen bir tünelden kayaların arkasındaki dünyaya ulaştık. 

Kapı kayası

Dönüş yolunda Gökbel Vadisinde baraj nedeniyle Cumhuriyetin ilk yıllarında aktif olan güzergâha taşınan yeni yola yakın bir köye doğru yürüdük. Ancak köye gelmeden tekrar bir vadiye girip gölgelerde hareketlenen siklamenlerin fotoğraflarını çektik; o güzel çiçekleri seyrettik.


Siklamenler

Yola vardığımızda arabayı bıraktığımız yerden yaklaşık 2 km. kadar saptığımızı anladık. Yol kenarından ve bariyerlerin içinden; biraz da riskli bir yürüyüş sonrası arabaya ulaştık. Dönüş yolunda Çine’ye uğrayıp çarşıdaki mandıradan nefis tulum peynirlerimizi ve tereyağlarını alıp İzmir’e doğru yola koyulduk.



Yazan: İ.F
Düzenleyen: M.YC                                                                            



Çine çayı ve kayalıklarına efsanevi bakış
Su perilerinin şeffaf bedenleri sarılmış birbirlerine...


Marsyas efsanesine göre Tanrıça Athena keçi boynuzundan flüt yapıp Olympos'ta tanrılar şöleninde çalmış. Tanrılar, tanrıçalar bir yandan kendisini alkışlarken bir yandan da "Güzel çalıyorsun, tatlı sesler çıkarıyorsun ama çalarken çok çirkin oluyorsun!"  demişler.
Buna sinirlenen Athena kavalını Olympos'tan aşağı fırlatmış.  Kavalı bir gün Kral Marsyas bulmuş ve çalmaya başlamış.     
Zamanla bu kaval çalma işini o kadar ilerletmiş ki ünü her yere ulaşmış ve bu konuda kendini en iyi gören Tanrı Apollon’a rakip olmuş. Bunu duyan Apollon Marsyas’ı yarışmaya davet etmiş. Kral Midas ile Nymphalar (su perileri)  hakem olmuşlar. Yarışmada Marsyas, Apollondan daha güzel çalmasına karşın Midas oyunu Marsyas’a verirken, Su perileri Apollona verdikleri için Marsyas yenik ilan edilmiş. Buna rağmen Apollon Marsyas’ın daha güzel çalmasını kendisine yedirememiş ve Marsyas’ı işkence ettirip öldürtmüş, hakem Midas’ı da kulaklarını eşek kulağına çevirerek cezalandırmış.
Kral Marsyas son nefesinde bu adaletsizliğe lanet etmiş.
Su perileri, Marsyas'a reva görülen işkenceye üzülüp ağlamışlar ağlamışlar... Onların gözyaşlarından, gözyaşı duruluğunda Marsyas (Çine) çayı ortaya çıkmış ve o zamanlar bu kayalıkların olduğu yerde, berrak sularıyla akmaktaymış.
Nymphalar yarışmanın ardı sıra gelen 12. gece, bir mavi ay ışığına maruz kalmışlar, sular çekilir olmuş, toprak kurumuş. Korku içinde titreyen Nymphaların şeffaf bedenleri birbirine sarılmış öbek öbek. Sabah, güneşin ilk ışıkları ile birlikte kanatları kuruyup birbirine yapışan Nymphalar bir türlü uçmayı başaramamış ve oldukları yerde taş kesilmişler. Toprak, yüzlerce Nympha'nın taş kesmesinin üzüntüsüyle yıllarca kabarmış, kabarmış bugünkü halini almış...
  



Yazan / Düzenleyen: MYC